11 Şubat 2002
Tiyatronun anıt kadını Ayşe Yıldız Kenter, hayatının en zor, en acımasız, en kahredici rolünü oynuyor belki de. Bakmayın sahnedeki, ekrandaki usta oyunculuğuna, gülücüklerine, kızılcık şerbeti içtiğini söylemesine. Son birkaç haftadır yüreği yaralı, ciğeri dağlı. 40 yıllık aşkı, dostu, ciğeri, yüreği, eşi Şükran Güngör'ün pankreası onun boynunu büken. Ama bunca yıldır olduğu gibi yine umut dolu, yine sonuna kadar mücadele etmeye kararlı Yıldız abla. İşte Aşiyan'da, Aşiyan Apartmanı'nın güzelim Boğaziçi'ne tepeden bakan balkonu, işte tablo gibi Şükran ağabey, işte tablo gibi Yıldız abla. İkisi de her zamanki gibi zarif, şık ve kibar. Onların bugüne kadar el ele nice zorluklar aştıklarını biliyor musun sen?
Şansa inanırım
Babam bana ‘‘Ninem Yıldız’’ diye mektup yazardı, ben de çok sevdiklerime Ninem diye hitap ederim. Müşfik'e ben ‘‘Bibişli’’ derim, o da bana ‘‘Bidiga’’ der. Bu adları bize rahmetli Nedim ağabeyim takmıştı, hiçbir anlamı yok.
Şansa inanırım, şanslı bir insan olduğumu da görüyorum.
Oyuna çıkmadan önce yüz aklığı isterim, başım yere gelmesin, utanmayayım sahnede.
Kendimde tek beğendiğim taraf kendi kendimi tutmayı öğrenmem, zapt edemediğim zamanlar da olmuyor değil elbette.
44 yıldır el ele
Ey pankreas, bilmiş ol ki yaman bir kayaya çattın, senin mucizelerden haberin var mı? Bilmiyorsan Yıldız hoca anlatsın sana.
- Hayatın mucizelerle dolu olduğuna inanmak gerekiyor. Hayatımın en büyük mucizesi Şükran gibi bir adamla 40 sene yaşamak oldu. Evlilik tarihimiz 1964 ama, biz Şükran'la 1958'de ‘‘Öfke’’ den beri dostuz, arkadaşız. Beraber çile çektik, beraber mutlulukları yakaladık. İnsanın yanında mesleğini bu kadar büyük bir hoşgörüyle hep kaldırmak isteyen birinin olması müthiş bir şey. Biz el ele yine bu günleri de aşacağız, kimse merak etmesin.
Öğrendin mi pankreas hazretleri, şu inadı bırak düş gözbebeğimiz Şükran Güngör'ün böğründen, Yıldız Kenter'in yüreğinden. Onlar bize daha çok uzun yıllar lazım arkadaş, bilmem anlayabildin mi? O halde dinlemeye devam et.
İki defa estetik yaptırdım
Yüzüme iki defa, burnuma birkaç defa estetik yaptırdım. Burnum çok güzel olmuştu ama iki defa kazaya uğradı, esas güzel şekli kayboldu. Estetik olduğum için de hiç pişman değilim. 73 yaşındayım, kendimi yaşlı bulmuyorum, ben hep gencim. Yaşım rakam olarak ileri olabilir ama, asla ihtiyar değilim.
Ben mesleğimde açgözlü bir insanım, her rolü oynayacağımı zannediyorum.
Ev işinen hiçbir türünden gocunmamam. Değil evimin, tiyatromun tuvaletlerini bile kendi ellerimle ovacak kadar temizliği severim.
Devlet Tiyatrosu'na girdiğim 1948 yılındaki ilk maaşım 80 liraydı, sonra 250 oldu. Bilet fiyatlarıysa 2,5 liraydı galiba.
Fevkalade hocalarım oldu ama, en yaman hocalarım öğrencilerim oldu. Onlarla çocukluğumu, gençliğimi yaşatabildim.
Hep işimi evime, aileme tercih etmek durumunda kaldım. Kızımı çok hasta bırakıp oyuna çıktım.
Devlet Tiyatrosu'nda 11 senede 24 oyunda oynadım, kendi tiyatromuzdakilerin sayısı ise 100'ü geçti.
Para yemesini bilmiyorum
‘‘Bu kadar sıkıntı çekilir mi, satsın tiyatrosunu tüttürsün çubuğunu’’ demek ne kadar kolay..
- Biz bu yaşa geldik, para yemesini bilmiyoruz, öğrenemedik. Satıp da bu parayı nerede, nasıl yiyeceğim? Onun için diyorum ki; gençlerle bir şekilde bunu devam ettirmeliyiz. Benim kuşağım yokluk çekmiş bir kuşak. Onun için biz küçücük şeylerin kıymetini çok bilerek yetiştik. Çorabım kaçınca atamam, eskiden tek tek çektirirdik kaçıkları. Sabun küçülünce şimdi atıyorlar, ben hálá atamıyorum. Sıkıntılı dönemleri yaşayan insan kıymet bilen bir insandır. Dünya açlıktan kırılırken boşuna niye yemek ziyan olsun Yener'ciğim? Bunun çok faydasını gördüm, ben Türkiye'nin şu koşulunda borçsuz yaşayan bir insan oldum. Bu çok önemli bir şey. Biz parayı da yaşadık, parasızlığı da. 1933'te İngiltere'den Ankara'ya göç edince annem İngilizce ders vermeye, varlıklı ailelerin çocuklarına dadılık yapmaya başladı. Boşnak mahallesinden Kavaklıdere'ye kadar yürürdü, oradaki varlıklı bir ailenin çocuklarına bakmak için. Hepimizi yanında götürür getirirdi, oyuncaklarla oynamamız için. Parasız ama, seviyeli bir hayatımız vardı, bizim evde hiçbir zaman kitap eksik olmadı. Herkes elinde bir kitapla yatağa girerdi, gaz lambası ışığında hep okurduk. Boşnak mahallesindeki o evde sanat yaşardı bir şekilde. Mesela annem aybaşında para aldığı zaman havyar getirirdi eve, tadalım bilelim diye. Tatlı olarak genellikle bulamaç yerdik, yine aybaşlarında bal, reçel alınırdı. Sonra yine dönerdik fasulyeye, çorbaya. Biz dört erkek iki kız altı kardeştik, annemin ilk eşinden olan Jack ile Nedim ağabeylerim öldü, Güner, Mahmut, ben ve Müşfik hayattayız.
