Paylaş
Nereden başlasam, ne sorsam da tek cümlede her şeyi anlasam, anlatsam derken, Mert kendi konuşmaya girdi birden:“Ben birlikte maraton koşmak istiyorum aslında. Nasıl yapsak? Milli kürekçiyim biliyorsun değil mi? Belki kürek yarışı ile bir katkı sağlayabilirim ben de.
TEGV’in Samsun’daki biriminde ‘Okuyorum Oynuyorum’ projesi için TEGV çocuklarıyla beraber oyun çalışmıştım. Benim için inanılmaz bir tecrübeydi. Çocuklardan kopmak, bırakmak istemiyorum onları” demez mi, bayılıyorum sandım.
Ne konuşmak için geldiğimi, “Kelebeğin Rüyası”nı filan şaşırdım bir an. Mert Fırat sosyal sorumluluk bilinci açık bir insan her şeyden önce.
Alın size gerçek yıldız sanatçı! Bütün medeni dünyanın gittiği yere gitmiş bile çoktan.
Allah’ım ne çok Mert Fırat’a ihtiyacımız var anlatamam.
Ve Mert bunları söylerken tek haklı endişe taşıyordu, o da çocuklar için yapmak istediği şeyin kendisine dikkat çekme haline döndürülmesi endişesiydi. Haklıydı da. O kadar iyi anladım ve o kadar takdir ettim ki!
Çünkü doğru düzgün insan Mert’in tek niyeti o çocukların hayatına değebilmek, onlara bir fayda sağlayabilmek. O kadar.
Kendini o kadar iyi anlattı ki, onu tanımak benim en büyük şansım oldu.
Beni Mert Fırat’ın en çok sıra dışı sahiciliği, mütevazılığı etkiledi.
İnsan bazen birini tanımadan sever ve neden sevdiğini bilmez ya, ben de öyleydim ama konuştukça daha iyi anladım.
İnsanın karşısında dimdik duran, aklı fikri net olan bu güzel adam, sanki eski zamanlardan kalma, insanın özlemini duyduğu bir karakter ama güncel.
Farklılığı hassasiyetinde, düşünceliliğinde, sadeliğinde ve çalışkanlık dolu tutkusunda bence. Sükunetinde ve dinginliğinde.
Tok bir adam Mert Fırat.
Gönlü zenginlerden.
“Ankaralıyız” dedik, “Aspava” dedik ve güldük ikimiz de konuşurken.
Bu Ankaralılık çok özel bir durum. Kim ne derse desin valla!
Tiyatroya olan bağlılığını ve çalışmayı ne kadar çok sevdiğini anlatışını duymanız gerek. İşini seven, zevk alan insanın tutkusu akıyor dilinden. Buyrun şimdi okuyun o beş dakikanın sohbetini...
Yonca “şairane”
Her şeyi kısalttık
Filmin Dubai’deki galasına dair beklentiniz nedir?
Keşke tiyatromuzu da taşıyabilsek Dubai’ye ve dünyaya aynı şekilde. Beni en çok bir kitleye ulaşmak değil de, o evrensel duyguya ulaşabilmek heyecanlandırıyor.
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’yu Dubai tanımaz. Onların hastalıklarını kendilerine nasıl yoldaş ettiklerini bilmezler. O yoksulluk içinde, hastalıkla boğuşurken şiire nasıl gönül verdiklerini de bilmezler. Bunu anlatabilecek olmak beni heyecanlandırıyor.
Farklı kültürlere iki şairimizi tanıtabilmek mutlu ediyor. Okumaya okumaya şiiri, romantizmi, bunun bir yaşam biçimi olduğunu, birbirimize bir zamanlar uzun ve güzel cümleler kurduğumuzu unuttuk. Her şeyi kısalttık. Merhaba yerine “mrb” yazar olduk.
Gişe filan değil benim derdim, bu unuttuklarımızı hatırlatabilmek!
Derdini, hastalığını, acısını, yoksulluğunu yoldaşı yapabilme meziyetini, bundan ilham alabilmeyi başarmış iki şairi tanıtabilmek beni heyecanlandırıyor. Beklentim bu. “Hayatta şiirle konuşmak, şiir okumak vardı, var” dedirtebilmek.
Binlerce yavan arkadaş yerine, iki tane harbi arkadaşın olabildiğini, uzun cümleler kurulabildiğini göstermek. Nicelik değil de niteliği anlatabilmek beklentim var.
“Kelebeğin Rüyası” belli ki içine çok sinmiş bir iş, çok sevmişsin yaptığın işi...
Sinemayı çok kısıtlı bütçeyle yapıyoruz belki ama maneviyatı, duygusu güzel olunca, gönülden yapılınca hem iş güzel hem de sanat açısından kalıcı oluyor. Bizim de bunu yaptığımızı düşünüyorum. Çok severek oynadık biz. Hepimiz aynı şeyi hissettik.
Nasıl sen gönülden koşuyorsun o çocuklar için, bu iki şair de sevdikleri için gönülden yazıyorlardı. Biz de o iki şairle tanışmanın hazzıyla gönülden yaptık filmi.
Evet, çok mutluyum bu yüzden. Bize bu duyguyu yaşama şansını Yılmaz Erdoğan verdi... Çok büyük emeği var.
Yaptığın tüm işlerin içinde en çok ne dokunuyor sana?
Tiyatro. Tiyatroda başka bir şey var. O anı yaşamak var. Aynı hissi bir de film bitince, seyirci ile beraber seyrederken hissediyorum. O anda kalıyorsun çünkü.
En çok ne kırıyor seni peki?
Eleştiriler kırmıyor beni. Eleştiriyi seçmek gerektiğini küçükken öğrendim. İlla olumlu şeyler duymak için yapmıyoruz ki işimizi. Sevdiğimiz için yapıyoruz. Yapıcı eleştiri insanı geliştiriyor. Ama kötü niyetli eleştiri görmek üzüyor beni. Adamın en büyük derdi ben miyim de böyle yazdı diye üzülüyorum. O kişinin kendi başarısızlıkları içindeki lüzumsuz öfkesine üzülüyorum.
Paylaş