24 Haziran 2002
Amerika'da geçen yıl ‘‘Yeni Milenyumun 10 Kalp Doktoru’’ndan biri olarak seçilen Prof. Dr. Mehmet Öz, ailesiyle birlikte geleneksel Türkiye ziyaretini yaptı. Ve her gelişinde olduğu gibi babası ünlü kalp cerrahı Prof. Dr. Mustafa Öz'ün yine canına okudu. Konya'nın Bozkır'ından çıkıp azimle Amerika'nın namlı kalp ustalarından biri olan Mustafa hoca, 4. günün sonunda attı havluyu; ‘‘Yetti be oğlum, ben 75 yaşında adamım. Günde 3 saat uykuyla sana yetişemiyorum’’diyerek. Baba Öz nasıl yakınmasın ki, 7 gün içinde ne İstanbul'u kaldı, ne Antalya'sı, ne Kekova'sı, ne de Göcek'i. İstanbul'daki konferansları, hasta ziyaretleri. Bunlara ayrıca Mustafa Koç'la Türkiye-Senegal maçını seyretmesini, gece davetlerine katılmasını ve de sabahları 07.00'de sağlık muhabirlerine cevap yetiştirmesini de ekleyin. Mehmet Öz, 220 volta takılmış 110 volt motor misali çalışıyor. Ya bizlere dediklerine ne demeli? Yok o kalbe zararmış, yok öteki damarları tıkarmış, yok bilmem ne. Ne güzel hormonlu çilekleri, tavukları, domatesleri, patlıcanları yiyorduk, antibiyotikli sütleri içiyorduk... Var mısınız dünyanın bir numaralı kalp cerrahı olmasına çeyrek kalan Mehmet Öz'le 7 gün 7 gece dolaşmaya.
Sigaradan sonra sıra fast-food’Ta
Mehmet Öz'den Amerika'daki son tıp araştırmalarının sonuçlarını almayı da unutmayalım.
- Son bir yıldır sağlığına özen gösteren Amerikalılar soya yiyor, soya içiyor. Sabahları inek sütü yerine soya sütü içiliyor. İnek sütünün hem yağı fazla, ayrıca içinde yüksek derecede hormon ve antibiyotik var. Bunların hepsi süt pastorize edilse de yine aynen kalıyor. Amerika'da da, Türkiye'de de antibiyotik insanlardan fazla hayvanlara veriliyor. Amerika'da en çok su içen insanlar değil, inek. Amerika'da en çok buğday yiyen insan değil, yine inek. Suyu da çevreyi de en çok pisleten yine inek. Bunca insana et yetiştirmek için doğa durmadan kirletiliyor.
İnsanlık geçtiğimiz 10 yılda sigara belasını hedef alıp yendi, şimdi sıra fast-food'da. Dünya devi bir fast-food firması benden görüş istedi, kendilerine soya hamburgeri yapmalarını önerdim. Buna rahatlıkla seksi hamburger de diyebilirler. Çünkü soya hem sağlıklı, hem de seks gücünü artırıyor. Çok güzel protein, şişmanlatmıyor, çevreyi bozmuyor ve daha ucuz. Ayrıca soya sütünün içindeki bir madde kadınların menopoz döneminde geçirdiği ateş basması, kemik erimesi, zayıflama gibi sıkıntılarına engel oluyor.
Suudi bakana gizli sağlık operasyonu
11 Haziran 1960 Cleveland doğumlu Prof. Dr. Mehmet Öz'ün 11 Eylül 2001'den sonra New York'ta yaşadığı bir olay var ki...
- 11 Eylül'deki terör saldırısından sonra bildiğiniz gibi Amerika'daki bütün havaalanları, iniş ve kalkışlara kapatıldı. Yasağın ilk haftası içinde içinde tek bir uçağın kalkışına izin verilmiş, o da Suudi Arabistan Savunma Bakanı'na. Kral'ın öz kardeşi olan bakan, özel uçağıyla New York'tan ülkesine dönerken Avrupa üzerinde kalp krizi geçirmiş. Suudi bakan, aynı zamanda Usame bin Laden'in de en büyük düşmanı. Uçağı İtalya'ya inmiş ve kendisini gizli bir hastaneye saklamışlar. Amerikan Dışişleri Bakanlığı ve Suudi Büyükelçiliği'nden bir gece telefon geldi; ‘‘Acilen takımı hazırla, Avrupa'da bir hastaya gideceksin’’ dediler. Gideceğimiz yerin adını, hastanın kim olduğunu ise söylenmedi. Beni ve ekibimi özel araçlarla alıp özel bir uçağa bindirdiler. Uçak havalandıktan sonra tıpkı ‘‘Görevimiz Tehlike’’ dizisinde olduğu gibi bana bir zarf verildi. Zarfın içinde nereye gideceğimizden hastanın kim olduğuna kadar fotoğrafları dahil bütün bilgiler vardı.
HEDİYE YAĞMURU
Cenevre'ye iner inmez doğruca bakanın korunduğu hastaneye götürüldük. Hemen kalbine gerekli müdaheleyi yaptık, tıkalı damarları açtık. Suudiler bütün bir hafta beni ve ekibimin orada kalmasını istedi. Ben ‘‘Biz dönelim, size gereksiz yere masraf olmasın’’ dedim. Tebessüm ederek kibar bir şekilde ‘‘Siz böyle şeyleri hiç düşünmeyin’’ cevabını verdiler. Eskiden bu adamların düşünce tarzlarını anlamıyordum ama, onlarla birlikte 7 gün geçirince öğrendim. Mesela adamlar harita çizmiş, üzerinde İsrail diye bir devlet yok, sadece bir nokta var. Gerçekten çok ilginç ve akıllı insanlar. Bakanın yattığı bölümünü halıdan mobilyaya kadar baştan başa yeniden döşediler. Hanımlar ayrı odalarda, beyler ayrı odalarda. Kral kardeşi başta olmak üzere uçaklar dolusu ziyaretçi geldi. Bana birçok hediyeler verdiler ama, kendi adıma tek kuruş kabul etmedim, hepsini çalıştığım hastaneye verdim.11 Eylül'den bir hafta sonra Avrupa'lara gidip bir Arabın hayatını kurtarmam yanlış yorumlanabilirdi.
Kalpten ölen kadınlar erkeklerden daha fazla
Kalp krizi genellikle erkeklerde olur sanılıyor, ama aslında kalp krizinden ölen kadınlar erkeklerden fazla. Tek fark ikisi arasında 10 yıl olması. Erkekler kalp krizinden ölmeye 40 yaşında, kadınlar ise 50 yaşında başlıyor. Kalp krizi geçiren erkeklerin kalpteki arterleri yüzde 90 sertleşir. Bu oran kalp krizi geçiren kadınlarda ise yüzde 30, çünkü östrojen onların damarlarını koruyor.
Kadınlara Efor testi yapmanın anlamı yok
Kadınlara eforlu test bence manasız, çünkü hiçbir şey göstermez. Kadınlarda yapılacak en sağlıklı kontrol menapozdan 5 sene sonra yapılacak eforlu EKO'dur.
