Yunanistan’da 4 Ekim 2009’da yapılan seçimleri yüzde 43.6 oyla kazanarak Başbakan olan Yorgo Papandreu, ülkedeki ekonomik kriz nedeniyle bu koltukta ancak 25 ay oturabildi.
Seçimleri, “Ağır kemer sıkma tedbirleri alacağım” diyen rakibi ve halefi Başbakan Kostas Karamanlis’in aksine “Lefta iparhoun” yani “Devlette para var” vaadiyle kazandı.
Ancak çok kısa bir sürede “Lefta İpirhan. Pu pigan?” yani “Para vardı. Nereye gitti?” demek zorunda kaldı.
Daha iki aylık başbakanken ilk zamları, ilk vergileri açıkladı. Başbakanlık koltuğunda beşinci ayını doldururken de AB ve IMF’den yardım istedi.
AB ve IMF’den gelen 110 milyar Euro’luk 1. Kurtarma Paketi’nin rehaveti kısa sürdü. Memur ve emekli maaşlarının yüzde 25 kesilmesini, KDV’nin yüzde 13’ten yüzde 23’e çıkmasını ve her şeye zam yapılmasını içeren ikinci dalga kemer sıkma tedbirleri gecikmedi.
DÜNYA MEDYASI ALAY ETTİ
Koltukta dokuzuncu ayını doldurmadan ülkede ekonomik krizin sonucu sosyal kriz patladı. Halkın sabrı taştı. Genel grevler ve hemen her gün protesto gösterileri yapılmaya başladı.
Eğer aynı ülkenin bakanları, milletvekilleri, siyasetçileri halkın arasına karışmaktan korkuyorsa, karıştıklarında da fırlatılan yoğurt kaselerinin, yumurtaların, domateslerin hedefi oluyorsa durum vahim demektir.
Eğer bir geçit töreninde 15-16 yaşlarında bir öğrenci, şeref tribünündeki davetlileri selamlamak yerine yüzünü çeviriyor ve en azından “Hadi gidin başımdan” dercesine beş parmağı açık el hareketi yapıyorsa durum vahim demektir.
Eğer 15-16 yaşında öğrenciler bir başka geçit törenine kollarında siyah bantlarla katılıyor ve davetlilerin önünden geçerken bunları çıkarıp ısrarla gösteriyorsa durum vahim demektir.
Eğer, ekonomik tedbirleri protesto ediyorlar diye göstericiler bir başka tören yerini basıyor ve davetliler korku içinde uzaklaşıyorsa, sonunda da geçit töreni şeref tribününü işgal eden protestocuların önünde yapılıyorsa durum vahim demektir.
Gösteriler nedeniyle geçit törenleri iptal ediliyorsa, iki yılda bir kışlasından çıkıp birkaç dakikalığına rap rap yürümeye hazırlanan genç askere komutanı, “Geri dönüyoruz” diyorsa durum vahim demektir.
KRİZ SADECE EKONOMİK DEĞİL
Takvimler 28 Ekim 1940’ı gösterdiğinde dönemin diktatörü Yiannis Metaksas “Teslim olun” diye ültimatom gönderen ıtalya lideri Benito Mussolini’ye “Ohi” yani “Hayır” cevabı verince Yunanistan 2. Dünya Savaşı’na girdi. ıtalyanlar Yunan savunmasını kıramayınca Hitler’in orduları Yunanistan’ı işgal etti. Üç yıldan fazla süren Nazi işgalinde yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Açlıktan ölenler vardı. Büyük şehirlerde kedileri köpekleri yemek zorunda kaldı insanlar. Bir teneke zeytinyağı için servetler el değiştirdi. Bir parça kuru ekmek için insan onuru ayaklar altında çiğnendi.
Bir futbol takımının başarılı olabilmesi için disiplin de, sevgi-saygı da şart. Disiplin ile sevgi-saygı ortamı, yönetimin ve teknik kadronun işi. Futbolda bu vazgeçilmezleri bir takımda sağlamanın envai çeşit yolu var.
Nikos Kostenoğlu 40 yaşında Batı Trakya’da İskeçe şehrinin takımı Ksanthi’de başlayan ve İstanbullu Rumların 1926’da kurduğu AEK’da noktalanan daimi vasat futbolcu kariyerinden sonra, teknik direktör olarak çalıştırdığı Asteras Tripolis ve geçen yıla kadar Tümer Metin’in oynadığı Larisa takımlarında da daimi vasat kaldı.
Son 20 yılda 20 defa ‘sefiller’i oynayan, üç büyükler arasında sayılsa da şampiyonluk yüzü görmeyen ve bendenizin de taraftarı olduğu AEK, Kostenoğlu’na teslim edildi. Takımın kasasında 1 Euro para bile bulunmaması, milyonlarca Euro’luk borç içinde olması ve en pahalı futbolcunun piyasa değerinin 1 milyona bile ulaşmaması nedeniyle, daimi üzgün ve dertli taraftar yeni hocaya pek tepki göstermedi.
