6 Haziran 2010
YOUTUBE’un ardından, Google’a da sansür geldi.<br><br>Bazı sitelere girilemiyor, Google ise “beklemede”...
Hani “iş yavaşlatma” eylemi vardır ya, bu da “internet yavaşlatma” operasyonu.
“Arama motoru”nun yavaşlaması da, psikomotor sorunlar yaratıyor kullanıcıda:
“Zihin-kas uyumu” çerçevesinde tıklıyorsunuz mouse’a, eskiden hemen yanıt veren sistemde “tık” yok. Elvankent otobüsü gibi, bekle ki gelsin...
Psikomotor self therapy ise ancak dilinizin ucuna geleni, yüksek sesle, ortaya bırakmakla sağlanıyor.
“Terapi”yi telefonla, e-mail ile filan yapmıyorsanız, ona yasak/ceza filan yok henüz.
* * *
Türkiye dışında youtube’a sürekli ya da zaman zaman yasak getiren ülkelere bakınca, orta parmağımla “parmak yogası”nın “varuna mudra” meditasyonuna geçip, nefesimi tutuyorum.
Yazının Devamını Oku 5 Haziran 2010
"ÖLÜM"ün hukuki anlamda bir ceza türü olamayacağını kabullenmemiz uzun yıllarımızı aldı.
İdam cezası kaldırılalı anca 7 yıl oldu.
Ama bireysel hatta toplumsal anlamda, ölümle cezalandırmak duruyor orta yerde...
Ötesi, cinayetten hüküm giyen mahkumlar, cezaevinin "saygınlık statüsü"ndeki birinciliklerini koruyor hala.
* * *
"Onaylanan ölüm"ün farklı görünümleriyle geçti gençliğim.
Askeri darbelerle kurulan darağaçlarını kast etmiyorum sadece...
Öldürmekten medet umanları değil sadece, ölmekten medet umanları hatırlıyorum.
Üniversiteye girdiğim yıllarda atılan "Ahmetler ölmez" sloganları hala kulağımda.
Yazının Devamını Oku 3 Haziran 2010
YARIN Hürriyet Ankara'nın ilk "mahalle gazetesi" okurla buluşuyor.
Yenimahalle, Batıkent, Eryaman, Sincan, Etimesgut'dayız.
Gimat'dan Şaşmaz'a, Ostim'den Macunköy'e, Elvankent'ten Fatih'e kadar, o dev "mahalle"de...
* * *
Misal, Batıkent.
Nüfusu 300 binlerde.
Çankırı ilinden büyük.
Kırşehir’den de.
Sinop’tan da.
Yazının Devamını Oku 2 Haziran 2010
TÜRK Dil Kurumu Sözlüğü “mahalle”yi, “Bir şehrin, bir kasabanın, büyükçe bir köyün bölündüğü yapı bölgeciklerinden ve insan topluluklarından oluşan en küçük parçalardan her biri” olarak tanımlıyor. “Semt”i ise daha genel ve kısa bir tanımla sözlüğe alıyor:
“Yerleşim bölgesi, yaka”...
Bu iki kavram arasındaki nüans, “semt” ve “mahalle”nin (gündelik hayat/dil bu iki kavramı birbirinden ayırsa da) çoğu kez aynı anlamda kullanılmasına neden olur.
Niyetim, “mahalle”nin en küçük idari birim olduğundan filan söz etmek, kavramlara bu yönüyle açıklık falan getirmek değil.
“Mahalle muhtarı” tamamdır da, “semt muhtarı” tuhaf gelir, değil mi..
* * *
Asıl üzerinde durmak istediğim, belki daha “edebi”, daha “tınısal”, hatta daha “nostaljik” bir şeyler.
“Mahalle” kavramının daha canlı, daha yaşayan, daha homojen, içi daha dolu/daha özgün yönleri, hatta “ruhu” belki...
