Yaşar Sökmensüer

Şeritler ve alışkanlıklar

5 Mayıs 2011
NEWYORK’da alkol muayenesini NYPD mi yapar, bilmiyorum.

Ama TV dizilerinden NYPD’nin açılımının “New York Police Departmant” olduğunu, TAPDK’nin açılımından daha iyi bildiğimiz kesin. (TAPDK yani Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu)
ABD’de alkol kontrolünde, üflemeli çalgı solosu değil düz bir çizgide yürüme testi yaptıklarını da biliyoruz.
Bizde ise çizgide yürüme meselesi yok.
Niye yok?
Çünkü olamaz! Çünkü değil alkollü olarak, koca yoldaki bölünmüş-boyanmış şeritlerden otomobil ile bile gidemeyen bir toplumuz.
Yolu iki, üç, dört, hatta sekiz şeride bölmüşler. Üstelik boyamışlar.
Yani sana diyorlar ki, tekerini -bir zahmet- gideceğin yöne göre, sağ-sol ya da orta şeritlere denkleştir.

Yazının Devamını Oku

Üvey evlat Ankara

4 Mayıs 2011

“ANKARA,
Ey iyi kalpli üvey ana!
Bu şehri bu kadar yalın anlatan başka bir şey olamaz sanırım. Sorumluluklarını bilen, asla kötü davranmayan ama sonuçta bir üvey ana olan Ankara.
Bu şehirde insanlar bekler. Taşı çatlatacak bir sabırla bir şeyleri beklerler, kimbilir bekledikleri hayattır. Belki denizi görselerdi beklemezlerdi.
Denizi su sanırlar.
Suyu görmek için göllerin kıyısına gidersiniz ama su ufka uzanmaz. Bir suyu deniz yapan ufuk yoktur Ankara’nın göllerinde. Oysa ne önemlidir suyun hiç bitmemesi ve uysal bir sevgili gibi gökyüzüyle birleşmesi.
O vaatkar ufuk çizgisi, o nasıl güzeldir. Her zaman ötelerde bir şey olduğunu fısıldayan o şehvetli çizgi.

Yazının Devamını Oku

Projeler ve heyecan

1 Mayıs 2011
BAŞKAN Melih Gökçek önceki gece Beyaz TV’de “Dinamit” programına katıldı.

Ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın projesinden “çılgın” olmasın, Ankara’ya dair “prestij projeleri”ni açıkladı.
Perşembe günü yazmıştım.
Başbakan’ın “Kanal İstanbul” projesini, “yer”i, “nasıl”ı, “ne olacağı”, İstanbul’a, kentleşmeye ve doğaya etkisi gibi tüm soru işaretleri saklı kalarak... Ve sürecin açıklandığı gibi uzmanlarla, sivil toplumla görüş alışverişi içinde yürüyeceğini varsayarak, heyecan verici buluyorum.
Başkan Gökçek’in açıkladığı projelerden bazılarını da...

* * *

Şehir Plancısı, mimar ya da uzman değilim. Ama, Kızılay’daki binaların -tarihi binalar hariç- tümüyle giydirilmesi meselesini, eğer TV’de gösterilen sunuma uygunsa şık buluyorum.
Ancak vaat edildiği gibi 1.5 yılda biteceğini pek sanmam.

Yazının Devamını Oku

Cam tavan ve nefes

30 Nisan 2011

BUGÜN okuduğunuz manşetimizi düzenlerken, dilime bir şarkı dolandı.
“Beni kategorize etme /Benle oynama
Yaftayı yapıştırıp /Bana isim koyma
Matematikleştirme beni çarpma, bölme
Toplama, çıkarma sakın beni hesaplaştırma
Sıkıştırıp tıkıştırma beni depolaştırma
Duygularım yok oldu, yüreğimi nasırlaştırma

Yazının Devamını Oku

Taş heykeli taşlamak

29 Nisan 2011

“YAZILARIM otuz kırk dilde basılır
Türkiyemde Türkçemle yasak...”
Bu dizeler, Nazım Hikmet’in tüm hayatının, hasretinin, siteminin, isyanının özeti gibi gelir bana.
Memleketini, insanını, çınarını, kasketini, mintanını, kedisini, denizini, türküsünü, mahpushanesini yazar hayatı boyunca.
Haykırır özlemini:
“Karşı yaka memleket,
sesleniyorum Varna’dan,

Yazının Devamını Oku

Kanal İstanbul

28 Nisan 2011

DÜN tüm kanallarda İstanbul için “Kanal İstanbul” projesi vardı.
Dinlerken, Bülent Ecevit ile 18 yıl önce yaptığımız röportajı hatırladım.
Ankara’yı “kaçırılmış fırsatlar kenti” cümlesiyle özetlemişti Ecevit.
Çünkü “boş bir levha” üzerine inşa edilmişti.
Yeni Cumhuriyet, yapılaşması, özellikle geçmişle bağlantısı olmayan ve yüzü geleceğe dönük bir başkent planlamıştı.
Cumhuriyet radikal bir çağdaşlaşma atağının miladı-umuduysa, onun merkezi de sıfırdan yaratılan ve ötesi çağdaş bir şehir olarak tasarlanan Ankara olacaktı.
Ankara bu yönüyle hem bir tasarım ürünü, hem de sosyal, kültürel bir üründü.

