Yasemin Boran

Duygusal değişimler

1 Mart 2002
Algıladığımız gerçek olmasa bile çok etkileniyoruz. Çevremizden ve bizim dışımızdan gelen bu etkiler bizi öylesine etkiliyor ki, metabolizmamız değişiyor. Kalp atışlarımız hızlanıyor, salgılarımız azalıyor veya yavaşlıyor. Tabii bütün bunlara bağlı olarak duygu ve düşüncelerimiz etkileniyor.

Duygu ve düşüncelerimiz ise davranışlarımıza yansıyor. Heyecanlı, girişken, pasif, içe kapanık veya öfkeli bir tutum içine giriyoruz. Anlayacağınız dışardan gelen etkilerle halden hale giriyoruz. Hem de karşılaştığımız durumlar, olayların gerçek olmadığını bilsek bile!..

Havadaki değişiklikler bizi etkiliyor. Yağmur öncesi elektrik yüklü bulutların yaydığı elektrik, bizi gergin ve huzursuz yapabiliyor. Hem de hiçbir neden yokken içimiz sıkılıyor. Duygularımız değişiyor.

Ne yazık! Bilgimiz çok az. Sadece duygu olarak tespit ettiğimiz gerçekler şuurumuza açık bir bilgi olarak yansımıyor. Sadece duygusal değişimlerimizi ayırt edebiliyoruz. Üstelik çoğu zaman bunun bile farkına varamıyoruz. Çünkü kendimizi kaptırdığımız dünya işleri bizi öylesine ele geçirmiş durumda ki, duygularımızda meydana gelen değişimleri bile o sırada yaşamakta olduğumuz olaylara bağlıyoruz. Tabii bunun sonucunda kocaman bir yanılgı olduğunu sonradan anlıyoruz. Çünkü olayların hiç de değerlendirdiğimiz gibi olmadığının farkına varıyoruz ama bir kere tepki göstermiş ve olayların akışını değiştirmiş bulunuyoruz.

Mesela böylesi bir yanılgı yüzünden dostlarımızı kırıyoruz. Önceden aldığımız kararları duygusal bir değişim anında değiştirebiliyoruz. Tabii bunun sonucunda her şey değişmiş oluyor ve geri dönüşü olamıyor.

Peki ne yapacağız?

(Sürecek)
Yazının Devamını Oku

İçinizdeki ışık

24 Şubat 2002
İnsan kadehtir, ruh içindeki şarap Gövde borudur, ruh içindeki ses Hayyam, insanın ne olduğunu anlayabildin mi? Büyüsel bir lamba, içinde ışık

İşte Hayyam böyle tarif ediyor insanı. Işık saçan bir lamba! Işık söndüğünde insan da ölüyor. Veya insan öldüğünde ışığı sönüyor.

Bazı lambaların ışığı çok parlak, bazıları zayıf. Bazı lambalar kirli, bazıları çok süslü. Her ikisi de içindeki ışığı dışarı veremiyor. Biri kirinden, diğeri kat kat süslerinden. Ne kadar çok çeşit lamba var!

Düşünün bakalım siz ne çeşitsiniz? Kendinizin lamba olduğunu varsayın ve düşünün. Işığınızı dışarı yansıtabiliyor musunuz?

AYDINLATAN LAMBA

Kendinize dışardan şöyle bir bakın. Sadece kendinizi mi aydınlatıyorsunuz, yoksa çevrenizde bulunanların gözleri mi kamaşıyor aydınlığınızdan?

Tabii kaygı ve tasalarla bulanıklaşmış bir lamba da olabilirsiniz. Veya karanlık düşüncelerle iyice kirlenmiş ve kendisini bile aydınlatamayan bir lamba olma ihtimaliniz de var... Ya da sadece kendini düşünen, kat kat süslerin ardında ışığı kararmış biri de olabilirsiniz. İyi düşünün.

Unutmayın ki, lambanın kendisini süsledikçe ışığı parlaklaşmaz. Işığı olmayan lambaların hepsi karanlıkta aynıdır. Farklı kılan ise, yaydığı ışık.

