Bunun en tipik örneklerinden birisi de Beysukent’te yaşandı.
Angora Sitesi’ndeki caddenin adı 9 yıl önce aniden dönemin meclis üyelerinin önerisiyle Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili Seyfi Saltoğlu hatırına “Saltoğlu Caddesi” yapıldı.
Danıştay 17 Ocak 2005’de bu değişikliği reddedince söküldü tabela, yerine “Angora Caddesi” adı asıldı.
Sonra cadde bulvara dönüştürüldü. Danıştay’ın “Olmaz” dediği Saltoğlu Caddesi, oldu “Saltoğlu Bulvarı”...
Ankara 12. İdare Mahkemesi bu adı da reddetti. Danıştay’ın kararı beklenirken, bulvara bu kez “S. Saltoğlu” adı verildi.
Mahkeme yine iptal etti... Ve millet “Bu inatlaşma bitti artık...” derken bir baktık caddenin ismi bu kez “Saltoğlu Bulvarı” oluvermiş.
* * *
Yani “Büyükşehir Belediye Spor”, Bahçeli-Emek ve Beysukent’teki iki maçta filelerle kucaklaştı.
Ancak değişimin yanında, “devamlılık” da hayati önem taşır.
Yıllarca yaşadığınız Cinnah Caddesi’nde bugün karşıdan karşıya geçip evinize ulaşmak için keklik gibi sekerek, dakikalarca fırsat kollayarak didiniyorsanız, o değişim yararınıza değildir.
Mahallenizdeki caddenin bir anda kent içi otobana dönüşmesi, hayatınızdaki “devamlılığı” etkiler.
Daha önce kendinizi güvende hissettiğiniz o “mahalle”, şimdi sabah-akşam iki-üç-dört öğün düzenli stres eşliğinde karşıdan karşıya geçme mücadelesi verdiğiniz, iki-üç karışa kadar daraltılan kaldırımlarında denge hareketleri öğrendiğiniz bir mekana dönüşmüştür.
Yayaların, Cinnah sakinlerinin olan o mekan, artık otomobillerindir...
* * *
Bahçelievler’de yıllarca 4. Cadde ile 6. Cadde’nin köşesinde diyerek tarif ettiğiniz o emektar büfenin, Emek 90. Sokak’ta tüm mevzuat kıskacına karşın ekmeğinin lezzetini hala koruyan fırının adresini, bugün Kazakistan, Bosna Hersek -caddeleri- üzerinden tarif etmeye çalışıyorsanız...
Şu an durdurulsa da, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açtığı ihaleyle Atatürk Kültür Merkezi’nde tadilat, tamirat ve güçlendirme çalışmaları geçen yıldan beri sürüyor.
Yeniden vurgularsam, Topçu Kışlası gibi vaktiyle yıkılan bir binanın taklidini, imitasyonunu yeniden yapmaya da çok özel durumlar dışında karşıyım.
Tarihe ya da hafızaya mal olmuş bir yapının “Çirkin, beğenmiyorum” gibi bir gerekçeyle yıkılmasına da...
Ötesi, Taksim Meydanı’na yapılacak Toplu Kışlası, işlevi ne olursa olsun sonuçta bir yapılaşma.
Kentli orada yeni bir yapılaşma istiyor mu, soran yok.
* * *
Ayrıca orayı bugün kütüphane, kültürel-sosyal bir tesis yaparsınız. Yarın bir mevzuat düzenlemesiyle başka bir şeye dönüştürülür.
Sosyo-ekonomik, siyasi, kültürel değişimlerin bir şehre yansıması, o şehirdeki yerel yönetimlerin farklı projeleri, yaptırımları, ısrarı/inadıyla doz aşımına neden olabiliyor.
Taksim’den hareket edersek, dün yazımda söz ettiğim plansızlık, tepeden inmecilik gibi kavramları biraz daha açabiliriz sanıyorum.
