O yüzden koşunun tüm detayları, -ki inanın bana sizi kalbinizden vuracak müthiş güzel haberlerim olacak, hepsini yazacağım ince detay- fotoğrafları ve Runtalya koşumun canlı video çekimi azıcık gecikmeli de olsa olacak yayında…
Çok yakında!
Lütfen gecikmemi mazur görün,
Bekleyin sabırla.
Beni hem dünkü yazımda bahsettiğim Necla Gürtunca, hem de o yazıya sizlerden gelen yorumlar inanılmaz etkiledi.
Büyülendim. Dilim tutuldu inanın.
Yazılarımı bir süredir facebook’dan da paylaşıyorum, tweeter’dan da. Hayatıma bu da ilginç bir boyut kattı aslında.Yorumlar inci gibi pıtır pıtır akıyor, tepkiler ardarda sıralanıyor ekranımda.
Benim yazdığım yazının üzerine okurlarım, yani sizler de sanki yorumlarınızla ayrı bir yazı yazıyorsunuz ve olay müthiş bir boyut kazanıyor, yazı yazı olmaktan çıkıp canlanıyor adeta.
Necla, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Almanya’ya gönderilmiş, öğrenimini tamamladıktan sonra memlekete dönüp kendini eğitime adamış bir Almanca öğretmeni aslında.
Ama emekli olduktan sonra da boş durmamış Necla; AÇEV için gönüllü okuma-yazma öğretmenliği yapmış. Her yıl Doğu’dan bir köy bulup oradaki öğretmenlerle yazışıp onlara kitap, giyecek ve yiyecek yolluyor hala! Evine gidin bakın şimdi, bir dolabın içinde çeşit çeşit örülmüş hırkalar, yelekler vardır mesela. Onları da büyük bir zevkle örüp oradaki çocuklara gönderiyor.
Necla bunları emekli maaşıyla yapıyor!
Gördüğü her yanlışa, haksızlığa ve saygısızlığa da müdahale ediyor.
Dizler bedenini zor taşır, gözlerin yeterince iyi göremez olsun. Gözlüklerin can dostun, bastonun da yanından ayrılmaz parçan olsun. Hayatta yapayalnız kalıp dayanacak tek omuz bulamasan da; içinde kendi kendini eğleyecek yaşam sevincin ve de umudun her daim mutlaka olsun.
Tırnaklarını ne olursa olsun o yaşta hala daha bu aşağıda fotoğrafını hayranlıkla çektiğim teyzeninki gibi pespembe boyayacak bir ruh halin vazgeçilmezin olsun.
Bundan bilmem kaç yıl önce ilk elime geçtiğinde okuyup geçmiştim. Bana o zaman hiçbir şey ifade etmemişti nedense. Oysa dün Dalya yeniden yolladığı sırada; düşüncelere dalıp gitmiş, memleket, aile, sağlık dertleri o-bu-şu derken sıkı efkar içinde dağılmaya hazır haldeydim. Okudum gülümsedim.
“Doğru zamanlama!” dedim.
İnsan bazı şeylere aradan zaman geçince yeniden bakmalı. İnsan, okuduğu bir kitabı, dinlediği bir şarkıyı, seyrettiği bir filmi yeniden ele alıp yeni kafası ile değerlendirmeli. Farklılaşan hislerini de kesin bir yerlere not etmeli.
Şimdi konuya girebilirim.
Ben eskiden rakı içemezdim. Kokusuna dayanamazdım. Rakı içen kadın fikrine de nedense “yakışık almaz” diye bakardım. Bunda kimin ve neyin etkisi var hatırlamıyorum. Sakız da çiğnemedim doğru düzgün. Babam hiç sevmezdi sakız sesini. Ben de sevmem.
Büyüdüm ve zamanını şu anda kestiremediğim bir gün, rakı içmeyi denedim. Ortam güzeldi, arkadaşlarım keyifliydi, sofra mezeler ve balıkla şahlanmış, gurbet kendini feci hissettirmişti, fonda inanılmaz meyhane müzikleri tellendirilmişti. İyi gelmişti. Rakı, balık, meze ve kadın fikri, kafamda birbirine hiç bu kadar gitmediği kadar gidiverdiydi.
Hayatıma uzun meze sofrası keyfi ve kültürü öyle eklendi.
İşte yıllar sonra o “bilimsel teori” dün yeniden e-posta kutuma düşünce okuduğumda, bu sefer bana bir çok saçma şeyden daha anlamlı geldi. Bazen dünyanın başına yıkıldığı anda, bir şey olur ve kafan dağılır ya... öyle oldu o anda. Canım memleket havası çekti, Bodrum tüttü burnumda, deniz havası istedim, meze yemekten balığa midemde yer kalmadığı zaman ne kadar dertlendiğimi hatırlayıverdim. Bu düşüncelere daldııım gittim. Tasaları unuttum anında. Kafam da çalıştı bir bakıma, bazı sorunlara çözümler geldi aklıma.
Yetişemedim…
Ne evime, ne çocuklara, ne işe ne de yazılara. Azıcık efkarlandım, hüzünlendim. Ne bileyim, kendimi kasmak da istemedim. Beceremedim.
“İnsanlık hali!” deyin, lütfen anlayış gösterin bugünlük bana.
Yarın buradayım nasıl olsa.
Affınıza...
Yonca
“beceriksiz”
Gece karanlıkta evde yürüyen yürüyene; ama sabah uyanmak isteyen tek kişi yok kalkma saati gelince. Yatırmak için kırk takla at, kaldırmak için kırk takla at. Karşılamak için yırtın, uğurlamak için tepin; ama sen eve gelince bir “Merhaba!” diyenin olmasın güler yüzle.
Adalet bu mu be!
Bir gerilmişim dün gece, inleterek evi dedimki: “Bundan böyle askeri nizam dizileceksiniz kapıda. Karşılama istiyorum, boynuma atlamayan olur duman!”. Bakalım bu akşam olacak mı dediğimi yapan?
Biri de ben demeden düşünsün ellerini yıkamayı yemekten önce.
Biri de ben demeden elini burnundan çıkarsın yahu! Sanki petrol bulacak mübarek o minicik deliklerde; o ne karıştırmaktır kardeşim, sondaj yapıyor karşımda dalmış ennn derinlere. Biri de sabrımı test etmesin bir akşam yemeğinde... Biri de bin kere tekrarlatmadan banyoya giriverse! Nerdeeee?
“Hadi, hadi, hadi, hadi...” demekten alerji oldu dilim bu 4 harfe!
Banyoda sürmediğimiz saç kremi kalmadı. Kısacık saçın neresi acır tararken? Bilen varsa anlatsın Allah rızası için bilmeyenlere. Peki nasıl kurur bu ıslak saçlar hiç kurutulmadan?
Oradaki yazımda söz verdim detayları Hurriyet.com.tr deki köşemde bulabilirsiniz diye...
Sözümü tutuyorum. Detaylar aynen şöyle:
Hurriyet.com.tr ve Kelebek yazarınız bendeniz Yonca TOKBAŞ
7 Mart'ta Antalya'da gerçekleşecek RUNTALYA 2010 koşusunda, "ADIM ADIM" Oluşumu ile beraber 10 km koşarak bağış toplayacağım!..
TEGV "Bir Çocuk Değişir, Türkiye Değişir" projesi kapsamında, “MİDYAT’A ADIM ADIM” Midyatlı Çocukların Eğitimine Destek Projesi için koşuyor bu sizin Yonca.
Toplanan bağışlar, Mardin Midyat Öğrenim Biriminin giderleri için harcanacak.