15 Nisan 2002
Ali Baransel ki Nábi'nin dediği gibi bu dünyanın ilkbaharını, sonbaharını, neşesini, iyiliğini, kötülüğünü, gamını, kederini gördü, yaşadı. O Ali Baransel ki TRT muhabirliğinden Cumhurbaşkanlığı Köşkü Sözcülüğü ve Başdanışmanlığı'na, Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK) ve Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanlıklarına, Koç Holding Ankara Temsilciliği'nden TGRT Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Genel Müdürlüğü'ne kadar nice umurlar gördü. Bu arada milletvekilliği adaylığı macerası da cabası. O Ali Baransel ki ‘‘Cumhurbaşkanının en yakınındayım diye pahalı hediyeler getirirler, minnet borcuna düşerim’’ endişesiyle Ali ve Murat'ının sünnetlerini sıradan bir mahalle kliniğinde gizlice yaptırdı. O Ali Baransel ki oturduğu koltuklara hiç yapışmadı, kendisine verilen görevlerden hep zirvede ayrıldı, tadını kaçırdığı hiç olmadı. İşte o Ali Baransel, sağlık nedenleriyle İstanbul'daki dört yıllık misafirliğini sona erdirip Ankara'ya kesin dönüş yaptı. Başkentin 15 kilometre uzağındaki Ümitköy'deki zevkle döşenmiş dubleks apartman dairesinde eşi Elvan, çocukları Ali ve Murat'la sakin bir yaşam sürüyor. Ve elbette boş durmuyor, devletin en üst görevlerinde gördüklerini, yaşadıklarını kaleme alıyor. Ankara'nın kıraç topraklarının alabildiğine gözler önüne serildiği Baransel'lerin pırıl pırıl, mütevazi sıcak yuvasından sizler için kahkaha ve ibret dolu anı demeti derledik. Hem Türkiye'nin yakın tarihini yazanlara da minnacık bir katkı olur belki.
Fahri Korutürk, Evren'e kırgındı
Fahri Korutürk'ü 31 Ekim 1980 cumartesi sabahı Kızılay'daki orduevinde kaldığı odasında ziyaret ettim. Yüzünün rengi solmuş, hatları değişmişti. Üzgün ve sitemli bir şekilde ‘‘Şu ana kadar beni Evren de, Konsey üyeleri de hiç aramadı. Sadece Başbakan Ulusu ziyaret etti, onunla zaten bahriyeden dostuz’’ dedi:
‘‘Komutanlar bana uyarı mektubunu getirdiklerinde ‘Bu iş böyle gitmeyecek, başımıza geçip memleketi felaketten kurtarın' dediler. Ben de kendilerine ‘Türkiye'nin büyük sıkıntıları var ama, askeri rejimle bunların çözülmesi mümkün olmayabilir. Ayrıca dış kamuoyu tepkileri de ülkemizi güç durumda bırakabilir. Eğer ihtilal yapmaya kararlıysanız ben sizin yanınızda olmam, istifa edeyim ondan sonra istediğinizi yapın. Ben anayasaya bağlı kalacağıma yemim ettim' dedim. Sonra Demirel ve Ecevit'i çağırıp mektubu kendilerine verdim ve işin ciddiyetini anlattım. Böylece konuyu demokratik yollardan parlamentoya kanalize etmiş oldum. Herhalde bu tutumumdan alındılar ki, 12 Eylül'den sonra hiçbiri beni hiç aramadı. Hatta korumalarımı, makam arabamı bile geri aldılar. Bunlar bana fevkalade elem verdi, çok üzgünüm.’’
Daha sonraki günlerde Evren ve Konsey üyelerinin Korutürk'ün 12 Eylül'den önce görev, yetki ve sorumluluklarını tam olarak kullanmadığından şikayetçi olduklarına birçok kere tanık olacaktım.
Ecevit, sıkıyönetimi bir gün kendisi isteyecek
1975 Mart'ında Siirt, Urfa, Hakkari ve Diyarbakır illerinde bir ay süreyle sıkıyönetim uygulaması konusu gündemdeydi. Hükümet bu tavsiyeyi Meclis'e getirdiğinde başta Ecevit olmak üzere bazı AP'liler de karşı çıktı. Meclis'teki ilk toplantıda çoğunluk sağlanamayıp konu görüşülemeyince Korutürk çok kızdı. Beni çağırıp kelimesi kelimesine aynen şunları söyledi:
‘‘Ecevit'e olan sempatimi artık tamamen kaybettim. Ecevit genç bir politikacı, çok tecrübesiz. Doğu'da bir Kürt devleti kurulması düşüncelerinin ne kadar ciddi olduğunu ilerde anlayacak. Belki bir gün Güneydoğu'daki Kürt vatandaşları ayaklandırıp onları silahlı çatışmalara bile itecekler. İşte o zaman Ecevit bölgede sıkıyönetimin ilanı kendisi teklif edecek ama, iş işten geçmiş olacak.’’
Rahmetlinin dediği çıktı mı, çıkmadı mı ona kamuoyu karar versin.
KENAN EVREN'NİN PİNOCHET FIKRASINA YORUMU
Alınacak bir şey yok beş hıyar dememiş ki
12 Eylül'den sonra bir gazetede yayınlanan bir fıkra yüzünden hayli ter döktüğümü hatırlıyorum. Fıkra şöyleydi:
Pinochet'ye sormuşlar, ‘‘Cunta kurmak mı zor, turşu kurmak mı?’’ diye. Pinochet de ‘‘Turşu kurmak daha zor. En azından 20 tane hıyar bulacaksın, hepsini bir kavanoza yerleştireceksin, üzerlerine sirke, tuz, limon ilave edeceksin. Bunlar yetmezmiş gibi aylarca da olmasını bekleyeceksin. Halbuki cunta kurmak için üç tane hıyar yeter’’ diye cevap vermiş.
Bu fıkranın yayınlandığı gün, Konsey üyeleri beni arayıp bu fıkranın ne anlama geldiğini, kendilerine sataşma olup olmadığını, Evren Paşa'nın ne düşündüğünü sordular.
Ben o sırada, gerekli bütün çalışmalarımı yapıp bir gazeteci arkadaşımın da fikrini sordum ve koşar adımlarla ofisime gittim. Bir yandan da yürek çarpıntıları geçiriyor, sayın Evren'in vereceği tepkiyi çok merak ediyordum. Çünkü Korutürk döneminde başımdan buna benzer bir olay geçmişti. Korutürk, gönderilen kararnamelerin çoğunu imzaladığı için kendisine muhalifleri tarafından ‘‘Çankaya noteri’’ sıfatı uydurulmuştu. Bir gün kendisine bu konu hakkında ne düşündüğümü sorduğumda yüzü kızardı ve sinirli bir şekilde, ‘‘Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Galiba beni Kaddafi ile karıştırıyorlar’’ demişti.
Elimde, hıyar fıkrasının küpürüyle Evren Paşa'nın makamına çıktım. Paşa'ya mutat basın özetleri arzını yaparken yumuşak bir giriş yaparak, ilginç fıkrayla ilgili konuyu açtım, sonunda da fıkrayı aktardım. Evren dinledikten sonra bana baktı, ‘‘Bunda alınacak bir şey yok Baransel, adam beş hıyar dememiş ki’’ dedi ve kahkahayı bastı.
