Partisinden başkanlar da bu öneriye katılmıyor.
"Normal"i de bu...
* * *
Dün biraz değindiğim "Avrupa Kentsel Şartı: 2"ye imza atan "seçilmiş yerel yöneticiler", yerel yönetimlerin pek çok politikacı için ulusal demokrasi okulu işlevi gördüğüne inanıyor.
Batı'nın yıllardır güçlü yerel yönetimlerle, katılımcı demokrasinin, etkili sivil inisiyatifin doktorasını yaptığını yazmıştım.
Bizim ise, yerelleşmenin-yerel demokrasinin Türkiye'de alabileceği biçimleri -çoğu kez hayretle- izleyerek yaşadığımızı...
Bir ay geçmedi, Başkan Melih Gökçek'in çıkışı, yerel siyasetin "hayret ve şaşkınlık borsası"nda tavan yaptı:
"Büyükşehir belediyelerinin ilçe belediyeleri ile uyum içinde çalışabilmesi için, ilçe belediye başkanlarının, büyükşehir belediye başkanları tarafından atanması gerekiyor..."
Ama Ankara yağmurlu havalarda laci takım elbisesini çıkartıp, gri-füme olanını giymiş gibi geliyor bana.
Ve paçasında mutlak, kaldırımdan-yoldan sıçrayan çamur iziyle...
* * *
Sadece sıkıcı mı, iyice yalnızlaştırıyor da sanki Ankara'da yağmurlu havalar.
O kadar duygulandık ki konuşamadık.
Kestanemiz çiçek açtı.
En üst dalından en alt dalına kadar yapraklarla kaplı ve geçen yıla göre çok daha güzel."
Anne Frank, Nazilerden saklandığı tavanarasında 25 ay boyunca gördüğü tek manzarayı, 66 yıl önce bu satırlarla yazdığı günlüğüne.
Bir avuç gökyüzünü ve kestane ağacını...
Frank'ın doğumgünü bugün.
Yaşasaydı 81 yaşında olacaktı.
Ve günlüğüne yazdığı, belki bilmeden "insanlığın takdiri"ne bıraktığı, tek cümleden ibaret umarsız bir dileği, bir tür vasiyeti de vardı:
Zaten, tek başına bir anlamı da yoktur, çoğu kez.
Osmanlı'da varolan "büyük devlet duygusu", acaba hangi -küçük- zaafları beslemiştir, içten içe...
Ve "son"un gelmesinde, etkisi ne kadardır bu duygunun?
* * *
"Büyük olma" duygusu, Ankara'nın kuruluşunda da vardır.
Ki, elbette olacaktır; bir bozkır kasabasını hatta köy azmanını "kent"e, oradan da -sıfırdan- bir "Başkent"e dönüştüren gönülde.
Daha anlaşılırdır o dönem, o koşullarda...
* * *
Aralarında eserleri "Yılın En İyi Kitapları" arasına giren yazarlar da var.
Ancak biz bu yazarlardan Türkçe'ye çevrilen sadece 5'ini okuyabiliriz.
O da piyasaya az sayıda ve tek baskı çıkan kitapları bulabilirsek...
* * *
"Genç yazar" meselesi ise ayrı macera.
Yazar olmak, yani Türkiye'de "yazarak yaşayabilmek" bir yana...
Bir de "genç yazar" muamması var.
Çok az genç yazar yazdığını "paylaşabiliyor".
Otomobille Eskişehir Yolu'nda giderken.
Aniden...
Bir anda irileşen, yoğunluğu/şiddetiyle "farklı" bir dolu bombardımanı...
Otomobilin ön camının kırılacağını düşündüm.
Gerçekten hissettim bunu...
Kaportanın ne hal aldığını/alacağını da geçirdim aklımdan.
Ve bu duygularla bir üst geçidin altına, sağa yanaştım.
Orada, dörtlü sinyallerini yakarak iki sıra halinde bekleyen otomobillerin arasında dolunun şiddetinin azalmasını beklemek istedim.