Yaşar Sökmensüer

Öldürülmüş Hayvan Müzesi

25 Haziran 2010
BAŞKAN Melih Gökçek, yıllar önce "akıllara ziyan" bir proje atmıştı ortaya.

Hayvanat Bahçesi'nin yanına peluş hayvanlardan oluşan alternatif bir bahçe yaptıracaktı.

 

Bahçede vahşi hayvanların peluştan yapılmış, hareket de eden kopyaları olacaktı.

 

Şaşırdık tabi, projeye karşı çıktık düzenlediğimiz kent kampanyasıyla.

 

Sonra da yargı "olmaz" dedi, zaten.

Yazının Devamını Oku

Bahçeli mekan ve geçimsizlik

24 Haziran 2010
"BAHÇE", aslında gökyüzü gibi.

Çiti, ufku, büyüklüğü, cürmü çok da önemli değil, değerini bilene...

Yeter ki, "bahçe" olsun, olabilsin.

Otuz-kırk metrekare bir "bahçe", bazen ağacıyla, çiçeğiyle, çimeni, yoncası, toprağı, dört ayrı mevsimiyle, her gün korulara, ormanlara açar insanı.

Yağmur yağar başkadır, karda, kırağıda başka...

Her "bahçe", yüzölçümünden, göründüğünden büyüktür.

Bakmasını bilene...

* * *

Eğer, Çayyolu, Bahçelievler-Emek gibi "artakalan/eldekalan" güzelliklerin ara sokaklarında yaşıyorsanız, kuytusunda betona direnen bir "bahçe"nin kokusu, esintisi yakalayacaktır sizi.

Yazının Devamını Oku

10 yıl önce 10 yıl sonra

23 Haziran 2010
BÜYÜKŞEHİR'in "kedili logosu" üzerinden "amblem" tartışmaları sürerken, 10 yıl önce şubat ayında yazdığım bir yazıyı buldum.

Aynen aktarıyorum, "unutulduysa" diye:

Büyükşehir'in "korsan" amblemini (camili-Atakuleli amblem) bu kez de Danıştay reddetti. Ankara Valisi ise 1990'lı yılların ikinci yarısında geri çevirmişti aynı amblemi:

"Asarsanız toplatırım..."

Kısa süre önce Mülkiye müfettişlerinin raporunda da vurgulandı:

"Amblem Ankara'yı temsil etmiyor."

Bu ambleme karşı davalar açıldı, 175 bin imza toplandı bir kaç günde.

İçişleri Bakanlığı önce inceleme, sonra soruşturma başlattı amblem hakkında.

Ardından Valilik İnceleme Kurulu geçen ay son noktayı koydu:

Yazının Devamını Oku

Yeni logo ve buluşlarımız

22 Haziran 2010
PAZAR günü yazımda değinmiştim.

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin yeni “kedili” logosu, tuhaf bir tartışma yarattı.

 Logodan çok, logodaki kedinin “karakteri”, hatta gözü, huyu-suyu gündeme getirildi.  

Ve logoyu (pardon kediyi), “küstah” bulanlar da oldu. 

“Logonun altında buzağı aramak” kabilinden, “buluş”lar da eklendi itiraz kervanına... 

Bir gazetede, Ankara’nın yeni logosunun “Cats Müzikali”nden apartıldığı bile yazıldı. 

Müzikalin afişinde iki kedi gözü (ki afişteki kedinin gözbebeği çok farklıdır, çünkü dans eden insan figürleri yer alır) var diye, yeni logonun “çakma” olup olmadığı sorusu atıldı ortaya. 

Atıldı da, bağışlayın bunlar “sade suya tirit” bir mutfak geleneği...

Yazının Devamını Oku

Yeni “logo”yu ben beğendim

20 Haziran 2010
BEN Ankara’nın yeni logosunu beğendim.<br><br>Ankara Kedisi’ne gönderme yapan, gülümseyen formunu... Siyah zemine basılanı, özellikle hoşuma gitti.
Sade dizaynı da...
* * *
Belediye Meclisi’nde “kedi”den hareketle koparılan fırtına ise, Levent Kırca parodilerini aratmadı doğrusu.
Hele, CHP’li üye İsa Hayırlı’nın itirazı...
Hayırlı, “Kedi küstahtır, keçi olabilirdi” demiş.
Önce “küstah kedi” meselesine değinelim. (Acaba İbrahim Tatlıses’den mülhem “nankör kedi” yerine dil sürçmesiyle mi “küstah” dedi)
Neyse, küstah “saygısız, kaba, terbiyesiz” demek.
Yani tümüyle insana dair bir niteleme...
Bir kediden saygı, kibarlık, terbiye beklemek, enteresan bir duygu olsa gerek.
“Eğitim şart” diyeceğim ama, “çiş eğitimi” dışında “Kediler için Olgunlaşma Enstitüsü” filan var mıdır, bilemiyorum.
Ama Hayırlı itirazında ısrar ediyor:
“Türk örf ve adetlerine göre bakarsanız böyle bir anlayış vardır. Kedi küstah, köpek sadıktır...”
Ne “örf”ü, ne “adet”i...
İnsanları “geleneksel” olarak etiketleyen, atasözleriyle bile ötekileştiren bu ülkede, artık hayvanları da mı “örf”e, “adet”e göre ayıracağız, öyle seveceğiz.
Hayırlı, “Kedi yerine keçi olsun” da demiş.
Eh, o da “inatçı-kavgacı”, ne yapacağız?
* * *
Hayırlı’nın “Ben Tabiat Bilgisi öğretmeniyim. Ankara Kedisi’nin gözleri böyle değildir. Bu Van Kedisi’dir, Vanlılara ayıp... Ayrıca logodaki Ankara kelimesi küçük harfle yazılmıştır” itirazı da bana, “itiraz olsun/ torba dolsun” türünden geldi.
Tabiat öğretmeni değilim ama araştırdım biraz; Van Kedisi’nin de, Ankara Kedisi’nin de iki gözü aynı ya da ayrı renk olanları var.
Ötesi Hayırlı’nın itirazı, Başkan Melih Gökçek’e de toplantıya mavi-sarı gözlü Ankara Kedisi getirerek, tersini anında kanıtlama fırsatını verdi.
“Vanlılara ayıp olur”u ise kale al(a)mıyorum.
Son olarak, Ankara’nın küçük “a” ile yazılması, logo kompozisyonunda estetik açıdan grafik bir tercihtir.
Merak etmeyin, harfin “kapital” olmaması Ankara’yı filan küçültmez, Başkentliğini falan indirgemez.
Bu mevzu daha çok su kaldırır, haftaya devam ederiz.
Yazının Devamını Oku

