Gözlerimi kapadım, doğru olmasın istedim. Ama doğru.
Gözümün önüne o gülünce kısılıveren, kahkahası arada Adile Naşit gibi bedenini titreten hali geldi.
Gülümsedim. Hüzünle...
Bana şu anda bile bu duyguyu hissettirdiği için teşekkür ettim ona, bunca yıl hayatımızdaki varlığı adına.
Hiç tanımadım yakından ama akrabamdı sanki.
Sıradan olmayan, farklı, kendine has ve özel haliyle örnekti bizgillere.
Şimdi bir durdum.
Biraz nezle, biraz halsizlik, azıcık yorgunluk, bir tutam eve ve durmaya hasret, iki dizde de bolca menisküs ağrısı, arada inen çıkan ateş, anneye hasret kalmış azıcık kırgın 2 çocuk, düzene girmeye çok uzun zamandır hasret bir oda, bir kütüphane, bir sürü dolap ve çekmece…
Öte yanda doygunluk, durgunluk, ev kokusunu içine çekme hissi, ihtiyacı...
Bir başka tarafımda yüzlerce yazı birikintisi, notlar notlarnotlar...
Ve bahar geldi dünyaya…
Dubai’de sıcak ve nem başlangıcı demek bu bizim için yani kapanacağız evlere kapı baca açılmayacak asla.
Yanımda annem var, “ona naz yapasım lüksüm var” saatim yani…
Şımarıklık derseniz kızmam sizlere de… ama durasım var bütün bu saydıklarım çerçevesinde; çünkü yavan olacak yazacaklarım bu halde.
Adım Adım’dan arkadaşlarım şu anda, bugün, Berlin’de 21km koşuyorlar.
Hafta içi yazacaktım, ama araya Titanic girdi, yollardaydım bir gece yolda kayıp gitti, yazamadım, aklım onlarda kaldı.
Bugün Berlin’de 21km koşan tanıdığım Türkler kim mi?
Emine Şahin, Gözde Uysal, Bilgin Uysal, Denel Balcı, Işıl Tokcan, Fetih Çelikgöz, Hakan Mitrani ve Metin Aldis.
(Umarım soyadlarında hatam yoktur, varsa özür dilerim!)
Emine Şahin kimdir peki...
Ankara’da doğar, 5 aylık´ken Alamanyalara göçer ailesiyle. Tüm hayatı Alamanya’da geçer.
İlkokul, orta, lise mise derken; üniversiteyi de orada bitirir. Ama çocukluğundan beri hep Türkiye’de yaşamak, yurtdışı tecrübesiyle Türkiye’ye gelip Türkiye’de bir Türk şirketinde çalışmak ister. 2006’da bir bavulla memlekete döner.
ıngiltere’ye vize almak için yaşadığım cefayı atlatıp son dakikada uçağa yetiştiğimde, Notting Hill filmindeki Julia Roberts’la hiç seyretmediği filmi hakkında röportaj yapan zavallı Hugh Grant bendim sanki.
Röportaj öncesi seyredebileyim diye NatGeo ekibinin gönderdiği “Titanic: Dava Kapandı” belgesel linki çalışmamış, kitap Amazon’dan gelirken Dubai gümrüğüne takılmış, Amerikan Donanması’nda komutanlık yapmış bir okyanus bilimcisi olan Robert Ballard hakkında okumak için elime aldığım her şeyi de telaştan evde unutmuştum.
Aslında hem Maltin’e, hem de Ballard’a sormak istediğim şey; 1700 kişinin ölüme terk edildiği bir faciadan hatıralarda sadece bir aşk hikayesinin kalmasından ne hissetikleri ve James Cameron’ın Titanic’in 100. yılı adına yaptığı “Titanic: James Cameron ile Son Söz” adlı 3 boyutlu belgeselinin onlara bir çeşit günah çıkartma gibi gelip gelmediğiydi.
Uçak Londra’ya rötarla indiğinde, taksiciye “Soho Hotel’e uçalım ve ben arkada soyunup giyiniyorum, siz beni umursamayın lütfen!” dediğimde kalbim yerinden çıkacaktı.
Soho Hotel, Londra’da filmlerin ilk ve özel gösterimlerinin yapıldığı “trendy” bir otel.
Röportajların yapıldığı bir sürü uluslararası gazetecinin olduğu özel kapatılmış kata geldiğimde, ortam öyle ciddiydi ki, arka kapıdan ufak ufak “uzamayı” bile düşündüm.
Maşallah sanki herkes kaşif, herkes bilgindi...
Tim Maltin’le röportaj için aynı anda iki gazeteciye yarım saat, Bob Ballard’la röportaj içinse sadece 15 dakika verilmişti. Soracağınız tüm soruları o kadarcık zamanda sorup çıkıyorsunuz. Her şey askeri nizam şeklinde dakik. Bir saniye uzatma şansınız yok.