Sönük ya da parlak, ışık yaydığı sürece farkedilir. Ve lambanın içinden yayılan ışık çok kuvvetliyse, onu hemen görürsünüz ve gözleriniz kamaşır. Işığından başka bir şey göremezsiniz. Etrafı öyle bir aydınlatır ki, cazibesine kapılırsınız. Ve bu lamba son derece süssüz ve sade olabilir ama bilin ki, tertemiz ve şeffaftır. İçindeki ışık bozulmadan, değer kaybetmeden yansır.

Şimdi bir kez daha düşünün, siz nasıl bir lambasınız?

İçinizdeki ışığın dışarı yansımasına engel olan kirlilikleri temizlemeye başlayın. İşe bedeninizle başlayın. Çünkü içinizdeki ışığın dışarı yayılması için bedeninizin sağlıklı ve güçlü olması gerekiyor.

Bedeninizin sağlığı ise, düşünce ve duygularınızla bağlantılı. Düşüncelerinizi kirleten ne varsa, bütün bunları temizleyin. Düşünceleriniz, duygularınızı kirletir. Ve kirli duygular, ışığınızı sönükleştirir.

IŞIK HAYAT DEMEKTİR

Duygularınızı kirli düşüncelerden arındırarak bedeninizi güçlendirebilirsiniz. Unutmayın ki, bedeniniz, duygu ve düşünceleriniz yüzünden çok kolay hastalanabilir. Ve hasta bir bedenin ışığı da zayıf olur.

Işık, hayat demektir. Yaşam enerjisi yüksek olanların ışığı da parlak olur. İçinizdeki sevgi enerjisini serbest bıraktığınız zaman yaşam enerjiniz yükselir ve bedeninizin dışına yayılmaya başlar. Hem öylesine kuvvetli bir biçimde yayılır ki, sadece sizi değil çevrenizi de aydınlatır.

Düşünce ve duygularınız, içinde bulunduğunuz koşullar yüzünden iyice kirlendiyse ve siz bu kirlilikten nasıl kurtulacağınızı bilemiyorsanız, üzülmeyin. İçinizdeki sevgiyi uyandırmak için gayret gösterin. Bir kez içinizdeki sevgi enerjisi uyandıktan sonra tüm kirliliklerden bir anda arınırsınız. Özel bir gayret ve yöntem uygulamadan sadece sevin.

KAYITSIZ SEVMEK

Kendinizi ve kendinizin dışında bulunan şeyleri sevmek için gayret gösterin. Kayıtsız, şartsız ve koşulsuz sevmek için çalışın.

Kendi üzerinizde yapacağınız en değerli çalışma, içinizdeki sevgi enerjisini uyandırmak için yapa- cağınız çalışmalardır. Vakit kaybetmeden dikkatinizi içinize yöneltin ve derinlere gömdüğünüz sevgiyi bulup çıkartın. Bu müthiş enerjiyi keşfettiğiniz andan itibaren içinizdeki ışık da bütün parlaklığı ile yayılmaya başlayacak diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Zor işleri kimler yapar

23 Şubat 2002
Bir sohbet sırasında arkadaşlardan biri yakınıyordu; 'Zor işler de hep beni bulur. Çocukluğumdan beri bu durum hiç değişmedi. Çocukluğumdan beri hep zor işleri yüklenmek durumunda kaldım. Önce arkadaşlarım, şimdi de iş arkadaşlarım... Hatta sokaklarda bile çetrefilli işler gelip beni bulur. Kim ne yapamasa gelip bana sorar veya yapmamı ister.'

Bu sözlerin üzerine hep birlikte gülüştük. 'Gülmeyin' dedi, 'çok ciddiyim' bu kez kahkahalar daha da arttı ve gülmemin arasında zorlukla konuşabildim ve 'ne yaparsın, kader işte!' deyiverdim.