YARIN: GENCO ERKAL’IN OYUNU BİR ŞAMAR GİBİ
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2002
ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, arkadaşımız Yener Süsoy'a Türkiye ve Türklerle olan ilişkisinin arkeoloji sayesinde olduğunu söyledi. Büyükelçi Pearson, Turgut Özal'la eski başkan George Bush arasındaki dayanışmanın dünyayı enerjisiz kalmaktan kurtardığını söyledi.
Yabancı ülkelerin Türkiye temsilcilerinin Türkiye adını ilk ne zaman duyduklarını hep merak ederim.
Türkiye adıyla ilk tanışmam, büyük merakım olan arkeoloji kitapları aracılığıyla ilk gençlik yıllarımda oldu. Daha sonra Kore Savaşı'nda Türk askerinin gösterdiği kahramanlıklara ülke olarak tanık olduk. Hukuk eğitimim sırasında I. Dünya Savaşı üzerine tez hazırlarken Türkiye'nin önemiyle bir kez daha karşılaştım. 1920'lerdeki çabalarını, Türk Kurtuluş Savaşı'nı ve Mustafa Kemal Atatürk'ü tanıdım, öğrendim. 9 Temmuz 2000 günü Türkiye'ye atandığını öğrendiğimde son derece mutlu oldum. Çünkü iki dönem görev yaptığım NATO'da çok yakın Türk dostlarım olmuştu, Ümit Pamir, Turan Moralı, Hüseyin Diriöz gibi. Hepsi bende öylesine derin izler bıraktılar ki, hafızamda Türkiye ve Türklerin çok özel bir yeri oluştu. Türkiye'yi tanımaya Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'nı başlattığı Samsun'dan başladım, özellikle orasını seçtim. Türkiye'ye ilk kez Körfez Krizi'nde o zamanki Dışişleri bakanımız James Baker'ın ekibinde yer alan bir diplomat olarak geldim. Daha sonraları birlikte birkaç kez daha Ankara'ya gelip gittik. O görüşmelerde tanıdığım Turgut Özal çok sıcak, açık sözlü, çok kararlı ve dostane bir yaklaşım içindeydi. Bana göre Özal-Bush dayanışması dünyayı enerji kaynaklarından mahrum kalma tehlikesinden kurtarmıştır. Yener bey, Kapadokya'ya gidemedim, bir de Gaziantep ve Van'ı görmek istiyorum. Kapadokya'ya eşimle birlikte gidip oradaki günlerimizi özel bir anı olarak saklayacağız.
Hamsinin her tür yemeğini yedim
Türkiye'deki çeşitlilikler beni çok etkiliyor, yiyeceklerden topografyaya kadar. Özellikle Türk balıklarına hayranım, hangisini sayayım, lüfer, levrek, çupra, lagos, kalkan, hamsi. Samsun'a gittiğimde hamsinin pilavından tatlısına, turşusuna kadar her çeşidini yedim.
Bekárlığımda çok güzel yemek yapardım, özellikle tavuk ve et ızgaralarım muhteşem olurdu. Şimdi ise barbekü sosu yaparak durumu idare ediyorum.
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2002
ABD'nin Ankara Büyükelçisi, Tennessee 1943 doğumlu çiftçi çocuğu Robert Pearson'ı Amerikan malı Harley Davidson'una bindirinceye kadar göbeğim çatladı. ‘‘Yener bey, ekonomik krizden geçen bir ülkede Amerika'nın büyükelçisi hava atıyor derler’’ diyor, başka bir şey demiyor. Basın Ataşesi Jess Baily de kendine özgü gülücükleriyle çaktırmadan patronunu destekliyor. Güleryüzlü sefire Margaret hanımın benden yana olduğu gözlerinden belli ama, diplomasi gereği sesini çıkarmıyor. Gel çık işin içinden. Dışişlerinde başmüşteşar düzeyinde kıdemli bir kariyer memurunun kendi parasıyla aldığı motosikletine binmesine kim ne diyebilir? Pearson'ın ‘‘Tamam’’ demesine sonradan bin pişman olacağımı bilmiyordum. Siz siz olun Ankara'nın kulak düşüren ayazında Harley sefası yapmayın. Neyse ki birazdan şöminenin karşısına geçip sıcak çaylarımızı içeceğiz, Hürriyet'in Ankara Büyükelçisi sevgili Sedat Ergin'in kulaklarını çınlatarak.
Burası, ABD'nin Ankara Büyükelçisi'nin İran Caddesi'nin köşesindeki yarım yüzyıllık ikametgáhı. Pearsonlar, kale gibi korunan bu evi bütünüyle ilk kez Hürriyet'e açtılar, odalardan salonlara, mutfağa kadar. İkametgáhın tepeden tırnağa ne denli bir koruma altında olduğunu söylemeye zaten gerek yok. Dubleks dev villanın giriş katında konuk kabul odaları, büyük yemek salonu ve büyükelçinin çalışma bölümleri var. Duvarları süsleyen bütün eserler Amerikalı ünlü sanatçılara ait. Amerikan sanatını tanıtma programı çerçevesinde ABD'nin bütün dış temsilciliklerinde olduğu gibi
Ankara'da da üç aylığına sergileniyor. Haydi hep birlikte oturalım Beyaz Saray'dakinin benzeri şömineli büyük salonun rahat koltuklarına. Bakalım neler diyor, neler düşünüyor ‘‘Süper Güç’’ün Ankara temsilcisi bizim hakkımızda.
Çiftçi çocuğu
Robert Pearson sanayide dünya devi olan bir ülkede tarımla uğraşan bir ailenin çocuğu.
- Ben 6 erkek çocuklu büyük bir çiftçi ailesinden geliyorum, eşim Margaret de öyle. Doğup büyüdüğüm Memphis yakınlarındaki küçük kasabada uzun yıllar kendi adımla değil, babamın oğlu olarak anıldım. Dedelerimiz 1830'da İngiltere'den Tennessee'ye göç etmiş, aralıksız 6 kuşaktır tarımla uğraşıyoruz. 500 hektarlık çiftliğimizde özellikle pamuk ve soya üretimi yapılıyor, ayrıca büyükbaş hayvanlar da besleniyor. Soya tüketimi Amerika'da çok popüler değil, ben de yemiyorum ama, çiftliğimizden büyük ihracat yapıyoruz. Toprağa, doğaya aşık bir çocuk olarak traktörün direksiyonuna çıktığımda 12 yaşındaydım. Aslında ben o yıllarda hep evin dışındaki işleri tercih ettim. Diplomatlığı da aile içindeki ilişkilerim nedeniyle seçtiğimi düşünüyorum. 2 numaralı kardeş olarak hep ağabeyimle benden küçük kardeşlerimin arasında sıkışıp kaldım. İki tarafı da tutmayarak onlar arasındaki doğal gerilimleri yok etmeye, aralarını yapmaya çalıştım. Sonunda çok iyi bir müzakere ustası olduğumu keşfettim. 1968'de Virginia Üniversitesi Hukuk Fakültesini'ni bitirdikten sonra diplomasiye geçtim ve işte bugün burada sizinleyim.
