Yonca Tokbaş

Ben görme engelliyim

18 Şubat 2010
Her zaman olduğu gibi, dünkü ve bir gün önceki yazılarınızı okudum.

Evet gerçekten Arap kadınlarının birlik olmaları ve, bizlere yıllar önce ileri görüşlü, aydın Atamız tarafından tanınan hakların binde birini elde etmek için mücadele etmeleri çok güzel.

Evet ben de hiçbir Türk kadınının pısırık, yılgın, durgun olmasına dayanamıyorum. Bizi kim bu hale getirdi onu da anlamıyorum...!

Biz Türk Kadınları, Kurtuluş Savaşı’nda, erkeklerimizle omuz omuza vererek savaştık, bu vatanı birlikte kurtardık, birlikte kurup güçlendirdik. Atamız, toplumun her noktasında kadınlarla birlikte hareket etti. Bizler isimsiz bir çok kahraman annenin çocuklarıyız, torunlarıyız. Mücadele etmek Türk kadının ruhunda var.

Size kendi hayatımdan kısaca söz etmek istiyorum. Lütfen anlatacaklarımı ukalalık olarak algılamayın.

Ben görme engelliyim.

Benim hayatımda sadece karanlık var. Renkler yok, yüzler yok. Sesler ve tınılar var; kendi yarattığım, hayallerimde yaşayan renkler ve yüzler... Ama bu hiçbir zaman benim hayata sımsıkı sarılmama engel olmadı. Daha ben doğmadan Atam bana haklarımı vermiş. Ufkumu açmamı istemiş. Bana durmak yakışmazdı. Benim de koşmam gerekirdi. Benden sonraki nesillere bu bayrağı taşımam, meşalenin ateşini hiç ama hiç söndürmemem gerekirdi.

Eğitimime başlarken, çok mücadele ettim. Ben hiç görme engelliler okullarına gitmedim. Çünkü ben sadece göremiyordum. Onun dışında, diğer çocuklardan hiçbir farkım yok.  İlkokulu 3.5 yılda bitirdim. Üniversite sınavında engelliler içerisinde Türkiye üçüncüsü oldum. Birinci öğrenci olarak girdiğim Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesini, yine birincilikle bitirdim. Bir avukat olarak, toplumdaki yerimi alıp; o bayrağın taşınmasına bir nebze de olsa yardımcı olmaya çalıştım. Aynı zamanda, yine Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Yüksek Lisans Eğitimimi tamamladım. Şu anda, bir kamu kurumunda avukat olarak çalışıyor ve doktorama hazırlanıyorum. Ayrıca bir arkadaşımın iş bularak çalışmasına, sadece ilkokula kadar okumuş bir arkadaşımın da dışarıdan ortaokulu bitirmesine yardımcı oldum.

İşe giren arkadaşımın kendine güveni geldi, hayata çok daha özgüvenle bakıyor ve dimdik ayakları üzerinde durabiliyor. Ortaokulu bitiren arkadaşımsa şu anda liseye devam ediyor ve hayata dair hedefleri her geçen gün büyüyor çeşitleniyor. İnanın onların durumu beni bugüne kadar yaptığım her şeyden çok mutlu ediyor. Onlara çok küçük bir katkım oldu belki ama, iki Türk kızını daha topluma kazandırmış olma hissi harika.

Yazının Devamını Oku

Arap kadını ileri biz geri (mi?)

17 Şubat 2010
Dünkü yazıma bir dolu eleştiri aldım. Bayılıyorum eleştiri almaya. Ama beni esas bana yazan kadınlarımızın hemfikir olduğu nokta hem üzdü, hem de çok düşündürdü. Sinirlendim aslında.

Kadınlarımıza ve tutumlarına sinirlendim. Pısırıklığımıza sinirlendim. Suçu hep başkasına atma halimize sinirlendim esasında. 

 

Ben; “Beni Bilmemkim Bey pısırık etti!” şikayetini filan anlamam.

Olma kardeşim pısırık. Olma!

 

Hepimiz mi cahiliz yahu? Yooo. Bu kadar okumuş etmiş kadınız sözde. Bir dolu çalışan kadın var içimizde işte, hani güçsüz aptal tipler de değiliz. Eee?

 

Yazının Devamını Oku

Sen kadını istediğin kadar eve kapat

16 Şubat 2010
Çıkacağı varsa çıkar sokağa.

Sen istediğin kadar kadınları çalıştırmayacağım de, varsa çalışacağı bal gibi de çalışır işte. Sen istediğin kadar kadınlara hak hukuk tanıma, koyarsa aklına kadın, hakkını da alır hukuğunu da.

 

Oh be! Helal olsun kadınlara.

 

“Maşallah hiç belli olmuyor Yonca!” diyeceksiniz ama; ayıptır söylemesi, ben çok inanırım kadına. Kadınının içindeki azme inanırım. “İçinden çocuk çıkarıyor da, erkekleri cebinden mi çıkaramayacakmış, peh!” derim kadın damarıma basıldı mı icabında.

 

Basmayın valla, e kadınım eninde sonunda!

Yazının Devamını Oku

Aşk acısı biter mi?

15 Şubat 2010
Biter. <br><br>Bal gibi biter.

