Paylaş
Hangimiz bir ıssız sokakta yürürken, kalabalık bir erkek grubunun arasından geçerken tereddüt etmemişizdir acaba?
Hangimiz bir apartmana girip asansörde o adamla tek başımıza kaldığımızda aklımıza kötü bir şey getirmeden bir nefes aldık acaba?
Kalçama Beyoğlu’nda el atan adamı polise şikayet ettiğim o günü hatırlıyorum.
Üniversiteye yeni başlamıştım. Sinemaya gitmiştik yurttaki kızlarla.
Robin Hood izledik, çıktık. Yürürken adamın biri el attı resmen. Hemen koşarak polisin yanına gittim.
“Şu adam bana tacizde bulundu!” dedim.
Polis beni şöyle baştan aşağı iyice süzdü ve “Ne giydin hele bi bakalım?” dedi.
Donakaldım. Dilim tutuldu cevap veremedim.
Üstümde ne olduğunun ne önemi vardı ki!
Üstümde giydiğim hak mı veriyordu adamın bana sataşmasına yani? Tacizci, sapık, tecavüzcü dediğin kılık kıyafete mi bakıyor sanki.
Ne hayvan tanıyor ne insan. Hasta o, hasta!
Çocukmuş, kadınmış, erkekmiş, eşekmiş, köpekmiş bakmıyor.
Parçalıyor ruhunu, yakıp yıkıp atıyor seni. Çöpsün sen. Ölüsün sen. Bitiksin artık sen.
Hangimiz bir dolmuşta yalnız kalıp yola devam ederken o endişeyi yaşamadık acaba?
Güpegündüz sokak ortasında taciz eden bakışlar içinde kalmadan veya atılan lafları duymadan kaç kere yürüdük gittik acaba?
Nasıl bir yoksunluk, sapkınlık ve hastalık bu?
Nasıl bir sevgisizlikle büyüttük insanları, nasıl şeylerden mahrum kıldık ve neye, nasıl ittik ki şiddet, tecavüz, öldürmek, işkence etmek resmen hoş görülüyor, hafifletiliyor bu ülkede?
Bunların cezası ağırlaştırılıp beter bedel ödetileceğine, nasıl affedilebiliyor?
Nasıl oluyor da bir tek o canı yanan, başına bu telafisi, tedavisi olmayan korkunç şey gelenle bir de yakınları hep mağdur, hep daha mağdur bu ülkede?
Tecavüzcü, tacizci, sapık dediğin kişi tedavisi olmayan bir hasta işte!
Buna ceza veremeyen, bu vahşete dur diyemeyen sistem de, adalet dediğimiz şarlatan da hasta demek ki.
Bize sabır, metanet filan değil vurdu mu inleten, kesti mi cezayı titreten, uygulanan kanunlar lazım kadına şiddet denince!
Affı, hafifletmesi olmayan bir karar mekanizması lazım!
“Dişisine kötü davranan tek canlı insandır” yazıyordu bir yerlerde.
Dişisine bu kadar sık ve bu kadar vahşi davranan Türkiye, sevgiye, saygıya bu kadar muhtaç bir caniye dönüşmüşken, biz nasıl başka şeylerle uğraşabiliyoruz, aklım almıyor.
Bundan daha çok kanayan hangi yaramız var bilmiyorum.
Kadına uygulanan şiddetin boyutu hiç olmadığı kadar içimizi deşiyor artık.
Deşiyor da ne oluyor işte?
Bıktım biliyor musunuz her seferinde orada burada sanal manal tepki göstermekten.
Diyorum ki, belki bu sistemin başındakilerin de kim bilir nasıl bir yaralı, sevgisiz geçmişleri ve hikayeleri var ki, görmezden geliyorlar...
Bu coğrafya kadın-erkek ayırmadan can yakan bir coğrafya.
Erkek çocukları kız çocuklarından daha fazla tehlikeye açık diyor araştırmalar!