Ecevit’in Evren’le ilk randevusu
Bülent Ecevit'in Evren'li Köşk'e ilk gelişi DSP Genel Başkanı olduktan sonra 18 Eylül 1987 Cuma günü saat 16.00'da oldu. Randevu saatinden 10 dakika önce gelen Bülent beyi nöbetçi Deniz yaveri Bnb. Nejat Tekneci'yle birlikte karşıladık. Üzerinde siyah takım elbise, mavi gömlek, koyu renkli kravat vardı. Bayağı yaşlanmıştı, saçları arkadan açılmaya başlamış, elmacık kemikleri daha da çıkmış, avurtları çökmüştü. Ama o etkileyici ses tonu ve konuşma stili hiç değişmemişti. Eşimi, çocuklarımı ve kayınpederim Fikret Otyam'ı sorduktan sonra ‘‘Köşk'teki görevinizde rekora gidiyorsunuz’’ dedi. Her şeye rağmen heyecanlı ve tedirgin olduğu belliydi. Havayı yumuşatmak için ‘‘Efendim, Genel Başkan seçildikten sonra konuşma yaparken hafif bir rahatsızlık geçirdiğinizi gördük, Evren paşa buna üzüldü, içerde önce size bunu soracak’’ dedim. Tam o sırada huzura çağrıldık. Ecevit içeri girerken garsonluk görevi yapan sivil polis ile sekreter Billur Uğurlu'nun ellerini ayrı ayrı sıkmayı ihmal etmedi. Odaya girdik, Evren çalışma masasının önüne çıkıp Ecevit'in yanına kadar gelmesini bekledi. Onun da yüzü hafif solgundu, heyecanlı ve tedirgindi. İkisi de uzun yıllar birbirlerini görmeyen dostlar gibi davranmaya çalışıyordu. Ecevit, ani bir atakla ‘‘Sayın cumhurbaşkanı sizi çok iyi gördüm’’ dedi. Evren de cevaben ‘‘Sayın Ecevit maşallah siz de çok iyisiz. Yalnız dün akşam televiyonda çok terlediğinizi gördüm, hafif de bir rahatsızlık geçirdiniz. Sıcaktan mı, yoksa ülserden mi?’’ dedi. Ecevit cevap olarak ‘‘Efendim, kan dolaşımımda bir yavaşlama olmuş, doktorlar bunun önemli olmadığını söyledi’’ dedi.
YARIN: KORUTÜRK’ÜN TEDAVİSİ
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2002
Orhan Günşiray'ın çapkınlığı ve evlilikleri de en az sanatı kadar ünlüdür. Ama sanatçı, aksi görüşte. Arkadaşımız Yener Süsoy'a ‘‘Kadınları tanımadığım için 8 kez evlendim’’ diyen Günşiray, ünlü sanatçı Neriman Köksal'la olan ilişkisinin ise ‘‘platonik’’ olduğunu belirtti. Kadının ne olduğunu hálá anlayamadım
- Bu kadar evlilik yapan adama çapkın denir mi Yener'ciğim, hıyarlık benimki. Harama uçkur çözmeden durmadan nikahlandım, var mı benim gibi delikanlı? Alışmışım bir kere, ev hayatını seviyorum. Param var, malım var ama, bu her şeyi halletmiyor. Bugüne kadar birisiyle iki kere olmak üzere 8 kere evlendim. 1947'teki ilk eşimin adı Ayşe'ydi, ama şimdi soyadını hatırlıyorsam şerefsizim. Zaten 20 gün sonra ayrıldık, öyle bir şeydi. 1948'de evlendiğim, büyük oğlum Murat'ın annesi olan ikinci eşim Ferhan Kumsabar'la üç ay sonra ayrıldık, ama boşanmamız iki sene sürdü. Ondan sonraki eşlerimi ben değil, onlar boşadı beni, akıllılar. Üçüncüsü büyük oğlum Murat'ın annesi Perran, dördüncüsü Nilüfer'in annesi Meliha Başkurt, beşincisi Mahir'in annesi Gülsevil, altıncısı Aslı'nın annesi Zeynep, yedincisi Gülüm'ün annesi Gülçin. Sinemaya Meliha'yla evliyken girdim, o ve ötekiler buna tahammül edemedi. Yener'ciğim, dikkat edersen bende bir seneyi geçmez hemen çocuk olur. Eşlerim hepsi varlıklı insanlardı, kendi paralarından da sarf ettiler. Ben dışarda yaptığım zamparalığa da beş kuruş vermedim, bir kuruşluk hediye almadım. Bende kadına para yedirme hikayesi olmadı, yok öyle şey. Şimdi kalkıp bana kadının ne olduğunu sorma, kadını bilseydim 8 kere evlenir miydim?
Neriman’ı çok sevdim
Bilirim ki ‘‘Fosforlu Cevriye’’ deyince Günşiray'da akan sular durur, gözyaşı hariç.
- Neriman Köksal'ı çok sevdim ama, evlenmemiz mümkün olamazdı, itiraf edeyim. Canım ciğerimdi ama, aramızdaki aşk hep platonik oldu. Onun gibi bir erkek kadınla evlenmek isterdim ama, Türkiye'de olmaz. Nevzat Pesen'den ayrıldığı zaman annemi ve Mahir'i alıp Sarıyer'de nişanlandık Neriman'la. Nevzat kıskansın da, yeniden beraber olsunlar diye, işte ben böyle insanım. Üstelik o zamanlar Nevzat arkadaşım bile değil. Sinemada çalıştığım birçok kadını beğendim ama, hiçbiriyle flört etmedim. Çünkü özel biri olurlarsa iş berbat olur. Bir de çok istediğim halde aile dostum Hülya Koçyiğit'le aynı filmde oynamak nasip olmadı. Sana bir şey söyleyeyim, Neriman'ı getirmek mümkün olsa yine onunla oynamak isterim.
ORHANGünşiray sanat dünyasını şaşırttı
Orhan Günşiray'ın Yener Süsoy'la yaptığı röportaj sırasında söylediği ‘‘MİT için çalıştım’’ sözleri sanat dünyasında şaşkınlık yarattı.
ATIF YILMAZ
Çok şaşırdım
Çok şaşırdım, Orhan Bey'le uzun süre çalıştık. Ama kendisinin böyle bir teşkilatta görev aldığından şüphelenmedim. Sevdiğim bir insandır, kendisiyle ilgili görüşlerim yaptığı işlerden dolayı değişmez.
EŞREF KOLÇAK
Milli görevdir
Orhan'la uzun zaman çalıştım, ama hiç MİT'te görev aldığını hissetmedim. Böyle olgular çok aleniyete dökülmez. Bilseydim de arkadaşlığımızda değişiklik olmazdı. Bu milli bir görev, bana da teklif edilmiş olsaydı seve seve kabul ederdim.
FATMA GİRİK
Beni ilgilendirmez
Kendisiyle birçok filmde rol aldım, ama Orhan Bey'in nerede ne yaptığı, MİT'te görev alıp almadığı beni ilgilendirmiyor. Bana ne; çünkü benim için o kadar önemli değil. Aklı neredeymiş bugüne kadar söylememiş.
FİKRET HAKAN
Ben Öztürk’ten şüphelenirdim
Kendisiyle birçok kez bir arada olduk, aynı ortamlarda, aynı işlerde bulunduk ama hiç hissetmedim. Gazeteyi okuyunca çok şaşırdım. Ben bizim rahmetli Öztürk Serengil'den şüphelenirdim. Çünkü o ağzından irili ufaklı bir şeyler kaçırmıştı. Onun MİT'te görevli olduğunu sanırdım ama Orhan Günşiray hiçbir zaman aklımın ucundan bile geçmezdi. Ama bilseydim de hiçbir şey değişmezdi. Bu yüzden Orhan'a karşı sempatim antipatiye dönmez.