Nihayet sakinleştik ve açıklama yapma gereğini hissettim. Fakat bir başka arkadaşımız benden önce davrandı ve 'oğlum, sen kaderini daha küçük bir çocukken belirlemişsin. Zor işleri kimler yapar? Sadece yapabilenler. Sen de yapmışsın. Bir kere ortaya çıktın mı, gerisi gelir.'

Sonra bir başka arkadaş; 'Söylediği doğru. Sen becerikli olduğunu gösterdikten sonra herkes peşine düşer.'

Yakınan arkadaşımız 'iyi ama sokaklarda başıma gelenlere ne demeli? Bir de bakıyorum işin içindeyim ve beni hiç ilgilendirmeyen sorunları bile çözmek zorunda kalıyorum.'

Ben de bunun üzerine 'sen bu durumu alışkanlık haline getirmişsin. Farkında olmadan işin içine bulaşıyorsundur. Durup dururken kimse senden bir şey istemez' dedim. Düşünmeye başladı.

Bir hayli düşündükten sonra 'yok, hayır, senin dediğin gibi değil. Sanırım benim alnımda yazıyor.' Ben de 'evet' dedim. Bunun üzerine bir kahkaha daha patladı.

'Sen çocukluğundan bu yana becerikliliğini ortaya koymuşsun. Etrafındaki kişiler ellerindeki işi yapmaya uğraşırken bir süre izledikten sonra dayanamayıp büyük bir ihtimalle müdahale etmişsin. Tabii bu durum senin zekanı gösteriyor. Ama aynı zamanda duygularının da yoğun olduğunu anlatıyor. Sıkıntılı ve sabırsız biri olmalısın.'

'Evet' dedi, çocukken öyleydim. Dayanamazdım. Ama şimdi öyle değilim.

Ben de 'elbette öyle değilsin. Zaten yaşadıklarında daha farklı. Artık daha önemli ve büyük sorunları çözmek durumunda kalıyorsundur.' Deyince çok şaşırdı. 'Nereden biliyorsun' dedi.

Hiçbir şey bilmiyorum, kendin anlatıyorsun, dedim. Az önce kaderini çocukken belirlemişsin, derken bunu söylemeye çalışıyorduk.

Aslında hepimiz daha çok minik yaşlarda kendimizle ilgili pek çok şeyi belirliyoruz. Nasıl bir hayat yaşayacağımızı, içinde bulunduğumuz koşullara ve ilişkilerimizde ortaya koyduğumuz davranışlarla ortaya koyuyoruz. Ama bunları hiç farkında olmadan yapıyoruz. Sonra da kaderimiz olup çıkıyor. Senin kaderinde de zor işleri yapmak var. Aslında bundan yakınmak yerine memnun olmalısın. Böylece çevrende ne kadar çok insan var. Aslında zor işleri yaparak hayatını zorlaştırmış olmuyorsun. Kendine bir de bu açıdan bak bakalım. Aslında hepimiz kendi hayatımıza değişik pencerelerden bakmayı öğrenmeliyiz diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Radyestezi deneyi

20 Şubat 2002
Pandül veya sarkaç adı da verilen radyestezi deneyleriyle ilgilenen ricası üzerine radyestezinin mekanizması hakkında küçük bir açıklama yapmaya karar verdim. Aslında bu konuyu bir kaç yıl önce yazmıştım. Sanırım tekrarlamakta fayda var. Günümüzde ‘‘radyestezi’’ adıyla bilinen bu yöntem, sarkacın salınımlarını araştırıyor. Bu salınımlar genellikle saat yönünde veya saatin ters yönünde daireler biçiminde oluyor. Sarkacın saat yönünde veya aksi yönde dönmesine yol açan etkeni günümüz bilimi, elektronların hareketiyle açıklıyorlar. Maddeyi oluşturan atomlarda bulunan elektronlar saat yönünde veya aksi yönde dolaşırlar. Maddedeki elektronların bu titreşimleri o maddeden yayılan elektromanyetik titreşimleri doğurur. İşte bu elektromanyetik titreşimlerden yayılan etki sarkacı döndürür.