Bazıları şeker yemiyor ama, makarna, pilav, beyaz ekmeği afiyetle götürüyor. Oysa onlar da şeker. Bir dilim ekmek e şeker eşit, hiç farkı yok. Bize lazım olan şekerin hemen kana karışmasını önleyen ‘‘kompleks karbonhidrat’’tır.
Light gıdaların sağlığa hiçbir faydası olmuyor
Light gıdalar kesinlikle yararlı değil, çünkü içine şeker konuyor. 1 gram yağda 9 kalori var. 1 gram şekerde 4 kalori var. Sözde yağı çıkmış ama, yerine şeker konmuş.
Orucu neden suyla bozduğumuzu hiç düşünmüyoruz, çünkü çok sağlıklı. Onun için sabahları uyandığımızda aç karnına mutlaka bir büyük bardak su içelim.
Yaşamınızı değiştirin eskisiyle kıyaslamayın
Alışkanlıklarınızı değiştirirken eskilerle mukayese etmeyin, sizin için yeni bir milat olsun. Mesela sabah kahvaltısında zeytinyağlı fasulye, enginar gibi yemek yiyin. Biraz hareket de midenizdeki asiti düşürür, açlığınızı ortadan kaldırır. Benim yaptığım gibi bir avuç ceviz veya badem de yiyebilirsiniz.
Dubai'de 750 milyon dolarlık bir dev yatırımla Medical City kuruluyor. Dubai Emiri bu büyük kompleksin yönetim kurulunda benim tek doktor olarak yer almamı istiyor. Burada tıptaki en büyük araştırmalar en yeni cihazlarla yapılarak insanlığın hizmetine sunulacak.
Sağlık sorununuz yoksa spor şart
Ailenizde kalp hastalığından ölen varsa, diyabetliyseniz, yüksek tansiyonunuz varsa, sigara içiyorsanız, şişmansanız 40 yaşında mutlaka eforlu test yaptırın. Sonuçlar temizse bu kontrolu her 5 senede bir tekrar edin. Ben bugüne kadar hiç efor testine girmedim. Çünkü ailemde kalp hastası yok, tansiyonum düşük, diyabetli değilim, sigara, içki kullanmıyorum. Her sabah yoganın dışında hafta sonları bisikletimle 60 kilometre yol yapıyorum. Eğer her gün yarım saat kadar nabzınızı yükseltip vücudunuz üzerinde biraz çalışırsanız bozulmayı hissedersiniz. Arabayı çalıştırıp hızlı gitmezsen motorda arıza olduğunu anlamazsın. Onun için arada bir kendimizi itmemiz gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2002
Ebru'nun eşi Gökhan Adlı, evlenmelerinden kısa süre önce Şevket Can Özbay'ın düzenlediği şantaj kitabının işyerine postalandığını söyledi. ‘‘Ebru'nun yanında her şeyimle varım. O benim himayemde’’ diyen Gökhan Adlı, paraya ihtiyaçları olmadığını, bu davanın bir ‘‘onur meselesi’’ olduğunu vurguladı.
Adam sanki bir kraldı ben de ona sunulmuştum
Ebru Şimşek, hayatını değiştiren o lanetli geceyi şöyle anlattı:
- Ahmet Murat, bir gün bana ‘‘Seni bu akşam bir arkadaşımın doğum gününe götürmek istiyorum’’ dedi, kabul ettim. Saat 21.00 civarlarında İstinye Reşit Paşa'da bir villaya geldik, meğer Adnan Hoca'nın malikanesiymiş. O güne kadar böyle bir adamın varlığından bile haberim yok. Villanın her tarafında projektörler, korumalar, kapılarda tuhaf elektronik aletler. Kapıdan içeri adımımızı attığımızda Ahmet, beni Adnan Hoca denen kişiyle tanıştırdı ve bir anda ortadan kayboldu. Baş başa kaldığımız anda Adnan Oktar ‘‘Beni tanıyor musun?’’ diye sordu, tanımadığımı söyledim. ‘‘Ben Adnan hocayım kızım’’ falan yapıp eliyle birkaç kez sözde sırtımı sıvazladı. Daha sonra beni fotoğraflarımdan çok beğendiğini söyleyip ‘‘Pijamalarını al gel, artık bu evde benimle birlikte yaşayacaksın, cariyem olacaksın. Seni Bacılar grubumuzla tanıştırayım’’ dedi. İçeri seslenir seslenmez 20-22 yaşlarında dört kız geldi. Kızlardan biri süper mini etekli, acayip uzun tırnaklıydı, beline kadar uzayan dalgalı sarı saçları vardı. Çok korkmuştum, ter içinde kalmıştım, teklifini reddettim. Sonra yemek salonuna geçtik, dev bir masada sadece ikimiz vardık.
KOLAMA İLAÇ KOYMUŞLAR
İçecek olarak diyet kola istedim, yemekler umurumda bile değildi, berbat bir haldeydim. Meğer içtiğim kolanın içine ‘‘Aparkan’’ adlı bir ilaç atmışlar, sonradan eski bir müritten öğrendim. Bu arada sık sık kızlar, erkekler gelip ona bir şeyler sorup gidiyorlardı. Sanki adam bir kral, etrafında cariyeler, ben de adak olarak sunulmuşum. Adnan Oktar birden bana dönüp soyunmamı söyledi, gözleri dönmüş bir haldeydi. Hemen reddettim, ağlamaya başladım. O durmadan ‘‘Benim isteklerimi yapacaksın, yoksa bu evden çıkamazsın’’ diyordu.
ZORLA STRİPTİZ YAPTIRDILAR
Bu arada ortalıkta kocaman silahlar dolaştırılıp bana gösterilmeye başlandı. Adnan Oktar bir yandan soyunmam için bana tehditlere savurmaya devam ediyordu. Dediklerini yapmaktan başka çarem kalmamıştı. Meğer bu sırada gizli kamerayla bana yapacakları şantaj kasetinin görüntüleri çekiliyormuş. Birkaç gün sonra G.D. adlı bir arkadaşım bana telefon edip ‘‘Adnan hocacıların elinde senin bazı görüntülerin varmış, onun başmüridi Bahadır Güven benim arkadaşımdır, seni ona götüreyim’’ dedi. Arkadaşımla birlikte halen kaçak olan Bahadır Güven'in Bağdat Caddesi'ndeki ofisine gittik, yanında Altuğ Berker adlı kişi vardı. Bana piyasada satılmayan ‘‘Siyasi Çizgi’’ adlı gazetelerinin ilk sayfasını gösterdiler. Gazete baştan başa benim için hazırladıkları şantaj görüntüleriyle kaplı.
GECE YARISI TEHDİTLERİ
Sinirlerim bozuldu, ağlamaya başladım. Müritler ‘‘Adnan hocaya kendini teslim edersen başına kötü bir şey gelmeyecek, resimlerin, görüntülerin hiçbir yerde yayınlanmayacak’’ dedi. Aksi takdirde görüntüleri bütün televizyon ve gazetelerde yayınlatacaklarmış. Kendilerinden süre isteyip daha sonra tekliflerini kabul etmediğini, şantaj oyunlarına boyun eğmeyeceğimi bildirdim. Ondan sonra kapımın önünde sabahlara kadar siyah Cherokee'ler beklemeye başladı, beni açık açık tehdit ettiler.