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2002
74 yaşındaki efsane sinema oyuncusu Orhan Günşiray, sessizliğini ilk kez bozdu, yarım asır gizlediği önemli sırrını Hürriyet'e açıkladı. Orhan Günşiray, hiç kuşkusuz Türk sinemasının 1938 Aynalıçeşme-İstanbul doğumlu bir efsane yıldızı. 39 yaşında can dostu Hasan Kazankaya'nın ‘‘Lejyonun Dönüşü’’ filmiyle beyazperdeye geçen Günşiray evliliklerinin sayısıyla da ünlüdür.
Babasının Atatürk dönemi siyasi komiser olmasından mı bilinmez, pek konuşmaz Günşiray. Belki de ağız sıkılığının bir başka nedeni var, öğreneceğiz. Mesleğimizin çömezlik günlerinde yaz kış demeden setlerde onu izlerken az mı fırçasını yedik; ‘‘Çocuklar tısınız çıkmasın atarım dışarı, film çekiyoruz burada’’ diye. Fosforlu Cevriye' den İbret'e, Dullar Tercih Edilir'den Bekri Mustafa'ya... Orhan Günşiray 35 yıl sonra yine fırçasını attı; bu kez ‘‘Çocuklar burası sanatçı huzur evi, ayakkabınızı kapıda çıkarın’’ diye. Yine aynı güleryüz, yine aynı bakışlar, yine aynı ses tonu ve yine aynı mağrur eda. Bakalım Orhan Günşiray usta, altın kalpli Müjdat'ın sanatçı evinden Kalamış Yat Limanı'na kadar uzanacak nostaljik sohbette bize daha neler edecek, daha neler diyecek. Öyle ya, yıllar yılı suskun kalan devin ilk uyanışı, ilk seslenişi bu. Önce kendi eliyle hazırladığı buz gibi rakıcığından bir yudum alsın, sonrası kolay.
Ülkücüler aylardır kiramı ödemiyor
Acaba Orhan Günşiray aynı zamanda 74 yıllık bir ibretin de adı mıdır? Ve de kimdir o büyük, o inanılmaz şöhretin katili?
- Yener'ciğim, ilk defa sana bütün samimiyetimle itiraf ediyorum ki, ben geçmişte çok yanlışlar yaptım. Kimseye suç bulmuyorum, çünkü insanın kendisine yaptığı kötülüğü kimse yapamıyor. Kafamı kullanamadım, hesapsız kitapsız yaşadım, har vurup harman savurdum. Ben sinemadan kazandığından elimde kalanlarla geçinmeye çalışan bir insanım. Bugünkü değeri 3 trilyon olan 4. Levent'teki evimi yok pahasına satmaya mecbur kaldıktan sonra iş işten geçti. Tapusunu almamın 18 sene sürdüğü Küçükbakkalköy Kastelli İş Merkezi'ndeki 8 dükkanımdan 248 metrekare olanını 5 milyara zor sattım. Düğün salonumu kiralayan çok sevdiğim Ülkücü arkadaşlar, hálá kirayı ödemiyor. Bu kardeşler benim anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdi, canıma okudu. Başkanlarının ailesini tanıdığım için onlara kiraya vermiştim. Bugüne kadar onları mahkemeye vermeye kıyamadım ama, artık canıma yetti, söz avukatımın. Bu arada bankadan faizle para alıp hanımın kredi kartı borçlarımı ödedim. Kadınlar o bankadan, bu bankadan kredi kartı alıp şakır şakır kullanıyorlar, sanki bedava. Sonunda patladım, evde sinir krizi geçirdim, tansiyonum 22/12'ye çıkmış. Büyük kızım ve damadım beni Haydarpaşa Nümune'ye kaldırmış.
YORGANIN ÖLÇÜSÜ
Buraya yokluktan değil, dostlarla birkaç satır sohbet etmek için geldim. haftanın bazı günleri kendi evime gidiyorum. Bu huzurlu ortam için Müjdat Gezen'e ne kadar teşekkür etsek azdır. Türkiye Cumhuriyeti, Müjdat Gezen'i takdir edeceği yerde, köstek oluyor. Bu güzel insana devletin en büyük takdir madalyası layık. Ben bir Orhan Günşiray'ım, niye yokum piyasada, hıyarlığımdan. Yahu git gez, patronlara merhaba de, kahvelerini iç. Hayır, illa ki onlar beni çağıracak. Utanıyorum, eskiden de böyleydim gene böyleyim. Sinemada her yaştaki sanatçıya uygun bir rol vardır ama, sen gözükmezsen seni kim çağıracak? Hayatımda kimseye kötülük yapmadım, sadece onurumu korudum. Para kazanmayı seven insanım, o dönemde en yüksek parayı ben alıyordum, film başına 60 bin lira. Hatır kıramadığım için bir hafta uyumadan setten sete koştuğumu hatırlıyorum. benden alınacak ibret şu ki, herkes ayağını yorganına göre uzatsın.
Donumu Adalet Pi'nin evinde unuttum
Sıkı durun, birazdan ilk kez açıklanacak bir tarihi sırrı daha paylaşacak ve çok şaşıracaksınız.
- Milli Emniyet'le münasebetim askerliğimi yaparken başladı. İstanbul teşkilatı, o zamanlar Vilayet'e giderken soldaki binadaydı, ben orada çalıştım. Sinemaya girdiğimde geçmişte orada görev yaptığımı bilen olmadı. 1951'de sonradan Türk Mata Hari'si denilen Adalet Pi adlı çok güzel dans eden esmer güzeli bir kadın İstanbul'a geldi. Bu korkunç kadın, Tepebaşı Cumhuriyet Gazinosu'nun barında çalışıyordu. Rus politikacılar, konsüller her gece 02'den sonra hem orada, hem de kadının evinde toplanıyorlarmış. Kadın Tarlabaşı'nda kiraladığı bir evde oturuyordu. Milli Emniyet beni bu kadını takip etmekle görevlendirdi. Ben her gece çalıştığı yere gidiyorum, sonunda dost oldum. Nihayet aldım anahtarını, bizimkilere verdim, evde araştırmalar, gerekenler yapıldı. Bir gece yine Adalet'ten evime dönmüştüm, yavaşcacık odama girip soyunuyordum. Tam pantolonumu indirmiştim ki, birdenbire ışık yandı, karım karşımda. Tam rezalet, çünkü donumu Adalet'te unuttuğum için alt tarafım çırılçıplaktı. Karım çığlık atıp lanetler okuyarak çekip gitti. Benim bu işe verildiğimi sadece kayınpederim biliyordu. Sonra kızına bunun bir iş olduğunu, karışmamasını söylemiş. Karım da ‘‘Baba ne biçim bir iş bu, eve donsuz geliyor’’ demiş. Donsuz geldiysem ne çıkar birader, mal duruyor yerinde, sen ona bak. Sonunda MİT gereken kişileri aldı, bitti iş. Sonraki yıllarda başka görevlerim de oldu, onlar benimle toprağa gidecek, sana da anlatamam.
Lisedeyken evlendim ve okuldan kovuldum
Orhan Günşiray sinemanın müteahhitlikten yatay geçişli alaylısıdır. Nice dersler almıştır, yaşamıştır Doğu'dan Batı'ya
- İlkokulu Büyükada'da, ortayı Heybeliada'da okuduktan sonra Taksim Lisesi'ne gittim. O tarihte, yani 1948'de gizlice ilk evliliğimi yapmıştım, okulun haberi yoktu. Ayrılınca kadın beni ihbar etti, kovuldum. Oradan Tophane Sanat Enstitüsü'ne geldim; liselerden kovulanların hepsi oradaydı. Hayatımın en büyük hatası, müteahhitliği bırakıp sinemaya girmektir. Yassıada'daki bütün inşaatları eniştem yaptı, ben de yardım ettim.
