Ali Baransel ki Nábi'nin dediği gibi bu dünyanın ilkbaharını, sonbaharını, neşesini, iyiliğini, kötülüğünü, gamını, kederini gördü, yaşadı.
O Ali Baransel ki TRT muhabirliğinden Cumhurbaşkanlığı Köşkü Sözcülüğü ve Başdanışmanlığı'na, Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK) ve Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanlıklarına, Koç Holding Ankara Temsilciliği'nden TGRT Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Genel Müdürlüğü'ne kadar nice umurlar gördü. Bu arada milletvekilliği adaylığı macerası da cabası. O Ali Baransel ki ‘‘Cumhurbaşkanının en yakınındayım diye pahalı hediyeler getirirler, minnet borcuna düşerim’’ endişesiyle Ali ve Murat'ının sünnetlerini sıradan bir mahalle kliniğinde gizlice yaptırdı. O Ali Baransel ki oturduğu koltuklara hiç yapışmadı, kendisine verilen görevlerden hep zirvede ayrıldı, tadını kaçırdığı hiç olmadı. İşte o Ali Baransel, sağlık nedenleriyle İstanbul'daki dört yıllık misafirliğini sona erdirip Ankara'ya kesin dönüş yaptı. Başkentin 15 kilometre uzağındaki Ümitköy'deki zevkle döşenmiş dubleks apartman dairesinde eşi Elvan, çocukları Ali ve Murat'la sakin bir yaşam sürüyor. Ve elbette boş durmuyor, devletin en üst görevlerinde gördüklerini, yaşadıklarını kaleme alıyor. Ankara'nın kıraç topraklarının alabildiğine gözler önüne serildiği Baransel'lerin pırıl pırıl, mütevazi sıcak yuvasından sizler için kahkaha ve ibret dolu anı demeti derledik. Hem Türkiye'nin yakın tarihini yazanlara da minnacık bir katkı olur belki.
Fahri Korutürk, Evren'e kırgındı
Fahri Korutürk'ü 31 Ekim 1980 cumartesi sabahı Kızılay'daki orduevinde kaldığı odasında ziyaret ettim. Yüzünün rengi solmuş, hatları değişmişti. Üzgün ve sitemli bir şekilde ‘‘Şu ana kadar beni Evren de, Konsey üyeleri de hiç aramadı. Sadece Başbakan Ulusu ziyaret etti, onunla zaten bahriyeden dostuz’’ dedi:
‘‘Komutanlar bana uyarı mektubunu getirdiklerinde ‘Bu iş böyle gitmeyecek, başımıza geçip memleketi felaketten kurtarın' dediler. Ben de kendilerine ‘Türkiye'nin büyük sıkıntıları var ama, askeri rejimle bunların çözülmesi mümkün olmayabilir. Ayrıca dış kamuoyu tepkileri de ülkemizi güç durumda bırakabilir. Eğer ihtilal yapmaya kararlıysanız ben sizin yanınızda olmam, istifa edeyim ondan sonra istediğinizi yapın. Ben anayasaya bağlı kalacağıma yemim ettim' dedim. Sonra Demirel ve Ecevit'i çağırıp mektubu kendilerine verdim ve işin ciddiyetini anlattım. Böylece konuyu demokratik yollardan parlamentoya kanalize etmiş oldum. Herhalde bu tutumumdan alındılar ki, 12 Eylül'den sonra hiçbiri beni hiç aramadı. Hatta korumalarımı, makam arabamı bile geri aldılar. Bunlar bana fevkalade elem verdi, çok üzgünüm.’’
Daha sonraki günlerde Evren ve Konsey üyelerinin Korutürk'ün 12 Eylül'den önce görev, yetki ve sorumluluklarını tam olarak kullanmadığından şikayetçi olduklarına birçok kere tanık olacaktım.
Ecevit, sıkıyönetimi bir gün kendisi isteyecek
1975 Mart'ında Siirt, Urfa, Hakkari ve Diyarbakır illerinde bir ay süreyle sıkıyönetim uygulaması konusu gündemdeydi. Hükümet bu tavsiyeyi Meclis'e getirdiğinde başta Ecevit olmak üzere bazı AP'liler de karşı çıktı. Meclis'teki ilk toplantıda çoğunluk sağlanamayıp konu görüşülemeyince Korutürk çok kızdı. Beni çağırıp kelimesi kelimesine aynen şunları söyledi:
‘‘Ecevit'e olan sempatimi artık tamamen kaybettim. Ecevit genç bir politikacı, çok tecrübesiz. Doğu'da bir Kürt devleti kurulması düşüncelerinin ne kadar ciddi olduğunu ilerde anlayacak. Belki bir gün Güneydoğu'daki Kürt vatandaşları ayaklandırıp onları silahlı çatışmalara bile itecekler. İşte o zaman Ecevit bölgede sıkıyönetimin ilanı kendisi teklif edecek ama, iş işten geçmiş olacak.’’
