Onlara ne miras bırakabilmiş olmayı isterdim, hepsini tek tek tek söyledim.
Çocuklarıma dediklerimi hürriyet.com.tr’de yılın son günü yazdım ama, 2015’imin ilk yazısı olarak buraya da yazacağım.
Evrene salmak ve kayda geçirmek için.
Gazetemi alıp, kesmek ve çocuklarıma saklamak için...
***
Bildiğin dans işte.
Yerinde zor duruyor. Hem sipariş alıyor, hem dans ediyor hem de arada çalan şarkının sözlerini söylüyor.
Gülümsüyorum.
- Nerelisin?
- Zimbabwe. Siz nerelisiniz?
- Türkiye.- Orada kış var, ben 10 derecede donuyorum, yaşayamazdım kesin.- Ama havası sürekli serin bahar havası olan yerlerimiz de var..
- Ben Afrika’dan başka yerde yaşayamam..
Hava serin, rüzgarlı ve bulutluydu. Yazdı mevsimlerden sözüm ona, üşüyorduk kışmışçasına.
Kafenin çitlerinin dışında bir çocuk belirdi.
Siyah tenli... Afrikalı. Renginin, ırkının, milletinin, cinsiyetinin ne önemi varsa!
Bir çocuktu duran karşımda.
Gözleri bulut rengiydi. Derin, açık, içini görebildiğim bir mavi.
Ellerini kavuşturdu, “Yemek almam için para verebilir misiniz?” dedi.
Sesi çok kısıktı. Sesini duymadım. Dudaklarını okudum aslında.
Nedeni de kocanızın damatla iş arkadaşlığından dostluğa uzanan ilişkisi olsun ve sizin gelinle hiçbir alakanız olmasın. E işte ülke turistik madem, düğün bahane tatil şahane deyip kalkıp Güney Afrika’dan İzmir’e gelmişsiniz nihayetinde.
Gelinle damada kendi ülkenize has hediyenizi de almış, düğün öncesi yemek sohbet vesaire derken hediyenizi de vermişsiniz. Sonra...
Düğün günü gelmiş çatmış.
O da ne!
Meğer adet geline altın takmakmış iyi mi! Şimdi soru şu: Özene bezene giyinip gittiğiniz düğünde, elbisenize de uyan, bir de üstelik en sevdiğiniz parça olan boynunuzdaki altın kolyeyi hiç düşünmeden boynunuzdan çıkarıp geline takar mıydınız?Bahsettiğim bu Güney Afrikalı arkadaş, düğünümde bana boynundan çıkarıp kendi kolyesini taktı!
Hayatımda beni bu kadar şaşırtan bir şey olmamıştı.
Aynı durumda ben aynısını yapar mıydım diye çok düşündüm. En yakın arkadaşım olsa belki...
Adam kayıp.
Adam dediğim, babam.
Arkadaşlarına sorduk yok, ava da gidilmemiş. Ayol nerede bu adam peki?
Ve üçüncü gün kapı açılır; babam gelmiş.
“Neredeydin?” dersin, cevap: “Evde sebze kalmamış. Pazardaki sebzeyi de beğenmedim, çocuklara sebze, peynir almaya Söke’ye gidiverdim. Dönüşte de Nazilli pazarına uğradım, meyve aldım.” Biz dumur.
Babam harbi acayip insandı. İnsan evde peynir kalmadı diye Ankara’dan Söke’ye, pazardaki meyveyi beğenmedi diye Nazilli’ye gider mi?
Babam giderdi.
Koca bir seneyi kapadığın, uğurladığın o son ay. Seni sondan başa, eskiden yeniye geçiren ay.
Soğuk ve sıcak...
Karanlık diyeceğim ama bazen çok da beyaz.
Her şey aralık ayında mı olur, gelir ve gider... Bilemedim.
Babam mesela, aralıkta gitti.Bana çok ağır geldi bu keder, gidişi ve her şey.
Yıllarca, her aralık ayı bana ağır ağır, sinsi sinsi korku uyandırarak, endişeyle geldi ve geçti.
Acı geçmedi ama zaman bana o acıyla yaşamayı öğretti.
Aynı anda ne çok güldüm, ne çok ağladım anlatamam. Bir de üstüne antrenmanlar, taşınma hali, çocukların yuhsal temposu derken suyum çıkık. Uzun zamandır aklımda olan şeyleri tavsiye edip salıya geçeceğim.
Yonca “tavsiyeci”
Film tavsiyesi
“Bu Yonca kişisi neden ve nasıl arılara taktı? Arılar neden bu kadar önemli ki? Bu kadın iki lafın bir başı arı deyip duruyor, onun bildiği bizim bilmediğimiz olay ne?” gibi soruların cevabı; insan denen mahluku tanımak ve kendimize dair bir şeyleri çözüp hayatı, sağlığı anlamak için ödüllere doymamış “Queen of the Sun” seyrediyorsunuz.
Ardından “More Than Honey” seyrediyorsunuz. (Dikkat, insanın tepesini attıran bir gerçeklik. Ana-oğul ağladık sinirden ve insan olmaktan soğudum, arı olmak istiyorum!)
Sonra hemen “I am” seyrediyorsunuz ki, tek başınıza bile nasıl dünyayı kurtarabilirsiniz, bir farkına varın o gücünüzün.
Sonra da, bu ticari dünya bizi yedirerek nasıl hasta ediyor ve bundan da para kazanıyor, nasıl kandırılıyorsunuz, yüzleşmek için “Fed Up” izliyorsunuz.
Utanmadan, arsızca, açık ve seçikçe; “Bir ormanım olsun istiyorum” dedim sizlere.
“Yaşarken görmek”ti yazımın adı.
“Büyüdükçe hayallerimin peşinden daha büyük, daha azimli, daha sağlam, daha asi adımlarla koşar oldum. Zamanın arkasında kalmak veya peşinden koşmak yerine, zamanla eşzamanlı akar oldum. Mavi ve yeşil içinde büyümeyi, toprağa bulanarak doğaya dönmeyi istiyorum. Ormanda ağaç olup kök salıp, dallarımda kuşlarla, ölümsüz olmak istiyorum” gibi şeyler yazmıştım.
Yazımda, “Kimi insan 100 yıl yaşıyor hiç yaşamamış gibi, kimisi 27 yıl yaşıyor 1000 yıl gibi” demiştim.
“Ölümsüz olmak da mümkün hayatta olduğun süreyi nasıl yaşayacağına karar verince” diye eklemiştim.
TEMA’yla bu hayalimi paylaştığımda, bir orman sahibi olmanın kolaylığına da şaşmıştım. TEMA, daha aynı gün bana, tahsis edilen arazinin Google Earth linkini bile yollamıştı.
Ormanım İzmir Urla Kadıovacık’ta olacaktı!