Yazının Devamını Oku

Ad(ını) koymak

27 Nisan 2011
“ADINI Feriha Koydum” dizisini hiç izleyemedim ama, “ad koyma” hevesimizle ilgili bir çok şey geçti aklımdan. Herşeyin adını koymak istiyoruz hep.
Seviyoruz, herşeye isim takmayı...
Hatta, adı olanlara bile yeni isimler buluyor/uyduruyoruz kendi dünyamızdan.
Öyle yaparsak, dünyanın adlandırdığımız gibi olacağını sanıyoruz belki.

Ya da hayallere karakter kazandırıyor, bu küçük oyun.
Bahçedeki küçük papatyalardan “Onlar benim uç uç böceklerim” diye söz ediyor.
Bahçedeki eski, küçük süs havuzunun adı ise; Su Sultan.
Ihlamur ağacı yapraklarını dökse, “Çıplak Maya”...
Mutfak robotunun adı, terminatör.
Belki, okuduğu kitaplardan, gördüğü filmlerden geliyor isimler.
Buluyor kitabı, kitaplığından.
Arasından kurutulmuş papatyalar dökülüyor.
Belki, yazılmamış kitaplar yaratıyor kendi edebiyatından.
Çevrilmemiş filmler...

Cinnah Caddesi’ndeki çınarlara bakıyor geçerken, “İsimleri ne?” gibilerinden.
Ya da bir çocuk bir sap gül uzatsa, ilk sorusu “İsmin ne?”.
İsimlerle çaprazlanıyor hayatı, ezberindeki isimlerle çözülüyor bulmaca.
Önce ad koyuyor, hiç bilmeden, hiç fark etmeden.
Yaşamadan önce, ad koyuyor...
Hüznüne ad koyuyor, mutluluğuna, gülüşüne, gözyaşlarına...
Koyacağı ad onu ürkütse de, tanımın/tarifin peşinde.
Onu ad koymak değil, adını koyamamak yoruyor.

Hayatın enstrümanları, keşke kızılderili adları gibi zamanı geldiğinde kazansa ismini.
Zorlamasak, uydurmasak sokakların, yapıların, insanların, hatta ilişkilerin adlarını.
Geçmişten birşeyler aparıp, yakıştırmasak.
Tamam da, ama ya adlandırdığımız gibi olmazsa hayat!
Yazının Devamını Oku

Eleştiriden “emekli”

26 Nisan 2011
ALTAN Raşit Civan Ankara Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri olarak göreve başladığında, kısa sürede yerel gündemin ilk sırasına yerleşmişti. Çünkü açıklamaları etkiliydi, ötesi samimiydi.

İlk çarpıcı açıklamalarından birisi Ankara’nın en kritik, en “sür-git” sorunuyla ilgiliydi.
Yani metro ile...
Civan, “Bir özeleştiri yapmak istiyorum” diyerek başladığı konuşmasını şöyle sürdürmüştü:
“Metro üç hatta birden başlanmayabilirdi.
Önce Batıkent-Sincan hattı bitseydi daha iyi olabilirdi. Daha sonra Keçiören ve Çayyolu’na başlanabilirdi.
Üçü de bitse iyiydi ama, şimdi üçü de yarım kaldı...”

O günlerde yazmıştım.
Genel Sekreter Civan’ın açıklaması çok önemliydi.
Öncelikle, sözlerini bizzat kendisinin “bir özeleştiri” olarak nitelendirmesi...
Çünkü “özeleştiri”, bizim yerel yönetici lügatimizden çıkarılmış bir sözcüktür.
* * *
Civan’ın asıl önemli mesajı ise, metroda yıllardır süregelen plansızlığın itirafıydı.
Yani, metro çalışmasının kısa-orta vadeli bir plan, bir öncelik projeksiyonu hazırlanmadan, üç hatta birden başlatılmasının yanlışlığı...

Civan iki yıl önceki açıklamasında metronun geleceğiyle ilgili de bir durum saptaması yapmıştı:
“Çok net olmamakla birlikte metro, Ulaştırma Bakanlığı tarafından yap-işlet-devret modeliyle yapılacak.”
Bu sözleri, daha doğrusu bu açıklamasının satır araları da çok önemliydi.
Çünkü o dönemde metronun ne zaman bitirileceğini bir yana bırakın...
Hangi yolla, nasıl, ne tür bir yöntem ve kaynak ile yapılacağı bile meçhuldü!
Ta 17 yıl önce, yani başlangıçta metro Büyükşehir’in kaynaklarıyla bitirilecekti. Olmadı, yap-işlet-devret modeliyle yapılacağı açıklandı.
Sonra doğalgaz özelleştirmesinden gelecek parayla... O da boş çıktı.
Ardından “Kaynağı hükümet karşılayacak” denildi, vb...
Genel Sekreter Civan da zaten bu muamma nedeniyle, gazetecilerin sorusuna “net olmamakla birlikte” diyerek, muğlak bir yanıt vermek zorunda kalmıştı.
Çünkü ne plan vardı ortada, ne program, ne de plan-programa göre öngörülen bir finansman yöntemi.

Ve geldik bugüne...
Civan da gitti.
Metro gitmeye başladı mı derseniz... İki yıla 44 kilometresinin bitirileceğini açıkladı Başbakan Erdoğan.
Ki, “net olmamakla birlikte” inanıyorum o sürede bir hattın biteceğine.
Ama evet, net değilim; çünkü hangi metro, Çayyolu mu, Keçiören mi, yoksa Sincan mı ve nasıl, hangi sırayla, ne zaman, hangi yolla...
Bilmiyorum.
Yazının Devamını Oku