Atina’da Aenaon galerisine giderken doğrusu çok heyecanlıydım. Ressam Hatice Kumbaracı Gürsöz’ün Yunan arkadaşı ve meslektaşı Sofia Kalogeropulu ile birlikte açtığı resim sergisinde teşhir edilen bir tabloyu görmek için sabırsızlanıyordum.
Geçen şubat ayında yazdığım ve annemle bir sohbeti içeren ‘Katerina’nın İstanbul’u’ yazımdan etkilenen Hatice Hanım, çizdiği Beyoğlu tablosuna ‘Katerina’nın Hatırladığı Beyoğlu’ adını vermişti.
Türkiye’nin Atina Büyükelçisi Hasan Göğüş ve Atina-Pire Başkonsolosu Beyza Üntuna’yı selamladıktan sonra, gözlerim Hatice Hanım’ı aradı. Bir-iki dakika hasret giderdikten
sonra “Orada işte.. 5 numarada” dedi.
Tabloya yaklaştım ve öylece kalakaldım.
Annem Katerina ile sohbetimizdeki bir sürü şey vardı. İnci Pastanesi, Havai Lostra Salonu...
Toparladım kendimi hemen. Tablonun fiyatını düşündüm. 36 eserin bulunduğu listeden baktım 2 bin Euro. I ııh beni aşar.
Halen bir kafeteyada çalışıyor. 2008 yılında söz ve besteleri ve tüm masrafları kendine ait olan 5 rock şarkıdan oluşan ‘Tükeniş’ adlı bir albüm hazırladı. İşin aslı Batı Trakya tarihinde ilk kez bir Türk sanatçının albümünden bahsediyoruz.
‘Tükeniş’, ‘Olmadı’ ve ‘Papatyalar’ adlı şarkılarını dinledim vallahi Türkiye’deki bir sürü rock’çıyı cebinden çıkarır Barış.
Şimdilerde 10 şarkıdan oluşan ‘Bahar Yağmuru’nu hazırlıyor. Batı Trakya türküleri ile kendi bestelerine yer veriyor. Batı Trakya’da öyküsü nesilden nesle anlatılan ‘Poşpoş Köprüsü’ türküsünü Anadolu-rock tarzı ile söylüyor.
Barış’ın grubunda Türk de çalıyor Yunan da. Stüdyo kiralayacak parası yok. Kah belediyenin bir salonunda, kah doğduğu Sendelli köyündeki
bir evde, kah terk edilmiş bir depoda prova yapıyor. Yardım için bazı kurum ve kuruluşlara başvurmuş ama kapıları kapalı bulmuş. “Yaşadığım hayal kırıklığı karşısında müziği bırakmayı bile düşündüm” diyor.
Hayır Barış, onca emek verdiğin çalışman kaybolup gitmemeli...
Batı Trakya’da sadece sorun yok, Batı Trakya’da bence aynı zamanda ‘değişimi’ simgeleyen Barış Tükeniş de var, iki hafta once bahsettiğim ilk Türk filmi ‘Bir Yudum Aşk’ da var.
1970’lerin sonlarında ilk kez bu topraklara ayak bastığımda müzikholler ve müzikli lokaller haftanın yedi günü açıktı.
Birkaç assolist birleşip patronlara diretince pazartesileri tatil oldu. Yunanistan, 1981 yılında AB üyesi olunca kemer sıkmanın sonucunda müzikhollerdeki salı geceleri de feda edildi. Sonra futbol çarşambaları aldı götürdü. Son ekonomik krizin kurbanlarıysa perşembe ve pazar geceleri.
Binlerce çalışanın ekmek yediği her biri 800-1500 kişi kapasiteli müzikholler artık sadece cuma ve cumartesi geceleri açık. Solisti, saz sanatçısı, garsonu, otoparkçısı, kapıdaki sorumlusu haftada beş yevmiye alıyordu bu mekânlarda, ikiye düştü. Üstelik müzikhollerin sezonu da kısaldı. Kişi başı 40-50 Euro ödüyor müşteri kaç yıldır... Böyle zamanlarda zammı da hiçbir patron aklından geçirmiyor.
SİVRİLEN SANATÇI YOK
Türkiye ile kıyaslanmayacak kadar büyük olan müzik ve eğlence sektörü ekonomik krizden büyük darbe yedi. Bir buçuk yıldır sivrilen bir sanatçı, akıllarda kalan bir şarkı yok desem yeridir.
Üstelik müzikhollerden bazıları tanınmış assolistlerin yerine televizyonlardaki yarışmalarda derecelere giren-girmeyen gençlerle idare etmeye çalışıyor durumu. En nihayet bir şeyler yapmalıydım. Son 10 yılda eğlencenin 1 numaralı adresi Yorgo Mazonakis’i izlemek
için Votanikos müzikholünü
Perşembe sabahı Kavala şehrinin canım sahilinde dolaşırken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bir gün önceki Batı Trakya ziyareti bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden.
