Yasemin Boran

Sevgililer Günü

14 Şubat 2002
Özel günleri icat edenlere şükranlarımızı sunmalıyız. Ama sanırım bu çok özel günlerin ortaya çıkışı insanlık tarihi kadar eski. Öncelikle doğa güçlerinin farkına vararak başlayan özel günler ve törenler, bayram ve şölenlere dönüşüyor. Ve bütün bunların ardında korku yatıyor. Evet, doğanın hışmından korkan insan, bereketli ve verimli bir yıl olması için törenler düzenliyor ve ihtiyaçları doğrultusunda özel günler belirliyor.

Aslında o zamanlardan bu zamanlara değişen pek bir şey yok. Hayatımızı etkileyen olaylar karşısında veya eksikliğini hissetmeye başladığımız ne varsa, bütün bunları yaşatmak adına özel günler icat ediyoruz. Bence çok iyi bir şey yapıyoruz.

Mesela bugün kutladığımız Sevgililer Günü. Son derece anlamlı ve gerekli bir gün. İnsanların pratik hayatın içinde kaybolup gittikleri bir sırada, ne sevgi, ne de sevgili düşünemeyecek hale geldikleri bir anda, her şeyi unutup kendi içlerindeki sevgiye dikkatlerini yöneltiyorlar. Daha doğrusu sevgiliyi düşünmeye başlıyorlar. İşte, bugünün en can alıcı etkisi burada!

Yıllardır birlikte yaşayan ve neredeyse kardeş ilişkisine dönen evliliklerin canlanmasına neden oluyor. Belki kendi kendinize 'nereden çıktı şimdi bu! Çok daha önemli işler var' diyorsanız şayet, bilin ki, kendinizi kandırıyorsunuz. Kimbilir belki de en fazla sevgiye ihtiyacınız olduğu için böyle söylüyorsunuz. Ama bilin ki, içinizin en derinlerinden uyanıp giderek zihninize yükselen sevgi enerjisiyle başa çıkamazsınız. Zaten böyle bir çaba içinde bulunmaya da hiç gerek yok.

Şayet bir sevgiliniz yoksa ve kendinizi kötü hissediyorsanız, işte bu çok iyi bir işaret. Çünkü içinizdeki sevgi potansiyeli canlandı, demektir. Zaten bugünün anlam burada gizli. İçinizdeki sevgiyi açığa çıkartmak ve hayata sevgiyle, sevgilinin gözünden bakabilmek için Sevgililer Günü var. Bugünü yaşayalım, yaşatalım ve özel günleri icat edenleri şükranla analım diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku

Telefon hizmeti

12 Şubat 2002
Merkür’ün geri gitmeye başladığı gün başladım. Aslında bir sürü terslik yaşayacağımı biliyordum. Yeni bir girişimde bulunmak için hiç de uygun bir gün değildi ve daha önce başlayabilmek için elimden geleni yaptım. Bazen çok bildiklerinizi deneyimlemeniz gerekiyor. Tıpkı benim başlattığım şu telefon hizmetinde olduğu gibi!

Üstelik tam da Merkür ile bağlantılı bir konuya başlamış oldum. Biliyorsunuz Merkür aynı zamanda iletişim araçlarını ve hizmet sektörünü sembolize ediyor. Ve ben de iletişim araçlarını kullanarak verilecek bir hizmeti Merkür’ün geri gitmeye başladığı gün başlattım.

Sonuçlarını ise hep birlikte deneyimledik.

Öncelikle çok yeni bir sistemi kullanıyor olmanın sıkıntılarını yaşadım. Bir türlü adapte olamadım. Tabii bu sırada beklediğimin çok üzerinde bir taleple karşılaştım. Bu talebe cevap veremiyor olmanın sancılarını mide kramplarıyla birlikte yaşamaya başladım. Tam bu sırada öylesine ilginç gelişmeler meydana gelmeye başladı ki, aynı zamanda birkaç yerde birden olmam gerekti.