Radyestezi deneyi yapmak için önce bir sarkaca sahip olmak gerekiyor. Pandül veya şakül denilen sarkaç bir ipin ucuna bağlanmış ağırlıktan ibarettir. Önce bir sicim veya zincirin ucuna herhangi bir maddenin asılması ile meydana getirilir. Başlangıç olarak cam en iyisidir. İpin rengi ve uzunluğu önemlidir. Ancak ilk denemelerde şeffaf ya da siyah olması tercih edilmelidir. Sarkacınızı bir zincire veya ipe dengeli bir şekilde asılmış yuvarlak cam bir ağırlıktan yapabilirsiniz. Pratikler yaptıkça kendiniz için en uygun sarkacın nasıl olacağını tesbit edebilirsiniz.

Sarkacı yaptıktan sonra beyaz renkli bir muhafaza kutunuz olmalıdır. Sarkacınızın işi bittikten sonra bunun içinde muhafaza etmelisiniz. Zira herhangi bir maddenin yanında ve üzerinde devamlı bulunacak olursa sarkacınız o maddenin titreşimlerine doyacak ve tekrar kullandığınız zaman sağlıklı netice vermeyecektir. Hatta aynı cisimle uzun süre yapılan deneyler de benzer sonucu doğurabilir. Bu durumda o maddeden uzak bir yere (en az bir metre) ipinden asarak bir kaç saat bırakmanız gerekir diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Psişik yetenekler

18 Şubat 2002
Psişik yeteneklere sahip olmak müthiş bir ayrıcalık gibi görünebilir. Bu tip kişilere özenebilirsiniz, korkabilirsiniz ve değişik duygular duyabilirsiniz. Aslında paranormal yeteneklere sahip olan kişilerin bu farklı durumlarından memnun olup olmadıklarını kendilerinden öğrenmek gerekir. Bu yeteneklerini nasıl kullanıyorlar, hayatları kolaylaşıyor mu?

Dışardan bakıldığı zaman çok özel bir durum gibi görünen psişik yeteneklerle donanmış kişilerin bu farklı durumlarını nasıl algıladıkları çok önemli. Kendilerini ve yeteneklerini kabul göstermeyi başaranların hayatları daha kolay oluyor. Fakat bu durumdan rahatsız olanların hayatları ise normal yaşayan birinden çok daha zor oluyor.

Gezip dolaştığım yerlerde çok çeşitli yetenekleri olanlarla karşılaştım. Bunların bazıları öylesine doğal olarak bu yeteneklerini yaşıyorlardı ki, hem çok şaşırmış, hem de büyük bir ilgiyle incelemiştim.

Şayet kültür olarak bu farklı yeteneklerin kabul gösterildiği, hatta sıradan bulunulduğu bir ortam içinde dünyaya gelip büyüdüyseniz, psişik yeteneklerinizden rahatsız olmuyorsunuz. Bu farklı durum sizi korkutmadığı gibi geliştirmek için gayret göstermenize neden olabiliyor. Veya dikkatiniz farklı alanlarda bulunuyorsa, pek fazla aldırış etmiyorsunuz.

Fakat, bu tip yeteneklere büyük bir şüpheyle yaklaşan, psişik yeteneklerin tarifinin hiçbir biçimde yer almadığı kültür veya topluluklar içinde dünyaya geldiyseniz, sizi zor bir hayat bekliyor demektir.

Zaten bu tip ortamlarda sizin psişik yeteneklerinizin açığa çıkması pek mümkün değil. Şayet çocukluğunuzun ilk dönemlerinde açığa çıkmış olsa bile çocukluğunuzun ilerleyen yıllarında hafızanızda izi bile kalmayabilir. Ama psişik yetenekleriniz güçlü bir biçimde açığa çıktıysa ve çocukluğun ileri yıllarında devam ediyorsa, o zaman işiniz çok zor demektir. Büyük bir ihtimalle içinize kapanık biri olmalısınız ve paranormal algılamalarınızı çevrenize anlatmamışsınızdır. Anlatmaya karar verdiğiniz zaman da artık çok geçtir. Bir taraftan müthiş korkabilirsiniz. Diğer yandan size neler olduğunu anlayamamanın endişeleri içinde kıvranırsınız. Üstelik size yardımcı olabilecek hiç kimse yoktur. Tam anlamıyla bir çeşit delilik hali içine girebilirsiniz. Kimbilir belki de gerçekten delirebilirsiniz.