İnsan üzerine de bir güzel “Ohhh beee!” çeker. İnsan hiç aşık olmamış olmaktansa, aşık olup aşk acısı çekmiş olmayı tercih eder. Ben tercih ederim yani. Acı bitince insan hayata kaldığı yerden aynen, ve hatta bazen çok daha güzel devam eder. Bunları aklıma Yonca tarihinin en uzun sürede okunan kitap ödülünü verecek olduğum Janet Malcolm’ un “The Silent Woman” kitabı getirdi. Bir seneyi aşkın süredir didik didik okuyor, okuyor, kurtulamıyorum. Kitapta altı çizilmeyen satır kalmadı. Öyle bir “aşk acısı” anlatıyor ki kitap, okurken ben de onunla sürüm sürüm sürünüyorum. Bazen insan acıdan zevk alır ya hani sapıkça, bitsin istemez ya, öylesine. Lanet olsun zaten ne zaman karşıma Sylvia Plath’ la ilgili herhangi bir şey çıksa hep böyle oluyorum. Takılıyorum, üzülüyorum, acıyorum, düşünüyorum, anlayamıyorum; anlıyorum, kıskanıyorum, nefret ediyorum, çok seviyorum. Acayip de sinirleniyorum. Kadın inanılmaz bir kadın. Öyleydi yani. İntihar etti. Çok, çok acıdır hikayesi. İnsanın kalbini büker. Gözlerim dolar aklıma her geldiğinde Sylvia’ nın bu dünyayı terk ediş biçimi. Çaresizliği...

Yonca

“berduş”

 

Giden gidiyor

 

Sylvia ne aşk acısına, ne kendi ağırlığına, ne bu dünyanın hafifliğine, ne de içindeki çığlıklara sessiz kalmaya dayanamaz sanırım.

Yazının Devamını Oku

Ben Sevgililer Günümü kutladım bile

11 Şubat 2010
Hem de İstanbul’ da, Bebek’ ten binip karşıda indiğim bir deniz taksisinde.

Trafik çoktu. Hava soğuktu. Acelem vardı.

 

Bazısını en az 10 senedir, bazısını da kesin 5 senedir görmediğim kuzenlerim, yeğenlerim İstanbul’a gelmişti.

 

Annem telefonda: “Kız istemeye gidiyoruz...” dediğinde o binbir duygu yüklü ses tonuyla, koca aile hiç tereddütsüz: “Hep beraber gidiyoruz, tasalanma!” diyerek resmen atlayıp İstanbul’a gelivermişti.

 

İşte ondan acilen yanlarına gitmem gerekliydi.

Yazının Devamını Oku

Cesaretin ölçüsü ölmek değil yaşamaktır…

10 Şubat 2010
İtalyan şair Vittorio Alfieri’ nin bu cümlesi şu ara ne zaman aklıma gelse, beni bir ürperti alıyor.

Dün gece de haberleri seyrederken aklıma geldi yine, daldım gittim. Tekel işçileri hakkında haber geçtikleri sırada aklıma takıldı sanırım. İşçilerin halini her gördüğümde, haklarında çıkan bir haberi okuduğumda, hep bu cümle geliyor aklıma ve bir de “Çocuklarımızın geleceği için...” sloganları.

 

Her iki cümleyi birleştirip “Cesaret, çocuklarınızın geleceği için ölmek değil yaşamaktır” demek istiyorum nedense...

 

Kaldırmıyor benim de bünyem sizlerinki gibi, ödüm patlıyor birine bir şey olacak diye.

 

Zaten haberleri seyrederken öyle karışık düşüncelere dalıyorum ki, adımı sorsanız söyleyemem. Haberlerin veriliş biçimi de neden oluyor buna. Sağda başka bir dehşetvari başlık, altta bir sonraki haberin “Flaş Flaş” altbantı, diğer yanda kavga gürültü yaygara...Ne kadar bu durumu eleştirip şikayetçi olsak da reyting canavarına yem olmak üzere duruyoruz hepimiz o ekran karşısında.

Yazının Devamını Oku

Ödül ve ceza

9 Şubat 2010
Siyah beyaz, acı tatlı, yumuşak sert...<br><br>Çocuk olsaydınız eğer, hayatı böyle mi algılamak isterdiniz?<br><br>Dan dun diye...

Ben istemezdim.

 

Ben böyle algılamayı sevmediğim için de, çocuklarıma iyi şeyler yaptıklarında ödül, kötü şeyler yaptıklarında ceza verme yöntemi üzerine kurulu bir ilişki kurmayı reddediyorum.

 

Sevmiyorum o tarz ilişkiyi. Yanlış da buluyorum. Zaten pek de yapamıyorum.

 

Benim gibi yapın diye demiyorum bakın. Aman ha! Bu benim tecrübem, benim fikrim, benim anneliğim.

Yazının Devamını Oku

Cem Demir’ in listesi

4 Şubat 2010
Öyle ilginç okurlarım var ki...

Çok ilginç!

 

Cem Demir örneğin, çok ilginç okurlarımdan sadece biri.

 

Bana ilk attığı yorum, çocuk istismarı* konusunda hazırladığım yazımla ilgiliydi. O kadar düşünceli, eleştirel ve kapsamlı bir iletiydi ki, inanın okurken bayılmıştım.

 

Sonra bloglar ve blog sapıkları hakkında yazıştık. Aklıma daha önce hiç gelmeyen şeylere dikkatimi çekiyordu. Hele bir gün öyle bir uyarıda bulundu ki, o gün bugündür, çocuklarımın resimlerini sağa sola düşüncesizce göndermez oldum. İnternette bir yerlerde insanların nasıl da çocuk pornosuna malzeme topladıklarını düşündükçe hemen midem bulanıyor. Aman diyeyim siz de bu konuda dikkatli olun.

Yazının Devamını Oku