Yazının Devamını Oku 17 Haziran 2002
Rumelifeneri sırtlarında yeni ve lüks sitede Karadeniz manzaralı bir apartman dairesi. Karşımda oturan şapkalı, yeşil lens kaplı siyah gözlü, bebek yüzlü, biraz çatık kaşlı güzel kızın adı Ebru Şimşek. Emekli memur Erdem Şimşek'le emekli memure Rukiye Şimşek'in iki kızından abla olanı, 1975 Ankara doğumlu Ebru Şimşek. Hani Adnan Hoca adlı kişi ve ekibine yıllardır tek başına kök söktüren, soyadının hakkını sonuna kadar veren eski manken ve sunucu var ya, işte o Ebru Şimşek. Körpecik yaşında fuhuş pazarlığından uyuşturucuya çeşitli suçlamalarla karşılaşan, satılık avukatlar tanıyan Ebru Şimşek. Galatasaray'ın unutulmaz beyefendi yöneticilerinden Rüçhan Adlı'nın torunu Gökhan'ın 10 aylık eşi Ebru Şimşek. İşte bu Ebru'nun bu yaşında yaşadıkları öyle ibret dersleriyle dolu ki, bu röportaj kesinlikle bütün Türk ana, baba ve gençlerine ithaf edilmeli.
KENDİSİNE, BANA VE HAKİME 1 TRİLYON İSTEMİŞ
Savcı emeklisi avukatım Ercüment Yaltır'ın beni sattığını DGM'deki son duruşmada öğrendiğimde şok oldum. Gördüm ki karşı tarafın avukatları savcılığa bir ses kaseti verip suç duyurusunda bulunmuş ve mahkemeyi reddetmiş. Müracaatlarında ‘‘Ebru Şimşek'in avukatı bizden para talep etti’’ diyorlar. Kasette Burak Abacı'yla arasında geçen konuşmaya göre davalarımdan vazgeçmek adına kendi kafasından toplam 1 trilyon istemiş bizimki. 100 milyar kendisine, 400 milyar bana, 500 milyar da hákime. Sözde, savcılık yaptığı yıllarda Hakkari'deyken bu hákimle aynı odayı paylaşmış, çok yakın arkadaşıymış. Bu adam 1,5 yıl benim avukatlığımı yaptı, hákimle en küçük diyaloğunu görmedim. Onun için duruşma sırasında ‘‘Mahkemeye şantaj yapılıyor’’ diye kendimi yırttım. Adam duruşmadan bir gün önce bana ‘‘Yarın kesin karar çıkıyor, bu adamlar yanacak’’ dedi. Yener ağabey, kimseden korkum yok, kadere inanan bir insanım. Bu tip insanlardan yanlışı olan, yasalara saygılı olmayan korkar. Annem babam devlet memuru emeklisi, kimseden bir kuruş almamışlar, alın terleriyle aldıkları evimizden başka bir şeyimiz yok, neden korkalım? Türk halkı arkamda olduğunu bana hep hissettiriyor. Sokakta ‘‘Seni tebrik ediyoruz, sonuna kadar yanındayız’’ diyorlar. Beni vurabilirler, hiç önemli değil, sadece Allah'a can borcum var. En azından onurumla, gururumla, namusumla gittim derim. Geride kalacak insanlar bu savaşımı mutlaka devam ettirecek, hepsine vasiyetim var.
Siyasete gireceğim
Avukat olmayı çok isterdim. İleride mutlaka siyasete girmeyi düşünüyorum. Bu da Sadettin Tantan'ın yeni kuracağı partiye olacak.
Şantaj görüntülerimin yayınlandığı dönemdeki boşluk ve bunalım anımda sadece bir kere esrar içmeyi denedim. O zamanki erkek arkadaşım uyuşturucu kullanıyordu, polis onu yakalayınca beni de aldılar. Onlara da bir kere esrar içmeyi denediğimi itiraf ettim, beni bıraktılar.
Çocukluğumdan beri idealimde şarkıcı olmak vardı. Bütünüyle eşim Gökhan'ın desteğiyle bir kaset hazırladım, adı adı ‘‘Aşkın Nikahı’’ olacak. Okumaları yaptım ama bu davalardan o kadar yoruldum ki henüz bitiremedim.
Büyük dedem Dursun Özaltuğ, Atatürk'ün çalışma arkadaşlarından. Sıvas Lisesi'nde ona ait bir müze oda var. Ben böyle bir kuşağın temsilcisiyim, yürekli ve doğru bir insanım.
Genç kızlar, benim hatalarımı yapmasın
Hayatımın tek ve en büyük hatasını İstanbul'da ailemle birlikte oturmamakla yaptım. Annem babam yanımda olsaydı hem yanlış arkadaşlar seçmezdim, hem de kimse bana bu kadar rahat yaklaşamazdı. Genç kızlara tavsiyem, ailelerinin sözünden hiç çıkmasınlar, mutlaka onların desteğini alsınlar. Ankara Aydınlıkevler Lisesi'ni bitirdikten sonra Tülin Mankenlik Kursu'ndan ikebana, dekorasyon dahil birçok şeyi öğrenerek yüksek puanla mezun oldum. Üniversite sınavlarında halkla ilişkileri kazandım ama, okumak istemediğim için kayıt yaptırmadım. Ben küçük yaşımdan beri kendi ayakları üzerinde durmayı seven bir insanım, hırslı bir yapım var. Bunun için 1994'de İhlas Motor'un bir fuar programında mankenlik yapmak için ailemden binbir ricayla izin alıp 15 günlüğüne İstanbul'a geldim. Fuar boyunca Dedeman Oteli'inde bize ayrılan odada Figen adlı Ankaralı bir manken arkadaşımla kaldım. Fuarın bitimine doğru çeşitli mankenlik ajanslardan teklif gelmeye başladı, ben de aralarından Neşe Erberk'i seçtim. Ardından ATV'de ‘‘Felekten Bir Gece’’ adlı müzik eğlence programını 3 ay kadar sundum. Eskiden gece hayatını, eğlenmeyi çok seven bir insandım. İşte böyle bir ortamda sonradan Adnan Hocanın müridi olduğunu öğrendiğim Ahmet Murat yanıma yaklaştı. Ortaköy'deki She Bar'da tanıştık, iki ay kadar arkadaşlık dönemimiz oldu. Öyle bir arkadaşlıktı ki, eli elime değmedi. Yemeklere filan gidiyoruz, benimle son derece seviyeli konuşmalar yapıyor, evlilikten, çocuklardan bahsediyor. Ben de saf saf onun iyi bir aile çocuğu olduğunu düşünüyordum. Bu yüzden Gökhan'dan da şüphelendim ilk başlarda. Çünkü gördüğüm kadarıyla müritler, genellikle çok parlak tipler. Bıyıksız, saçları arkaya taralı ve briyantinli. Son derece pahalı, koyu renk takım elbise, gömlek, kravat, ayakkabıları var. Çok lüks arabalara binip çok pahalı saatler takıyorlar. Gökhan da ben Ulus'taki Civanım Bar'da çalışırken ilk gördüğümde çok şıktı, geriye doğru briyantinli saçları vardı. Rüçhan Adlı'nın torunu olduğunu duyunca biraz rahatladım ama, yine de kendisiyle konuşana kadar tam emin olamadım.