Psişik yeteneklerin dışlandığı, normal kabul edilmediği, hiçbir açıklaması olmayan kültür ve toplumlarda bu tip yeteneklere sahip olarak yaşamak hayatınızı gerçekten zorlaştıracaktır diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku

Kitaplar ve ihtiyaçlarımız

17 Şubat 2002
Hayli zamandır kitaplardan söz etmek istiyorum. Fakat 2002 yılına girdiğimizden bu yana öylesine yoğun ve öylesine etkileyici olaylar meydana geliyor ki, öncelikle bunlarla ilgilenmek ve anlamaya çalışmak gerekiyor. Şimdi ve sonrasında da devam edecek ve giderek yoğunlaşacak olaylar zinciri içinde kitapların önemi büyük olduğu için şimdi bugünün konusu kitaplar...

Yayınevlerine teşekkür etmeliyiz. Böylesine zorlayıcı bir süreç içinde yayınlarına devam ettikleri ve bizleri bilgilendirdikleri için...

Ve ben özellikle ‘‘Dharma ve Ege Meta Yayınları’’na teşekkür ediyorum tüm yayınladıkları kitapları bana gönderdikleri ve en taze bilgilerden daha piyasaya çıkar çıkmaz haberdar ettikleri için... Tabii daha başka yayınevleri de görevlerini yapıyorlar ve tüm sıkıntılara rağmen yayınlarını sürdürüyorlar.

Mesela ‘‘Ötesi Yayıncılık, Remzi Kitabevi, Ruh ve Madde Yayınları, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Sistem Yayıncılık, İlhan Yayınevi, Arıtan Yayıncılık’’ ve adını hatırlayamadığım daha pek çok yayınevinin büyük bir özveriyle hazırladığı kitaplar...

Kitaplar çok önemli. Zihninizde oluşan fakat adlandıramadığınız, tanımlayamadığınız pek çok bilginin içinizde uyanmasına yardımcı olabiliyorlar. Ayrıca farklı kültürler, inançlar ve düşünce modelleriyle karşılaşmanızı sağlıyorlar. Yaratıcılığımızı harekete geçiriyor ve ilham kaynağı oluyorlar. Anlayacağınız insanın gelişiminde sayısız hizmetlerde bulunuyorlar. Hatta kendinizi keşfetmenize aracılık edebiliyorlar. Bütün bunlar, kitapların son derece değerli bir araç olduğuna işaret ediyor.

Peki, bizler bu kıymetli araçların ne derece farkındayız?

Sonra, kitapların konuları ve kadim bilgileri içeren pek çok yayının aynı zamanlarda giderek çoğalması, içinde bulunduğumuz sürecin bir işareti değil mi?

Olaylar, ihtiyaçlarımız doğrultusunda gelişiyor. İhtiyacımız olan bilgilerle karşılaşıyoruz. Ve bu bilgi alışverişinin en önemli odak noktası elbette ki, kitaplar...

Şu sıralarda arayış içindeyiz ama ne aradığımızı da pek fazla bilmiyoruz. Ama kitapların dizili olduğu raflara bakarken birden bire aradığımızla karşılaşabiliyoruz ve ‘‘Evet, işte bu!’’ diyebiliyoruz.

Mesela Dharma Yayınları'ndan birbirinden ilginç ve keyifli bir sürü kitap geldi. Doğrusu sayamadım ama sanırım yirmiden fazla. Ve kitapların karşısına geçip adlarını okumaya başladım ve gözüm birden üzerinde büyük harflerle ‘‘Ansiklopedi’’ yazılı kitaba takıldı.

