Sinir oluyorum buraya bunu yazmaktan.
Ayağımı havada tutarak yazmak çok zor. Ayağımı aşağı salınca zonk zonk zonkluyor. Belim ağrıyor yazmaya çalışırken. O bitiyor çarpık durmaktan öbür bacağım ağrıyor. Saçmalık resmen.
İyileşsin çabucak diye sakin durmaya çalışıyorum ama zor.
Yazamadıkça, koşamadıkça, özgür hareket edemedikçe çıldır geldi içime...
Tuvaletim gelmesin diye az su içiyorum! Olacak iş değil.
Üzgünüm yani…
Bugün yazı mazı yok.
Yonca
Birine vız gelirken, bir diğerinin canını çok acıtır ya o şey hani...
Hani insan duyduğu bir sözden, karşılaştığı bir insanın tavrından, ya da ne bileyim bulunduğu bir ortamdaki havadan tatsız hislere kapılıp oradan kaçıvermek ister ya hani…
İnsan; üzülür, tırsar, korkar, canı acır ama bunlara bir anlam veremez kendini suçlar ya hani...
Aslında bu hisler ona, yani kendine, ait değildir belki. Ama bunu bilemez ki. Ona bunları hissettiren tatsız bir kişi, veya o kişinin saçtığı kötü enerjidir aslında. Belki.
Tam anlatabiliyor muyum o hissi acaba, emin değilim.
Mesela, birinin söylediği bir söz, zehirli bir ok gibi gelir kalbinize saplanır sızım sızım sızlar. Takılır kalırsınız o acıya. Bir adım atıp geride bırakamazsınız. “Neden bana böyle yapıyor, neden canımı acıtıyor?” der durur, bi onu suçlar bi kendinize kızar durur, kıvranırsınız ya hani...
İşte ben bu duyguyla çok sık karşılaşıyordum.
Kendime kızmakla başkasını suçlamak kısır döngüsünde boğuluyordum. Ve inanın bana, çok yorucu bir şey bu. Çünkü ne kendime başkası yüzünden kızmayı seviyorum, ne de başkasına kendi hassasiyetim yüzünden kızmayı.
Bu ara pişmiş tavuk oldum. Başıma gelenler geliyor.
Ama tek şikayetim yok.
Şimdi de topuğumu bilmem ne yaptım, alçıdayım :).
“Neden, nasıl? Ay pes Yonca! Kızım valla sende bi anormallik filan var yani! Ama bu kadar da olmaz ki, yok artık. Ay n’ooolur bi kurşun döktür!” vs demeyin.
Yani dersiniz elbet ben de diyorum ama, demeyelim.
Her şerde bir hayır var.
Var var var!
Menisküsümde yırtık olduğundan ve yolda koşamadığımdan, doktorum suda koşturuyordu beni. Böylece kardiyo çalışmış oluyordum. Antrenmandan geri kalmıyordum ve de dizimi iyileştiriyordum.
Birine küs olmaya da!
Hep her şeyle barışık olmak gibi bir ihtiyacım var.
Silemiyorum kimseyi.
Bir kere yaptım.
Yanlış yaptım.
Hala daha içimde ukde.
Karşımdaki kişiyi yanlış şeylere göre, çocukluğumdan kalma izlerle değerlendirdim.
En yakın zamanda bu konuda kendimi rahatlatmak için gereken şeyi yapıcam.
Ben öyle anlatmadım, sen öyle anladın.
Benim aklımdan senin öyle anlayacağın geçmemişti ki. Hiç aklıma gelmediği yerden yakalandım yani.
Ama bu senin beni nasıl dinlediğinle, veya kafanda/gönlünde o an ne vardıysa onunla da ilgili değil mi?
Peki;
Her şeyi anlatıldığı gibi mi anlamak gerekir?
Herkes nasıl isterse öyle anlasa ne olur mesela?
Yani bazen: “Sana ne!” ya da “Bana ne!” deyip geçilemez mi?
Delirdim bakıp gördükçe gerçekleri.
Yok böyle bir eşya fazlalığı. At, ver, yolla, gönder bitmiyor. Kullanılmayan eşyalar mezarlığında, ve ziyanlar ötesi ziyan içinde yaşıyormuşuz bu alemde.
Aklımı yemezsem iyidir.
Az iyidir arkadaşlar, az iyidir!
Bir baktım oğlanın tam 12 şapkası varmış. Ama hep bir tanesini giyiyor. Yahu 12 şapka ne işe yarar, neden almışız biz bunları? Saçmalık resmen! Çünkü çocuk hangisini sevdiğini söylemiş, yok anam, biz illa öbürlerini daha UYGUN görmüşüz, ha babam almışız!
7 yaşında çocuk 12 şapka!
İçimizdeki “benim dediğim olacak!” canavarının sonuçları bunlar.
Hele ayakkabılarımız, aman Allah’ım! Bi de giysek hepsini keşke. Müzelik olmuş hepsi, duruyorlar ama.
Çok uzadı halsizliğim ve de öksürüğüm. Ateşim bir geçiyor bir geri geliyor.
Dubai’de herkes hasta. Doktorda kuyruk vardı resmen. Gülsem gülemedim kuyruğu görünce...
Bugün yeniden doktor, tahlil vesairelerdeyim.
Kızım ve oğlum da benim izimde sanki...
Herkes birbirine geçiriyor sakındıkça, aynı evde sarmaş dolaş nasıl sakınacaksak o da ayrı... Zaten hijenmanyağı olmadığım için, oh maşallah pek güzeliz.
Geceleri uyku tutmuyor, gündüzse çok rahatsız bir uyku basıyor.
Uyuruyanık dengesiz bir hiperaktif haldeyim.