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2002
Kime niyet, kime kısmet? Kim derdi ki, borsacı Halil Güvener'in Kemerburgaz'da milyonlarca dolar harcayarak döşemelerini tik, kapılarını gül ağacından yaptırdığı, antika biblo ve tablolarla bezediği şömineli, yüzme havuzlu, 5 odalı, 60 pencereli, yemyeşil bahçeli muhteşem dubleks villa, borçlarını ödeyemediği bankaya kalacak ve o bankanın genel müdür lojmanı olacak. İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı, Genel Müdürü ve de Bankalar Birliği Başkanı öğretmen çocuğu Ersin Özince oturuyor şimdi bu lojmanda. Sevgili eşi Hilal, canı kızları Pırıl ve Deniz ve ille de köpekleri Zeytin ve Çigan'la. Hilal hanım Zehra Aral'ın öğrencisi olarak 15 yıldır atölyesinde gizli gizli figüratif resimler yapıyor. Deniz aşığı eşi, eğer fırsat bulup erken evine gelebildiyse ya maket gemi yapıyor ya da bahçede gül buduyor. Kızlarının tek dileği ülkedeki ekonomik krizin sona ermesi, çünkü ancak o zaman babalarını daha sık görebileceklerine inanıyorlar. Ersin Özince'nin bir buçuk yıl önce yapmaya söz verdiği kendi imalatı kalamar dolması nihayet karşımızda. Güzelim ızgara levrek ile Hilal hanımın özenle yaptığı salata, zeytinyağlı dolma ve sakızlı sütlaç da cabası. Ya Ersin beyin kendi mini fırınında kendi elleriyle taze taze pişirdiği kepek ekmeğine ne demeli? İşte bu sofrada, bu bahçede, bu salonda, bu cam serada, bu çimenlerde Ersin Beyin ilk kez anlatacakları olacak, asıl önemlisi o.
Bankacılığın istismar edilmesi engellenmeli
Ben ve benim neslim böyle bir krizi ilk kez yaşıyor. Kriz aslında şubatta ya da kasımda olmamış. O çalkantılar içinde kriz içindeymişiz de farkında değilmişiz. Yaşadığımız yüksek enflasyon seviyeleri de krizin emareleriymiş. İçinde bulunduğumuz nekahat dönemine kendimizi alıştırmalıyız; bugünden yarına mucize sonuçlar yok, ümitsizliğe kapılmayalım. Sayın Derviş'in krizin bittiği şeklinde yorumlanan ifadeleri, krizin en kronik dönemlerinin geçtiği şeklinde algılanmalı. Benim müessesem de, sektörümüz de bu krizden gereken dersleri aldı. Biz bankacılar bundan sonra sektörümüzün aynı şekilde istismar edilmesine meydan vermeyeceğiz. Krizden yaklaşık on gün kadar önce GSM lisansının ikinci ve büyük taksidini ödedik. Orada İş Bankası Yönetim Kurulu'nun Türkiye adına çok büyük sorumluluk duygusuyla hareket ettiğine şahit oldum. Biz o günlere yaklaşırken bir sıkıntı olabileceğini Yönetim Kurulu'muzda tartıştık. Bu parayı ödemezsek Türkiye için iyi olmayacağını, kriz çıkacağını da konuştuk. Ödenen miktar 2,5 milyar dolara yakın bir rakamdı Yener Bey. Bir milli müessesenin ne işe yaradığını bu krizde çok net olarak gördüm.
İstanbul’u yaşamak Türkiye’yi yaşamak
Ankara'da yaşarken İstanbul'un bu İstanbul olduğunun farkında değilmişim. Merkezimiz buraya taşındıktan sonra anladım ki, İstanbul'u yaşamak Türkiye'yi yaşamak demek.
Türk insanının borç ödeme ahlakı çok yüksek. Borç yiğidin kamçısı olmaya devam etmek zorunda ama, uluslararası yiğitlik önemli, kendi çöplüğünüzde eşinmek yok.
Türklerin Florida'da evi oluyor da, neden Arap komşularımızın İstanbul'da köşkü olmuyor? İstanbul neden yörenin bir finans merkezi olmuyor?
Kemal Derviş umduğumun ötesinde biri
Kemal Derviş bence Türkiye'yi çok ihtiyacı olduğu bir dönemde kişisel birikimi ve itibarıyla teçhiz etti. Değerlendirmek haddim değil ama, ben Derviş'i umduğum çok ötesinde buldum. Kemal beyin üstlendiği sorumlululuk şan, şöhret, maddi yarar için için yapılmaz.
Türklerin artık asker değil, tüccar millet olarak tanınmasını istiyorum. Etrafımızdaki bütün komşularımızdan daha tüccar, daha müteşebbis milleti olduğumuz açık, sadece deniz ticaretinde Yunanistan bizden daha aktif olabilir. Bu bizim altın bileziğimiz, zenaatımız, iyi kullanalım.
Hititler’den kalma tarımı bırakmalıyız
Bunca yıldır tekstil dışında majör bir konu bulamadık, yaratamadık. Siyasi istikrarsızlıklar yüzünden yarışı takip edemedik, hep kendimize bakmaktan diğer koşucuları takip edemedik. Tekstili, tarımı bırakmamızı söyleyenlere katılmıyorum. Hititler'den kalma teknikleri bırakıp, katma değeri yüksek modern tarıma geçmeliyiz.
AB Türkiye için bir çağdaşlaşma ideali olmalı. Toplumumuza, milli kimliğimize uygun götürülmek kaydıyla.
Özellikle Karadeniz komşularımız ciddi bir gelişmeye açık, yakında oralarda Bodrum malı Türk yatlarının kapışıldığını görürsek şaşırmayalım.
Özelleştirmeden korkulacak bir şey yok, olağanüstü durumlarda zaten herşey devletin. Bir seferberlik durumu olsa Aria da devletin, Türkcell de. Stratejik alanları, sağlık, eğitim, savunma sanayiindeki bazı alanlarla, bazı madenler olarak sayabilirim. İyi yönetim için kesinlikle şeffaflık şart. Sermaye piyasası akıllı şirket yönetmenin mihenk taşı bana göre.