AEK, Yunan Süper Ligi’nde de, Avrupa Ligi’nde yenilgilerini sürdürdü. Derken, 2. ligden yeni çıkmış OFİ’ye karşı 3-1 yenilgiden sonra AEK’nın yeni hocası ‘Amerika’yı keşfetti’: “Takımda disiplin yok. Oyuncular arasında sevgi saygı yok. Bu değişecek!”
Hafta başında takım ilk antrenman için toplandı. Kostenoğlu gayet sert bir yüz ifadesiyle konuşmaya başladı: “Gençler her çalışmadan sonra takımdaki eski futbolcuların kramponlarını temizleyip cilalayacak.”
Herhalde bu kararı vermeden once çok düşünmüş olmalı ki kafasında ‘eşleşmeleri’ de yapmış: “Sen Gençoğlu, Kafes’in; sen Manolas, Dellas’ın; sen Belek, Limberopulos’un; sen Tsitas, Gudjohnsen’in (adam haftalardır sakat, oynadığı yok ama bu detay olsa gerek) kramponlarını silip cilalayacaksınız!”
Yani çalışma bitti mi takımın yarısı, diğer yarısının kramponlarını temizleyecek.
Perşembe gecesi geç vakit Atina şehir merkezinde dolaşıyorum. Polisin, iki gün üst üste çıkan olaylarda kullandığı kimyasalların kokusu, temizlik işçilerinin grevi nedeniyle üç haftadır toplanmayan ve her köşe başında dağ gibi biriken çöplerin kokusuyla buluşmuş.
Burnu isyan ediyor insanın...
Kaldırım taşları sökülmüş, bu diyarın sembollerinden etekli-çarıklı efsun askerinin, parlamento binası önündeki nöbetçi kulübesi kül olmuş. Mağazaların, bankaların vitrinleri kırılmış. Güzelim şehir ne de çirkin duruyor!
Cazibesini, dişiliğini nasıl da yitirdi Atina...
Gözleri isyan ediyor insanın...
Bu defa her şey çarşamba günü başladı. Parlamentoda, Yunan hükümetinin AB ve IMF ile geçen yıl imzaladığı 110 milyar Euro’luk 1. Kurtarma Paketi’nin 8 milyar Euro’luk altıncı dilimini alabilmek uğruna, ki alamazsa memura, emekliye kasım sonunda maaş ödeyemeyecekti, hazırladığı 6.5 milyar Euro’luk yeni kemer sıkma tedbirleriyle ilgili tasarı görüşülüyordu. Tasarı, bu yıl 28 bin, üç yılda da 100 binden fazla devlet memurunun maaşlarının yarıya indirilerek ‘yedek’e alınmasını da, özel sektörde 750 Euro olan asgari ücretin içine eden toplu iş sözleşmelerinin rafa kaldırılmasını da öngörüyordu.
30 YILDAN BU YANA EN KALABALIK GÖSTERİ
Tam bu sırada, son 20-30 yılın en büyük kalabalığı toplandı parlamentonun da bulunduğu Sintagma Meydanı’nda. Yüz binler protesto etti tasarıyı. Gerçek bir halk direnişi. Ancak, öğleden sonra yaşları 18-25 arası, yüzlerini taktıkları motosiklet kaskları ya da kukuletalarla gizlemiş 300 kadar anarşist çıktı sahneye. Önce polisle çatıştılar. Sonra hem şehir merkezini savaş alanına çevirdiler hem de barışçı protesto gösterisinin dağılmasına sebep oldular.
Atina’nın güney banliyösünde eşsiz deniz manzaralı Astir Palace Oteli’nde düzenlenen 8. Türk-Yunan Turizm Forumu’nda Yunan Turizm ve Kültür Bakanı Pavlos Yerulanos’u dinlerken kulaklarıma inanamıyordum.
Türkiye’den Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da katıldığı forumda Yerulanos, Yunanistan’da 2000 yılında uygulanmaya başlanan AB’nin şu ünlü ‘Schengen Antlaşması’nı yerden yere vurdu. Bir Avrupa ülkesine seyahat etmek isteyen AB üyesi olmayan bir ülke vatandaşının vize için çektiği eziyeti kınadı.
“Schengen Antlaşması birbirine saygılı olmayı bilen ülkelerden oluşmuş bir bölgede her Avrupa vatandaşına serbestçe dolaşma olanağı tanıyan büyük bir vizyon” dedi önce Yerulanos. Hemen ardından da sesini biraz kısarak “Daha doğrusu öyleydi” diye ekledi.
