Bunca senedir yurtdışında yaşayan, her çeşit milletten insanla aynı ortamı soluyan tecrübemle söylüyorum bunu.
“Elin gavuru çocuklarını bizim sevdiğimiz gibi sevmez” naraları duyarak büyütüldük.
Pakiler Hintliler kokardı ama, komşumuz olsunlar istemezdik apartmanda.
“18’inden sonra umursamazlar çocuklarını” filan denirdi Avrupalılar için.
Eller hep kötüydü, biz hep en şahaneydik.
Bizdeki sevgi anlayışı; yanak sıkmak, “göster bakalım pipini” şeklinde övünmek ya da uslu durup büyüklerin sözünden asla dışarı çıkmayan cins olduğunda şahaneydi sanki.
Ha bir de “Sor bakalım babası ne iş yapıyormuş?” vardı tabii.
Sanırım 2 yıl.
Filtre kahveyi bıraktım ama, Türk kahvesinden asla vazgeçemedim, içiyorum.
Yapan olursa yani...
Babamı kaybettiğimden beri kimseye, kendim dahil, Türk kahvesi yapmadım.
En son babama yapmıştım. Babamla aramda en büyük bağlardan biriydi Türk kahvesi.
O hep orta içerdi. Ben hep sade.
Hep.
O, günde 20 tane içerdi. Ben, haftada en fazla 3-5 tane.
Kitabın arkasındaki “o” cümleyi okuduğunuzda ne olur aklınıza geleyim.
Bilin ki, o cümlenin altına ben de imzamı attım. Hem de bastıra bastıra.
Kitabın adı “Hayat”.
Pegasus Yayınları’ndan çıkmış.
Önce koşarak gidin kitabı alın ve hemen okuyun.
Eğer siz de tutkulu ve içinden geldiği gibi yaşamaya bağımlı özgür ve uzaylı bir ruhsanız, Vogue’un kitap hakkındaki yorumuna katılacaksınız:
“Elinizden bırakamayacaksınız...”
Kitap bitsin bitmesin, çıkar çıkmaz hemen bir Elele alın. Nisan ayı Elele’sini.
Acı ama gerçek.
Sözüm ona destek, sözüm ona anlayışlı filan ama, için için hiç de öyle değil.
Bunu başarabileni çok az.
Harbi az.
Geçenlerde bir kokteyl sırasında kadın arkadaşlarımın kocalarını bir başka işkadını arkadaşımla tanıştırıyordum. O işkadını da, aslında diğer kadınları az çok tanıyıp kocaları ilk defa gördüğü için “Ali, Ayşe’nin kocası... Veli, Zeyno’nun kocası...” gibi cümleler kuruyordum.
Bu cümlelerden peş peşe 10 tane kurunca, o işkadını arkadaşım -ki kendisi süper bir kadındır- şak diye; “Hayatım daha fazla ‘şu kadının kocası, bu kadının kocası’ deyip durma adamlara, boşanırlar bak valla...” dedi.
Hepimiz güldük tabii.
Hemen o anda bir kadın arkadaşım; “Ama benim kocam bundan şikayetçi değil ki, kendisi de gurur duyuyor bu durumdan” deyince, bir önceki uyarıyı veren arkadaşım “Hayatım, benimki de çok gurur duyuyordu inan. Ama n’ooldu? Boşandık. Şimdi, o kadının bir şeyi olarak tanıtılmayacağı bir sevgilisi var. Ha şimdi çok mutlu kendisi. Sıkışınca hâlâ beni arıyor gerçi” dedi.
Nereden başlasam, ne sorsam da tek cümlede her şeyi anlasam, anlatsam derken, Mert kendi konuşmaya girdi birden:“Ben birlikte maraton koşmak istiyorum aslında. Nasıl yapsak? Milli kürekçiyim biliyorsun değil mi? Belki kürek yarışı ile bir katkı sağlayabilirim ben de.
TEGV’in Samsun’daki biriminde ‘Okuyorum Oynuyorum’ projesi için TEGV çocuklarıyla beraber oyun çalışmıştım. Benim için inanılmaz bir tecrübeydi. Çocuklardan kopmak, bırakmak istemiyorum onları” demez mi, bayılıyorum sandım.
Ne konuşmak için geldiğimi, “Kelebeğin Rüyası”nı filan şaşırdım bir an. Mert Fırat sosyal sorumluluk bilinci açık bir insan her şeyden önce.
Alın size gerçek yıldız sanatçı! Bütün medeni dünyanın gittiği yere gitmiş bile çoktan.
Allah’ım ne çok Mert Fırat’a ihtiyacımız var anlatamam.
Ve Mert bunları söylerken tek haklı endişe taşıyordu, o da çocuklar için yapmak istediği şeyin kendisine dikkat çekme haline döndürülmesi endişesiydi. Haklıydı da. O kadar iyi anladım ve o kadar takdir ettim ki!
Çünkü doğru düzgün insan Mert’in tek niyeti o çocukların hayatına değebilmek, onlara bir fayda sağlayabilmek. O kadar.
Sabah yanıma geldi: “Anne bak sıcakta soğutması çalışan, karanlıkta kırmızı lambası yanan kaykay yaptım” dedi. Ama bunu sanki hani “Saçımı taradım geldim” der gibi bir rahatlıkta söyledi.
Ağzım şoktan açılmaya başladığı anda da, kabloları pile değdirmesi ile pervane dönmeye, kırmızı ışık yanmaya başlamaz mı, kendimi kaybettim arkadaşlar.
Benim o “görmemişin oğlu icatta bulunup mucit olmuş, tutmuş kendini mahalleye don paça atmış” halimi görmenizi isterdim.
Bildiğiniz ciyaklayan ve çıldıran, sanki uzaya füzeyi oğlu atmış gibi davranan gururlu annenin abartılmış halinin ta kendisi bendim.
Oysa bence rakıyı en güzel kadınlar içer.
Ben içerim.
Rakı kadındır, kadın da rakı.
Birbirlerinin halinden, tadından anlarlar.
Hiç konuşmadan anlaşırlar.
Yalnızlık zor ve çekilmez geldiğinden ikisine de, yanlarında mutlaka balık ve peynir ararlar.
Ufak tefek tatlardan ve hatta acılardan da haz aldıklarından, yanında mezesi olmadan duramazlar.
Kadının içindeki beyazdır rakı.
İnnncecik.
Ay evet biliyorum herkes biliyor bunu.
Ama yine de yazacağım işte.
Sen bir sürü plan yaparken hayatla ilgili, o da seninle ilgili planlar yapıyor.
Amacı da hep seni şaşırtmak!
Seni ters köşeye yatırmak.
Çok iyi bildiğin her şeyi, aslında hiç de bilmediğini yüzüne vurmak.
“Sıkıyorsa bunu çöz ve başet bakalım!” diyor sana en beklemediğin anda.