Siyaset ile ticaret birbirinden korkmasın
Ben çok fazla maruz kalmadım ama, bankacılığın politik amaçlarla istismar edildiği bir gerçek. Ben bunun bir kader olduğunu asla düşünmüyorum. Ülkemizin genel menfaatlerini dikkate alarak devletin yetkili makamlarında oturan kişilerle temaslarımız oldu, onların da bizden bilgi talepleri oldu ama, hiçbiri dayatma şeklini almadı. Mesela Romanya'daki Türklere ait bazı bankaların zor duruma düşmesini ülkemizin itibarını etkilemesiyle ilgili değerlendirmelere muktedir pozisyondaki bir Türk bankacısı olarak muhatap oldum, görüşüm istendi. Biz buna tamamen ticari ilişkilerimiz açısından yaklaştık ve bir katkımız olamadı. Bence siyasetle ticaret birbirlerinden korkmamalı. Siyasetin ticaretle, iktisatla ilgilenmesinin popülist tavır olarak değerlendirilmesini fevkalade popülist bir tavır olarak buluyorum. Türkiye Cumhuriyeti kavramına hayranım Yener bey, milliyetçiliğimden değil. Bu her yönüyle çok büyük bir önerme, çok büyük bir devrim. En önemli ilkesi çağdaşlık olan bu kurumu yenileyemeyediğimiz için gerilerde kaldık. Kurtuluş Savaşı'ndan artan parayla özel banka kurup, özel sektör desteklenmeye çalışılmış. Bugün böyle bir şey yapılsa devlet kurumları özel sektöre peşkeş çekiliyor diye ayağa kalkanlar olur.
KİT’ler halka açık şirketler olmalıydı
Kamu iktisadi teşekkülerinin verimliliklerini, rasyonalitelerini yitirmeleri, bana göre en azından devlete saygısızlık. KİT'ler kabuk değiştirip İş Bankası gibi halka açık anonim şirketler haline gelmeliydi. Çok stratejik alanlar hariç devlet sermayedarlığını doğru bulmuyorum. Buna karşı ben kamu sermayedarlığını savunuyorum. Mesela İş Bankası, devlete ait olmayan bir kamu şirketidir.
Yazının Devamını Oku 4 Haziran 2002
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna, ilk kez Hürriyet'e eşi Reyhan hanımın ‘‘feminist bir yanı’’ olduğunu itiraf etti. Gürtuna, Yener Süsoy'a ‘‘Bizim evde tam demokrasi vardır. Herkes, istdiğini söyleyebilir‘‘ diye konuştu. Başkan’ın eşi Reyhan Gürtuna da, bugüne kadar eşine hep ‘Müfit bey’ diye seslendiğini söyledi.
Bizim evde herkes istediğini söyler
Güzel Reyhan'ı uğruna 20 yıl önce Yalova'ya damat oluvermiş bir günde Ali Müfit Gürtuna.
- Giresun Ayancık'ta yedeksubaylığımı yaparken kısa bir tatil için Yalova'ya gelmiştim. O gün öğretmen arkadaşımın evinde otururken kapı çaldı, ben açtım. Baktım kapıda genç ve güzel bir kız duruyor. Biraz heyecanla kendisini hemen içeri buyur ettim. Arkadaşım üniversite sınavlarına hazırlanan bu genç kıza matematik dersi veriyormuş. Ayancık'a döndüm ama, doğrusu aklım o güzel kızda kaldı. İçimdeki kıpırtılar şiddetlenince yine öğretmen arkadaşımı arayıp bizi yeniden karşılaştırmasını istedim. Terhisim de yaklaşmıştı, bu sefer alıcı gözle bakmak istiyordum. Tesadüfmüş gibi bir araya geldik ama, hanımın hiçbir şeyden haberi yoktu. Ertesi gün kendisine niyetimi açtım, bir müddet öyle geçti. Sonra ikna turları başladı, kabul gördük ve evlendik. Bizim evliliğimizin özünde dostluk var, bu dostluğu yudum yudum hissediyoruz. Birbirimize güven noktasında asla bir problemimiz yok. Reyhan çok iyi resim yapar, gerçekten üstün bir kabiliyettir. El ve zihin üretimi olarak gerçekten müthiştir, bu bakımdan da ona hayranım. Ayrıca ağaç dağlama ve tezhipte de çok başarılı bir ustadır. Tezhip çalışırken sessizce onu izlerim, benim varlığımdan saatlerce haberi olmaz, o kadar dalar. Bu arada size bir sır daha vereyim, Reyhan'ın hafiften bir feminist yanı vardır. Reyhan'ı ilk tanıdığımda başı örtülü değildi, alıcı gözüyle ikinci görüşmemizde örtülü olmuştu. Doğrusu benim için de değişiklik oldu ama, tek bir kelime söylemedim. Bizim evde çok demokratik bir anlayış vardır. Çocuklar da istediğini konuşur, istediğini yapar ama, neticesine katlanmak kaydıyla. Üzerlerinde bir baskı, cebri yönlendirme yoktur. Mesela büyük oğlumuz Fatih gitarı seçti, Asude ud çalıyor. Fatih ortaokuldayken İtri, Dede Efendi dinlerdi. Lisede gitara merak sardı, Bati müziğinde o kadar koyuydu ki, pop müziği onu kesmiyordu. Şimdi ise Türk sanat müziği formlarıyla Batı müziği formları arasında uyum yakalamaya çalışıyor.
Lisede okurken karbondan atom bombası yapacaktım
Pendik Lisesi'nde öğrenciyken bilim adamı olmak gibi bir idealim vardı. İçi içine sığmayan birisiydim, çok üretken, ifadesi güçlü ve çalışkan bir öğrenciydim. O günlerde karbondan atom bombası yapılabileceğini ispat etmek için çalıştım. Bunun için U 235, U 238 uranyum izotopları üzerinde geniş araştırmalar yaptım. Ortaokuldayken yerli romanların, tarihi eserlerin çoğunu okumuştum. İlkokuldayken öğretmenlerim bana ‘‘Heredot’’ adını takmıştı. Balzac'ın ‘‘Köy Doktoru’’ adlı eseri sosyal mekan üretimi konusunda bende derin izler bırakmıştır.
Kendimi 25 yaşında gibi hissediyorum
Ölünceye kadar kendimi 25 yaşında göreceğim. Çünkü böyle hissediyorum, hayata bakışım böyle.
Şakaklarım hafif istiyor gibi ama, bugüne kadar saçımı hiç boyatmadım.
Kız Kulesi'ne çıkıp etrafı bütün halinde seyretmek bana büyük keyif veriyor ama, Boğaz'a doyamıyorum.
Eskiden içki içerdim, yıllardır ağzıma sokmuyorum, çünkü işim için sağlıklı olmak zorundayım. Kahve içerken bazen birkaç sigara tüttürdüğüm oluyor.
Ankara Hukuk'ta okurken Ankara Sanat Derneği ve Ankara Müzik Klübü'nün başkanlığını yaptım. Çok amatör olarak biraz ud çalarım, biraz da gitar tıkırdatırım.
20 YILLIK EŞ REYHAN GÜRTUNA
Başkan eşi olmak fıtratımı zorluyor
Reyhan Gürtuna Yalovalı bir müteahhitin 5 çocuğundan biri. Başkan eşi olarak davet davet dolaşmaktan çok, Kadın Koordinasyon Merkezi’yle ilgileniyor. Giyiminden konuşmasına, blucininden altın saatine kadar Batılı bir elit. Öyle ki, saçını gizlediği ipek başörtüsünü neden sonra fark edebildim.
