Paylaş
Zaten, tek başına bir anlamı da yoktur, çoğu kez.
Osmanlı'da varolan "büyük devlet duygusu", acaba hangi -küçük- zaafları beslemiştir, içten içe...
Ve "son"un gelmesinde, etkisi ne kadardır bu duygunun?
* * *
"Büyük olma" duygusu, Ankara'nın kuruluşunda da vardır.
Ki, elbette olacaktır; bir bozkır kasabasını hatta köy azmanını "kent"e, oradan da -sıfırdan- bir "Başkent"e dönüştüren gönülde.
Daha anlaşılırdır o dönem, o koşullarda...
* * *
Bir de sadece ve ne olursa olsun "en büyük"ün peşinde olmak var.
Mesela, Guiness rekorları.
O rekorlar abuk gelir bana.
O kitaba girmeye çabalayanlar da...
En büyük ayakkabı, en büyük döner, en büyük Kars gravyeri peşinde geçen zamana/emeğe, "şehvet"e de üzülürüm.
En büyük-uzun adamın, yalnızlığına da...
* * *
Bazen de traji-komik dönüşümlere vesiledir.
Koca Büyük İskender, bir senaryo operasyonuyla İskender Büyük olur, Kurtlar Vadisi'nde.
Daha inceliklisi ise, "mahlas"a dönüşür:
Küçük İskender...
* * *
Rekor kırma ihtirası, kentlerde de "tehlikeli"dir, bu açıdan.
En Büyük Yayla Şenliği dersiniz, 100 kişi anca katılır.
Ankara'da da yaşadık/yaşıyoruz.
En büyük bayrak direği ile mesela.
Ardından Avrupa'nın en büyük fıskiyesi... (Çalışmadı o ayrı)
Keçiören'deki en büyük kule ise, yüksek yargıya takıldı.
İstanbul'daki koca metrobüs ise, yokuş çıkamıyor, misal!
Türkiye'nin en büyük, Avrupa'nın ikinci büyük sahnesini ise neredeyse yıkacaklar.
* * *
"Büyük" olma isteği, bana küçük çocuklarda sevimli gelir, sadece.
Paylaş