İşte ne zamandır aradığım kitap. Tabii bu kitabı aramıyordum. Haberim bile yoktu. Üstelik geçen yılın baskısı. Ama ne zamandır ''ezoterizm, mistisizm gibi konuları kapsayan bir ansiklopedi olsa da alsam'' diyordum ki, bir anda karşıma çıkıverdi. Bugün de ‘‘Daha iyi bir yaşam için Feng Shui ipuçları’’ diye Dharma'dan son baskı bir kitap geldi. Şöyle bir içini karıştırdım ve bol ara başlıklı son derece pratik bilgiler veren, aslında yaşam enerjisini nasıl kullanacağınızı renkler, biçimler ve objelerle anlatan bir kitap.

Bence aradıklarınızı kitaplardan yola çıkarak bulabilirsiniz ve gerçek ihtiyaçlarınızı keşfedebilirsiniz diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Holografik evren tasarımı

16 Şubat 2002
Holografik evren tasarımı denildiği zaman içimde bir şeyler harekete geçti. Zihnim uyandı, enerjim yükseldi ve son derece heyecanlandım. Zaten konu tasarımla ilgili olduğu zaman bana bir şeyler oluyor. Tasarlamak, yaratmak demek ve bir şey tasarlamanız gerektiği zaman yaratıcı enerjinizi harekete geçirmek zorundasınız. İşte, beni heyecanlandıran taraf da işin bu kısmı! Üstelik tasarlanacak olan 'evren' ise, duygularınızın boyutu da buna uygun olarak genişliyor. Neler anlattığımı hala anlamamış olabilirsiniz. En iyisi ben 'hologram'ın ne olduğunu anlatarak başlıyım. Hologram sözcüğü Yunanca'dan geliyor. Tam kayıt veya eksiksiz mesaj anlamına gelen bu kelimenin kendisi insanı çarpmak için yeterli. Evet tam kayıt, derken karşınızdaki herhangi bir objenin fotoğrafını çekiyorsunuz. Video kayıt yapar gibi hologram cihazı ile kaydediyorsunuz. Fakat bu işlem ne fotoğraf çekmeye, ne de video kayıt yapmaya benzemiyor. Çok daha farklı bir teknik uygulanıyor. Fakat amaç aynı.

Karşınızdaki herhangi bir objenin görüntüsünü aynen kaydediyorsunuz. Ancak aldığınız sonuç fotoğraftan, filmden ve video cihazından farklı. Bu sıraladığım cihazlar kaydettiğiniz objelerin görüntüsünü iki boyutlu olarak size geri yansıtırken, hologram cihazı görüntüyü üç boyutlu olarak karşınızda gösteriyor. Müthiş, değil mi?

Mesela çok güzel bir mankeni hologram tekniği ile çekiyorsunuz. Sonra kimseye bir şey söylemiyor ve evinizin salonuna cihazınızı yerleştiriyorsunuz. Ardından dostlarınızı evinize davet ediyorsunuz ve aniden cihazı çalıştırıyorsunuz.

O da ne! Salonun ortasında birden bire manken beliriyor. Tıpkı bilim kurgu filmlerinde olduğu gibi...

Önceki yazılarımdan birinde bilim kurgu filmlerinde ve romanlarında anlatılan pek fenomeni şu anda çok doğalmış gibi yaşıyor olduğumuzu anlatmıştım. Mesela kendi kendine açılıp kapanan kapılar, uzaktan kumandalar, cep telefonları... Şimdi de üç boyutlu resimler. Aslında hologram tekniği bugünün konusu değil. Üstelik 'Arıtan Yayınevi'nin sahibi Aydın Arıtan bundan on yedi yıl önce 1984 senesinde Tübitak'ın yayınladığı Bilim Teknik Dergisi'nde 'Beyin ve hologram' başlıklı bir yazı yayınlayarak bizleri bilgilendirmişti. Anlayacağınız o zamanlardan beri bilinen bir teknik. Fakat, asıl önemli olan tekniğin felsefi açılımı. İşte bu nokta hologram tekniğiyle birlikte evrenin bütünselliği gündeme geliyor. Daha doğrusu bu teknik bize binlerce yıldır metafizik olarak bildiğimiz 'birlik, teklik' olgusuna götürüyor. Mistiklerin 'bir olmak'tan neyi kastettiğini bize anlatıyor. Her şeyin bilgisinin her şeyde olduğu, felsefisini kanıtlar gibi karşımızda duruyor. Çünkü hologram tekniği ile kayıt yaptığınız zaman karşınızdaki objenin görüntüsü plakaya görüntünün oluşturduğu frekansları kaydetmek şeklinde yapılıyor. Böylece plakadan görüntüyü geri yansıttığınız zaman üç boyutlu olarak objenizi karşınızda görebiliyorsunuz. Fakat bu tekniğin daha da ilginç tarafı plakanın ucundan, kıyısından küçük bir parçayı kopartıp yansıttığınız zaman çektiğiniz objenin o noktaya denk gelen küçük bir bölümünü değil, yine tamamını üç boyutlu olarak görüyorsunuz.