En büyük tahribatı en yakınından, en güvendiği kişiden yaşıyor çocuk.
Babası, amcası, dayısı, dedesi yapıyor ne yapıyorsa...
Çocuk yaşında evlendirilenler kanıksanıyor, uygundur diyen fetvalar havada uçuşuyor, midem almıyor yazarken hepsini bir cümlede.
Klavyemizin isyanı yetmiyor işte!
Kalk bir şey yap ey insan evladı!
Kadına şiddete hayır diye yazıyoruz çiziyoruz, pankartlar açıyoruz. Acil hatlar kuruyoruz.
E ne oluyor peki? Kadın yine ölü!
Kadının önce kendisinin hayır diyebilmesi için, okuma yazma bilmesi gerek belki de diyorum...
4 milyona yakın okuma-yazma bilmeyen kadın var hâlâ bu ülkede!
Neye evet, neye hayır diyecek okuyamadıktan, senin benim şurada attığımız çığlığı, bastığımız havayı o kadın bilmedikten sonra, ben ne işe yararım!
Ben bir isyan cümlesi yazıyorum, sen beni “like” ediyorsun, ben de seni.
Eeee?
Peki ben o kadın için ne yaptım?
Sen ne yaptın?
Şiddete dur demek için, kadının kendini savunması için gereken haklarını bilmesi, bağımsız olması, evet/hayır diye imza atarken, oy verirken özgür iradeye sahip olması için ne yaptın?
2 yıldır çalışmalarına tanıklık edip, verdikleri örnekleri her gördüğümde kalbimin sıkıştığı bir AÇEV var mesela!
Anne Çocuk Eğitim Vakfı. AÇEV’e bağış yapmak bir seçenek, gönüllüsü olmak başka bir seçenek. Emin değilim hâlâ öyle mi, ama 150 liralık bir bağışla 1 kadına okuma yazma 3 ayda öğretilebiliyordu geçtiğimiz sene.
Özgecan olayında da ilk aklıma onlar geldi.
Anneyim çünkü.
Çocuk yetiştiriyorum.
Yetiştirdiğim çocuk bir gün büyüyüp kadınların dünyasına çıkacak çünkü.
Çünkü büyüttüğüm kız çocuktan da, erkek çocuktan da sorumluyum anladınız mı!
Oturduğum yerden ciyaklamak kesmiyor artık beni.
Sorunun temeline, anneye, çocuğa ve ikisinin eğitimine eğilmek o konuda bir şey yapmak lazım diye düşünüyorum çünkü.
Bugün #özgecanaslan için attığımız narayı, yazdığımız isyanı, savunduğumuz davayı daha fazla kadın da görsün, duysun, okusun, bilsin, katılsın istiyorum.
Körler şaşılar birbirimizi ağırlıyoruz yoksa.
Harekete geçeceksek, köküne inelim sorunun, oradan başlayalım bir şeyler yapmaya.
Kadına okuma yazma öğretmek, ona bağımsızlık vermek, öğrenme hakkını vermek, sevgi vermekle yaralarını sarıp sarmalayıp bakmakla başlayalım belki de.
Kadına şiddet denince affedilemeyen cezalar kesilmesi için harekete geçelim aynı anda, hep birlikte.
Basın birlik yapsın.
STK’lar da.
Ülke çapında birlik gerek bize.
Başımızda durup bas bas bağırarak şiddetin ses tonunda bile kanıksandığı bir ortam yaratılmasına...
Spor camiasında dahi tokat atarak disiplin vermenin akla gelen bir seçenek olmasına...
Dur demek...
Kısacası şiddetin her türlüsünden arınmak ve yerine sevgi ve saygı koymak için hep beraber çalışmamız, harekete geçmemiz lazım işte.
Bu tek başına bir kadın meselesi değildir.
Canı yanan, tacize, tecavüze uğrayıp, yakılıp bir kenara atılan Türkiye’dir.
Yonca
“acı”
Paylaş