KERHANEYİ KAPATTIM
1952 Mayıs'ında Diyarbakır'a geçtim, Çermik içme suyu ve hastane inşaatlarında bulundum. Kürtler o kadar güvenilir insanlardı ki, en itinalı görevleri onlara verirdim. Banka işleri, satın almalar onlardaydı, hepsi yüzünüze bakmayacak kadar saygılıydı. İstihkak alabilmek için inşaat kontrol amirlerine kerhane bile kapattım. Oradaki hayatevleri çok güzeldi, kadınlar şen şakrak, hiç kimseyi sıkmazdı. Yaz aylarında serinlik versin diye koca havuzu buzla doldururlardı, korkunç servisleri vardı. Bu arada babam Mahir çok genç yaşta prostat kanserinden öldü ve bunalıma girdim. O sıralarda arkadaşım Hasan Kazankaya kanıma girdi ve 1956'da ‘‘Lejyonun Dönüşü’’yle Yeşilçam'a ilk adımımı attım.
YARIN: NEDEN 8 KEZ EVLENDİM
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2002
Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nin genç ve dinamik genel müdürü Erkan Arıkan, limanlarımızın çağın çok gerisinde olduğunu belirtti. Arıkan, arkadaşımız Yener Süsoy'a Karaköy’ün en geç 3 yıl içinde 21'inci yüzyılın ihtiyaçlarına uygun, çağdaş bir liman haline geleceğini söyledi. Arıkan, Galataport Projesi'nin yeni bir çekim merkezi oluşturacağını da belirtti.
Çarkçı Erkan’ın deniz macerası
Asker olan babam tarafından kökenimiz Konya. Ben Erzurum'da dünyaya geldim. İlkokulu Ankara'da okuduktan sonra Çorlu Lisesi'ni, ardından Yıldız Teknik Üniversitesi Gemi Makina Mühendisliği'ni bitirdim. 1981'de askerliğimi bitirdikten sonra bekar olmanın verdiği bağımsızlıkla hemen Gemi Adamı cüzdanı aldım. Çarkçı olarak görev yaptığım uluslararası kargo gemileriyle Sri Lanka'dan Japonya'ya, Brezilya'dan Singapur'a kadar 45 ayrı ülke gördüm. Annemin rahatsızlığı çok ağırlaşınca ortalama 6-10 ay arası süren bu seferlere gidemez oldum. O sırada TDİ'ye girdim, şu anda başında olduğum kurumun Truva dışındaki bütün gemilerinde çalıştım. Bu nedenle işletmemizde çalışan her görevdeki arkadaşlarımının sorunlarını çok iyi bilirim. 1992'de karaya geçtim, Kıyı Emniyet ve Kurtarma İşletme Müdürlüğü'nden sonra atandığım TDİ Genel Müdür Yardımcılığı görevinden 2000'nin başında buraya geldim.
Liman standartlarımız çağın çok gerisinde
Akdeniz çanağının bir ayağıyız ama, Akdeniz Kruvaziyer Limanları Birliği'nin henüz üyesi değiliz. Bu çok eski birliğin yapısına baktığımız zaman İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi, hatta İtalya'nın iskele sayılacak limanlar dahil bütün Akdeniz ülkeleri üye. Türkiye birliğe üye olabilmek için şimdilik yeterli şartlarda değil. İlk giriş ücreti 6 bin dolar kadar, ayrıca liman bazında da bazı ödentileri var. Bazı standartlar var, onları da yakalamak zorundayız. Hizmet standartlarının yükseltilmesini istiyorlar, hizmet tarifelerini rekabet olarak değil birbirini destekleyici olarak belirliyorlar. Biz de girmek için müracaat etmeye hazırlanıyoruz, araştırmasını daha yeni yapabildik.
Kaptanın maaşı benden çok
TDİ hep zarar eden bir kuruluş olarak görülürdü ama, biz geçen seneyi 15 trilyon karla kapattık. Şu anda devletin sırtında yük olmadağımızı gururla söylüyorum. Bunu gerçekleştirmek için yaptığımız önemli tasarruflardan biri, Denizyolları filosunda ekonomik ömrünü kaybeden gemileri çıkarmamız oldu. Kurumumuzda şu anda toplam 4700'ün üzerinde personel çalışıyor. Şehir Hatları kaptanlarının maaş dışında mesaileri ve 4'ü sendikadan olmak üzere 8 ikramiyeleri vardır; maaşları benden yüksek. Bir kaptanın bana maliyeti 1 milyar 900 milyon, eline ortalama 1 milyar 400 milyon geçer. Alın teri, göznuru ile kazanıyorlar, Allah hepsine daha çok versin.
Galataport’ta neler olacak
Uluslararası düzeyde çağdaş bir kruvaziye limanı ve ticaret merkezi olacak. Kruvaziye gemilerle İstanbul'a gelen yolcular yük taşımacılığından doğan kaotik ortamdan kurtulacak.
Sedat Hakkı Eldem'in imzasını taşıyan Tarihi Tophane Meydanı canlanacak, deniz ve çevre ile bütünleşecek. Bölgeye gün boyu canlılık gelecek, mimari ve tarihi doku ön plana çıkacak. Bugüne kadar duvarların arkasında kalan kimsenin bilmediği tarihi saat kulesi de ortaya çıkacak, İstanbullu özgürce denizle buluşacak.
1995'de Turizm Alanı ilan edilen bölge, Beyoğlu Kent Turizmi Projesi kapsamında pilot bölge olarak ele alınmış olacak.
Geçen yıl 2. Derece Tarihi Eser olarak tescil edilen üç bina restore edilerek otel gibi yeni fonksiyonlarla İstanbul'a kazandırılacak.
Projenin gerçekleşmesi en çok 3 yıl sürecek, bu süre içinde mevcut limancılık fonksiyonları aynen devam ettirilecek.
Bugünkü antrepo binalarının üçü, üzerleri şeffaf bir çelik örtü geçirilerek giydirilecek. Arka tarafları denizle birleştirilerek bir kanal haline getirilecek, böylece bir ada görüntüsü ortaya çıkacak. Bu alanın çevresinde lokantalar, fast food merkezleri, barlar, publar olacak.
Bugün kirlilikten görünmeyen köşede cep marinası olacak, ayrıca deniz taksi durağı olacak.
Kanaletin bir köşesinde Barcelona ve Osaka'daki dev akvaryumların bir benzeri olacak.
Yolcular gemilerden körükler içinden geçip yürüyen bantlarla pasaporttan geçtikten sonra alt kattaki dev otoparkta kendilerini bekleyen otobüslere binecek.
İstanbul’un deniz ulaşımında Koordinasyon eksikliği var
İstanbul'da deniz aracı az değil, sorun bunlar arasında koordinasyon olmaması. İstanbul'da deniz ulaşımında üç birim var, hepsinin de başı farklı. Ben kamuyu temsil ediyorum, İDO belediyeye bağlı, öteki de özel sektör. Yoğun olan yerlerde birbirimize paralel hatlar oluşturarak aslında birbirimizi öldürüyoruz. Bir de bilet mutlaka entegrasyonu olmalı.
Fenerbahçe gemisini sponsorlarla baştanbaşa onarılıp restoranlardan seminer salonlarına kadar, düğünden konferansa her türlü fonksiyonda kullanılabilecek hale getiriyoruz.