Hatta bir ara kendimi kopyalasam ne iyi olur! diye düşündüm. Çocuklar, yazılar, Aykut Barka, deprem, üzerinde çalışmaya başladığım yeni bir formül, gelen yüzlerce fakslar, mailler ve söz verdiğim telefon hizmeti... Tabii bu arada başka sorumluluklarımı da sayacak olursam kesinlikle fotokopimi çıkartıp birkaç tane Yasemin’e ihtiyaç olduğunu anlamış olursunuz. Bütün bu işlerin üstesinden gelebilmek için bana birkaç tane ben lazım!

Ama ne yazık! Henüz günümüz bilimi böyle bir ihtiyacı karşılayacak derecede gelişmedi. Ve tabii geri giden Merkür’ün açığa çıkardığı bunca işin üstesinden gelebilmekte çok zorlandım. Neyse ki, artık Merkür düzeldi. Bundan sonra telefon hizmetini aksatmadan sürdürebileceğimi umuyorum. En azından henüz cevap veremediğim telefonlara büyük bir hızla cevap vermeye başlıyorum diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku

Korkularla yüzleşmek

11 Şubat 2002
<B>Le Şener'de mafya paniği<br><br>M. Ali Erbil ve Emel Sayın'ın başrollerini paylaştığı ‘‘Aşkım Aşkım’’, bu akşam yeni bölümüyle ekrana geliyor. Dizinin bu bölümünde, Le Şener'i mafya basıyor. </B> Ekranların vazgeçilmez neşesi ‘‘Aşkım Aşkım’’ın bu akşamki konusu kısaca şöyle; Layla, Necati'den kurtulmak için Tarkancan ile nişanlanmayı düşünmektedir. Le Şener çalışanları, ünlü mafya babası Ali Kapon'un akşam restorana geleceğini öğreninci paniklerler. Zümrüt, Ali Kapon'dan korktuğu için sahneye çıkmaz ve yerini Gözde'yi çıkarır. 20.35 KANAL D

Deprem tartışması

Deprem konusunda uzman birçok bilimadamının konuk olacağı ‘‘Teke Tek’’te bu gece, deprem konusu tartışılacak. Fatih Altaylı'nın sunduğu programda, ‘‘Marmara'daki araştırmalarda altında fay hattı geçtiği belirlenen semt hangisi?’’, ‘‘Depremde köprüler ve viyadüklerin durumu ne olacak?’’ gibi önemli sorulara yanıt aranacak. 23.15 KANAL D

Arafat'ın geleceği

Canlı yayın ‘‘Taksim Toplantıları’’na bu akşam, Filistin Dışişleri Bakanı Faruk Kaddumi konuk olacak. Programda, Ortadoğu'da savaş tehlikesi, barış arayışları ve Arafat'ın geleceği tartışılacak. 20.00 CNN TÜRK

512 milyar heyecanı

Haluk Bilginer'in sunduğu ‘‘Maksimum Risk’’, tüm heyecanıyla sürüyor. Toplam 10 sorunun sorulduğu yarışmada ilk sorunun ödülü 1 milyar lira. 10. soruya kadar maksimum risk alarak gelen ve bu soruya da doğru yanıt veren yarışmacıyı tam 512 milyar bekliyor. 22.00 KANAL D

Rio Karnavalı Digiturk'te

Brezilya'nın Rio de Jenorio'da kentinde 10 Şubat Pazar günü başlayan ünlü Rio Karnavalı, Digitürk'ün 51 numaralı kanalı; X-TV'den kesintisiz canlı yayınla erkana geliyor. Karnavalanın bant görünütlerini ise bu gece Show TV'de izleyebilirsiniz. Digiturk-00.30 SHOW TV

ALT HABER

Mazhar'ın asker arkadaşları

Mazhar Alanson'un Kadir İnanır ve Orhan Pamuk'la birlikte askerlik yaptığını biliyor muydunuz? ‘‘Eskimeyen Dostlar’’a konuk olan Alanson programda, kafasına dört dikiş atılmasıyla sonuçlanan konserinden, ‘ruh kardeşim’ dediği Cem Yılmaz'la olan dostluğuna kadar birçok sırrını anlatıyor. 20.30 BRT

Yazının Devamını Oku

Öldükten sonra doğan adam

10 Şubat 2002
<I>Yádında mıdır, doğduğun günler<br><br>Sen ağlar idin güler idi alem<br><br>Bir öyle ömür geçir ki, olsun<br><br>Mevtin sana hande, aleme matem<br><br></I> Bebek doğduğunda ağlar. Onu gören herkes sevinir ve güler. Ama bebek serpilip büyür. Ve büyürken öyle bir ömür geçirir ki, bir dakikası boşuna değildir. Bilgilenir, bilgisiyle öyle bir büyür ki, giderken işini tamamlamış olanların keyfiyle gülümser ama ardından bu kez herkes ağlar.