Harley Davidson tutkunu
Harley Davidson merakı denizci olarak askerliğimi yaptığım Japonya'da başladı. Kendime ait ilk Harley'imi beş yıl önce aldım, şimdi burada. Klasik ‘‘Springer Softaile’’, Harley'in en eski dizaynı, 13500 cc gücünde. Kadranda 140 yazıyor, ama ben Fransa'dayken otobanda en fazla 120 mil yaptım. Türkiye'de ise fırsat bulduğumda dağlık boş arazide kullanıyorum.
Reenkarnasyona inanmıyorum, keşke ikinci bir şansım olsaydı. Eğer öyle bir şansım olsaydı büyük bir yarış teknesi alıp denizlere açılırdım.
Dünyada ünlü hard rock topluluğu ZZ Top'un koyu bir hayranıyım. Türkiye'de ise Melih Kibar'ın ‘‘Yadigár’’ adlı albümünü çok severek dinliyorum.
Çinceyi filmlerini izleyecek kadar biliyordum ama, şimdi biraz unutur gibi oldum. Bir Amerikalı için Türkçeyi öğrenmek Çinceye göre çok daha kolay. Haftada 6 saat bir profesörden Türkçe dersi alıyorum. Geldiğimde ilk öğrendiğim Türkçe kelimeler ‘‘merhaba, teşekkür ederim, nasılsınız’’ oldu.
Babam 1990'da vefatından önce bana çakısını hediye etmişti. Sedef işlemeli o çakıyı uğur olarak hep yanımda taşırım, sadece uçak yolculuklarında valizime koyarım. Onunla babamın gücünü kendimde hissediyorum sanki.
Turkey deyince bizim aklımıza hindi gelmiyor
Bence ‘‘Made in Türkiye’’ adı doğru değil, ‘‘Made in Turkey’’ dünya çapında tanınan bir marka. Bunca yıldır herkesin bildiği bir adı neden değiştireceksiniz? Bilin ki Turkey denince Amerikalının aklına hindi gelmiyor, Mısır deyince ‘‘corn’’ gelmediği gibi.
Limanlarınız çok pahalı bu yüzden turist gelmiyor
Türkiye'ye Amerika'dan daha çok turist gelmesi için sürekli çalışıyorum, 11 Eylül'den sonra acılara boğulan insanlarımıza yeniden seyahat etme alışkanlıklarını kazandırmamız lazım. Kruvaziye turizmi yapan şirketlere de mektup yazarak rotalarını Türkiye'ye uğrayacak şekilde düzenlemelerini talep ettim. Ancak bu firmalar Türk limanlarının dünyadaki benzerlerine göre çok pahalı olduğunu söylüyor. Öyle sanıyorum ki bu üzerinde durulması gereken önemli bir konu. Limanları bilemem ama, bence Türkiye kültür turizminden yiyeceklerine kadar pahalı bir ülke değil.
Çin turizmi Avrupa'ya Türkiye'den açılacak
Türkiye, Çin turizminin Avrupa'ya açılmasında çok ideal bir ülke. Zaten iki ülke arasında İpek Yolu'ndan dolayı tarihsel bir bağlantı da var. Pekin'de görev yaparken okuduğum bütün tarih kitaplarında Çinlilerin atlarını eğitenlerin Türkler olduğu yazıyordu. Ayrıca tarih boyunca aranızda dil anlamında da yakınlık olmuş.
Tiger Woods niye Türkiye'ye gelmesin
-Amerikalı golfseverlerin Türkiye'ye gelmesi için çalışmalar yapıyorum. Mesela Belek'te çok güzel bir şampiyona düzenlenebilir, Tiger Woods dahil bütün ünlü golf ustaları da pekala gelirler, yeter ki bir cazibe unsuru bulsunlar. Golfte en az oyun kadar arkadaşlık, dostluk da önemlidir. Golf oynarken sıkıntıya düşmeyi, zor durumda kalmayı, hatta bazen de utanmayı göze alacaksınız. İşte bütün bunlar insanın kendisine olan güvenini artırıyor.
Türkiye'de çok usta golfçüler var
Bay büyükelçi öyle bir golf tutkunu ki, bildiğiniz gibi değil.
- Türkiye bence dünyanın en önemli golf cennetlerinden biri olabilir. Bunu bilerek söylüyorum, çünkü Türkiye'deki bütün golf sahalarında oynadım, oynuyorum. Ayrıca çok usta Türk golfçüleri de var, mesela Mustafa Koç. Bu arada İstanbul Klassis'te yapılan bir yarışmada 3'ncülüğüm var, Yener bey. Antalya'da temmuz ve ağustos dışında her ay çok rahat golf oynanabilir, İstanbul'da ise aralık dışında. Ne var ki, sadece golf sahasının çok güzel olması yetmiyor, yollarından öteki tesislerine kadar bütün altyapının da güzelleştirilmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra özellikle Amerika'ya yönelik çok güzel bir pazarlama yapmak lazım.
Bir arkadaşımı ölümden Türk diplomatı kurtardı
Yeni Delhi'den yeni dönen Hindistan büyükelçimiz Yusuf Buluç meğer neler yapmış, neler.
- 20 yıl kadar önce bir Amerikalı meslektaşımın hayatını bir Türk diplomatı kurtardığı için Türkleri o günden beri hep güzellikler içinde hatırlarım. Adını vermek istemediğim bir ülkedeki büyükelçiliğimiz silahlı saldırıya uğradı, 2 Amerikalı öldürüldü. Bir hanım diplomat arkadaşımı o saldırı sırasında elçilik binasından kaçırmayı başardı. Onu caddeden alıp canını kurtaran kişi Türk diplomatı Yusuf Buluç'tur. Yusuf, onu caddeden alıp kendi evine ailesinin yanına götürüyor. Buluçlar üç gün boyunca arkadaşımıza kendi kardeşleri gibi baktılar; her şey düzeldikten sonra da büyükelçiliğimize getirdiler. Bu olay hafızamda Türk insanının güzelliği hakkında silinmez bir anı olarak hep yaşayacak.