Hayatımda ilk defa Uluslararası gazetecilerle aynı anda National Geographic Kanalı’nda haftaya gösterime girecek Titanic’in 100.yılı adına yapılan çarpıcı belgesellerin gösterimi öncesi fikir babalarıyla görüşeceğim. Üstelik Türkiye’den davet edilen tek Türk gazeteci olduğum için de inanılmaz gururluyum.
Son derece trendy olan Soho Hotel’de, “Titanic:Dosya Kapandı” adlı belgeseli hakkında Tim Maltin ile konuşmak için buluştuğumda, kendimi Notting Hill filminde Julia Ruberts’la trajikomik röportaj yapan Hugh Grant gibi hissediyorum.
Röportaj yapmak sorularımı sormak için sadece 30 dakikam var ve bu 30 dakikayı İspanyol bir gazeteci ile paylaşmak durumundayım. Odaya pembe kameramla girip çekim yapmamda sakınca olup olmadığını sorduğumda nedense herkes bana şaşkınca bakıyor. Ben pembe kameramla her şeyi anında çekip pek tabi Hürriyet.com.tr WEB TV’den canlı yayınlarım diye düşündüğümden, pembe kameramla bir bütün gibiyim oysa.
Tim Maltin ilginç bir tip. Tikleri var mesela. Hele Titanic konusunda konuşmaya başlayınca susamıyor. Kendinden geçiyor, videoda göreceksiniz...
Hani Vizontele’de filan vardı, çayırların ortasında upuzuuun bir masa. Yarım ay şeklinde.
Kaymakam geliyor bir yana kayıyoruz. Belediye Başkanı gelince bir yana daha kayıyoruz. Masaya sürekli izzet ikram yapılıyor. Kafalar bir sağdakine dönüyor konuşuluyor, bir soldakine...
TARSUS Yarı Maratonu 2012 - Foto galeri
TARSUS Yarı Maratonu 2012 - WEB TV
Karşımızda TAC öğrencileri. Önce modern dans, ardından folklör gösterisi yapıyorlar.
Gösteriler bitiyor konuşmalar başlıyor.
Konuşmalar bitiyor herkes coşkuyla alkışlamaya başlıyor.
Ama siz okurken Tarsus’da olacağım.
Feci heyecanlıyım, feci.
Tarsus Yarı Maratonu öncesi program inanılmaz yoğun ve güzel.
İlk önce, sabah 10:00-11:30 arası, Atatürk Bulvarı’nda yürüyüş olacak, Atatürk’ün büstüne çelenk bırakacağız.
Ardından, büyük ama çok büyük heyecanla beklediğim o an geliyor!
Tarsus Amerikan Koleji Öğrencileri ile beraberim. Düşündükçe yerimde duramıyorum.
İlk defa Lise çağındaki öğrencilerin karşısına geçiyorum! Hayatımda bundan çok istediğim şey yok ve şu an gerçekleşiyor. Uçtum, uçacağım mutluluktan.
Onları dinleyeceğim ve sonra onlara bir sürü şey anlatmayı hayal ediyorum tabi. Bana binlerce soru sorsunlar, ben de cevap vereyim istiyorum.
Siz bu satırları okurken ben uçaktayım. Tam da şu an, pır pır pır uçuyorum.
Dün İngiltere vizem, gerçekten çok inanılmaz bir sinir savaşı ve sinir yönetimi ve kocaman bir sabır sonucu akşam saat 17:00’da, tam mesai bitiminin son saniyesinde çıktı. Yani tam ümidimi kestiğim, Fox International Türkiye’den Melisa Eyiakkan’a bilet ve oteli iptal ediyoruz maili atacakken vizemin çıktığı haberi geldi.
Demek ki gitmem iyi olacakmış ki, hepimizin duası kabul edildi :).
O andan itibaren neye, nasıl hazırlandım, neleri nasıl ayarladım bilmiyorum.
Şu an tek bildiğim kendimi uçağa zor attığım; biri soğuk biri sıcak iki şehir için bavul hazırlarken inanılmaz stres olduğum ve koşan insanın bu kıyafet işleriyle giderek daha büyük sorunlar yaşayamaya başladığını düşündüğüm.
Dün, “bana dua edin vizem çıksın!” dedikten sonra bana göndermiş olduğunuz pozitif maillerin bu vizenin çıkmasına kesin etkisi oldu. ÇOK teşekkür ederim.
Ben buna hep inandım. Yani inandığım bir şeye iyi duygular yükleyince, iyi şeyler düşünen insanların sayısı arttıkça daha da çabuk iyi şeyler olduğuna inandım.
İnandığım için de oluyor işte.