Aykut Barka, giderken alemi matem içinde bırakacak bir ömür geçirenlerden. Fakat, işini tamamlamış mıydı? Son noktayı koymuş muydu? Mevti kendisine hande olmuş muydu?

Evet, bence olmuştu. Hem de öyle bir oldu ki, Aykut Barka'yı unutmak şöyle dursun, yaptığı işi de unutamayacağız. Afyon depremiyle birlikte anacağız. Daha doğrusu 'deprem' denildiğinde aklımıza gelen ilk isim o olacak. Ve bütün bunların üzerine onun çalışmalarını hızlandıracağız. (Yani ben, depremle ilgili çalışmaların bundan sonra daha ciddi bir boyutta sürdürüleceğini umuyorum!)

Barka'nın yazgısı kendisini takip ediyor. Çok önemli bir misyon üstlenmişti. Kendisi biliyor muydu, bilmiyorum ama bizler bilmiyorduk! Pek de önemsemiyorduk.

1999 yılı Ağustos'unda yaşadıklarımızı unutmaya başlamış ve ekonomik depreme kendimizi kaptırmıştık. Ama Barka bu tarihten sonra çalışmalarını daha da hızlandırmıştı, öyle ki hakkında pek çok dedikodular yayılmaya başlamıştı. Onun idealini anlamayan ve enerjisine yetişemeyenler, yaptığı çalışmaların ardında kimbilir neler arıyorlardı!

Kamuoyunu bilgilendirmek için kendi kariyerini bile düşünmeden verdiği bilgilerin şimdi değerini anlıyoruz. Ve daha başka şeyler de öğreniyoruz.

Karmaşık ve çok çeşitli düşünebilme yeteneğimizin önümüzde duran basit gerçekleri algılamamıza nasıl engel olduğunu anlıyoruz. Ve bütün bunları o öldükten sonra idrak edebiliyoruz, ne yazık!

Sanki, açık, seçik ortaya konulan ideal uğruna yapılan çalışmalarının değerini kavrayabilmemiz için Barka yaşamaktan vazgeçmiş gibi geliyor bana. Mal varlığı ve ekonomik zorluklar içinde bulunduğunun ortaya çıkması, bizler için çok acı bir gerçek.

İçim acıyor. İnsan olarak ve bu toplumun bir ferdi olarak, gerçekten sahip çıkılması gereken değerli bir bilim adamını ihmal ettiğimiz için... İçim acıyor, onu maddi kaygılarla başbaşa bıraktığımız için... Umarım bundan sonra daha dikkatli oluruz!

Halbuki bizleri deprem felaketine karşı ciddi bilgilerle donatabilecek bilimsel çalışmalarını rahat rahat yapabilmesini sağlayabilirdik ve böylece yaşamaktan vazgeçmesine engel olabilirdik, diye düşünüyorum. Ve daha başka düşünceler zihnime hücum ediyor ama bunları anlatmanın şimdi yeri değil. Belki bir başka günün konusu olabilir bu düşünceler. Şimdi geçmişte yapamadıklarımıza hayıflanmanın sırası değil. Zaten Aykut Barka'nın toprağa verileceği gün mesaj geldi! Afyon'da deprem oldu.

Depremler daima oluyor ve olmaya devam edecek. Esas olan felaket! Ve Afyon depremi, bir felakete neden oldu! İnsanlarımızı kaybettik. Neden?

İşte, Aykut Barka'nın misyonu! Gölcük felaketinin ardından tanıdığımız Barka'yla bütünleşecek ve depremi ciddiye almamıza neden olacak Afyon felaketi...