- Eşimi bugüne kadar adıyla hiç çağırmadım, hep ‘‘Müfit bey’’ derim. Aslında gönül ve yaşam tarzı olarak aramızda bir resmiyet yok, ilişkimiz çok rahattır. ‘‘Müfit’’ diye seslenmek bana çok komik geliyor, beceremiyorum. Aramızda 9 yaş var, 30 Nisan'da evliliğimizin 20. yılını kutladık. Celin Dion'un son şarkısı ‘‘A New Day Has Come-Yeni Bir Gün Geldi’’ yi 20. yıl şarkımız olarak seçtik. Müfit beyle tanışana kadar evlenmemeye kesin kararlıydım. Ben hem Yalova Kız Meslek Lisesi Resim Bölümü, hem de İzmit Mimar Sinan Lisesi mezunuyum. Tıp okuyup çok başarılı bir ilim kadını olmayı kendime ideal edinmiştim. Müfit bey çok duyguludur ama, asla duygularıyla hareket etmez. İnanılmaz derecede kararlıdır, bunu nezaketle yerine getirir. Düşmanı sayılabileceklerin bile aleyhinde konuşmaz. Bağırmaz, kızmaz, bunca yıldır bir kere bile ağzından argo kelime duymadım. Başkan eşi olmak benim fıtratımı (yaradılışımı) çok zorluyor, Yener bey. Ben çok doğal bir insanım, hissetiklerimi konuşmayı, paylaşmayı, gönülden irtibat kurmayı severim. Siyasetçi eşi için bu bir lüks. Ölçülü davranmak zorunda kalınca zaman zaman suni oluyorum, bu da benim ruhumu bozuyor.
Yazının Devamını Oku 3 Haziran 2002
Namlı İSKİ'nin görkemli Bebek Koyu'na bakan, görkemli villasında yaşıyor görkemli İstanbul'un halim selim, güleryüzlü Ermenekli başkanı ve ailesi. Ve de geveze muhabbet kuşu Şımarık, ve de güvercinler, ve de tavşanlar. Hiç durmadan ‘‘Başkanım, aşkım’’ diyen Şımarık, belki de Reyhan hanımın duygularına tercüman oluyor. Gürtuna, Karaman 19 Mayıs İlkokulu ve Yunus Emre Ortaokulu'nu bitirdikten sonra önce Ankara Cumhuriyet Lisesi'nde okur, sonra ver elini Pendik Lisesi. Yıllar sonra yöneteceği rüyalarının kentini ilk görüşüdür bu. Sonra ODTÜ'de hazırlık okur, ardından Ankara Hukuk'ta karar kılar. Hami Tezkan'ın Haber Dairesi Başkanlığı döneminde TRT parlamento muhabiri olarak tanırız onu. Sonra avukatlık, ticaret derken 12 Kasım 1998'de vekaleten gelir İstanbul'un başına, 18 Nisan 1999'da ise Fazilet Partisi saflarında seçim kazanarak.
Seul'e gideceği gün 1 Haziran 1950 doğumlu Başkan'ın doğum günüydü. Onun için bir gün öncesinden pasta sürprizi yapalım dedik. Onlar da bize Ermenek yemekleri hazırlamışlar mı? İşte ince bulgur, domates, salatalık ve dövülmüşle yapılan ‘‘batırma’’. Bu yemeği isteyen buz gibi içiyor, isteyen köfte olarak yiyor. Müfit Başkan'ın eli tutulmaz, bakarsınız bir gün Beyaz Masa konuklarına da batırma ziyafeti çeker. Ali Müfit Gürtuna'yı davetlerde eşiyle el ele göremezsiniz, çocuklarını tanımazsınız, evinin içini hiç bilmezsiniz. Müfit Başkan'ın, rengi nedir, yobaz mıdır, şeriat yanlısı mıdır? Ya da malum devrin devamı, malum kişinin gölgesi midir?
İlerici olduğumu icraatım kanıtlar
Elde bir deste gül, Müfit Başkan ilk seçimde Başkent'in yolunu tutacak.
- Siyasete gireceğim Yener bey. Türkiye'de geldiğim nokta itibariyle büyük bir birikim oldu. Bunu yansıtacak bir ortam söz konusu olduğunda siyasete girerim. Şu anda tam kafama uyan bir siyasi parti yok. Ayrıca şu ana kadar bana gelen bir teklif de yok. Ülke bütünlüğü açısından Türkiye'ye zarar vermeyecek, samimi, ülkesini seven herkesle diyalog kurabilirim. Benim yüreğim açık, benim için düşünce farkı hiç önemli değil. Farklı düşünceler asla düşmanlık olmamalı. Benim siyasi görüşümde en başta demokratlık geliyor. Bu demotratlık sözde kalmayacak, tatbikata da yansıyacak. Ben öncelikle hür düşünceyi savunuyorum. Çoğunlukçu demokrasi anlayışı içinde tek bir kişiye kadar indirgenecek özgürlük ortamı da şart. Ekonomide serbest rekabete dayalı hür teşebbüs. Ancak güçlülerin güçsüzleri çok kolay ezdiği bir serbest pazar anlayışı değil. Ben Türkiye'de son derece ilerici olduğumu sadece konuşmalarımla değil, icraatlarımla da gösteren bir insanım. Asla ve asla hiçbir bağnazlıktan yana olamam, ben her alanda özgürlükçüyüm.
Aslında sulu gözlü biriyim
Ben sözümün eriyim, ölünceye kadar kendimi 25 yaşında göreceğim. Çünkü böyle hissediyorum, hayata bakışım böyle.
Şakaklarım hafif istiyor gibi ama, bugüne kadar saçımı hiç boyatmadım.
Kız Kulesi'ne çıkıp etrafı bütün halinde seyretmek bana büyük keyif veriyor ama, Boğaz'a doyamıyorum.
Sulu gözlü bir adamım, çok çabuk dolarım. Hülya Koçyiğit'in ‘‘Yavrularım’’ filmini ne zaman seyretsem ağlarım. Çocukluğumda Cüneyt Arkın'ın ‘‘İstanbul Sokakları’’ diye bir filmi vardı, onda da çok ağlamıştım.
Giyimime kuşamıma çok dikkat ederim, moda dünyasındaki yeni çizgileri en azından bilgi edinmek için izlerim.
ÇELİK GÜLERSOY ŞEHİR SANATÇISI
Çelik Gülersoy çok değer verdiğim usta bir şehir sanatçısı, böyle insanlar kolay yetişmiyor. Şu anda belki kendisinin bile haberi yok, minyatür şehir konusunda kendisinden danışman olarak istifade etmek istiyoruz. Ayrıca İstanbul'a yaptığı hizmetlerden ötürü heykeli dikilmesi konusunda bir teklif var, gerçekleşmesini çok isterim.