Başkan Bush Türkiye’nin önemini biliyor
- Başkan Bush'a Bülent Ecevit'in ziyaretinden önce Türkiye hakkında ayrıntılı bir brifing verdim. Başbaşa yaptığımız bu görüşmede Türkiye'nin terörizme karşı açılan savaşa verdiği inanılmaz desteği, hükümetin ekonomik reformlar konusunda harcadığı büyük çabaları anlattım. Uzun yıllardır Amerika'nın dostu ve müttefiği olan Türkiye ile ticari ilişkilerimizin artması gerektiğini vurguladım Başkan Bush, bana aynen şunları öyledi: ‘‘Anlattığın bütün konularda kesinlikle seninle aynı fikirdeyim. Türkiye'nin ne kadar büyük bir dost ülke olduğunu çok iyi biliyorum, onlara ihtiyacımız var.’’
YARIN: ÖZAL’LABUSH, DÜNYAYI ENERJİKRİZİNDEN KURTARDI
Yazının Devamını Oku 29 Ocak 2002
Florence Nightingale Hastanesi Kalp Cerrahi Şefi Doç. Dr. Belhhan Akpınar, genç kuşak cerrahların temsilcisi. 1969 doğumlu Doç. Akpınar, arkadaşımız Yener Süsoy'a 21. yüzyılın ilk yarısı bitmeden kalp cerrahlarının işsiz kalacağını, çünkü kök hücrelerden sağlıklı kalpler üretileceğini söyledi. Domuz kapakçığı en iyisi
Kalp kapakçıkları biyolojik ve mekanik olmak üzere iki ayrı türde, Yener Bey. Titanyumdan yapılan mekanik kapakçığın ömrü teorik olarak sonsuz, fiyatı 1500 dolar civarında. Ancak mekanik kapakçıklarla ilgili iki problem var: Birincisi sürekli kan sulandırıcı kullanmanız lazım, hem de öyle böyle değil. Dozajı da çok iyi ayarlanacak. Çok yüksek olursa kanama yapar, az olursa pıhtı ihtimali var. İkinci problem kalp fazla hızlı çalıştığı zaman çık çık diye ses yapabiliyor. Biyolojik kapakçıklar dana ve domuzdan yapılıyor. Aslında insan kalbine en yakın kalp domuz kalbi. Domuz kapağının fiyatı ortalama 2 bin dolar civarında. 1980'li yıllardaki ilk jenerasyon domuz kapakların ömrü 7 seneydi. Şimdikilerin ise 22 seneye. Eskiden 75 ve üstü yaştaki hastalara uygulanırdı, şimdi 65 yaşa indirdik. Dinen en muhafazakar Müslüman ya da Musevi hastalarımız da domuz kapakçıklarını taktırıyor. Geçen yıl domuz kapakçığı taktığımız bir hastamız üç ay sonra bir trafik kazasında vefat etti. Yakınları bana gelip, ‘‘Babamız domuz kapağıyla gömülmesin, çıkartın’’ dedi, kabul etmedim.
Ameliyathane benim için kutsal bir yer
Bir hastamız ameliyat masasında 10 dakika gibi süre ‘‘gitti’’. Biz de onunla beraber. Masaj, ilaç derken hasarsız olarak kendini toparladı. Sonra o dakikaları şöyle anlattı bize: ‘‘Çok derin bir tünelin içinde gidiyordum, tünelin ucunda parlak bir ışık vardı. Oraya ulaşmak için bir süre koştum ama, bir türlü yakalayamadım.’’
Bazı hastalar da ameliyattan sonra, ‘‘Göğsümü çatır çatır kestiniz ama, acı hissetmedim, bağıramadım’’ diyor. Nadir olarak anestezide yeterli derinlik olmayınca hiç ağrı duyulmaz ama, bilinç açıktır. Onun için prensip olarak ameliyathanede şakaya bile asla müsaade etmiyorum. Orası çok kutsal bir yer. Ameliyat sırasında çok az konuşurum, öğlenden sonra ise fonda mutlaka hafiften Mozart çalar.
Tıpta şansın olmadığını düşünmek istiyorum ama, bazen öyle aksilikler bir hastayı bulabiliyor ki, insan şaşırıyor. Bir keresinde dedim ki, ‘‘Allahım sen kararını vermişsin, biliyorum beni uğraştırıyorsun ama, biz de sana karşı uğraşıyoruz.’’ Sonunda bize ameliyathanede kazanma şansını verdi.
Açık kalp ameliyatı olan yarım insan değildir
- Açık kalp ameliyatı geçiren, kesinlikle yarım insan değildir Yener Bey. Cinsel hayatı dahil her şeye aynen devam edebilir. Ameliyattan sonraki üç hafta cinsel ilişkiyi yasaklamamızın nedeni göğüs kemiğinin kaynamasını beklememiz. O süre içinde hastaya otomobil de kullandırmıyoruz, kaza geçirip göğsüne darbe alma ihtimalini düşünerek. Hastaneden taburcu olduktan sonra bir hafta ev istirahati tavsiye ediyoruz, ama asla puöama kompleksine girmek yok. Hava iyiyse yanında bir refakatçi olmak kaydıyla 10-15 dakika yürüyebilir. Çok soğuk yağmurlu, rüzgárlı, sisli havalar bu hastaları ilk başlarda zorlayabilir. Üşütürlerse öksürük veya hapşırık göğüs kemiklerinde ağrı yapabilir. Onun için bazıları elinde yastıkla dolaşır, kimileri ise korse kullanır. Bu hastaların ameliyat öncesi ve sonrası moral motivasyonları da çok önemli.
Kalp cerrahları işsiz kalacak
Yener Bey, bana göre 35 sene içinde hibrit tedavi yöntemiyle kök hücreden sağlıklı kalpler üretilecek. Bu demektir ki, benden sonraki kuşak meslektaşlarım işsiz kalacak. Şu anda gündemdeki en önemli konu insana domuz kalbi nakli. Buradaki problem genetik şifrelerin uyuşmaması. Onun için ikisi arasına bir şifre bozucu koymayı düşünüyorlar. Eğer bunu başarabilirlerse muhteşem bir devrim olacak.
Anjiyoda büyük yenilikler oldu
Kesin teşhiste hálá en kesin yöntem olan anjiyoda da büyük yenilikler oldu. Kullanılan kataterlerin çapı inceldi, bacaktan giremediklerine koldan, elden giriyorlar. Geçmişte üç saat süren anjiyolar bilirim, şimdi ise sadece 10 dakika sürüyor. Hekim olan annemi bile anjiyoya zor ikna ettim, çıkarken, ‘‘Meğer ne kadar kolaymış, ben böyle bilmiyordum’’ dedi.