Misal, Bahçelievler semtinde 7. Cadde’nin kıyısındaki “mahalle” ile, Beşevler’e yakın, Anıtkabir’e yaslanan küçük sokaklardan oluşan “mahalle” bile bir değildir.
Vardır, sosyo-ekonomik, kültürel hatta “coğrafi komşuları” açıdan farkları...
Ve beni her zaman bu farklılık cezbeder.
* * *
Ankara Hürriyet, birlikte nefes aldığı “mahalle”lere artık yepyeni bir projeyle giriyor.
“Mahallede Hürriyet” ile...
Artık mahallenizi, “mahalleden haberler”i sadece Ankara Hürriyet’in sayfalarında değil, size özel, ayrı bir gazetede de okuyacaksınız.
“Mahallede Hürriyet”, bu cuma ayrı bir gazete olarak ulaşacak sizlere.
Yenimahalle, Batıkent, Eryaman, Sincan özel gazetesi ile...
* * *
“Mahalle”yi yazacağız, özel gazetede.
Kedisi, delisi, çocuğu-genci-yaşlısı, bakkalı-kasabı, abisi-ablası ile, “mahalle”yi...
Mutlulukları-mutsuzlukları, yanıtları-soruları/sorunlarıyla...
“İlk merhaba”, bu cuma...
Yazının Devamını Oku 30 Mayıs 2010
YAZ geldi, izbe bodrumundan dışarı çıktı vahşet. Artarda gündeme gelen, “horoz dövüşü”nden söz ediyorum...
Misal, Manisa’da “Hint Horozu Sevenler Derneği”ni basmış polis.
Meğer “bahisle horoz dövüşü” yaptırıyorlarmış.
Ardından benzeri Erzurum’da...
“Kümes Hayvanlarını Koruma ve Yaşatma Derneği”nde “horoz dövüşü”ne suçüstü yapmışlar.
Ve “horozu, tozu, kızı” ile meşhur Denizli.
Yine bir dernek, yine yaralı horozlar, yine dövüş...
Cezası ise Kabahatler Kanunu’na göre 100 lira.
Belki bir tek bahiste dönen paranın, yüzde 1’i...
* * *
Bizim kuşağın, çocukluğumuzun figürlerindendi horoz.
Gün ağarırken mutlaka bir horoz sesi duyulurdu.
İster Bahçelievler’de oturun, ister Çankaya’da.
Ve mutlaka kucağında horozla gezen bir kapıcı çocuğu...
Bir taç gibi kıvrımlanan kırmızı ibiğine mi tutkundu horozun, kızıl-koyu parıltılı tüylerine, duruşuna mı...
Sadece kucağında bir “can”ın kıpırtısını, sıcaklığını, yoldaşlığını mı hissetmek isterdi yoksa.
Köyünü özlerdi de, gizlice fısıldar mıydı horozuna sılayı...
Sonradan öğrendim.
Kapıcı çocuğunun horoz ile arasındaki bağ, Çingeneler Zamanı filminde Perhan’ın hindisi ile bağı neyse oydu.
Saydıklarımın hepsiydi...
Bremen Mızıkacıları masalının en küçük ama en tepedeki kahramanıydı, sonra.
Sadri Alışık filmlerinde Vahi Öz’ün “Horoz Nuri”si...
Cambaz geldiğinde aniden ortaya çıkan Horoz Şekeri’ydi.
Yani Orhan Veli’nin bayramda evden kaçıp, “Anneme söylemeyin” diyerek kargalara önerdiği rüşvetti.
* * *
Şimdi horoz, yaralı. İbiği yok, parçalanmış. Kan içinde kafası, gagası...
Kızıl parlak, kabarık tüyleri matlaşmış, akan kanıyla yapışmış bedenine.
“Can bahisi/kumarı” hobi sayılıyor bu memlekette.
Yarattıkları vahşet ise, “kabahat”...
Yazının Devamını Oku 29 Mayıs 2010
YAZ geldi, izbe bodrumundan dışarı çıktı vahşet.