Yazının Devamını Oku 1 Nisan 2002
Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nin 42 yaşındaki fişek gibi Genel Müdürü Erkan Arıkan'ın kolumuzdan tutmasıyla kendimizi ATA-1 botunun içinde bulmamız bir oldu. Salıpazarı rıhtımından Boğaz'a açılıp hem yeni yaptırdığı nostaljik iskeleleri görecektik, hem de Galataport projesini anlatacaktı. Karaköy-Salıpazarı arasının denizden nasıl göründüğünü Şehir Hatları'nın emektar vapurlarına binmeyenler pek bilmez. Aman Allahım o ne iğrençliktir, o ne sefilliktir öyle? Harabeye dönmüş antrepolar, virane barakalar, çirkef dolu çukurlar. Yolcu salonunda yağlı bıyıklarını tarayan hamallar, beyaz kulübelerinde sereserpe uzanmış polis memurları, çatık kaşlı free-shop tezgahtarları ve...
Turist, mektup yazarak limanımızı eleştiriyor
Bunları gören bir Türk vatandaşı; ‘‘Sayın Genel Müdür siz bir yabancı turist olsanız bir daha katlanır mısınız bu rezalet görüntülere?’’ diye sorar elbette.
- Valla ben yabancı turist olsam gelmem Yener bey, İstanbul Limanı bu haliyle bir ayıptır. Burayı görenler bize yazdıkları mektuplarda kendilerini ambardan bozma binalarda karşıladığımız için bizi eleştiriyorlar. Kruvaziyer turizm, deniz yoluyla yapılan dünyanın en lüks, en pahalı seyahat şekli. Standart üstü yolcuların ortalama yaşları, 40-60 arasındadır; çoğu üniversite mezunu, entelektüel, şehirli, zevkleri için para harcamaya hazır. Genellikle yeni tarihler, yeni kültürler öğrenmeye meraklı elit bir grup. Deniz derinliği nedeniyle Salıpazarı rıhtımına yanaşan gemileri yaklaşık yarım yüzyıl önce yapılan transit ambarların birinde karşılıyoruz. Onları tur otobüslerine kadar götüreceğimiz bir taşıyıcı sistem yok. Yaşlı insanlar gemi merdivenlerinden indikten sonra ellerinde bavullarla iki büklüm otobüslere kadar çamur içinde yürüyor.
SAVAŞTAN KALMA LİMAN
Bu yolculara I. Dünya Savaşı'ndan önce yapılmış limandaki ilkel koşullarda hizmet veriyoruz. İndikten sonra turistlerin dünyayla irtibat kurabilecekleri bir telefon bile yok. Liman içinde ciddi bir sağlık sorunu yaşayacak turiste ilk müdahaleyi yapacak ekip ve ekipman da yok. Bindikleri beş yıldızlı oteller ayarındaki gemiler tek kişilik kamara fiyatı 7-30 bin dolar arasında, 28 günlük Akdeniz çanağı turu için. Türkiye'nin en önemli kruvaziyer limanları olan İstanbul ve Kuşadası bizim yönetim ve denetimimizde. Geçen sene İstanbul'a 418 gemi gelmiş, 150 bin yolcuyu ağırlamışız. Kuşadası'na ise 740 kadar gemi gelmiş. Dikili'yi de katarsak toplam 900 bin yolcu gelmiş, yani ülkemize gelen toplam turistin yüzde 10'u.
Kruvaziyer turizmin iş hacmi, 20 milyar dolar
Bizim de aslanlar gibi TDİ Karadeniz'imiz var, gocunacak bir şey yok ki bunda.
- Bunları ben bizim Karadeniz gemisi için söylemiyorum elbette. Şu anda ne acıdır ki, üç tarafı denizle çevrili ülkemizde tek kruvaziyer gemi TDİ'de. Onun da yatak kapasitesi sadece 180; 76 kamarası var. Bizim limanda daha çok İngiliz, İtalyan, Yunan bayraklı megagemiler var. Yabancı limanlarda bayrak dalgalandıran bu gemiler aynı zamanda kendi ülkelerinin imajlarını, prestijlerini veriyor. Akdeniz çanağındaki kruvaziye iş hacmi şu anda 20 milyar dolara yakın.
AKDENİZ’İN PAYI YÜZDE 13
Kruvaziyer turizmin ilk sırasında yüzde 38'le Karayipler geliyor, ikinci sırada ise bizim de bir ayağı olduğumuz Akdeniz çanağı var. Bundan sonra sırasıyla Alaska, Avrupa ve Bahama Adaları yer alıyor. Bizim ülke olarak bütün hedefimiz aslında yüzde 13'lük Akdeniz çanağındaki payımızı yükseltmek. Şu andaki fiziki ve filo imkanlarımız buna müsait değil. Bizde alt yapı hazır, ikliminden tarihine, kültür mozaiğinden sınırsız mutfak seçeneklerine kadar. Ambardan bozma, antrepodan dağıtma yerlerle hizmet olmaz.
İşte onun için Galataport projemizi oluşturduk. Bunun gerçekleştirdiğimizde hizmet ve görüntüsü olarak 21. yüzyıla yakışır bir Türkiye imajını vereceğiz. İstanbul gibi bir dünya kentine Barcelona, Osaka'daki benzerleri gibi bir liman yaratma heyecanı ve telaşı içindeyiz. Bu kruvaziyer liman ve sahil şeridi düzenlemesi olarak dünyadaki ilk örnek olacak.
Şehir Hatlarında bıyıklı büfeci kalmayacak
İstanbullunun şehrin simgesi sarı bacalı Şehir Hatları gemileriyle seyahat etmemesi bana garip geliyor. Denizi sevmiyor muyuz, denizden korkuyor muyuz? İstanbul'un toplu ulaşımından şu anda ancak yüzde 3.8 pay alıyoruz. Galiba bazılarının belleğine gizli bir şekilde sınıf kavramı yerleşmiş. ‘‘Ben otobüse, vapura binmem, binersem deniz otobüsüne binerim’’ diyor. Öğrencilik yıllarımda ekonomik şartlarım da sınırlı olduğu için hep vapuru kullandım, ayrıca içimde büyük deniz aşkı vardı. Gemiler o zaman da bakımsızdı ama, bugün olduğu gibi personeli çok saygılıydı. Kırmızı beyaz çizgili tabaklarda ince belli bardaklarla gelen çayın tadı hálá damağımda. Valla arkadaşlar alınmasın ama, çayın o eski tadı bozuldu. Ailemizden saydığım büfecilere bağırmamalarını, bıyıklarını kesmelerini, bayan hizmet elemanı almalarını, ellerine servis eldiveni takmalarını söyledim. Kravat yerine papyon takın, ‘‘Alırım da Giderim, Anan Güzel mi’’ gibi yazıları kaldırın, onaylı fiyat tarifesini asın dedim. Hepsine bu yılın sonuna kadar zaman verdim, hepsini ayrı ayrı takip edeceğim.
Kadıköy Karaköy aslında 11 dakika
Şehir Hatları'nın 50 yolcu gemisinin manevra kabiliyetleri kısıtlı. Mesela Kadıköy-Karaköy arasındaki 25 dakikalık yolculuğun 14 dakikası iki yakadaki manevralarla geçiyor.
Galata Köprüsü düzenli bir fonksiyon kazanırsa bize devredilen Haliç Tershanesi şu andaki teşkilat ve ekipmanıyla TDİ'ye yeni gemiler inşa edebilir durumda.
25 araba vapurunun 7'si Sirkeci-Harem, 11'i Eskihisar-Topçular, ötekilerse Çanakkale'nin üç ayrı noktasında çalışıyor. Topçular'da çalışan büyük gemilerimiz 112 araba alır.