Diş hekiminden korkan cerrah
Diş hekiminden çok korkarım. 12 yıl önce Ankara Gülhane'de iki ön dişimin arasına klips takıldı. Üç ay sonra çıkarılacaktı, ama hálá duruyor.
Bugüne kadar hiç kendime check-up yaptırma gereği duymadım, kolesterolüme de en son 3 yıl önce baktırdım, çok iyi çıktı.
14 yıllık evliyim, eşim İpek endüstri mühendisi. Ali adlı dört yaşında afacan bir oğlumuz var. İpek şu anda Kemerburgaz'da yeni bir projenin satış müdürlüğünü yapıyor.
Reenkarnasyona ve UFO'lara inanmıyorum.
Yazının Devamını Oku 22 Ocak 2002
Ünlü modacı Canan Yaka, arkadaşımız Yener Süsoy'a Türk kadınının Avrupalı kadından daha iyi giyindiğini, ama bazılarının ‘‘parasıyla rüküş olmayı‘‘ tercih ettiğini söyledi. Canan Yaka, ünlü müşterilerinin giyimlerini de değerlendirdi.
Türk kadını Avrupalı kadından iyi giyinir
Canan demişler ona, Cenan gibi hiç sözünü esirgemez çatır çatır konuşur.
- Türk kadını Avrupalı hemcinslerine göre daha güzel giyiniyor, daha özen gösteriyor. Tek hatası modayı çok yakından takip etmesi. Daha Avrupalı kadın giymeden o giyiyor, kendine yakışsa da yakışmasa da. Mesela sırtı açık elbise çok moda, sırtındaki etin katını görmeden giyiyor. Her yılki modada her vücuda yakışacak kıyafetler var, yeter ki iyi seçici olalım. İki askılı tişörtler bizde bayağı duruyor, çünkü biz ne kadar zayıf olsak da etli ve göğüslüyüz. Avrupalı kadın bunu giyiyor ama, beli göğsü olmadığı için onda daha masum duruyor.
Her şeyi en iyi bilen kadın benim
Aynayla aram çok iyidir. Türkiye'nin en güzel, her şeyi en iyi bilen kadını benim. Ne giysem bana çok yakışır, nereye girsem benden daha güzel kadın yok, kendinden çok emin bir kadınım. Bir yere giderken Ergin'e ‘‘Kocacığım istersen gitmeyelim, beni görünce kadınların fiyakası bozulacak’’ diyebiliyorum.
Şıklık, pahalılık demek değil
Şık kadını Canan'dan iyi kim tanımlayabilir ki?
- Şık kadın saatinde, yerinde, gününde, ortamına göre her şeyiyle dört dörtlük olan kadındır. Mesela tuvaleti, pabucu çok şık; saçı, parfümü, çorabı çok uygun ama, bunu gündüz giyip markete gitmişse olmaz. Bazen kuaförde görüyorum, kadınının biri parmağına 17 kırat taş takmış saçını taratıyor, bu görgüsüzlük. İmkanın var, elbette takmak senin hakkın ama, bunu kuaföre gelirken takma güzelim. Şıklık, pahalılık demek değildir; ama çok iddialı bir kıyafet istiyorsan, muhakkak bedelini ödeyeceksin. Çok iddialı kıyafetin ucuzu olmaz, yaparsan maskara olursun. Onun için daha vücudunun hatlarını düzgün gösteren sade, düz çizgiler içinde, iyi bir kumaş ve iyi bir dikişi tercih edeceksin. Kalkıp ‘‘Burasında tüyü olsun, burası şakır şakır yansın, orasından da yırtmacı çıksın’’ dersen bedelini ödersin. Önemli olan iddialı olmak değil, zarif olmak. İddialı olmak muhakkak para ister. Ben çok para harcayarak çok rüküş olmuş, çok çirkin giyinmiş kadınlar görüyorum.
Canan Yaka’nın gözüyle ünlü müşterileri
AJDA PEKKAN
Uçuk, kalıp dışı giyinmeyi sever
Çok güzel bir kadın değildi, çok güzel kadın oldu; lisan bilmezdi, birkaç lisan konuşur oldu; giyinmeyi iyi bilen kadın değildi, giyinmeyi çok iyi bilen kadın oldu. Ayrıca son birkaç yıldır inanılmaz mütevazı bir kadın, insan gibi insan oldu. Ajda çok modern, uçuk, kalıp dışı giyinmeyi sever. Ajda'ya ne istersen giydirebilirsin, her forma girebilir. Hiç kimsenin giymediği renkleri sever, acayip küf yeşilleri, bejler ona çok yakışır. Sahneye uymayacak bütün renkler Ajda'da sahne olur. Elektrik mavisi, mor renklerini sevmez. Pantolona, mini eteğe, transparana bayılır.
GÜLBEN ERGEN
Sarı hariç, her renk yakışıyor
Bugüne kadar Gülben gibi vefalı hiç müşterim çıkmadı. Yiyip içmesinden, röportajına kadar fikrimi alır. Özel hayatına girmem. Televizyon kanalarındaki programlarında ve sahnede giydiği bütün giysileri burada manken üzerinde yapıp bitiririm, gelip alıp gider. Gülben'e ayda en az 6 elbise dikiyorum. Ona her renk yakışıyor, sarı tonları hariç, zaten kullanmıyorum.
MUAZZEZ ABACI
Siyah ve beyaz dışında hiçbir rengi sevmez
Kendine bakmadığı, fiziğine dikkat etmediği için çok üzülüyorum. Abacı yemek yemeyi çok sever, çünkü yemek pişirmeyi çok sever. Mücadeleden çok çabuk yılıyor. Oysa Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük yorumcularından birisi, onu biraz silkelemek lazım. Abacı siyah ve beyaz dışında hiçbir rengi sevmez. Kırmızı, yeşil gibi renkler onun karakteriyle bağdaşmıyor, sert bir kadın.
EMEL SAYIN
Ona her şey gider
Çok iyi kalplidir, çok çabuk demoralize olur. Emel sadece kolsuz elbise giymekten hoşlanmaz, onun dışında her şeyi giydiririm ona. Güzel olan yerlerini gösterecek her dekolteye açıktır.
SEMRA ÖZAL
Frapandan hoşlanır
Semra hanım frapan giyimden hoşlanır ve taşır. Her gün değişik elbise giymeyi sever. Kırmızı, çingene pembe, cart yeşil gibi renkleri sevmez. Son senelerde pantolon giymeye başladı.