Atina’da salı günü Başbakan Yorgo Papandreu ve Dışişleri Bakanı Dimitrios Druças ile bir araya gelen Davutoğlu’nun Batı Trakya ziyareti iyi hazırlanmış, hemen her şey düşünülmüştü.
Türk azınlığa her seslenişinde üstüne basa basa şu mesajları verdi: “Birlik beraberlik içinde olun, Yunanistan’ın sosyal yaşamında kendinizi daha fazla hissettirin, Yunan vatandaşı olarak sesinizi Atina’da, AB vatandaşı olarak Brüksel’de daha fazla duyurun. Türk-Yunan ilişkileri geliştikçe bu size daha fazla yansıyacak.”
Başbakan Papandreu’nun kısa bir süre önce bölgeyi ziyaretinde özellikle eğitim konusunda yapacağını ilan ettiği açılımlardan memnuniyetini de defalarca dile getirdi Davutoğlu.
Önce Yunan devletinin Batı Trakya’daki en yetkili makamı Makedonya ve Trakya Bölge Valisi Aris Yanakidis’i ziyaret etti. Ardından da Gümülcine’de Türk Gençler Birliği’ni ve İskeçe’de Türk Birliği’ni. Bu iki derneğin faaliyetleri var ama kapılarında tabela yok. İçinde ‘Türk’ kelimesi olduğu gerekçesiyle tabelaları yıllar önce indirildi. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararı tabelaların tekrar yerine konması yolunda oldu. Karar henüz uygulanmadı.
EVLERİNİN DAMLARINI BİLE ONARAMIYORLARDI
Davutoğlu, Türklerin Gümülcine’de müftü seçtiği İbrahim Şerif’i, İskeçe’de de Ahmet Mete’yi ziyaret etti. Yunanistan, 1990 yılından beri müftüleri kendi tayin ediyor. Yani, Batı Trakya’da Türk azınlık tarafından itibar görmeyen iki tayinli, buna karşı Yunan devletinin tanımadığı iki seçilmiş müftü var.
Salı günü saat 18.30. Silahlı dört kişi Atina’nın varoş semti Menidi’de sigara ve gazete satan bir büfeyi soyup kendilerini bekleyen ciple kaçıyorlar. Yoldan geçenler plakayı polise bildirdiler. Yaklaşık 10 dakika sonra birkaç kilometre ötede üç motosikletle devriye gezen beş polis cipi görüyor ve amansız bir takip başlıyor. Cip sonunda tenha bir sokağa sapıyor ve duruyor. Motosikletlerden inen polisler silahlarını çekip yaklaşmaya çalışırken cipten ateş açılıyor. Kısa süren silahlı çatışmada 22 ve 23 yaşındaki iki polis hayatını kaybediyor, iki polis de yaralanıyor. Kalaşnikoflu soyguncular kaçmayı başarıyor. Kimi terör diyor, kimi ise Arnavut ya da Rus mafyasının işi olduğu iddiasında.
O dakikalarda Yunan Kamu Düzeni Bakanı Hristos Papuçis’in cep telefonu çaldı. Göçmen kaçakçılığına karşı mücadele ve Yunanistan’ın kaçak göçmen geçişini önlemek için Meriç hududunda göreceği 12.5 kilometrelik tel örgüyü konuşmak üzere birkaç saat önce Ankara’ya inen Papuçis, Atina’da yaşananları öğrenince şoke oluyor. İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile anlaşıp resmi ziyareti ileri bir tarihe erteliyorlar. Papuçis, Türkiye’nin tahsis ettiği özel bir uçakla gece yarısı Atina’ya dönüyor.
Gün ağardında çatışmanın olduğu noktada yüzlerce polis yüzlerce sivil vatandaş toplanıyor. Ölenlerin anısına kimi çiçek bırakıyor, kimi mum yakıyor. Birkaç saat sonra yüzlerce polis Atina Emniyet Müdürlüğü önünde toplanıp “800 Euro maaş karşılığında hayatlarını tehlikeye atmalarını” protesto ediyorlar.
Yunan halkının asker olsun polis olsun üniformaya öyle fazla sempatisi olduğunu söyleyemem. Hâlâ dün gibi hatırlıyorum. İki buçuk yıl önce 16 yaşındaki Aleksis Grigoropulos’un, daha sonra müebbet hapse çarptırılacak polis memuru Epaminondas Korkoneas’ın tabancasından çıkan kurşunlarla hayatını kaybetmesiyle başlayan ve Atina’da günler süren eşi görülmemiş şiddet ve yağmalama olaylarında, insanlar evlerinin balkonlarındaki saksıları, göstercileri püskürtmeye çalışan polislerin başına fırlatıyordu.
BENZİNİ CEPTEN ÖDEMİŞLER
Ancak bu defa halkın tepkisi farklıydı. Yunanistan’da hırsızlık, soygun ve cinayet olaylarının katlanıp artmasına bir de ‘yabancı fobisi’ eklenince, iki polisin haksız ölümüne tepki gösterdi insanlar.