Rahmetlinin dediği çıktı mı, çıkmadı mı ona kamuoyu karar versin.
KENAN EVREN'NİN PİNOCHET FIKRASINA YORUMU
Alınacak bir şey yok beş hıyar dememiş ki
12 Eylül'den sonra bir gazetede yayınlanan bir fıkra yüzünden hayli ter döktüğümü hatırlıyorum. Fıkra şöyleydi:
Pinochet'ye sormuşlar, ‘‘Cunta kurmak mı zor, turşu kurmak mı?’’ diye. Pinochet de ‘‘Turşu kurmak daha zor. En azından 20 tane hıyar bulacaksın, hepsini bir kavanoza yerleştireceksin, üzerlerine sirke, tuz, limon ilave edeceksin. Bunlar yetmezmiş gibi aylarca da olmasını bekleyeceksin. Halbuki cunta kurmak için üç tane hıyar yeter’’ diye cevap vermiş.
Bu fıkranın yayınlandığı gün, Konsey üyeleri beni arayıp bu fıkranın ne anlama geldiğini, kendilerine sataşma olup olmadığını, Evren Paşa'nın ne düşündüğünü sordular.
Ben o sırada, gerekli bütün çalışmalarımı yapıp bir gazeteci arkadaşımın da fikrini sordum ve koşar adımlarla ofisime gittim. Bir yandan da yürek çarpıntıları geçiriyor, sayın Evren'in vereceği tepkiyi çok merak ediyordum. Çünkü Korutürk döneminde başımdan buna benzer bir olay geçmişti. Korutürk, gönderilen kararnamelerin çoğunu imzaladığı için kendisine muhalifleri tarafından ‘‘Çankaya noteri’’ sıfatı uydurulmuştu. Bir gün kendisine bu konu hakkında ne düşündüğümü sorduğumda yüzü kızardı ve sinirli bir şekilde, ‘‘Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Galiba beni Kaddafi ile karıştırıyorlar’’ demişti.
Elimde, hıyar fıkrasının küpürüyle Evren Paşa'nın makamına çıktım. Paşa'ya mutat basın özetleri arzını yaparken yumuşak bir giriş yaparak, ilginç fıkrayla ilgili konuyu açtım, sonunda da fıkrayı aktardım. Evren dinledikten sonra bana baktı, ‘‘Bunda alınacak bir şey yok Baransel, adam beş hıyar dememiş ki’’ dedi ve kahkahayı bastı.
Ecevit’in Evren’le ilk randevusu
Bülent Ecevit'in Evren'li Köşk'e ilk gelişi DSP Genel Başkanı olduktan sonra 18 Eylül 1987 Cuma günü saat 16.00'da oldu. Randevu saatinden 10 dakika önce gelen Bülent beyi nöbetçi Deniz yaveri Bnb. Nejat Tekneci'yle birlikte karşıladık. Üzerinde siyah takım elbise, mavi gömlek, koyu renkli kravat vardı. Bayağı yaşlanmıştı, saçları arkadan açılmaya başlamış, elmacık kemikleri daha da çıkmış, avurtları çökmüştü. Ama o etkileyici ses tonu ve konuşma stili hiç değişmemişti. Eşimi, çocuklarımı ve kayınpederim Fikret Otyam'ı sorduktan sonra ‘‘Köşk'teki görevinizde rekora gidiyorsunuz’’ dedi. Her şeye rağmen heyecanlı ve tedirgin olduğu belliydi. Havayı yumuşatmak için ‘‘Efendim, Genel Başkan seçildikten sonra konuşma yaparken hafif bir rahatsızlık geçirdiğinizi gördük, Evren paşa buna üzüldü, içerde önce size bunu soracak’’ dedim. Tam o sırada huzura çağrıldık. Ecevit içeri girerken garsonluk görevi yapan sivil polis ile sekreter Billur Uğurlu'nun ellerini ayrı ayrı sıkmayı ihmal etmedi. Odaya girdik, Evren çalışma masasının önüne çıkıp Ecevit'in yanına kadar gelmesini bekledi. Onun da yüzü hafif solgundu, heyecanlı ve tedirgindi. İkisi de uzun yıllar birbirlerini görmeyen dostlar gibi davranmaya çalışıyordu. Ecevit, ani bir atakla ‘‘Sayın cumhurbaşkanı sizi çok iyi gördüm’’ dedi. Evren de cevaben ‘‘Sayın Ecevit maşallah siz de çok iyisiz. Yalnız dün akşam televiyonda çok terlediğinizi gördüm, hafif de bir rahatsızlık geçirdiniz. Sıcaktan mı, yoksa ülserden mi?’’ dedi. Ecevit cevap olarak ‘‘Efendim, kan dolaşımımda bir yavaşlama olmuş, doktorlar bunun önemli olmadığını söyledi’’ dedi.