Sirkeci'deki iki ayrı noktaya ışıklı uyarıcı yerleştirerek sırada bekleyenlere o anda araba vapurunun ağzından kaçıncı arabanın girdiğini rakamsal olarak bildireceğiz. Böylelikle vatandaş kendisine ne zaman sıra geleceği öğrenmiş olacak.
NATO yolunda yeterli sayıda otobüs, minübüs çalışsa Çengelköy'e özel vapur seferleri yaparak Ümraniye'den kaynaklanan Üsküdar'ın anormal trafik yoğunluğunu giderebilirim.
TDİ olarak bu yıldan itibaren internet üzerinden bilet satışına başlıyoruz, ayrıca acentalık ağını yurdumuzun dört bir köşesine yayıyoruz.
YARIN: GALATAPORT GELİYOR
Yazının Devamını Oku 26 Mart 2002
Dünyanın sayılı karaciğer cerrahlarından Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, Türkiye'de organ bağışının çok acınacak durumda olduğunu söyledi. Müslümanlıkta organ bağışının yasaklanmadığını belirten Prof. Kalayoğlu, arkadaşımız Yener Süsoy'a muhafazakár zihniyetlerin egemen olduğu İran ve Suudi Arabistan'da bile bizden daha fazla organ bağışı olduğunu belirtti.
Arabistan ve İran’da bile bağış bizden fazla
Nüfusumuzun yüzde 10'unda Hepatit B olduğu söyleniyor, böbrek hastası da çok fazla. Türkiye'de senede 600 karaciğer, 2 bin böbrek yapılması lazım, insanlarımız göz göre göre ölüyor Yener bey. Ben ilahiyatçı değilim ama, Müslümanlıkta organ bağışının günah olmadığını, peygamberimizin böyle bir söz söylemediğini biliyorum, Allahın emri de böyle değil. Bağışlanan organ boşa gitmiyor, hayat veriyor. Karım, ben, çocuklarım noterden imzalı senet yaparak organlarımızı bağışladık, neyimiz varsa alsınlar. Cennete gideceksem ciğersiz de alacaklar, cehenneme gidecekseniz zaten gerek yok. Suudi Arabistan'da, İran'da organ bağışı bizden daha fazla. Yüzde 100 ölecek bir insan bağışlanan organla yüzde 100 yaşıyor. Bugün bana, yarın sana, bu hiç unutulmamalı.
Hocalar gençlerin önünü kesiyorLAR
Amerika'da şu anda aktif olarak transplantasyon yapan en yaşlı cerrah benim, 61 yaşındayım. Transplant gerçekten zor, stresli olduğu için kesinlikle genç işidir. Buradan Türkiye'ye yetişmiş çok arkadaşlar gönderiyoruz ama, kendi anavatanlarında hemen hiçbiri bu ameliyatları yapamıyor. Siz bir kürsünün başındasınız, bu yere gelebilmek için 30 sene kalmışsınız. Genç bir doktor bu işi öğrenip geliyor; ‘‘Hocam transplantasyon yapayım’’ diyor. Dur kardeşim, sen halt etme yani, burada 30 senelik adam varken sen bu işi nasıl yaparsın? O zaman genç hekim ‘‘Hocam siz yapın, bizi de yanınıza alın’’ diyor. Yapamaz, çünkü bu konuda eğitimi yok. Biraz daha dur, dur diye diye seneler geçiyor. Bu iş, sen ben işi değil, memleketin işi. Hocalar lütfen gençlerin önünü kesmesin, onlara yardım etsin.
GS maçına göre ameliyat ayarı
Galatasaray'ın aile boyu hastasıyız. Ameliyatlarımı mümkün olduğunca Galatasaray maçlarının naklen yayınına göre ayarlamaya çalışırım. Hiç olmazsa iki ameliyat arasında yanımda staj yapan Türk cerrahlarıyla bir koşu bizim eve gidip maça göz atıyoruz. Maçları seyrederken coşup Cimbombom diye bağırırım.
Ben Merve gibi değilim, Bakanlar Kurulu'na 1990'da müracaat edip çifte vatandaşlık iznimi aldım.
Burdur'da 11 yaşındayken apseli dişimi bir berber çekmişti, o günden beri diş hekimlerinden korkarım. Koltuğa ne zaman otursam kalbim pır pır atar.
Karaciğer bozulmadan hastalığı anlaşılmaz
Sararmadığınız, kanamadığınız sürece, vücudunuzda şişlikler olmadığı, komaya girmediğiniz sürece benim sizin karaciğer hastalığınızı anlamama imkan yok. Karaciğer o derece gelişmiş bir organ ki, yüzde 80'i bozulmadan hastalık arazları çıkmaz ortaya. Yüzde 80'i bozulsa bile geride kalan kısmı hayatınızı normal şekilde idame ettirebilir. Onun için karaciğer hastalığının belirtileri bakarak ortaya çıkarmak imkansızdır. Karaciğer fonksiyonları yaptırdığınız zaman bunları anlayabiliriz ama, yine de kan tahlilleri hiçbir şey göstermeyebilir.
En uzun ameliyatım aralıksız 39 saat sürdü
En uzun ameliyatım aralıksız 39 saat sürdü, tam 700 şişe kan kullandım. Wisconsin'de kalmadı, özel uçakla Chicago'dan kan getirdik. Hasta su kayağı yaparken böğrüne motor çarpmış, karaciğeri parçalanmış, karnını göğsünü açmışlar. Ameliyata aldıktan 7 saat sonra bile karnını açıp karaciğerini göremedim, her şey birbirine yapışmış. 24 saat sonra o karaciğeri çıkartıp yenisini taktık. Yüzde sıfır yaşama şansı olan birisini ameliyat ediyorsunuz, 9 gün sonra evine gidiyor. Peter şimdi yine kayak yapıyor, tamamen normal bir insan.
HASTANIN POPOSUNU BİLE TEMİZLERİM
Hastam için yapmayacağım hiçbir şey yoktur. Poposunu temizlemek gerekirse kesinlikle temizlerim, bebek hastaların bezlerini kendim değiştiririm.
Dünyada en büyük zevkim ameliyat yapmak. Bazen gece uyanıp ‘‘Bir an önce sabah olsa da hastaneye gitsem’’ diye düşünürüm.
Dünyada 1000'in üstünde karaciğer transplantasyonu yapan 10 kişiden biri benim. Her ameliyat bir gece olsa 1000 gece eder, yani 3 yıl. Demek ki hayatımın 3 yılı ameliyathanede geçmiş, kan ve ter içinde. Her ameliyat 10 saatten toplam 10 bin saat eder, dile kolay.
Karaciğerin baş düşmanı alkol
Karaciğere en zararlı maddelerden başında alkol geliyor. Kırmızı şarabın koroner damar hastalıklarını koruyucu etkisi olduğu söyleniyor ama, Fransa'da siroz çok fazla görülüyor. Hepatit zemini üzerinde içki içilirse siroz gelişme ihtimali çok daha fazla.
Cerrahi sadece ameliyat etmek değil, sonraki tedavi de önemli. Başında olmazsanız hastayı tedavi edemezsiniz. Onun için Amerika'ya yerleştiğimden buyana Türkiye'de hiçbir ameliyat yapmadım.
Hastanın karaciğerinde tümör varsa yüzde 75'ni alabilirim, kalan tarafı normalse bir şey olamamış gibi hayatına devam eder.
Sarılık olanlara eskiden yağlı, kızartma yemekler yasaklanırdı. Biz ise hastayı normal düzende besliyoruz, çünkü karaciğerin de kaloriye ihtiyacı var.