Ünlü ayakkabıcı Ergin Tanca'yla evli olan Canan Yaka, dünyadaki bütün moda fuarlarını eşiyle birlikte geziyor. Tanca'nın eşine giydirdiği 2002 yazının modası olan sivri burunlu, taşlı, ithal abiye terliğin fiyatı tam 600 milyon lira.
Yazının Devamını Oku 21 Ocak 2002
Ünlü modacı Canan Yaka, eşcinsel modacıların kadını sevmedikleri için çirkinleştirdiğini öne sürdü. Canan Yaka'nın ünlü terzi Mualla Özbek ile Yaka sigaraların sahibi ünlü tütün tüccarı Şükrü Yaka'nın kızı, Aslı Ural'nın annesi, Alaattin Çakıcı'nın kayınvalidesi ve Ergin Tanca'nın eşi olduğu bilinir ama, gerçek adının Cenan olduğunu kimseler bilmez. 8 Ağustos 1949 günü erkek çocuk hayalleri yıkılan babası, ona bu adı verdiği gibi erkek gibi de yetiştirmiştir. Cenan, St. Pulcherie'den Paris'teki desinatörlük eğitimine kadar geçen yıllar içinde sporun her dalıyla uğraştı, hem de erkeklere taş çıkartırcasına. Tenis, kayak, su kayağı, avcılık derken futbola bile burnunu soktu. GS'ın efsane ismi Bülent Eken üvey babası olunca futbola ve Cimbom'a merak sardı.
Ve Allah için Canan'ın bugüne kadar Cenan'lığın hakkını fazlasıyla verdi.
Canan'ın Nişantaşı'nda tarihi Maçka Palas'taki dev atelyesi, buram buram Terzi Mualla kokuyor. Prova odasındaki dev aynadan tahta mankenlere, makaslardan duvardaki tablolara kadar hepsi annesinden miras. O anne ki, Türkiye'de ilk butiği açan, ilk defileyi yapan, sosyeteden yeraltı dünyasına herkesin Terzi Mualla'sı. Canan da annesinin modeli; mesleğindeki ustalığından bastığı yeri titretmesine, işkolikliğinden ölümüne sırdaşlığına kadar. Şimdi gelin biz şu köşeye çekilelim, modanın ünlü imzası, sigarasından derin bir nefes çekip başlasın anlatmaya.
Düşük bel pantolon bizde kötü duruyor
- Türk kadının genelde bacak boyu kısa. Onun için Avrupa modasının ısrar ettiği düşük belli pantolonları giymemeli. Hem kalçası var, hem de boyu kısa, düşük belli pantolonu giydiği zaman anormal kalın bir beli varmış gibi oluyor. Son iki yıldır bir de file çoraptır gidiyor, bizimkiler iyice abarttı. Her şeyin altına moda diye file çorap giyilmez.
Dünyadaki moda tröstleri gay'lerin hakimiyetinde
- Dünya modasını yöneten tröstlerin desinatörlerinin hemen hepsi eşcinsel. Eşcinsellerin kadını çok sevdiğine inanmıyorum, çünkü kendisi kadın olma tutkusunda. Bunun için el ele verip kadını güzel göstermiyorlar. Kadına kadınlığını kaybettirip onu kendileriyle kadın karışımı bir şey yapıyorlar. Bunlar yüzünden kadınlığımızı kaybetttik. Dünya bizim gibi modacıları ekonomik güç, turizm kaynağı olarak görüp finanse ediyor. Dünyanın ünlü modacıları, artık defilelerde elbise satarak para kazanmıyor. Esas kazançları mücevher, parfüm, pabuç, eşarp, tişört, oje, ev dekorasyonu gibi yan ürünlerden. Bir bakıyorsunuz ki dünya üzerindeki yüzlerce modacının hepsi kırmızı ya da yeşil kullanmış. Ya da bol bol kadife ve deri var. Önceden kendi aralarında toplanıp depolarında kalan boyaları, iplikleri tesbit edip bunları tüketmenin yollaranı arıyor. Buna göre ana baza karar verip o sene deriyi veya kırmızıyı empoze ediyorlar.
Kadınlığımızı kaybettik
Terzi Mualla iyi ki kadınları yırtık pırtık blucinler, tişörtler içinde görmedi.
- Vallahi çok doğru, son birkaç yıldır her şey gibi moda da yozlaştı, farklı bir çağa girdik. Annemde palto ve tayyörde kuyruk olurdu, şimdi ancak sinagoglardaki düğünlere tayyör dikiyoruz. Atelyenin kapısından girdiğimde içerisi buram buram parfüm kokardı. Nerede o kadınların hanımefendiliği? Şimdi ortam çok değişti, para el değiştirdi. Geçmişte hizmet verdiğimiz insanların hepsi fakir oldu, geçim derdine düştü. Ayakta kalanların üçüncü kuşakları da bugüne ayak uydurup dejenere oldu. Bugün servis verdiğimiz insanların çoğunun altyapıları sağlam değil. Eskiden böyle çıplaklık yoktu ama, kadın daha güzeldi. Moda diye yırtık pırtık blucinlerin içine giren kadın, kadın mı Yenerciğim? Ne kadın, ne erkek, arada kaybolmuş, yozlaşmış bir varlık. Kadın dediğin naylon çorabıyla, topuklu pabucuyla, şık tayyörüyle oturması farklı bir yaratık. Tayyörle oturmak farklı, blucinle oturmak farklı.
2002'NİN MODASINDA NELER VAR
Ayakkabıdan blucine her yerde leopar
Canan, sevgili eşi Ergin Tanca'yla birlikte dünya fuarlarını dolaşmaktan yeni döndü.
- Bu yaz her yerde inanılmaz leopar göreceğiz. Ayakabının iç astarından blucinlere, eşarplara kadar her yerde leopar var. Bunun yanında kırmızı, toprak ve mavinin tonları çok sık görülecek. Blucin tutkusu bu yaz daha da hızlı olarak devam edecek. İşlemeler yine çok var, blucinden kazağa, gömleklere kadar. Üste yapışan streç modeller bu yaz pek olmayacak, onun yerine daha bol, daha deli dolu etekler, pantolon modelleri alacak. Dekolteler, transparan yine gözde. Mini de var, uzun etek de. Gömleklerde taş desen, baskı leopar deseniyle karışacak. Bu yaz dolgu ayakkabı ve terlikleri çok sık göreceğiz. Sivri uçlu pabuçlar genelde çok bantlı, çok dekolte ve çok taşlı. Gündelik çantalarda bu yaz aşırı büyüme var. Abiye çantalar ise yine küçük ama, kesinlikle çok taşlı ve metal. Çantalardaki bir başka yenilik ise tüy ve boncuklarla bezenmesi. Taba ve bej tonları bu yaz geriye dönüyor, leopara, blucine en yakışacak renkler. Takılarda ise bu yıl sarı altın ve bakır moda.