Aykut Barka öldü ama asıl şimdi doğdu! Öldükten sonra doğanlardan biri o! Yazgısı onu yeniden doğurdu.

Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğü, 'Prof. Dr. Aykut Barka'nın adını şehir hatları filosunun en büyük gemisine verdi. Bundan böyle çok sevdiği Boğaz’da tur atarken göreceğimiz Aykut Barka adıyla deprem felaketlerini tekrar tekrar hatırlayacağız. Ve kimbilir belki de şimdiye kadar yapamadığımızı yapıp ilgili kişilere görevlerini hatırlatacağız. Hatta yaptıracağız diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

İçimizdeki faylar

9 Şubat 2002
'Gökyüzünde ne varsa, yeryüzünde de aynısı var' diyen Hermes Tris Megistus'un bu sözleri üzerine bir kitap yazabilirim. Ve şimdi böyle bir kitap yazmış olduğumu düşünün ve bu kitabın içinden bir bölümü aktardığımı hayal edin. 'Dışımızda ne varsa, içimizde de aynısı var'

Fırtınalar esiyor... Kasırgalar ağaçları köklerinden söküyor ve koca bir kenti silip süpürüyor. Volkanik dağlar patlıyor ve püsküren lavlar yeryüzünü yeniden şekillendiriyor. Sular yükseliyor ve koskoca adalar denizin dibini boyluyor. Faylar kırılıyor ve depremler kentleri yerle bir ediyor.

Bütün bunlar bizim dışımızda meydana gelen olaylar...

Peki, ya içimizdeki fırtınalar, volkanlar, seller, faylar ne durumda?

Bu soru size çok şaşırtıcı gelebilir. 'Hadi canım, daha neler' diyebilirsiniz. Ama böyle demeden önce sizi düşünmeye davet ediyorum. Hatırlamaya ve dikkat etmeye çağırıyorum. Fakat, daha önce 'Yansımalar evreninde' yaşıyor olduğumuzu hatırlatmalıyım.

Dışarıda gördüğümüz her şeyin karşılığı içimizde de aynı şekilde mevcut. Dış dünyada algıladığımız ne varsa, iç dünyamızda da var. Ve biz iç dünyamızı keşfedecek durumda değiliz ama dış dünyayı keşfederek kendimizi anlayabiliriz. Ve kendimizi ne kadar çok anlarsak, dış dünyayı algılamamız o derece genişler ve daha fazlasını keşfedebiliriz.

Keşfetmek için bizi harekete geçiren ise, ihtiyaçlarımız...

Öyle çok şeye ihtiyacımız var ki! Bunların arasında bizi en fazla harekete geçiren ise, kaygılarımızdan doğan emniyet ihtiyacı.

Emniyette olmak, koruma ve korunma, güven duygusunun sarsılmasına neden olan olaylarla karşılaşmak, bizi harekete geçiriyor. En fazla da hayati tehlike yaratan durumların kitlesel ihtiyaçları ortaya çıkarması, daha da etkileyici oluyor.

Şimdi bizim için en büyük ihtiyaç, deprem felaketine karşı alınacak önlemler.

SARSILMAYA İHTİYACIMIZ VAR

Yeraltındaki fayları ejderha olarak düşünen Kadim Çin bilgeleri aklıma geliyor. Ejderhanın resmini çiziyorlar ve ülkenin üzerine yerleştiriyorlar. Sonra ejderhanın üzerine gelen noktalara evlerini yapmıyorlar. Ünlü Çin Seddi'nin yapımı sırasında yazılan kayıtlarda, ejderhaya dikkat edildiği anlatılıyor ve kıvrıla kıvrıla uzanan setin fazla uzunluğu böylece açıklanıyor.

Kadim bilgilerin içine karışan hurafeler, bizi bilgiden uzaklaştırmıştı, şimdi yeniden keşfe çıkıyoruz. Aslında bu keşif, insanlığın kendini keşfetmesinden başka bir şey değil.

Unutulan bilgilerin açığa çıkması için depremlere ihtiyaç var. Yani sarsılmaya ihtiyacımız var. Dünyanın bize kendisini hatırlatmaya ihtiyacı var.