Karaciğer diyaliz makinesi yapılmaya çalışılıyor ama, henüz sonuç alınmış değil. Şu anda karaciğerin yerini tutacak hiçbir şey yok.
Eskiden başta ciğer olmak üzere bütün sakatatları yerdim, şimdi yemiyorum. Yazın Çeşme Dalyan'da soğanlı ciğer tava getirdiler, rakıyla iyi gitti doğrusu.
İpek Türk halılarından çok hoşlanıyorum. Kendim devamlı düğüm attığım için dökülen göznurunu çok iyi anlıyorum.
Reankarnasyona inanmıyorum, ölünce bir yere gidiyoruz da tekrar geldiğimize inanmıyorum.
Yazının Devamını Oku 25 Mart 2002
<B>T</B>uzsuz Deli Bekir istediği kadar Karagöz'le Hacivat'a bağırıp dursun ‘‘Ben adamın ciğerini sökerim’’ diye. Çünkü Yargıtay emekli üyesi Sırrı Bey ile emekli ilkokul öğretmeni Bedriye Hanım’ın oğulları Münci'den henüz haberi yok onun. Sırrı Bey’in 1957'de rahmetli Osman Bölükbaşı'yı salıveren Keskin Ağır Ceza Mahkemesi Reisi, 27 Mayıs'ta kurulan Yüksek Soruşturma Komisyonu üyesi olduğunu nereden bilsin? Bedriye hocanın Isparta'da öğretmenken Süleyman Demirel'in kulağını çok çektiğini duyması mümkün değil.
1982'de elinde bir ciğerle Life'a kapak olan genç doktorun 1963 Ankara Tıp Fakültesi mezunu çocuk uzmanı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu olduğunu bilmesi ne mümkün?..
Bilinir mi ki Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, 1983'ten bu yana Wisconsin Üniversitesi Karaciğer Transplantasyon Bölümü başkanıdır. Bilinir mi ki, tıp dünyasının parmakla gösterdiği bu Türk cerrahı çocuk ihtisasından bugüne 35 bini aşkın ameliyata imza atmıştır. Bilinir mi ki, gençlik yıllarında Bülent Ecevit'in yanında CHP'ye emek vermiştir. Bilinir mi ki, Prof. Dr. Gazi Yaşargil'den sonra Eczacıbaşı'nın Onur Ödülü'ne layık görülen bu cerrah, ünlü diplomatlarımızdan Veysel Versan'ın kızı Belkıs'la 30 yıldır evlidir.
Allah hakime, hekime muhtaç etmesin ama, eksik de etmesin dilekleriyle Swissotel'in 17. katından söze başlayalım. Varsın yağsın yağmur, varsın essin fırtına. Münci hoca hem atıştırsın çamfıstıklarını, fındıklarını, bir yandan da anlatsın şu ‘‘karaciğer ’’ adlı sırdaşını. Hiç ses çıkarmadan hepimiz bu güleryüzlü bilim adamımızı dinleyelim, Münci hocayı böyle yakalamak kolay değil.
Başarı oranımız yüzde 96'ya çıktı
Transplantasyonun şu anda teknik problemleri kalmadı, tek sıkıntı yeterince organ olmaması. Başarı oranı o derecede yüksek ki, siroz hastaları bile artık ilaçla tedavi olmuyor. 1984'te bu işe başladığımda senelik başarı oranımız yüzde 80'di, bugün ise yüzde 96'lardayız. Bir aylık çocuktan 76 yaşındaki komada gelen hastamıza kadar rakam böyle. En genç hastam 9 günlük bebekti, Toronto'dan üç günlük bir bebekten aldığımız karaciğerini taktık. Artık canlıdan karaciğer transplantasyonu yapıyoruz. Bunun için donöre biyopsi yapıp siroz, yağlanma veya başka hastalık olup olmadığına bakıyoruz. Karaciğer normalse, teknik olarak ayrılabilecek durumdaysa ve kan grubu hastaya uyuyorsa yüzde 60'ını çıkartabilirim. Geri kalan yüzde 40 birkaç gün içinde genişler, büyüyüp eski haline gelir. Takılan yüzde 60'lık karaciğer de ihtiyaç olduğu kadar büyür ve durur.
Türk hasta alamam
- Amerika'da artık bir yabancıya transplant yapmanın imkanı yok; böbrek, karaciğer için boş yere oralara gelmeyin. Şu anda Amerika'da 18 bin 500 hasta karaciğer değiştirmek için bekliyor; senede yapılabilen ameliyat sayısı ise 6 bin. Geçen sene 1800 hasta karaciğer beklerken öldü. Büyük merkezlerde ortalama bekleme süresi 2 yıl. Eyaletler arasında büyük kavgalar var, bu bir ölüm kalım savaşı. Bu nedenlerle Türk hasta almam mümkün değil. Ayrıca Amerikan kanunlarına göre yüzde 5'in üzerinde yabancı hasta ameliyat edemezsiniz. Mümkün olsa bile çok büyük zorluklar var. Gelecek, ev tutacak, araba kiralayacak. Karaciğeri hasta, kanaması, sarılığı, kaşıntısı var, karnı şiş. Her gün telefon geldi gelecek diye panik içinde, hiç gelmemesi de var. Ameliyat olamadan tabut içinde yurda dönmek de var.
ABD'de 250 bin dolar Türkiye'de ise 40 bin
- On yıl öncesine kadar rahmetli Sadri Alışık dahil 40 Türk hasta ameliyat ettim ama, o zaman karaciğer bulmak çok kolaydı. Amerikalı bir hasta listeye girmek için önce üniversite hastanemize 250 bin dolar teminat yatırıyor. Bu ameliyatlar 200-250 bin dolar arasında, bütün masrafları sigorta şirketleri ödüyor. Türkiye'de bu operasyon en fazla 40 bin dolara çıkıyor, farka bakın. Devlet 4 karaciğer hastasını yurtdışında tedavi ettirse Türkiye'nin kaybı 1 milyon dolar. Bu parayı bana verin, size 40 tane transplant uzmanı cerrah yetiştireyim. Ayda 2 bin dolar verecek üniversite bulayım onlara, yetişip ülkeye dönsünler. İtalyanlar, İspanyollar hep böyle yaptı. Şu anda yanımda Urfa'dan bir cerrahla, GATA'dan bir yarbay benimle çalışıyor. Mesela Gülhane'de böbrek yapılıyor da karaciğer hálá başlayamadı, yapılmaması için hiçbir sebep yok. Türklerin cerrahisi çok iyi Yener Bey, Allah vergisi bazı yeteneklerimiz var. Gelişmiş ülkelerden farkı oralarda sayının yüksek olması, kalite olarak inan olun hiçbir fark yok, Türkiye'de çok iyi yapılıyor. Bana danışan Türk hastaları İzmir'e, Ankara'ya, İstanbul'a, Antalya'ya, Adana'ya yolluyorum.
Yarın: Ameliyatlarımı GS maçına göre ayarlarım
Yazının Devamını Oku 19 Mart 2002
Türkiye hipodromlarının ‘‘İmparator’’ lakaplı jokeyi Süleyman Akdı, at yarışlarının özelleştirilmesi gerektiği görüşünde. Atları koşarken izlemenin doyulmaz bir keyif olduğunu belirten ünlü jokey, 3 yıl sonra antrenör olmak istediğini ve antrenörlükte çağdaş çizgiyi yakalamamız gerektiğini söyledi.