Tek tip giyiniyoruz, kimsenin tarzı yok
- Bir de çok prototip olmaya başladık. İki askılı bluz, elbise modaysa bir bakıyorsunuz herkes tek kalıptan çıkmış gibi aynı, kimsenin tarzı yok. Türk kadını renkli giyinmek istiyor gibi gözükse de aslında renkli giyinmiyor. Bir dükkana girer, renkli bir tuvalet veya bir kazak ister, sonunda yine gider siyahı alır. Aslında renkli giyinmek istiyor ama, aksesuarları seçemediği için korkuyor. Düğünde, gece kulübünde kadınların yüzde 90'ı siyahlar içinde. Çünkü onun çantası, pabucu, aksesuvarı daha kolay. Kadınlarımız çantasına, pabucuna daha yeni yeni önem vermeye başladı. Bizimkiler çantaya, pabuça bonkör değil.
Yarın: Ünlü müşterileri nasıl giyiniyor?
Yazının Devamını Oku 1 Ocak 2002
Milli Piyango Genel Müdürü İlham Küsmenoğlu, 29 Ocak’tan itibaren uygulamaya geçecekleri yeni ikramiye biçimini ilk kez Hürriyet okurları için arkadaşımız Yener Süsoy'a açıkladı. ‘‘Devirli İkramiye’’ denilen yeni ikramiye, Milli Piyango mudilerine yeni şans imkanı tanıyor.
Piyangoyu en çok işçi ve memur kesimi alıyor
İnsan bunu bir eğlence olarak düşünüp, kendi ödeme gücü içinde tutarsa o zaman şans oyunu olur. İdaremin aleyhine olacak ama, mesela ben olsam her çekilişte sadece bir çeyrek bilet alırdım. Yaptırdığımız son araştırma Milli Piyango'yu en çok orta gelir grubundaki işçi ve memurların aldığını gösterdi. En üst ve en alt gelir grupları ise bize ilgi göstermiyor. Sayısal Loto'da da sonuçlar hemen hemen aynı. Bir de yüksek öğrenimlilerin talih oyunlarına daha az ilgi gösterdiği ortaya çıktı. Milli Piyango'yu alanların yaş grubu ise ortanın üzerinde. Sayısal Loto'da ise orta yaş ve altındaki grubu görüyoruz.
Sayısal Loto ve Şans Topu'nun küre ve toplarını Amerika'dan 50 bin dolara aldık. Bu arada Türkiye'de de imal ettirme çalışmalarımız sürüyor. Dedikodulardan korkup tümüyle dışarıya bağımlı olamayız. Milli Piyango'nun çekiliş toplarını Makine Kimya basıyor.
Büyük ikramiyenin yanına 200 milyarlık ek ikramiye
- İlk defa size açıklıyorum. Milli Piyango'da 29 Ocak çekilişinden itibaren yeni bir ikramiye uygulamasına başlıyoruz. Buna göre normal çekilişlerde 600 milyar liralık en büyük ikramiyenin yanında 200 milyar lira tutarında ‘‘Devirli İkramiye’’ olacak. ‘‘Devirli İkramiye’’yi kazanmak için en büyük ikramiye kazanan bilet numarasının son rakamı ile amorti rakamlarından birinin aynı olması gerekiyor. Böylece bilet sahibi ya da sahipleri 600+200 olarak toplam 800 milyar kazanmış olacak. Devirli ikramiye, o çekilişte sahibini bulmazsa bir sonraki çekilişe devredecek. ‘‘Devirli İkramiye’’nin birbirini izleyen 7 çekiliş devretmesi ve bu çekilişte de tümü ile satılan bilet sahiplerine ödenmemesi halinde bir sonraki çekilişte tümü dağıtılacak.
SAYISAL’I İNTERNETTE OYNATMAM
Sayısal Loto'nun internette oynanması içim bir takım teklifler geldi ama, ben hiç birine sıcak bakmıyorum. Birincisi güvenlik sorunu, internetle ilgili hukuki düzenlemeler henüz yapılmış değil. Daha da önemlisi, bu oyunu evden oynanabilir hale sokmamak lazım. Batıda bu tür oyunlar var ama, Türkiye için henüz çok erken ve gereksiz. İnsanlara reklamla bilet almaları, oyun oynamaları arasında bir süre vermek lazım. Eğer gerçekten istekliyse ertesi gün bir bayiye gitsin. Yoksa reklamın etkisiyle hemen internetin başına geçip oynamasın.
Sayısal'ın küreleri zaman zaman çekiliş sırasında stüdyo şartlarından etkilenebiliyor. Mesela bir çekilişte sahneye püskürtülen dekoratif duman topları etkilemiş, düşmelerini zorlaştırmış.
Sekiz on çekilişte bazı rakamlar üst üste çıktı diye toplarda hile olduğunu söylemek mümkün değil. Olasılık teorisine göre normal dağılım çok sayıda denemede oluşuyor. Hilesi olsaydı, bunu icat edenler yapıp çoktan zengin olurdu.
Bilet sahtekárları ikiye ayrılıyor: Tahrifat yapanlar ve bilet taklit edenler. Matbaada, renkli fotokopide ya da scanner'la bunları yapıyorlar.
Genellikle orta büyüklükteki ikramiyeleri, amortileri hedefliyorlar. Bunlar da çekiliş öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılıyor. İlk gruptakiler çekilişten önce bir bileti çoğaltıp piyasada satıyor. Ötekilerse çekilişten sonra amortili biletleri çoğaltıp ikramiyesini almak istiyor.
Bir biletin sahte olup olmadığını anlamak için ışığa tutup MP fligranını okuyun. Biletler aynen para gibi banknot matbaasında gizli basılıyor, ben bile bugüne kadar izleyemedim. Biletin tahrifi de aynen para tahrifi gibi ceza görüyor.