Hiç kimsenin gölgesi değilim şemsiyesi altında da değilim
Ali Müfit Gürtuna leb demeden leblebiyi anlıyor
- Yener bey size net söyleyeyim, ben kimsenin gölgesi, devamı değilim. Kimsenin şemsiyesi altında hiç değilim. Ben Fazilet'ten başkan seçildim ama, Saadet Partisi'ne girmedim, halen de tam anlamıyla bağımsızım. Hiç kimseye diyet borcu olmadan aday oldum ve başkan seçildim. Sadece güvenerek bu büyük emaneti bana tevdi eden halkıma layık olma borcum var. 1984'te Belediye Meclisi üyesi oldum, Dalan'la 5 yıl çalıştım. Belediye Meclisi, Hukuk Komisyonu başkanlıkları yaptım. Dolayısıyla belediye mevzuatına hákimim; neyin ne olduğunu çok iyi bilirim. Görevimi bihakkın yaptığıma kalpten inanıyorum. Çok çaba, çok emek sarfediyorum. Bu uğurda ailemi, sağlığımı, bütün varlığımı bu göreve layık olabilmek için feda ediyorum. Çocukluğumun Kaf Dağı'nın arkasındaki esrarlı beldesi İstanbul'a hizmet etmenin çok büyük bir onur olduğunun bilincindeyim. İstanbul bana yönetim tecrübesi dışında çalışmanın tadını, eser üretmenin lezzetini verdi. İstanbul'da şu an uygulama, teknolojik gelişim ve birikim açısından dünyayla yarışıyoruz. Beni işin çokluğu, büyüklüğü hiç yormaz, ürkütmez. Asla işten yılmam, başarısızlığı da kabul etmem. Görevimde her yere ulaşırım, her yere hakimim, kimsenin kuşkusu olmasın. Eser konuşmayı, proje üretmeyi çok seviyorum. Beni yoran Türkiye'deki bürokratik yapı ve son zamanlarda menfi bir hal alan teftiş müesseseleri. Çalışanların yakasına yapışılan, çalışmayanlara aferin denilen bir atmosfere girdik.
Yazının Devamını Oku 27 Mayıs 2002
Keşke her Yunan Ioannis Corantis gibi düşünse, Evdokia Corantis gibi gibi konuşsa. Birisi Yunanistan'ın 53 yaşındaki 25'inci Ankara Büyükelçisi, öteki ise 32 yıllık aşkı. Sefir bey, Atina ve Paris'te hukuk okumuş, sefire hanım ise ekonomist. Çok şaşıracaksınız, her ikisi de Türkiye'ye toz kondurmuyor. Atina'da bıraktıkları kızları Irini, Maria ve Liza'yı da aynı duygularla yetiştirmişler. Büyükelçilik rezidansında aşçıbaşı Kemal ustadan servis elemanı Ferruh'a kadar hepsi Türk. Yunan analar, Türk dostu evlatlar da doğururmuş meğer.
Corantis'ler Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Çankaya'da kapı komşuları. Burası Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün 5 no'lu kapısının karşısındaki iki katlı, minik bahçeli mütevazı bir köşk. Ankara Büromuzun yakışıklı Gürsel'inin hazırlattığı Hacıbaba'nın fıstıklı baklavasıyla kalbini fethettik sefire hanımla sefir beyin. Nemize lazım, tatlı yiyelim tatlı konuşalım, ‘‘Kalimera’’ diyerek girelim söze.
Türkiye, birkaç aydır pahalı bir ülke oldu
Madem Türkiye'yi bu kadar seviyorsunuz, neden Brüksel yolunda sürekli karşımıza dikiliyorsunuz birader?
- Yener bey, ben şahsen her zaman Türkiye'nin AB'ye girmesini destekledim, destekliyordum. Elimde tek başına karar verme yetkisi olsa, bugün Türkiye'nin üyeliğini onaylarım. Türkiye bence bugünkü haliyle de AB'ye girmeyi hak ediyor, karşı çıkanlar bana sebebini söylesin. Neden hayır, neden gidemez? Avrupa çok kültürlü bir topluluk, farklı dinler, farklı gelenekler, farklı diller, değişik yemekler, değişik giyimler. Ama, hepsinin ortak isteği bu farklılıklarla beraber yaşamak. Bence öyle bir gün gelecek ki, AB'nin içinde olmak dışında olmaktan daha zor olacak. Türkiye öteki ülkelere nazaran son birkaç aydır birdenbire pahalı bir ülke oldu. Maaşımı dolar olarak alıyorum, geçen yıla nazaran harcamalarımda büyük fark olduğunu fark ediyorum. Ankara'ya geldiğim 1999'un mayıs ayında berbere verdiğim saç traşı ücreti bugün 4 kat arttı. Ama bütün bunlar Brüksel yolunda giderken yaşanacak, çok normal. Şikayetçi olmayın, biz de AB'ye giderken benzeri sorunları aynen yaşadık.
Sizdeki gibi bizim evde de son sözü ben söylerim, ‘Evet sevgilim’ derim
Corantis'lerin Türkiye için söyledikleri yapmacık mı dersiniz?
- Yener bey, ülkemin menfaatlerini sonuna kadar korurum ama, Türk meslektaşlarımı saymayı da kendime ilke edinmişimdir. Onlar da bana hep aynı duygularla cevap verdiler, veriyorlar. Bu sıcak ilişkiler alışılagelmiş tabuları kolayca aşmamıza çok yardımcı oluyor. Hassas olduğumuz konuları biliyoruz, tahriklere kapılmadan orta yolu bulmak en güzeli. Eşim de, ben de Türkiye'ye ilk adımımızı attığımız günden beri kendi evimizde gibi huzurluyuz, rahatız. Görev icabı bugüne kadar çok ülke gezdik, Türkiye'de gördüğümüz konukseverliği hiçbir yerde görmedik. Bunları size kompliman yapmak için söylemiyorum. Türkiye Yunanlı turistler için de çok çekici. Türkiye'ye gelen Yunanlı turist sayısı sizden Yunanistan'a gidenlerden çok daha fazla. Yunanlılar Türkiye'ye gönül rahatlığıyla geliyor, burası onlar için terör yaşanan bir ülke değil, kesinlikle güvenli bir ülke. Düşünün ki, ben yanıma koruma almadan geziyorum. Burası benim dost bildiğim ülke, neden korkacağım? İki ülke gençlerini birbirlerine yakınlaştırmayı kendime misyon edindim. Bunun için ticaret odaları dışında Türkiye'nin birçok üniversitesinde konferanslar veriyorum. İkimiz de Akdeniz ülkesi insanlarıyız, birbirimize benzeyen o kadar çok yanımız var ki. Mesela aile kavramı iki ülke arasında aynı. Bizde de ailenin başı her zaman annedir, baba ise denetim yapar. Bizim evde de son sözü daima ben söylerim; ‘‘Evet sevgilim’’ derim.
Türklerin duyguları çok çabuk değişiyor
Türkiye'de çok Türkiye var, birbirinden çok farklı şeyler bulabilmek mümkün. Ege'den Karadeniz'e, dünyada benzeri olmayan Kapadokya'dan Akdeniz'e kadar. Türkiye çok zengin olduğu kadar çok da çekici bir ülke. Güneydoğu'ya henüz gidemedik ama, en kısa zamanda Van, Maraş, Diyarbakır, Urfa'ya gideceğim. Türkiye'de eşimin ve benim en sevdiğimiz yer Ayvalık. Orada yediğim lokma tatlısının tadı hala damağımda. Türk insanı çok çabuk değişebiliyor. Bir bakıyorsunuz müthiş duygulu, bir bakıyorsunuz demoralize olmuş, bir bakıyorsunuz kahkahalar atıyor. Bir gün manşet olan bir haber, ertesi gün tamamiyle unutuluyor.
