Hoparlörü, anonsuyla hanımların uzayında dolaşan kamyonet, o kült Uzay Yolu dizisinin esprili bir uyarlamasına da dönüştürülmüş.
Kamyonetimiz, “Hanımların dikkatine” anonsunu savura savura uzay gemisi Atılgan’ın önünden geçiyor. Hani her yerde, her şehirde ya, gün olur uzaya da çıkar elbet...
Kaptan Kirk ile Mr. Spock ekranda biteviye ses saçan “cisme” endişeyle bakıyorlar, ardından bir laser atışı... Booom.
* * *
Espri, kara mizah deyince...
Taze taze, başka bir anons da THY’den geldi zaten.
Hosteslerin kırmızı, bordo gibi “frapan renklerdeki” rujları kullanmaları yasaklanmış.
Hatta, “simitçi”, “eskici”, “hurdacı”, “yoğurtçu”ların sesleri, “boza”, “patates-soğan” nidaları hoşuma bile gider.
“Demek burası hala mahalle(m)” derim, içimden...
* * *
Umarsız bir nostaljinin, özlemle, derin bir solukla iç geçirten bir hayıflanmanın menzilinde değilim elbet.
Ama sokağımın -öyle ya da böyle- hala yaşadığını hissetmek, içimi kıpırdatan bir huzur verir bana.
Belli belirsiz ama muzır bir gülümseme geçer, sanki yüzümden.
Çünkü -mekanı Beyoğlu olsun- Salah Birsel’in o yalın ama derin cümlesine yürekten katılırım:
O nedenle zorunlu bir ara verdik.
“Eh, tarih yazmak kolay değil” esprisi fena gitmezdi şu anda ama, elbet ona da sığınamam.
Ama belki sizlerden gelen anıların/anlatıların yayına nasıl hazırlandığından kısaca söz edebilirim.
* * *
“Sokak sokak Ankara’nın sözlü tarihi” çalışmasının evreni, tahmin edebileceğiniz gibi çok geniş.
Sadece Ankaralı ile değil, “bir zamanlar Ankaralı” okurlar da yoğun ilgi gösterdi çağrımıza. Ankara dışından da çok ileti aldık.
Ayrıca, anılar/anlatılar sadece mekana değil, zamansal olarak “bir ömre” tekabül ediyor.
Mamak Cezaevi’nin müze olarak halka açılması için imza kampanyası yürüten TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, bu amaçla geçen yıl bir proje yarışması da düzenledi.
“Mamak Cezaevi Kent Düşleri Yarışması” Mimar Kategorisi’nde Birincilik Ödülü’nü kazanan Fulya Selçuk projesinde, “ortam”ı da özetliyor.
Darbecilerinin yalıtma, zulüm ve işkence için ihtiyaç duyduğu hemen her mesleki beceri gibi, cezaevinin “darbelere uygun” hale getirilen “mimari” organizasyonunu da anlatıyor.
* * *
“Koğuş: Sürekli gözetlenen, serbestlik tanınmayan, havalandırmayı izlemek-sigara içmek-kitap okumak (hatta hazırolda yatıp, uyumak) gibi birçok yasağın uygulandığı bir mekandır. Ancak mahkumlar, koğuşta kör noktaları keşfetmenin, zulalar hazırlamanın, havalandırmayı gözetleyerek birbirilerini kollamanın-haberleşmenin yolunu bulur.
Havalandırma: Bir nefeslik rahatlamanın yeri olması gereken havalandırma, konuşmanın, her türlü temasın, birbirine bakmanın bile yasak olduğu, işkencelerin ve askeri eğitimlerin yapıldığı ‘ortak’ alana dönüşür. (En hafifinden bir örnek; havalandırmaya çıkarılan tutuklulardan, altı kişilik daire oluştururlardı. Üzerine 3-4 kat olacak biçimde tutuklular çıkarılır, askerlerin ‘yıkıl’ komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini tümüyle yere bırakır, bazılarının değişik yerlerinde kırıklar, çıkıklar, incinmeler olurdu) Ama yine de havalandırma, direnişin meydanıdır.