Yazının Devamını Oku 31 Aralık 2001
Milli Piyango Genel Müdürü İlham Küsmenoğlu, ilk kez Hürriyet'e konuştu<br> Milli Piyango, bu gece saatler 00.15'i gösterdiğinde bir ya da birkaç kişiyi trilyoner yapacak. Milli Piyango biletlerine 12 yıldır Yönetim Kurulu Başkanı olarak imza atan İlham Küsmenoğlu ise yarın yine 657 sayılı yasaya göre çalışan bir devlet memuru olarak Balgat'taki makamının yolunu tutacak. Sessiz, mütevazı, mahcup, az konuşan, tedbirli, kibar ve doğup büyüdüğü semt Eyüp gibi sabır küpü İlham Küsmenoğlu olarak... Bu geceki büyük ikramiye çekilişi öncesi eski dost Küsmenoğlu'yla hem makamında, hem de Çankaya'daki lojmanında konuştuk. Bu sayede eşi eczacı Prof. Dr. Şenay Küsmenoğlu'nun mutfakta da ne derece usta olduğunu gördük. Şenay hocanın kendi eliyle döktürdüğü pastalar, börekler, kahveler de tanık oldu, 30 yıllık eşinin 63. yaşına basan Milli Piyango'yu anlatmasına. Ve şimdi de siz tanık olacaksınız ‘‘Talih Kuşu’’na yön veren adamın Talih Kuşu'ndan nasıl kaçtığına. İlham bey, eminim siz şu anda bile 5 trilyonun eşiniz Şenay hanımın aldığı bilete çıkmaması için dua ediyorsunuzdur. Hepinize sağlık, mutluluk, şans dolu yıllar diliyorum, sizlere de Küsmenoğlu ailesi.
Ailem ara sıra bilet alıyor, çıkmaması için dua ediyorum
İlham Küsmenoğlu'nun 12 yıldır yönettiği idareyle tanışıklığı Eyüp'te başlıyor.
- Eyüp Lisesi'nde öğrenciyken babam yılbaşılarda bize Milli Piyango bileti hediye ederdi. Sonraki yıllarda ben de ara sıra bilet aldım ama, amortiden büyük ikramiye kazanmadım. Genel Müdür olarak atandığım günden beri hiçbir engel olmamasına rağmen, ne Milli Piyango bileti aldım, ne Sayısal Loto, ne de Şans Topu oynadım. Çekilişlerdeki güvenlikten en küçük bir kuşku yok ama, yine de aldığım bilete, doldurduğum kupona bir ikramiye çıkarsa izahı zor olur. Gizlesem hoş bir şey değil, açıklasam şüpheleri davet edecek, onun için en iyisi almamak. Ben şansımı erteledim, çıkacaksa bu görevden ayrıldıktan ya da emekli olduktan sonra alacağım bilete de çıkar. Hoş o zaman da paraya ihtiyaç duyacak halimiz kalmaz ya. Ailem ara sıra bilet alıyor, ben de kazanırlarsa ne yaparım diye düşünüp çıkmaması için dua ediyorum.
Dostlarım bize çıkmadı diye bana sitem ediyor
Akrabalarım, arkadaşlarım. devlet büyükleri dahil herkes ‘‘Yine çıkmadı’’ diye sitem ediyor. Kaybedenler kazananlardan çok olacak ki büyük ikramiye dağıtabilelim. Kendi kendime birkaç kez 5 trilyon rakamını düşündüm, ne büyük sıkıntılara düşeceğimi anlayıp hemen zihnimden kovdum. Bana ‘‘500 milyar mı istersin, 5 trilyon mu?’’ diye seçimlik bir hak verilse 500 milyarı tercih ederim. Onunla kendime, çocuklarıma ev, araba gibi şeyler alırım. Özel hayatımızdaki ufkumuz iş hayatımızınkinin aksine çok dar maalesef, ancak bu kadarını düşünebiliyorum. Çok param olsa ailemin adını yaşamak için bir vakıf kurarım, o kesin.
Sayısal’da makine daha şanslı
Her biletin şansı aynı, çeyrek biletlere daha çok ikramiye çıkması olasılık teorisine göre normal. Mesela bu yılbaşı biletleri 600 bin tam, 2 milyon 800 bin yarım, 20 milyon çeyrek olmak üzere toplam 23 milyon 400 bin adet basıldı. Milli Piyango bayilerimizin önemli kısmını ikinci bir iş bulamayan ya da emeklilik maaşına katkı olmasını isteyenler oluşturuyor. Bir biletten net olarak yüzde 10 kazanıyorlar.
Sayısal Loto terminallerinin bize maliyeti 3900 dolar. Biz bunları 2 bin dolar teminat karşılığında bayilerimize veriyoruz. Hukuki ihtilaflı alacaklarımızın tutarı yıllık ciromuzun yüzde 1'i.
Ben olsam Sayısal Loto'da bir kupon doldurur her hafta devamlı onu oynardım. Ya da sürekli makineye seçtirirdim; çünkü kazananların çoğu makineden oynayanlar. İnsan kendi yazarken yanyana numaralar oynamanın garip olacağını düşünüyor.
Sayısal Loto'da ilginç kombinezonlar kuranlar büyük ikramiyeyi tek başına kazanacaklarını sanıyor. Halbuki böyle ilginç sıralamalar yapanların sayısı pek çok. Mesela bu hafta 1-2-3-4-5-6 şeklinde oynayanların sayısı 2 binin üzerindeydi.
Sayısal Loto'da Ankara Çankaya çok şanslı görünüyor. Milli Piyango'da ise İstanbul Bahçekapı önde.
Çoğu kişi listede önce amortiye bakıyor, yoksa nasıl olsa başka bir çıkmamıştır deyip aramayı bırakıyor. Doğru olan büyük ikramiyeden başlayıp en aşağıya dikkatlice inmektir. Satışlarımızın yüzde 1'ini oluşturan unutulmuş ikramiyelerle 1990'dan beri yurdumuzun çeşitli yerlerine okullar yaptırıyoruz.
Milli Piyango tutkunu vatandaşlarımız İstanbul Bahçekapı ve İzmir Karşıyaka'ya çok önem veriyor. Aslında özel bir durumları yok, sadece oralarda satılan bilet çok olduğu için ikramiye çıkma şansı fazla.
Ocakta zam var
Bu arada 29 Ocak'tan itibaren tam bilet 5 milyon, yarım bilet 2,5 milyon, çeyrek bilet 1 milyon 250 bin lira olacak. Sayısal Loto
kolon fiyatı ise Bakanlar Kurulu'nun katkı paylarını yeniden belirlemesinden sonra 50 bin liralık artışla 250 bin lira olacak. Şans Topu'nda ise şu anda bir fiyat artışı düşünmüyoruz.
İlham Küsmenoğlu, 1969'da SBF'den mezun olduktan sonra girdiği Maliye Bakanlığı'nda hesap uzmanı olarak çalışırken Milli Piyango hiç ilgisini çekmemiş. ‘‘Kadere bakın ki, yıllar sonra o idareye müdür atandım’’ diyor.
YARIN: YENİ ŞANS OYUNUNU AÇIKLIYORUZ
Yazının Devamını Oku