Artarda gündeme gelen, "horoz dövüşü"nden söz ediyorum...
Misal, Manisa'da "Hint Horozu Sevenler Derneği"ni basmış polis.
Meğer "bahisle horoz dövüşü" yaptırıyorlarmış.
Ardından benzeri Erzurum'da...
"Kümes Hayvanlarını Koruma ve Yaşatma Derneği"nde "horoz dövüşü"ne suçüstü yapmışlar.
Ve "horozu, tozu, kızı" ile meşhur Denizli.
Yine bir dernek, yine yaralı horozlar, yine dövüş...
Cezası ise Kabahatler Kanunu'na göre 100 lira.
Yazının Devamını Oku 28 Mayıs 2010
EDİP Cansever 24 yıl önce bugün, 58 yaşında veda etti hayata.
Bodrum'da beyin kanaması geçirdi, İstanbul'a getirdiler, kurtarılamadı.
Ölümünün ertesi günü yayınlanan 29 Mayıs 1986 tarihli gazeteye bakıyorum.
Birinci sayfada tek satır yok.
İçerde, 11. sayfada altlarda ("etekte" deriz biz) iki sütuna, sigara paketi kadar bir haber:
Yazının Devamını Oku 27 Mayıs 2010
İSTANBUL’da dün “Internetimi Serbest Bırak” gecesi düzenlendi. Gecenin DJ’liğini yapanlar arasında Sedat Ergin, Faruk Eczacıbaşı, Eyüp Can, Yıldırım Türker, Yavuz Baydar, Sevin Okyay gibi kuvvetli isimler var.
Protest bir parti aslında düzenlenen...
Protesto edilen ise, artık komedisi gidip sadece “trajik”i kalan internet yasakları.
* * *
Misal youtube, iki yıldır yasaklı/kapalı. Geocities keza...
İrili-ufaklı daha bir çok web sitesi.
Mesela, malum Darwin meselesi.
“Adnan Hocacılar”ın girişimiyle Bilimadamı Richard Dawkins’in resmi sitesi, google groups sayfası, wordpress vb. siteler kapatılmıştı.
Sonra bir baktık, Darwin’e sansürü bizzat TÜBİTAK görev edinmiş.
Google’a yönelik ikinci yasaklama atağı ise Atatürkçü Düşünce Derneği’nden geldi.
Bakar mısınız. Türkiye’de Google’a, yani internetteki en işlevsel arama motoruna karşı iki cephe açılmış.
Birisi Adnan Hocacılar. Diğeri ADD...
* * *
Zaten bu toplum özgürlükte değil, hep yasaklarda buluşur.
Farklı görüşleri “özgürlük”te buluşturamazsınız.
Ama konu yasaklar olunca, herkes aynı kuyrukta.
Ankara’da AKP’li başkanın yasakladığı heykeller yıllardır sürgündeyken... Bakmışsınız, MHP’nin yeni başkanı Kemer’de “Aşk Yağmuru” heykelini söküp atmış.
* * *
Bu satırları yazarken okuduğum habere göre, Sedat Ergin “protest party”de kendi DJ setini bir Hayko Cepkin şarkısıyla açacakmış.
“Consume Obey Die” mı (Tüket, itaat et, öl) olur, “Hayat seni ezer /Burada dur, çizgiyi geçme, /Burada sigara içme, aman sakın karşı gelme” sözleriyle...
Yoksa “Yaktığın ancak cürmün kadar” şarkısı mı, bilemiyorum.
Ama ben de gece youtube’a -Başbakan gibi- dolanarak, başka siteden, başka IP’den kazıktan girip, dinlerim şarkılarımı.
Artık Kazak Abdal mı olur, Mahsuni’den “Yuh yuh” mu, yoksa bir dönem TRT’de yasaklanan şarkılar mı...
Veririm Ankara’dan desteği, yeter ki kulaklar çınlasın.
Yazının Devamını Oku