Özelleşirse ikramiye bugünün 4 misli olur
- At yarışları kesinlikle özelleştirilmeli, böylece daha profesyonel olmalı. Bugünkü haliyle Türk atçılığı dünya ölçeğinde çok amatör kalıyor. Gelecek sene ne ikramiye alacağımızı, hangi mesafede koşacağımızı bilmiyoruz. Dünyada bu planlamalar 10 yıllık olarak hazırlanıyor, bizde ise her sene herşey değişiyor. Türkiye'de at yarışlarına 2 milyar dolar verip talip olacak çok kişiyi biliyorum. Özelleşirse ikramiyeler bugünkünün dört misli olur, devletin kasasına daha çok para girer. Atçılığımız devletin her yıl yenisini getirdiği kesintilerle kötüye gidiyor. At sahipleri teşvik edilmiyor ki, niye milyonlarca dolar yatırım yapsınlar? Türkiye Jokey Kulübü'ne getirilen teklifler, hegemonya bitecek diye kimselere, devlete bile duyurulmuyor. Jokey Kulübü'nün yaptığı büyük hizmetleri kimse inkár edemez, mesela Karacabey'de yeni yapılan hara dünya çapında, Osmanlı'nın harbe giderken at yetiştirdiği yermiş orası. Ayrıca Avrupa'nın en pahalı aygırları getirildi, tanesi 5 milyon dolar, hepsi tamam. Ayda 300 trilyonun üstünde oyun oynanıyor, yılda 5 katrilyon eder. Verilen ikramiye, at sahiplerinin payı ise çok düşük. Başta Mehmet Emin Karamehmet olmak üzere birçok at tutkunu işadamının özelleştirmeye talip olduğu yakından biliyorum. Devlet onların verdiği teklifleri, düşüncelerini duysa balıklama atlar.
At dövülerek bir yere gitmez
At kulaklarını oynattı mı, dikkat edeceksin. Kulaklarını diktiyse dönüp kaçacak, o sırada seni de üstünden düşerecek demektir. Ringte şahlanıp geri kaçıyorsa yürürken bineceksin.
Kamçının boyu standart 70 santimdir. Kamçı hayvanın canını acıtmak için kullanılmaz. Zaten at dövülerek bir yere gitmez, kamçıyla sadece onun beklediği işareti vereceksin.
Ata şeker yedirilmez, kan şekeri yükselir, normal gıdasını alamaz. Ödüllendirmek için ben havuç ve üzüm veririm.
Kendime veliaht olarak Halis Karataş'ı görüyorum. Geçenlerde önemli bir guatr ameliyatı geçirdi, iyileşmeden ata binmiş, galiba şimdi biraz sağlığı bozuk. Allah şifa versin, jokeyliği bırakmak zorunda kalırsa çok yazık olur.
Kadir Altıngöz'le bir yarış koşarken elimden kamçıyı düşürdüm. 1200'e geldiğimizde Kadir'e ‘‘Kamçını versene’’ dedim, ‘‘Boş versene’’ dedi. ‘‘Senin atından bir şey olmaz’’ deyip elinden kamçıyı kaptım. Yarışı ben kazandım, Kadir 2. oldu. Kamçıyı vermese belki o birinci olacaktı, kim bilir?
Bu sezon Nasipbey adlı bir ata bindim, 14 lira ganyan verdi, hayatımda böyle bir olay ilk kez başıma geldi.
Jokeyler eskiden götürü vergiye tabiydi, son iki senedir bizi bir yere koyamadı devlet. Tarım işçisi olarak lisansımız var ama, başkasına çalışıyoruz. Vergimi ödemeye gidiyorum, 2003'te mükellef olacağımızı söylüyorlar. Biz de devletimize vergimizi vermek istiyoruz.
Hasta Beşiktaşlıyım
Hasta Beşiktaşlıyım, Hasan Arat başkan olmasın diye dua ediyorum. Sergen'i oyuncu olarak çok beğenirim ama, kumarbazlığını sevmiyorum. Atı var ama, aslında at yarışı kumarbazı, ayrıca hem kağıt, hem de Kıbrıs'ta gazinolarda oynuyor. Hız yapmasını severim, ama Berna yapınca kızarım. Mercedes 200E Avangard'ım var.
İbrahim Tatlıses'i çok takdir ediyorum. Kereste yontulup nasıl güzel mobilya oluyorsa, o da kendini öyle güzel bir mobilya yapmış. Kadınları dövüyor, şöyle yapıyor, böyle yaşıyor diyorlar; yine de herkes, başta sosyete onu ayakta alkışlıyor. Bu nasıl bir şey anlayamadım, helal olsun adama.
Antrenörlükte devrim yapacağım
- Üç yıl içinde jokeyliği bırakıp çağdaş anlamda antrenörlüğü getirmek istiyorum. Bugün Türkiye'de birileri zevkleri için hiç bilmedikleri halde at alıyor. Altı ayda her şeyi öğrenip jokeye idmanda nasıl galop vereceğini bile söylemeye başlıyor. 40 senelik birikimden sonra böyle biri bana böyle konuşursa deliririm. Türkiye'deki antrenörlük sistemi oturmamış, dünyadakiler atlardan yanında çalışanların sigortasına kadar her şeyle ilgileniyor. Bizde antrenörü beğenmezsen tut kolundan at, tazminat filan yok, adamlar hep mağdur. Ben böyle antrenör olmam, atçılığımızın yok ettiği bu kuruma da bir kişilik kazandırmaya kararlıyım.
MHP’yi mafya gibi kullandılar
Ülkü Ocakları'na hep karşı oldum, rahmetli Başbuğ yaşıyor olsaydı MHP bugünkü çizgisine gelemezdi. Onun geçmişte bu ideal için yaptıklarını inkar edemeyiz ama, son zamanlarda çevresindeki bazı kişiler partiyi mafya gibi kullanmaya başlamıştı. MHP, Türkeş'in vefatından sonra bir kimlik, bir kişilik kazandı. Devlet Bahçeli'yi çok beğeniyorum. Tuğrul Türkeş kim, tek özelliği Başbuğ'un oğlu olması.
Bindiğim atın kalıtımsal özelliklerini iyi bilirim
Seçtiğim atla mutlaka kazanırım, bıraktığım atın beni geçme ihtimali hiç yoktur. Benim için atın idmanında uçması önemli değildir. Ben onun bütün sülalesine binmişim, onlardan kalıtımsal olarak geçen birçok özelliği ezbere bilirim. Atın nefesini kontrol ederim, rengine bakarım. Çünkü ben atı renginden anlarım. Rengi pırıl pırıl, çok canlı olacak.
Atla yarıştan önce, yarış sırasında konuşurum. At senin ne hissettiğini çok iyi hisseder. Yarışın içinde birbirimize ne zaman haydi diyeceğimizi çok iyi biliriz. Deklare yapıldıktan sonra yarışı kafamda koşmaya başlarım. Startta kalırım, önde, ortada giderim, yarışın her şeklini planlarım. Yarış saati gelip start verildiğinde kimin ne yaptığını, kimi nasıl kandıracağımı görürüm, tak diye bütün planlarım cuk oturur. Sadece aptalca kaybettiğim yarışlara üzülürüm. Asabi bir yapım var ama, çok terbiyeliyimdir. Ne zaman ki birisi bana, aileme küfreder o zaman deli olurum, at üstünde olsam bile işaretimi verip ‘‘Dövün’’ derim, döverler.
Arabistan'da at binmem, çünkü hürriyetini seven bir insanım. Arabistan'a girdiğiniz anda pasaportunuz elinizden alınıp dolaşma belgesi veriliyor. Çocuğun hastalansa, baban ölse sana kefil olan emirin izni olmadan adım atamıyorsun. On sene önce 10 bin dolar aylık verdiler gitmedim, gitmem de.
Yazının Devamını Oku