* * *
Taksim’e AVM, rezidans, otel yapılması projesinin, en azından askıya alındığı görülüyor.
Ama Topçu Kışlası’nın yeniden yapılması ve Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yıkılması gündemde.
Peşinen söyleyeyim; vaktiyle yıkılan o kışlanın kopyasının, imitasyonunun yeniden yapılması fikrine katılmıyorum.
Çünkü o yapı artık İstanbullu için ne hafıza mekanı, ne de nostalji nesnesi...
Nedeni, sorunların türü ve ağırlığı farklı da olsa, bu tüm ülkeler için geçerlidir.
Sosyo-ekonomik, teknolojik gelişme ve değişimler, nüfus hareketleri, kentte yaşayanların tercihlerindeki farklılaşmalar, çevre sorunları kenti/kentliyi doğrudan etkiler.
Çünkü her değişim, şehre dair her tasarruf, bizzat kentin, kentlinin hayatına, rutinine sızar.
Bu nedenle “Şehir Planlaması” değdiği tüm bilim dallarıyla birlikte kentler için hayati önem taşır.
* * *
Ancak Türkiye’de hala değişimin yönü ve ivmesi, siyasi yönetimlerin arzu, (b)ilgi ve mutlak otoritesi ile -kentliyi yok sayan- tepeden inme sürprizlerine alabildiğine açıktır.
Çünkü başta Ankara olmak üzere, bir çok örnekte yerel yönetimler Şehir Planlaması’nı “oda”ların ideolojik lüzumsuzluğu olarak görür.
Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ve İLK-SEN’in 1969 kışında tüm ülkede, ilk, orta ve lise öğretmenleriyle gittiği boykotu da...
Evimizin hemen yanındaki Cumhuriyet Lisesi’nde, öğretmenlerin bir bölümü sendikanın çağrısına uyarak boykota katılmıştı.
Yanlarında boykota katılan lise öğrencileri de vardı.
Olayı pek idrak etmesek de, bir bayram havası sezdik.
Onların iyi, haklı, güzel bir şey için başlarını kaldırdığını da düşündük herhalde.
Takıldık peşlerine, çocuksu ront adımlarıyla...
* * *
Belki, sevgi, şefkat, gülümseme duygularını birleştiği için...
Ancak çoğu, “sahipli” canlılara, o “çocuk”ların ev hallerine dair görüntülerdir.
Kedileri, özelikle köpekleri “çocuk” olarak adlandırmamın nedeni, onların hep çocuk kaldığını düşünmemden...
En yaşlı, düşkün, hatta ölümcül anlarında bile bakışlarında, stillerinde, davranışlarında hep bir çocuk görürsünüz. Size sevgiyle bakan, sizi sanki size bakarken bile özleyen bir çocuk...
* * *
Sokak köpekleri ise hiç büyümez zaten. Çoğu kışın, ayazın, açlığın, susuzluğun, trafiğin, zehrin ölümcül baskısıyla anca 2-3 yaz görür hayatında...
Paylaşılan fotoğrafları da azdır. “Poz vermeyi” bilmezler ki zaten.
Çünkü resmi iletişimlerde bile anında “senli-benli” olmaya yatkın bir tabiatımız vardır.
Anonsların da bazen “konuşur, başbaşa muhabbet eder gibi” olması, tam da bu yüzdendir.
* * *
Bazen de “Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi” dizisinde Harun’un polis telsizinden yaptığı “Seviyorum merkez...” anonsu, neredeyse tüm sevenlerin mottosu olur.
Anons “merkez”den önce “Anlaşılmadı tamam”, ardından da “Gereksiz anons yapmayalım” karşılığını alsa da, aslında “o an” o yakarışın ne denli gerekli, insani ve yerinde olduğunu tüm “Behzat Ç. tutkunları” gönülden anlamıştır.
* * *
Benim de içimden böyle anlarda “Yürü be, kim tutar seni” cümlesi naralanır.