Bilgi, ihtiyaçtan doğar.

Doğum ise, bizim zihnimizde gerçekleşiyor. İç dünyamızı keşfetmemize yardımcı oluyor. İçimizdeki ve dışımızdaki evren aynı.

Şimdi öğrenme zamanı.

İçimizdeki fayları keşfetme zamanı.

İçinizde bir fay hattı olmasa, kırılmaktan söz etmezdiniz. Kimimizin fayları derinlerde, kolay etkilenmiyor. Etkilense de yüzeye pek yansımıyor.

Kimimizin fayları ise, yüzeye çok yakın. Kolay kırılıyor. Ortalığı yakıp yıkıyor. Etkisi şiddetli oluyor. Fakat, ister derinlerde olsun, ister yüzeye pek yakın olsun, içimizde bir şeyler değişiyor. Tıpkı yeryüzünde meydana gelen değişiklikler gibi diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Korkularla yüzleşmek (2)

7 Şubat 2002
Kendi yeteneklerimizi keşfedebilmek için dışardan gelecek zorlayıcı etkilere ihtiyacımız var. Ve zorluklar bazen hayatımızı tehdit edecek boyutlara ulaşabiliyor. Tabii bunun sonucunda korkularımız açığa çıkıyor. Fakat, korku duygusuna kapılmak bizi bir yere götürmeyeceği gibi daha da büyüyüp panik duygusuna dönüşebilir ve o zaman da öldürücü olabilir.

Halbuki korku duygusu, bizim kendimizi keşfetmemiz için çok gerekli bir duygu. İçsel potansiyelimizi anlamak için korku duygusunu kullanabiliriz.

Burada önemli olan kişinin dış etkilere maruz kaldığı anda düşünce ve duygularını yakalayabilmesi, kendini takip edebilmesi.

Tabii bunu yapabilmek hiç de kolay değil. Fakat, sanıldığı kadar zor da değil. Sadece sizi ürküttüğünü hissettiğiniz bir durum veya kişi ile karşılaştığınız zaman bir an için kendinizi unutmayı başarabilmeniz yeterli.

Yani kim olduğunuzu, sosyal statünüzü, kendinizle ilgili tüm düşüncelerinizi bir kenara bırakıp karşınızdaki kişi veya olayın sizi nasıl etkilediğini anlamaya çalışın.

Daha doğrusu kendi içinizde nelerin harekete geçtiğini, hangi duygu ve düşüncelerin zihninizde yükseldiğini tesbit etmeye çalışın. O sırada kendinizi korumak adına kasılmayın, sadece anlamaya çalışın. Aslında bunu kolayca başarabilirsiniz.

Sadece bugüne kadar öğrendiğiniz bilgilerle değerlendirme alışkanlığınızdan bir an için vazgeçmeniz gerekiyor. Tabii konu alışkanlıklar olduğu zaman yine zor bir engelle karşılaşmış oluyoruz. Ve en zor olan da bu alışkanlıklarımızı değiştirmek. Hatta bir an için yok saymak bile neredeyse mümkün değil.

Peki o zaman ne yapacağız? Yapılacak tek şey, korkularımızı deneyimlemek. Kendimizi bırakacağız ve korkularımızla yüzleşeceğiz. İşte o anda içimizdeki bilgi uyanacak ve neden korktuğumuzu anlayacağız diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Korkularla yüzleşmek

6 Şubat 2002
‘‘Serinkanlı olun, tepkilerinizi kontrol altına alın, duygularınıza kapılmayın’’ demek çok kolay. Yani söylerken sanki uygulanması çok basit bir işten bahsediliyormuş gibi gelse de, iş uygulamaya geldiği zaman durum hiç de öyle olmuyor. Üstelik böylesine gerilimli bir dönemde ve bir sürü endişeler zihnimizde oynaşırken ve depremin korkusu yeniden içimizi sarmışken, nasıl serinkanlı olunur, diyeceksiniz.

Bu durumda önce sizi ürküten, korkutan ve hareketsiz bırakan nedir, bunu anlamalısınız. Endişenizin veya korkunuzun gerçek kaynağını biliyor musunuz?