Medya ise polisin acizliğini gözler önüne serdi. Ekonomik kriz yüzünden tamir edilemeyen polis araçlarının yüzde 20’si trafiğe çıkamıyor. Trafiğe çıkan araçlarsa eski. Polisin silahları, teçhizatı da öyle.
Türk-Yunan ilişkilerinin, Kardak krizi (1996) ve Öcalan skandalı (1999) gibi bin bir fırtınadan geçtiği dönemde Dışişleri Bakanı olan Teodoros Pangalos, halen yürüttüğü başbakan yardımcılığı göreviyle de sık sık gündeme geliyor.
73 yaşındaki Pangalos, ekonomik kriz içindeki Yunanistan’ın bence gerçeklerini söylüyor. Ancak, doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur misali hem sağdan hem soldan hem de üyesi olduğu iktidardaki PASOK partisinden sert tepkilere maruz kalıyor.
Pangalos’un geçenlerde bir kitabı piyasaya çıktı. Adı ‘Andreas ile Avrupa’da’.
Kitabın kahramanı, bugünkü başbakan Yorgo Papandreu’nun 1996’da ölen ve 1981-1989 ile 2003-2006 yıllarında başbakan olan babası Andreas Papandreu.
Aralık 1988’de Dönem Başkanı Yunanistan, şövalyeler adası Rodos’ta AB zirvesi düzenlemişti. Zirvenin son günü yaşanan ve hiç duyulmayan ilginç bir olayı Pangalos’un kitabından aktarıyorum:
“Veda yemeği için Yunan spesyalitelerinin olduğu zengin bir büfe hazırlattık. Ne var ki yabancı heyetler biri diğerinin ardından Rodos’tan ayrılıyordu. Belçika, İrlanda ve Lüksemburg heyetlerinden başka kimse kalmamıştı. Onca yemek ne olacaktı? Yiyecek atmak kabul edilmez bir şeydir şeklindeki halkçı duygularım kabardığından, Rodos zirvesinde görev yapan üniformalı ve sivil polislerin büfeye gelmelerini söyledim.
Evet, yemekler boşa gitmemişti.
? Yeşil salataları hatırlıyor musun anne?
- Hatırlamaz mıyım... Beyoğlu’nda Balık Pazarı’nda manavlar yeşil salatayı, taze soğanı ve turpu ucunda ip olan şişten geçirip bağlardı.
? Ya temizlenmiş enginarları?
- Evet, Çingene kadınları plastik leğenler içinde satardı. Mevsimine göre reçel için gül, radika otu, dut da...
? Balık Pazarı’nda rahmetli babamın balıkçısı Ali de vardı..
- Ali Usta balık iyi olmadı mı “Madam sen bugün et ye” derdi. Balık Pazarı’nın çıkışında İngiliz Konsolosluğu’nun orada Levent Büfe vardı. Biz “Leventis” derdik ona. Sen hatırlamıyor olabilirsin; bir patetes tava yapardı, bir Amerikan salatası yapardı tadına doyum olmazdı.
? Hatırlamaz mıyım anne... Hani yangında kül olmuştu...
Her şey 25 Ocak Salı günü başladı. Yunan makamlarının kendilerine iltica hakkı vermesi talebiyle açlık grevine başlayan çoğu Faslı 237 kaçak göçmen, Yunan sol parti ve örgütlerin yardımıyla Atina Hukuk Fakültesi’ni işgal etti.
Böylesi bir eylem ilk defa gerçekleşiyordu ve hükümet iki ateş arasında kaldı. Bir yandan “Üniversitenin dokunulmazlığı var” diye bağıran sol, diğer yandan “Kaçak göçmenlere boyun eğersiniz kontrol elden gider” diye bağıran sağ muhalefet karşısında ne yapacağını bilemedi.
Yasaya baktı hükümet. Polisin dokunulmazlığı olan üniversiteye girebilmesi için Atina Üniversitesi Rektörlüğü’nün yeşil ışık yakması gerektiğini okuyunca topu rektör Pelegrinis’e attı.
Açlık grevinin ikinci gününde fakültenin içi berbat durumda. Dışındaysa yüzlerce polis verilecek emri bekliyor.
Rektörlük, göçmenlerin başka bir binaya nakledilmelerini kararlaştırıyor. Ancak göçmenler “Üniversiteden çıkarsak açlık grevimize kimse ilgi göstermez” diyerek karara uymayacağını bildiriyor.
Rektörlük, kaçak göçmenlerin blöf yaptığına inanarak, polisin binaya girmesini istiyor. Polis müdahale için hazırlıklara başlıyor, kaçak göçmenlerse “Beraberinde tabutlar da getirsinler” sloganı atıp karşı koyacaklarını ilan ediyor.
Açlık grevinin üçüncü gününde şehir merkezinde Solonos Caddesi üzerindeki Hukuk Fakültesi gerilim kokuyor. Hani biri fitili ateşlese büyük patlama olacak.
MİLYON EURO’LUK SARAY YAVRUSU