* * *
Kafes: (Hayvanat Bahçesi’ni hatırlatan, dört tarafı parmaklıkla çevrili alan) Kafes bireyin benliğini, mahremiyetini yok sayan, otoritenin varlığını en kesin biçimde hissetmesini sağlayarak sürekli izlendiği, psikolojik-fiziksel saldırılarla maruz bırakıldığı mekandır. (Tek dayanak, herşeye rağmen, tek kelime konuşamasan, -hatta sadece tavana bakman emredildiği için- arkadaşına bakamazsan bile “bir arada olma” imkanıdır. Kafeste siyasi tutuklular, sık sık toplu halde, çırılçıplak dövülmektedir)
Vurulduğun “asker traşı”, artık içerdeki farklı, belki en uzun mevsimin ilk ve en hafif habercisidir.
Oysa mart yüzünü nisana dönmüştür artık; yağmurun kentin her kuytusunda, bir avuç toprakta bile ayaklandırdığı otlar yemyeşildir.
Ve kuzeydedir güneş; ısıtacaktır içeriyi, ama giremez, sızamaz, pencereleri yağlıboyalı koğuşlara, tabutluklara, tecrite...
İliklerine kadar zulüm, işkence içinde geçer günler, aylar, hatta yıllar...
* * *
Boşalır kömür deposu, Mamak’a sonbahar gelir.
Sonbahar da geçer sonra... Ranzanın tepesine çıkarsın; boyayla kapatılmayan tek küçücük pencereden, “şirin mi şirin gecekondu evleri”ne bakarsın...
Evet, “komşuluk” denilen ve ecnebi diyarlara karşı ulusal övünçlerimiz arasında ilk sıralarda yer alan o iletişim, o yakınlık da bitti, günahı-sevabıyla...
Sosyo-ekonomik değişimler, kentsel dönüşüm, yeni sosyolojik haritalar, çok daireli siteler, dev apartmanlar, televizyon, bilgisayar, gündelik yaşamın temposu, kent hayatındaki yeni kodlar, komşuluğu da etkiledi elbet.
“Müsaitseniz, öğleden sonra annemler size gelecek” diyen çocuklar, çoktan kocadı...
“Ev alma, komşu al” atasözünü, “Komşu alma, ev al”a dönüştürsek sadece müstakil evleri, villaları kastetmiş olmayız artık.
Dev bir sitenin, dipdibe daireleri arasındaki mesafe bile büyüyor her yıl.
* * *
Geleneksel, ayaküstü sohbet de, yerini yeni iletişim biçimlerine, ya da iletişimsizliğe bırakıyor hızla.
Yabancı turist, devlet dairesi benzeri bir ortamda masada oturmaktadır.
Karşısındaki memur sorar; “Sonunda başvurunuz kabul edildi ve Türk vatandaşı olduğunuz, ne düşünüyorsunuz?”
Turist yanıtlar:
“Ne olacak bu memleketin hali...”
* * *
Bu cümleyle başlayan ve yanıtı -sözüm ona- başkalarında arayan muhabbet, bana 70’li yılların ikinci yarısını hatırlatır.
Benzin, tüp gaz kuyruklarını, Et Balık Kurumu’nun önünde sabahın köründe sıraya girenleri, tezgah altından binbir iltimasla verilen Sana yağını, kesme şekeri...
Akil İnsanlar Komisyonu, tanımı gereği ortak paydası barış ve “birlikte yaşama kültürü” olan, bunun yöntemini de -farklı yaklaşımlarla da olsa- demokrasi zemininde arayan bir yapı.
Komisyon üyeleri arasında, şanssız son dakika golü Hasan Karakaya gibi, bu konuda iyi sınav vermemiş, yazılarında biteviye ötekileştiren, aşağılayan vurgularla birlikte yaşama kültüründen sınıfı geçememiş isimler de olabilir.
Ama bu da, asıl üzerinde durmak istediğim mevzu açısından çok önemli değil. (Hem belki komisyon, onu da “bi nebze” ikna eder)
Derdim, “birlikte yaşama” halinin, “akil”likle yakından ilişkisi olması...
Ana amacı, “yerel birimlerdeki bireylerin birlikte yaşamaktan kaynaklanan ihtiyaçlarını karşılamak” olan yerel yönetimlerin de bu çerçevede düşüneceği, uygulayacağı çok şey var.
* * *
İrili ufaklı yerel birimler; halkın yönetime katılımını, birlikte alınan kararlarda çoğunluk ilkesinin aranmasını ve uygulanabilmesini, kadınlar, çocuklar için pozitif ayırımcılığı, eşitlik, özgürlük gibi demokrasinin temel ilkelerinin hayata geçirilmesini kolaylaştırır.