Sonuç her ne olursa, olsun sizi korkutan, ürküten ve hareketsiz bırakan şey, aslında sizin düşüncelerinizin yarattığı duygularınız sonucunda açığa çıkıyor. Yani her ne hal içine giriyorsanız, yaratıcısı sizsiniz. Tabii bir de çok derinlerden gelen korkular var!

Şimdi düşüncelerinizin harekete geçirdiği duygularınızı tetikleyen dışarıdaki etkilere kısaca göz atalım. Ve unutmayalım ki, dışarıdan sizi etkileyen her ne olursa olsun, bunların karşılığı içinizde ve derinlerde saklı bir yerlerde... Yoksa sizi etkilemez.

Aslında kendi iç potansiyelinizi anlamak için dışarıda meydana gelecek olaylara ihtiyacınız var. Yani iyi ki, endişe veya korku gibi duygulara sahibiz. Yoksa hiçbir zaman öğrenemezdik. Kendi iç potansiyelimizi anlayamazdık.

Bunların üzerine ‘‘olmaz olsun’’ diyebilirsiniz. Fakat, bütün bu dış etkiler olmadan da kendinizi tanımanız ve gelişmeniz mümkün değil. Yani duygu ve düşünce oluşmaz.

(Sürecek)
Yazının Devamını Oku

Depremi öngörmek

5 Şubat 2002
Değişim kavramı birkaç yıldır hayatımızı etkiliyor. İçimizde bir şeyler değişmemiz gerektiğini fısıldıyor. Hatta kendimizi, yaşadığımız hayatı, alışkanlıklarımızı ve içinde bulunduğumuz koşulları değiştirmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Ama iş uygulamaya geldiği zaman bir türlü yapamıyoruz. İlle de felakete ihtiyacımız var.

Evet ancak canımız acıdığı zaman alışkanlıklarımızı değiştirebiliyoruz. Fakat yine de pek kolay olmuyor. Bir kere canımızın acıması yetmiyor. Tekrar tekrar canımız acımalı ki, değişmeyi başaralım. Yoksa unutuyoruz. Hele dayanıklılığımız fazlaysa, ağrı eşiğimiz düşükse yani kolay hissetmiyorsak, unutmak daha kolay oluyor.

Halbuki bundan önce canımız fena halde yanmıştı. Üstelik aradan unutacak kadar zaman da geçmemişti. Gölcük depreminin anıları hala gözlerimizin önünden silinip gitmiş değil. O günden bugüne bilim adamlarımız çok değerli çalışmalar yapıyorlar. Ve tabii bunların başında Aykut Barka geliyor. Ve ölümünden önce yaptığı çalışmaları da gizlemiyordu. Her şeye rağmen söylüyordu!

Mesela 2000 Haziran’ında NTV’de çok önemli bir açıklama yapmıştı. Afyon ve civarında önemli bir deprem olacağının mesajını vermişti.

Peki onu kimler dinliyordu? O zamandan bu zamana ne çeşit önlemler alınmıştı?

Bugün yaşadığımız felaket, hiçbir önlem alınmadığını işaret ediyor. Hem de canımızın fena halde yandığı Gölcük depreminin ardından yapılan bu açıklama bile yetmemişti.

Şimdi yaşadığımız bu felaketin üzerine bilim adamlarına soruyorlar ve Oğuz Gündoğdu şöyle diyor; 'Bu depremi bekliyorduk. Bölgenin karakteristik özelliği nedeniyle sürpriz sayılmaz.'

Bütün bu bilgilerin ışığında hiçbir şey yapılmamış olması ne yazık! Hiçbir önlem alınmamış olması ne yazık! Hem de değerli bilim adamlarının uyarılarına rağmen...

Peki ne zaman değişeceğiz? Düşüncelerimizi ve alışkanlıklarımızı değiştirmek için daha ne kadar çok acı çekeceğiz? Astrolojik açıdan değişim sürecinin içinde bulunduğumuz görülüyor fakat, bu değişikliği gerçekleştirecek olan insan diyorum, Yasemin’ce...
Yazının Devamını Oku