TÜRKİYE MÜTTEFİKİMİZ
“Vizyon zamanla şekil değiştirdi. İnsanların serbestçe dolaşım vizyonu, yasadışı göçü önlemeyi amaçlayan bir araca dönüştü. Üstelik yasadışı göçü önlemekte de başarılı olamadı. AB ülkelerinin konsolosluklarında çalışan, çoğu kez eğitimsiz ve gerekli teçhizattan yoksun personel, ülkelerimizi ziyaret etmek isteyen insanları sorgularken, yüzlerce kaçak göçmen seyahat belgesi olmadan kolaylıkla Avrupa’ya geçiyor. Schengen Antlaşması, seyahat etmek isteyen insanları engelliyor hatta küçük düşürüyor. Bundan Avrupa turizmi de büyük zarar görüyor. Yunan turizmi de başka amaçla imzalanmış ve bugün başka bir hale dönüşmüş bu antlaşmadan olumsuz etkileniyor. Türkiye bu konuda yanında bir müttefik olduğunu bilmelidir” diye konuştu Yerulanos.
O anda 11 yıl öncesine döndüm. Yunanistan, Schengen uygulamasına girdiğinde bayram havası esiyordu. Hem Yunan vatandaşlarının sadece kimlik kartıyla AB ülkelerini ziyaret edebilmesinin sevinci yaşanıyordu, hem de Türk vatandaşlarına Avrupa yolunda büyük bir engel çıkmasından kaynaklanan memnuniyet vardı. Ne saçma bir zihniyetse o zamanlar “Serbest dolaşım hakkı tanınırsa ertesi gün yüz binlerce Türk Yunanistan’a akın eder” tarzı görüşler hâkimdi.
Melodiler gibi zamanlar da değişiyor işte. Bugün Yunanistan Türkiye’den, Uzakdoğu’dan turist çekebilmek için Schengen Antlaşması’nı aşmak istiyor.
Eğer bir ülke halkının yüzde 16.5’i günlük ihtiyaçlarını bile karşılayacak durumda değilse, eğer yüzde 24’ü telefon ve elektrik faturalarını, yüzde 19’u bankadan aldığı krediyi, yüzde 9.4’ü de ev kirasını ödeyemiyorsa ve eğer yüzde 14’ü de kredi kartları için asgari ödemeyi bile yapamıyorsa durum çok ciddi demektir.
Üstelik bu sıkıntıları çeken halk, yıllarca lüks yaşamı günlük rutin saymış, gezmesine, eğlenmesine düşkün Yunan halkıysa durum ciddinin de ötesinde.
Hiçbir şey o parlak maziyi hatırlatmıyor. Daha iki yıl öncesine kadar öğle siesta yapan, akşamüstü de uyanıp kahve, sohbet, yemek, sirtaki derken evlerine geceyarısından sonra dönen bu diyarın insanları artık neredeyse kapıdan dışarı adım atmıyorlar.
HALKIN YARISI ONLARI İZLİYOR
Geceleri ekran başında geçiyor. Tabii televizyonların izlenme süresinin artması, reklam gelirlerindeki dikey düşüş nedeniyle medya patronları için bir anlam taşımıyor. Yeni yerli dizi sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Yabancı filmler, yabancı diziler ve açık oturumlarla idare ediyorlar işte.
Yunanistan’ın en büyük iki televizyon kanalı Mega ve Antena da sıkı tasarrufa dayanan bir programla yeni sezonu açtı.
Her gün saat 20.00’de başlayan haber bültenleri “Batacağız mı? Batıyoruz muyuz? Battık mı? sorularına cevap arıyor.
Hayatı şarkı (Uzun Zeybek) da oldu, film (Sipariş) de Niko Koemcis’in. Kabadayılık, zorbalık vardı kanında. Adam döverdi, haraç keserdi. Demir parmaklıkların arkası mekanı olmuştu.
Takvimler 1973’ü gösterdiğinde cezaevinden bilmem kaçıncı kez tahliye oldu. Birkaç gün sonra yanında kardeşi Dimosthenis ve iki manitayla Atina’nın o üçüncü sınıf eğlence yerlerinden Neraida’ya gitti.
İçtiler epeyce iki kardeş. Sonra sahnedeki şarkıcıdan ‘Zulada Sakladığımı Buldular’ adlı makamı ağır mı ağır söylemesini istediler.
Şarkıcı, “Parangelia” yani “Sipariş” dedi. Dimosthenis ağır mı ağır zeybekiko dansını oynamaya başladı sahnede.
Racona göre, “Parangelia” dedin mi herkes kuzu kuzu yerine oturur sahnede bir tek o şarkıyı sipariş eden danseder.
Birileri uymadı racona. Kalkıp onlar da dans ettiler. ‘Ayıp’ ettiler Dimosthenis’e. Sahnedeki ‘namusunu’ iki paralık ettiler.
Ağabey Niko, “Sipariş dedik ulan” narası atarak yerinden fırladı. Cebindeki sustalıyı çekip sahneye yürüdü. Kim çıkarsa önüne, sapladı. Bilanço: Üç polis ölü, bilmem kaç yaralı. Meğer raconu bozanlar ‘aynasızlar’mış.