İşte bu tekniğin en ilginç ve şaşırtıcı tarafı burada. Bütünün bilgisi en küçük parçada da mevcut. Bunun nasıl olduğunu ise Aydın Arıtan yarın yani Pazar günü saat 17'de Altın Işık Astroloji ve Bilimsel Araştırmalar Derneğine gelip anlatacak. Merak edenler 0216 302 33 37 telefondan bilgilenebilirler. Doğrusu Aydın’ın holografik evren tasarımını nasıl yapacağını çok merak eodiyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Kıyamet senaryoları yazmayın

15 Şubat 2002
Canım sıkılıyor. İnsanların büyük bir çoğunluğu sorumsuzca düşünüyor. Kimisi eğlenmek için, kimisi korkularının yarattığı hayalleri anlatıyor. Böylece düşüncesini paylaşıyor. Yani sorumsuzca, paldır küldür düşünüyor, anlatıyor ve etrafına yayıyor.

Halbuki Kuran, 'düşüncenizden sorumlusunuz' diyerek bizi uyarıyor! Evet, düşüncelerinizden sorumlusunuz. Kim için, ne için, kendiniz için, dünya için, evren için ne düşünüyorsanız, bilin ki geleceğin oluşumuna katkıda bulunuyorsunuz. Hayal ettikleriniz bir gün karşınıza çıkıveriyor ama hatırlamıyorsunuz.

Ama artık anlamak zorundayız. Bilgilenmek ve anlamak için düşünmek zorundayız. Ve duygularımızı yapıcı yönde harekete geçirip düşüncelerimizden kaygıları def etmek zorundayız. Yoksa, hayal ettiğiniz senaryolar sadece hayalde kalmayacak. Zihin gücünüzü iyi beklentilere odaklayın. Şimdi diyeceksiniz ki, 'benim tek başıma iyi beklentiler içinde bulunmamın ne faydası var? Ben tek başıma istediğim kadar iyi düşüneyim, sonuçta her şey kötü gidiyor.'

Her şeyin kötü gittiği duygu ve düşüncesinden sıyrılamadığınız sürece iyi düşünceler içinde bulunabilmeniz zaten mümkün değil. Bu durum tıpkı köpekten deliler gibi korkan ama köpekle karşılaştığı zaman kendi kendine 'korkmuyorum korkmuyorum' dediği halde köpek tarafından ısırılan adama benzer. Çünkü adam o sırada köpek tarafından ısırılacağını hayal etmekte ve öğrendiği bilgiyi sadece laf olarak söylemektedir. Ama o güne kadar herkese köpekten nasıl korktuğunu anlatmış ve köpek tarafından ısırılma senaryoları yazmıştır.

Halbuki adam, köpeğin kendisine hiçbir şey yapamıyor olduğunu hayal ederek o sırada korkusuyla başa çıkabilir ve 'korkmuyorum' derken düşünce ve duygularını ifade etmiş olurdu. Tabii köpek de gelip onu ısırmazdı. Siz de kaygı ve korkularınızdan sıyrılmanıza yardımcı olacak hayaller kurun. Kıyamet senaryoları yazmayın, ki korkularınızla korkularınızla karşılaşmayın diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku