Bu tarih, hayatımda bir çeşit “mucizedönümü” oldu gibi!
Mucizelere inanan bir annenin, mucizelere inanan kızıyım. Şaka gibi ama, mucizelerle de karşı karşıyayım.
Hayatım, annemin: “Hayatta mucizeler var kızım!” demesini dinleyerek geçiyor. Asla yılmayan, bitti denilen noktada yeniden başlayan, düşünce kalkan, boyun eğmeyen bir anneye bakıp onu örnek alarak hayata devam etmek bazen çok iyi, bazen çok zor.
Çünkü insan en az onun kadar “yapıcı” olmak istiyor; ama olamadığı zaman da feci kötü hissediyor. Hatta kıskançlık filan duyuyor
Ha ama sözde bizden daha medeni ve açık görüşlü, eğitimli insanlar da yok!
Oysa bu “medeni-eğitimli” bizgiller maalesef pek bir azınlığız. Bunu da kabul etmeyiz biz. Bunları söyledin mi kötü de olursun ayrıca.
Kötüyüm ben kötü! J
“Aziz Nesin ‘Bu milletin yüzde altmışı aptal’ derken az bile demiş!” diye diye geziniyoruz ortada ama; o yüzdenin içinde kendimizi görüp görmediğimizden pek emin değilim. Oysa korkarım ben de dahilim o yüzde altmışa, hatta doksana!
Okuyun bakın, tüyleriniz diken diken olacak. Benim oldu.
Bundan güzel haber ve geri bildirim mi olur. Olamaz.
Yonca
“dilitutuk”
10km’nin sonunda bir adamla tanıştım.
Ben, kan ter içinde, elimdeki kameraya nasıl koştuğumu deli deli anlatırken; sarışın, uzun boylu, incecik bir adam eğildi kulağıma ve o şeker aksanı ile: “Sen Türkçe konuşuyorsun, Türksün değil mi?” dedi.
Dubai’de, Cuma Cuma 10km koşmuşum, kocamı kaybetmişim bulamıyorum, binlerce kişi var etrafta ve bir adam eğilmiş benimle Türkçe konuşuyor! Öyle komiğim ki şaşkınlıktan o gayet güzel Türkçe konuşurken ben ona ısrarla İngilizce cevap vermeye çalışıyorum.
Tanıştırayım sizinle, işte Michael Friedl.
Kısaca Mike J.
Donmuşuz; çünkü haksızlıklara, kıyımlara, yolsuzluklara karşı tepki gösterme cesaretimizi kaybetmişiz.
Artık ne toplu protestolar görüyoruz meydanlarda, ne de topraklarını arsenikle zehirleyen şirkete karşı çıkan Bergamalı Köylüler’in Ankara’ya üstü çıplak yürüyüşlerini...
Oturup yarım saatimizi dahi harcamıyoruz yapılan binlerce yanlışlığı sorumlu makamlara ve parlamenterlere şikâyet eden dilekçeler, e-postalar, mektuplar yazmak için...
Sıçramayı unutmuş çekirgeler gibiyiz... Yoksa bu uyuşukluğa, bu pörsümüşlüğe, bu yılgınlığa, bu toplumsal duyarsızlığa neden olan şey “öğrenilmiş çaresizlik” anlamına gelen o ünlü “Cam Tavan Sendromu” mu?.. Ağzı açık bir fanusa kendi kendimizi hapsetmemiz mi?
“Koş Yonca Koş – Dubai 2010” Videosu için bence kesin bu linki tıkla:
YONCA TOKBAŞ’IN DUBAI KOŞUSU – WEB TV
Fotoğraflar nerede diyorsan eğer, e onlar da burada:
YONCA TOKBAŞ BÖYLE KOŞTU FOTO GALERİ
Nasıl bir hayattır ki bu artık kuş misali bir orada bir burada olmaktır mesele…
Nasıl bir hızdır ki bu zamanın akış hızı, ne kadar koşsan da yetişilmezzz…
Soluksuz ve uykusuz, bir inen bir çıkan tansiyonla geçen on günün sonunda dün, yani Salı sabaha karşı atladım uçağa indim İstanbul’a. 35 saatliğine İstanbul havası koklamaya...
Sözde gazeteye gidecektim, bir dolu iş halledecektim. Gece bizim www.hurriyet.com.tr nin başarısını kutlamaya hazır hale gelecektim. Ama plan yapmak çok saçma. Hep beklenmedik şeyler oluyor bu hayatta.
Hayata iyi tarafından bakanlar, hayata kötü tarafından bakanlar, her daim hiçbir tarafından bakamayanlar, baksalar da göremeyenler, bakmasalar da görenler, bardağı dolu görenler, hep boş görenler... say say bitmez.
Geçen hafta yazdığım “Askıda kahve” yazımdan sonra bir kere daha anladım ki, biz millet olarak “genelde” olaylara kötü tarafından bakmaya hem meyilli, hem de istekli bir türüz.
Artı,
Açık yakalamak, faka bastırmak gibi insanı sürekli aşağılama, tersleme ve azarlama içerecek her şeyde varız, hatta hazırolda bekliyoruz.