Okuma rekoru

19 Haziran 2010
“GUINNESS rekorları”nı da, rekorlar kitabına girmeye çabalayanları da yadırgarım. Çoğu abuk gelir bana... Kuşkusuz bu, benim kişisel duygum.
Ama bana “en tuhaf” gelenini geçenlerde okudum.
Ali Sami Yen Stadı’na binlerce kişiyi toplamışlar.
Amaç, “Dünyanın en yüksek katılımlı kitap okuma rekoru”nu kırmak!
İbrahim Sadri kürsüden kitap okumuş.
Stada toplanan 14 bin 517 kişi de, hep birlikte yüksek sesle Sadri’nin okuduğu bölümleri tekrar etmiş.
Gözümün önüne Yeşilçam filmlerinden “medrese” sahnesi geldi.
“Hoca” rahlesinden bir şey okuyor, öğrencileri de mefulü mefailü mefailü feulün kalıbında onu tekrar ediyor.
Üstelik topluca okudukları kitap da, okurunu “kişisel kurtuluş savaşını başlatmaya” çağıran Mümin Sekman’ın “Her Şey Seninle Başlar”ı...
Bir şeyden topluca kurtulabildiler mi bilemem ama, rekor denemesi başarısız olmuş.
* * *
Bin kişi daha toplasalar, rekoru kıracaklardı.
Ne olacaktı, kırsalardı...
İstatistiklere göre Türkiye’de kitap okuma oranı yüzde 4.5.
Türk Kütüphaneciler Derneği’nin 2009 istatistiklerine göre ise, Türkiye’de düzenli kitap okuyanların oranı sadece on binde bir. BM İnsani Gelişim Raporu’ndaki kitap okuma sıralamasında Türkiye, Libya, Tanzanya, Kongo gibi ülkelerin ardından 86. sırada yer alıyor.
* * *
İstatistiği bir yana bırakın.
En baba şairin kitabı, 1000 adet basıyor bugün...
Yasal mevzuata göre, 100 adedi zaten kütüphanelere, sağa-sola dağıtılıyor.
Yarısı da raf bekliyor.
* * *
Okuma konusunda, anlık/yapay bir toplaşmayla rekor değil, “okuma alışkanlığı”na geçit vermeyen şifreyi kırmak gerekli belki de...
Yazının Devamını Oku

Ateş ve uygarlık

18 Haziran 2010
BUGÜN yayınladığımız "Mangal Mekanları" özel dosyası, bana yıllar önce izlediğim bir filmi hatırlattı.

Jean Jacques Annaud'nun yönettiği, "Quest for Fire (Ateşi aramak)" filmini...

Film, farklı gelişmişlik düzeyinde üç ilkel topluluğu anlatıyor.

Toplulukları sınıflandıran, birbirinden ayıran ölçüt ise, "ateş" karşısındaki konumları...

En gelişmişi, ateş yakmasını bilenler.

Daha az gelişmiş olanı, "ara" grup ise, yıldırım düşmesi, lav vb. gibi doğal durumlarla elde ettikleri ateşi -söndürmeden- saklayabilenler.

En ilkel topluluk ise ateşi sadece "çalarak" elde edebilen barbarlar...

Barbarlar, ateşi saklayan kabileyi basıp, çalıyorlar ateşlerini.

Kabilenin bir kaç genci de ateş aramaya çıkıyor.

Yazının Devamını Oku

Uzlaşma ve demokrasi

17 Haziran 2010
İKİ gündür, Başkan Melih Gökçek’in “Büyükşehir’in ilçe belediyeleri ile uyum içinde çalışabilmesi için, ilçe belediye başkanlarının büyükşehir belediye başkanları tarafından atanması gerekiyor” arzusuna değindim.

Yeri geldikçe, 2008 Mayıs’ında “kentsel manifesto”ya imza atan Avrupa’nın seçilmiş yerel yöneticilerinin aldığı kararlardan da örnek vererek...

 

Bugün de, Gökçek’in önerisini dayandırdığı tek gerekçeyi, yani “uyum” meselesini irdelemeye çalışacağım.

 

“Uyum” ve “demokrasi” arasında bir denklem bu aslında...

 

Ancak Başkan Gökçek’in, “Aynı siyasi partilerin büyükşehir ve ilçe belediye başkanlarının bile uzlaşamadığı konular oluyor” yakınmasıyla, denkleme “uzlaşma” da ekleniyor.

Yazının Devamını Oku