Başkalarına da oluyor mu bilmem ama, mesela benim ‘iyi dil-kötü dil’ günlerim var. Yani bir sabah kalkıyorum İngilizcem dünden daha iyi, hatta sanırsın annem beni İngiliz doğurmuş. Öyle afili akıcı haller filan. Ama bir başka gün, ‘yes/no’ diyemiyorum, o kadar acayip bir tutukluk ve kafa karışıklığı.
Tabii ki aynısı Türkçem için de geçerli. Bildiğin DİLim sorunlu o gün. Ko-nu-şa-mı-yo-rum!
Sonra mesela ‘güzel gün-çirkin gün’ durumum var.
Bir sabah kalkıyorum, sanırsın benden güzel kadın yok bu alemde.
Ama öbür gün gudubet miyim neyim bilmem; ne yüzüme bakasım var ne göresim. İçim bile çirkin geliyor kendime bakınca.
Sonra mesela ‘iyi müzik günüm’ ve ‘kötü müzik günüm’ de var.
O da şöyle; o gün Müslüm’den insanın kendine jilet atacak olduğu tınıyı dinlesem mutluyum. Ama diğer bir gün göbek havası çalsa ben ağlıyorum zırıl zırıl.
Nasıl sevmişse doğayı, nasıl bakmış, nasıl koklamış, nasıl dokunmuş ve tatmışsa; yazdığı her satırda okuduğun her harfinde işler içine!
O satıra bakarken seversin daha doğayı. Yaşar Kemal’in verdiği duygunun farkındandır o.
Karşı koyamazsın.
Kapılırsın, içine çekilirsin.
Kucaklanırsın. Şefkat vardır betimlediği doğasında da, isyanının içinde de! Kişi kendinden bilir işi deriz ya, o şefkat Yaşar Kemal’dendir... Kendindendir, yüreğindeki inceliklerdendir.
Görmediğin kuşun sesini duyarsın onun dilinden.Uçtuğunu fark etmediğin o arının vızıltısı gelir kulağına.
O bulutun, o kayanın kokusu çarpar burnuna. Gözün kapanır da bi nefesle içine çekersin derin derin.
Biri Ganalı, biri Türk.
Onlar birbirlerini tanımazlar.
Ama benim salonumda çok iyi arkadaşlar, sürekli birbirlerine bakıyorlar.
Aralarında sessiz sedasız anlamlı bir ilişki var.
Ablade Glover’ı sadece tablolarından tanıyorum. Ama Tuğrul Cankurt’u, şahsen tanıma şansım oldu.
Hemen şu anda sizleri şu deyimin üzerinde durmaya davet edesim geldi.
“Şansım oldu” diyebilmek ne güzel değil mi?
Yazmak için not aldığım şeylere bakıyorum.
Böyle bir başlık atmışım:
“Tek başına Petti Rosso” diye.
Yazmayı ertelemiş durmuşum vahim olaylar nedeniyle.
Bu ülkedeki mutsuzluk, vahim olaylar silsilesi, bitmek bilmeyen ölümler, cinnet hali güzel şeyleri yazmaya da engel oluyor.
“Mutluluk ve umut yazdıkça çoğalacak. Mutluluk ve umut yaz Yonca!” diyen bana bile engel oluyor ya bu hâl ve ortam, çıldırıyorum kahrımdan.
Bir yandan da vahşeti yaşayıp yazdıkça mı besleniyor kötülük diyorum. Bir başladı mı ardı ardına geliyor...
Hangimiz bir ıssız sokakta yürürken, kalabalık bir erkek grubunun arasından geçerken tereddüt etmemişizdir acaba?
Hangimiz bir apartmana girip asansörde o adamla tek başımıza kaldığımızda aklımıza kötü bir şey getirmeden bir nefes aldık acaba?
Kalçama Beyoğlu’nda el atan adamı polise şikayet ettiğim o günü hatırlıyorum.
Üniversiteye yeni başlamıştım. Sinemaya gitmiştik yurttaki kızlarla.
Robin Hood izledik, çıktık. Yürürken adamın biri el attı resmen. Hemen koşarak polisin yanına gittim.
“Şu adam bana tacizde bulundu!” dedim.
Polis beni şöyle baştan aşağı iyice süzdü ve “Ne giydin hele bi bakalım?” dedi.
Fotoğrafçı Muammer Yanmaz tarafından projelendirilen ve 40 Haramiler fotoğraf grubu üyesi 40 gönüllü fotoğrafçı tarafından 4 yıldan beri Türkiye’nin en kapsamlı görsel belleğini oluşturmak üzere çekilen fotoğraflarla Yüz Kumbarası’nda tam 1600 insan yüzü birikmiş.
1600 yüz!
40 fotoğrafçı, farklı alanlarda hayatımızda iz bırakan 40’ar ismi fotoğraflamışlar tam dört yıl boyunca.
Beni de İlknur Atalkın çekmişti.
Hem de kitabım “Karışık Kuruşuk Şeyler” yeni çıkmıştı ve ben fuarda onu imzalıyordum beni çektiğinde. Üç sene olmuş...
O günkü mutluluğumun yüzü var Yüz Kumbarası’nda.
Hayatımın anısı...
Gençlerimiz de, tıpkı sessiz sedasız işlerini yapıp bizlere doğanın tüm nimetlerini sunmak için çalışan arılar gibi.
2014’te, TOG Gençleri ile beraber arıların koloniler halinde hızla çöküşlerinin nedenleri ve sonuçlarına dair toplumda bilinç yaratmak için çalışmaya başladık.
Arılara kaybettirdiğimiz sağlıklarını geri kazandırmak, kendimize de sağlık kazandırmak demek.Arıların sağlığı için ne kadar çok çalışırsam; en başta çocuklarımıza ve sonra hepimize o kadar çok sağlıklı besin olanağı yaratabileceğimizi biliyorum.
Arıların hastalanmalarına ve ölmelerine neden olurken, aslında kendi sağlığımızı da tehlikeye attığımızı bilin. Arı yoksa hayat yok, sağlık yok, doğal besin yok. Yediğimiz her 10 besinden 6’sı, arılar var olduğu için var.
Arıları kurtarmayı istememin öyle dallı budaklı kapsamlı nedenleri var ki, azimle, emin adımlarla ilerleyeceğim.
Yolum uzun ve zor belki ama ben de maratoncunun ta kendisiyim. Uzun ve zor yollar benim işim.
TOG bünyesindeki gençlerimiz ile “Anadolu Arıları” gençlerimizi oluşturduk ve “Arılara Sağlık - Arı Sevgisi” projemi NILFISK’in yaptığı ilk bağışla hayata geçirdik. 2015’te daha fazla desteğe ve kaynağa ihtiyacım var.
Ne çok şeyden korkuyor bu çocuk ve sen korkularını nasıl gidereceğini, dahası bunları nasıl dile getireceğini de bilemiyorsun.
Nereden başlasan, nasıl anlatsan?
Hatta mümkünse sen anlatmak zorunda kalmadan, mucize gibi bir şey olsa da anlaşılmış gibi mi olsa acaba?
Ne karışık şeyler bunlar çocuk büyütürken.
Haklısın.
Ben çok çektim, sen çekme isterim.
Ve yeni bir şey keşfettim. Ayağıma geldi hatta.