Eşim Livaneli hayranı
Rezidansta görev yapan aşçıbaşından servis elemanlarına kadar hepsi Türktür. Son Anneler Günü'nde evimizdeki Türk personel eşime çiçek getirip kutlama yaptı. İşte Türkiye'nin bir başka güzel tarafı. Başka ülkelerde böyle şeylerle karşılaşmak pek mümkün değil.
Haymana’daki kebapçıyı ömür boyu unutmayacağım
Nabzını çok iyi tuttuğuma inandığım Türk insanı, çok hassas, çok gururlu, ona özel bir itina göstermek lazım. İşte size bir örnek anlatayım: Eşim ve arkadaşlarla geçenlerde Midas'ı görmek için Polatlı taraflarına gittik. Dönüşte eşim otoyol yerine devlet yolundan gitmemi istedi. Tam öğlen zamanıydı, karnım çok acıktı, bir de baktım ki Haymana'dayız. Küçük, şirin, sakin bir kasaba, ilk defa geliyorduk. Bir ağaç altında dört masalı küçük bir lokanta gördüm, adam döner çeviriyordu. Masalar doluydu, döneri çeviren iri yarı bir adam yanımıza gelip ne istediğimizi sordu. Adam biraz ters gibi göründü önce hepimize. Yabancı olduğumuzu öğrenince masadaki müşterileri dışarı çıkartıp bizi onların yerine oturttu. Görünüşünün tersine yumuşak kalpli o adam bize birer salata ve Adana kebap getirdi. Yunanlı olduğumuzu öğrendikten sonra ne istediysek hepsini bulup koşturdu. Haymana'yı ve konuksever o Türkü hiç unutmayacağım. Sizin en büyük zenginliğiniz halkınızın mükemmel konukseverliği. Bir Türk meslektaşım benim yaşadığım bu mutluluğun benzerini Yunanistan'da da yaşar, aksini düşünemiyorum.
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2002
Demokrat Türkiye Partisi'nin yeni Genel Başkanı Mehmet Ali Bayar, Yener Süsoy'a Türkiye’de bürokrasinin yeniden yapılanmak zorunda olduğunu söyledi. Kültürümüz, bizi geleceğe taşıyacak
Sevgili Mehmet Ali Bayar, ‘‘makul çoğunluk’’ havaalanında Kuran'ı neden öptüğünü pek anlayamadı sanki.
- Amerika'dan Türkiye'ye gelirken arkadaşlarıma tembih ettim; ‘‘Şaşaalı, tantanalı, konvoylu karşılama istemiyorum, kimseyi rahatsız etmeyelim’’ diye. Baba ocağımız Adapazarı ayağa kalkmıştı, onlara da çok sıkı tembih ettim; ‘‘Depremi hálá bütün acılarıyla yaşayan bir şehirde siyasi şov yapılmasın’’ dedim. Babamın 11 yıl önceki vefatından bugüne kadar eşim ve iki küçük çocuğumla hep gittiğimiz gibi yine Adapazarı'na gittik. Gazeteciler var diye ben bunu yapmazlık edersem eğer, toplum benim yalancı olmamı bekliyor demektir. Ben hiç böyle bir insan olmadım, bundan sonra da aynı dürüstlükte olacağım. Bir Türk Müslümanın önüne herhangi bir yerde eline Türk bayrağına sarılı Kuran gelirse onu öpüp başına koyar. İnşallah benim bu hareketimi kimse eleştirmiyordur, aksi halde Türkiye kendine olan inancını kaybetmiş demektir. Geleneklerimiz, kültürümüz, değerlerimiz bizi geleceğe taşıyor. Biz yere düşen ekmeği üç kere öpüp alnımıza koyan gelenekten geliyoruz. Bunun ne sosyal sınıfla, ne dünya görüşüyle, ne inançla ilgisi var, bu bir kültür.
Cuma namazlarına hep gidiyordum, gideceğim
Bir de gelelim cuma namazlarına, tam bitti derken yeniden başa mı dönüyoruz?
- Ben çocukluğumdan beri cuma namazlarına giderim. Arkadaşlarım şaşırırdı, Fransızca eğitim veren bir okulu bitiren, Amerika'da okuyan, modern, çağdaş, dünyevi bir insan nasıl olup da camiye gider diye. Babam, Uğur'la beni camiye ilk götürdüğünde 12 yaşındaydım. Marmaris'te tatildeyken bile sessizce camiye giderdik. Orada bayram namazına giderken arkadaşlar bizimle dalga geçerdi; ‘‘Taş yağmurundan kurtulacağız sayenizde’’ diye. Dışişleri'ndeki arkadaşlara sormuşlar, hepsi benim camiye gittiğimi bilmediğini söylememiş. İşte mesele bu, kimsenin bilmesi gerekmiyor, ibadet gizli yapılır. En büyük yalancılık ‘‘Gitmiyorum’’ demem olurdu. ‘‘Siyasete girdim, artık cumaya gitmiyorum’’ dememi mi bekliyor insanlar? Bir insanın başka bir insan olmasını istiyorsanız, o zaman gidip aslında öyle olan insanı bulun. Bugüne kadar Amerika'da da olduğu gibi bundan sonra da cuma namazına gideceğim. 11 Eylül’den sonra Türkiye'nin model ülke haline gelmesinin sırrı burada. Hayatını çağdaşlıkla bildiği gibi yaşayan insan-ların aynı zamanda şahsi inançlarına, değerlerine de kendi bildiği gibi sahip çıkmalı. Dini siyasete alet etmek, Türkiye'yi çatışmalara götürür. Çağdaşlığı dinsizlik haline getirirseniz, Türkiye'de demokrasinin istikrarı, huzuru ortadan kalkar.
Türkiye vatandaşlığı imrenilecek bir şey olmalı
- Küçüklüğümden beri Türkiye'yi karış karış dolaştım, hatta lisede okuldan atılacak derecede devamsızlık yaparak babamın seçim gezilerine katıldım. Çankaya'daki Dışişleri Müşavirliği dönemimde de ülkemin dört bir yanını gezme imkanım oldu. Türkiye'nin her vilayetinde, her yerinde telefonu kaldırdığımda konuşabileceğim arkadaşlarım var. Sayın Süsoy, ben son derece ileriye dönük, gayet açık fikirli bir adamım. Her türlü yeniliğin denenmesine taraftarım. Bütün bunlardan dolayı bürokrasiyi kabullenemedim, bürokrasiden sıkıldım, bürokrasiden şikayetçiyim. Türkiye'de siyasetin birinci vazifesi bürokrasiyi yeniden yapılandırmak. En büyük ideallerimden biri de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını çevremiz coğrafyasının en imrenilen vatandaşlığı haline getirmek. Liderlik benim için kararları 100-0 değil, 51- 49, hatta 50-50' ye yakın bir noktada vermektir.
Yazının Devamını Oku