Ama TV dizilerinden NYPD’nin açılımının “New York Police Departmant” olduğunu, TAPDK’nin açılımından daha iyi bildiğimiz kesin. (TAPDK yani Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu)
ABD’de alkol kontrolünde, üflemeli çalgı solosu değil düz bir çizgide yürüme testi yaptıklarını da biliyoruz.
Bizde ise çizgide yürüme meselesi yok.
Niye yok?
Çünkü olamaz! Çünkü değil alkollü olarak, koca yoldaki bölünmüş-boyanmış şeritlerden otomobil ile bile gidemeyen bir toplumuz.
Yolu iki, üç, dört, hatta sekiz şeride bölmüşler. Üstelik boyamışlar.
Yani sana diyorlar ki, tekerini -bir zahmet- gideceğin yöne göre, sağ-sol ya da orta şeritlere denkleştir.
“ANKARA,
Ey iyi kalpli üvey ana!
Bu şehri bu kadar yalın anlatan başka bir şey olamaz sanırım. Sorumluluklarını bilen, asla kötü davranmayan ama sonuçta bir üvey ana olan Ankara.
Bu şehirde insanlar bekler. Taşı çatlatacak bir sabırla bir şeyleri beklerler, kimbilir bekledikleri hayattır. Belki denizi görselerdi beklemezlerdi.
Denizi su sanırlar.
Suyu görmek için göllerin kıyısına gidersiniz ama su ufka uzanmaz. Bir suyu deniz yapan ufuk yoktur Ankara’nın göllerinde. Oysa ne önemlidir suyun hiç bitmemesi ve uysal bir sevgili gibi gökyüzüyle birleşmesi.
O vaatkar ufuk çizgisi, o nasıl güzeldir. Her zaman ötelerde bir şey olduğunu fısıldayan o şehvetli çizgi.
Ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın projesinden “çılgın” olmasın, Ankara’ya dair “prestij projeleri”ni açıkladı.
Perşembe günü yazmıştım.
Başbakan’ın “Kanal İstanbul” projesini, “yer”i, “nasıl”ı, “ne olacağı”, İstanbul’a, kentleşmeye ve doğaya etkisi gibi tüm soru işaretleri saklı kalarak... Ve sürecin açıklandığı gibi uzmanlarla, sivil toplumla görüş alışverişi içinde yürüyeceğini varsayarak, heyecan verici buluyorum.
Başkan Gökçek’in açıkladığı projelerden bazılarını da...
* * *
Şehir Plancısı, mimar ya da uzman değilim. Ama, Kızılay’daki binaların -tarihi binalar hariç- tümüyle giydirilmesi meselesini, eğer TV’de gösterilen sunuma uygunsa şık buluyorum.
Ancak vaat edildiği gibi 1.5 yılda biteceğini pek sanmam.
BUGÜN okuduğunuz manşetimizi düzenlerken, dilime bir şarkı dolandı.
“Beni kategorize etme /Benle oynama
Yaftayı yapıştırıp /Bana isim koyma
Matematikleştirme beni çarpma, bölme
Toplama, çıkarma sakın beni hesaplaştırma
Sıkıştırıp tıkıştırma beni depolaştırma
Duygularım yok oldu, yüreğimi nasırlaştırma
“YAZILARIM otuz kırk dilde basılır
Türkiyemde Türkçemle yasak...”
Bu dizeler, Nazım Hikmet’in tüm hayatının, hasretinin, siteminin, isyanının özeti gibi gelir bana.
Memleketini, insanını, çınarını, kasketini, mintanını, kedisini, denizini, türküsünü, mahpushanesini yazar hayatı boyunca.
Haykırır özlemini:
“Karşı yaka memleket,
sesleniyorum Varna’dan,
DÜN tüm kanallarda İstanbul için “Kanal İstanbul” projesi vardı.
Dinlerken, Bülent Ecevit ile 18 yıl önce yaptığımız röportajı hatırladım.
Ankara’yı “kaçırılmış fırsatlar kenti” cümlesiyle özetlemişti Ecevit.
Çünkü “boş bir levha” üzerine inşa edilmişti.
Yeni Cumhuriyet, yapılaşması, özellikle geçmişle bağlantısı olmayan ve yüzü geleceğe dönük bir başkent planlamıştı.
Cumhuriyet radikal bir çağdaşlaşma atağının miladı-umuduysa, onun merkezi de sıfırdan yaratılan ve ötesi çağdaş bir şehir olarak tasarlanan Ankara olacaktı.
Ankara bu yönüyle hem bir tasarım ürünü, hem de sosyal, kültürel bir üründü.