Paylaş
Batı'nın yıllardır güçlü yerel yönetimlerle, katılımcı demokrasinin, etkili sivil inisiyatifin doktorasını yaptığını yazmıştım.
Bizim ise, yerelleşmenin-yerel demokrasinin Türkiye'de alabileceği biçimleri -çoğu kez hayretle- izleyerek yaşadığımızı...
Bir ay geçmedi, Başkan Melih Gökçek'in çıkışı, yerel siyasetin "hayret ve şaşkınlık borsası"nda tavan yaptı:
"Büyükşehir belediyelerinin ilçe belediyeleri ile uyum içinde çalışabilmesi için, ilçe belediye başkanlarının, büyükşehir belediye başkanları tarafından atanması gerekiyor..."
* * *
Aslında şaşırmamak lazım.
Çünkü yerelleşme, yerel demokrasi denilince dünya, Batı aynı şeyi anlar.
Ankara ise 16 yıldır başka şeyi...
"Demokratik yerel yönetimlerin" olmazsa olmaz, iki başlangıç kavramı vardır:
Kentlinin yönetime aktif katılımından ve seçimden yana olması...
Yeniden keşfetmeye gerek yok.
Mayıs 2008'de kabul edilen "Avrupa Kentsel Şartı: 2" gereken herşeyi, oybirliğiyle kabul ediyor.
Kabul edilen "kentsel manifesto", "Avrupa’nın seçilmiş yerel temsilcileri olan bizler..." cümlesiyle başlıyor. ("Avrupa'nın atanmış yerel temsilcileri" diye, başlamıyor elbette)
Zaten manifestonun hareket noktası ve olmazsa olmaz şartı da, "kentin kentlilere ait olduğu" vurgusu...
Ve bu vurgudan hareketle, "kentteki vatandaşların kentsel politikaların merkezinde yer alan vazgeçilemez rolü"...
"Manifesto", kentsel yönetimlerin "özellikle katılım açısından, demokrasinin yeni taleplerini dikkate alan bir kentsel yönetişim modeli inşa etmek sorumluluğu" olduğunu da hatırlatıyor.
Bu modelin, Avrupa'nın (da) karşı karşıya olduğu "siyasi temsil krizi" ile "öncelikle yerel düzeyde mücadele edilmesi"nin önünü açacağı kuvvetle ifade ediliyor.
* * *
Bu çerçevede, ilçe belediye başkanlarının atanması önerisi, demokrasi tecrübesi yaşamamış bir ülkenin Başkent'inde, bu "zaaf"tan da yararlanılarak 16 yıldır sürdürülen "biçimlendirme çabaları"nın yeni bir itirafı olarak "kent tarihi"ne geçiyor.
Yarın devam edeceğim.
Paylaş