Bu görevi Bahçeli’nin Başdanışmanı sıfatıyla yürütüyor.
Gelelim, ikinci olaya. Bahçeli’yi destekleyen Orta Doğu gazetesinde dün manşetten bir haber var, “Kurultay Öncesi Önemli Gelişme” başlığı ile, aynen şöyle:
“MHP Üst Kurul delegeleri camiada, akçeli işlere bulaşanların genel başkan olmak bir yana, aday dahi olmamaları için önerge vermeye hazırlanıyor”.
Bunu sağlamak için tüzük değişikliğine gitmek gerek. Çirkin bir yol. Neden çirkin?
AKLANMIŞTI
MHP’de yarın kongre toplanıyor, genel başkan seçilecek. Bahçeli’nin karşısındaki en güçlü aday Koray Aydın. Koray Aydın yıllar önce Yüce Divan’da yolsuzluk iddiası ile yargılanıyor ve aklanıyor.
Yarınki kongrede böyle bir önergenin verilmesi ve kabulü Koray Aydın’ın adaylığını engeller. Onun için çirkin. Bahçeli bu kadar mı çekiniyor rakibinden?
-Mardin Yeşilay Şube Başkanı, adını yazmaya bile gerek görmüyorum, adamın biri, belli ki dünyanın epey farkında, aklı sadece bir yerde, şöyle diyor:
“Açıldığından beri üniversite ilimize ahlaksızlık getirdi. Önce ayakta başlıyor, sonra yatakta devam ediyor”.-ODTÜ’de öğrencilerle polis arasında çatışma yaşanıyor. Polis gaz bombası ve biber gazı kullanıyor, üniversite bahçesinde bazı yerler alev alev yanıyor.
Öğrenciler açlık grevini desteklemek için yürüyüş yapmak istiyor, polis engelliyor.
-Kürtaj yasağına karşı çıkan bir gurup kadın bir kaç ay önce gösteri yapıyor, “bu beden benim” gösterileri şimdi sonuç veriyor. O kadınlara üç yıla kadar hapis istemiyle dava açılıyor.-PKK ile kucaklaştıkları gerekçesiyle, haklarında soruşturma açılan BDP’li on milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırmasını öngören fezleke Adalet Bakanlığına gönderiliyor.
27 Eylül 2011. Davutoğlu Dışişleri bürokratları ile birlikte B.M. Genel Sekreterinin Hukuk Bürosunu ziyaret ediyor, orada Türkiye Cumhuriyeti adına resmen bir söz veriyor.
AKP iktidara gelirken, “işkenceye sıfır tolerans” ilan ediyor. Bunun Birleşmiş Milletlerde bir karşılığı var. Madem böyle bir karar var, o zaman Türkiye de, her ülke gibi, “İşkenceye Karşı Ulusal Önleme Mekanizması” kurmak zorunda. İşkence ile mücadele edeceğine ilişkin, uluslararası bir protokol.
Böyle bir mekanizmanın bürokratik yapısı ve uzmanları var. Davutoğlu 27 Eylül 2011’de B.M.’ye, kural gereği, “bir yıl içinde bu mekanizmanın kurulacağı” sözünü veriyor.
27 Eylül 2011’de verilen bu söz, 27 Eylül 2012’yi geçelim, bir ay daha izni var, 27 Ekim gelip geçiyor, ortada ne mekanizma var, ne önleme, Davutoğlu ve Türkiye verdiği sözün arkasında durmuyor.
Halk adım adım Birinci Meclis Binası önünde kurulan barikata yaklaşıyor. Bir tarafta yaklaşık üç bin polis, öte yanda yaklaşık seksen, doksan bin kişi, belki daha fazla. Orantısız bir dağılım. Zaten polis o nedenle orantısız güç kullanıyor. Ne var ki, halk barikatı aşıyor, halk değil, polis dağılıyor.
O hengame sırasında kara mizah gibi, bir olay. Halk, polisin karşısına geçmiş, bir yandan barikatı aşmaya çalışıyor, öte yandan, “Biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye tempo tutuyor, polis önce duruyor, ardından polisler de, “Biz de Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye karşılık veriyor.
Madem öylesiniz, o zaman neden biber gazı ve basınçlı su sıkıyorsunuz? Çünkü, emir öyle.
VALİ ORTADA YOK
Halk birinci bariyeri aşıyor. Birinci bariyer aşılınca, Umut Oran Ankara Valisi ile görüşmek istiyor. Valiye ulaşmak mümkün değil.
Polis;
-“Ehliyetin herhangi bir satırını “okuyamadım”,-“Ölü torbası yok”,-“Tamir kutusunda eksik alet”,-“Bu otobüsün rengi atmış, yeniden boyamak gerek, yola böyle çıkılmaz”,-“Koltukların birbirine fazla sıkışık”-“Çöp tenekesi yerinde değil” gerekçeleriyle, Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’da Cumhuriyet Yürüyüşe katılacak insanların gitmelerine izin vermiyor.
Olmadı, seyahat firmalarına baskı yapıyor.
Oysa, daha üç gün önce CHP’den Umut Oran İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’i aradığında, Şahin, “yürüyüşe engel çıkarmayacağına” ilişkin söz veriyor.
Verdiği sözden 24 saat geçmiyor, illere 197/535 sayı ile 27 Ekim tarihli genelge göndererek, “mitinge katılacakların güvenlik nedeniyle gelmelerinin önlenmesi” emrini veriyor.
ÇELENK VAKASI
Ya da aynı kitaptan başka dizeler:
“Sonunda vardığım yerde/ salgınlar var, cüzzam, veba.../ ülkemden cerahat akıyor/ tek bir ses duymak için/ tek bir, / beklerken işittiğim sesler/ boğuyor beni boğuyor.../ oh la la”.
Çağımızın usta ve en önemli ozanlarından Hilmi Yavuz’un son şiir kitabı “Yara Şiirleri”. Kitabı okurken pek çok şiirin altını çiziyorum. Yaşadığımız günlere bakınca, kitaptaki pek çok şiiri buraya aktarmak geliyor içimden. Müthiş bir gerçeklikle, çünkü “yarasa besliyor kalbimiz”.
Dünyanın hangi ülkesinde “gazeteciler” kendi meslektaşlarına bu kadar insafsızca saldırıyor, ihbar ediyor, aşağılıyor. Görevlerine son verilen ve yeniden yazmaya başlayacak iki arkadaşımıza, Banu Güven ile Nuray Mert’e, pespaye bir üslupla, “Murtazalar geri dönüyormuş gazino sahnelerine” diyen, bu sefil mantığın dayanağını merak ediyorum.
CUMHURİYET
Ya da dünyanın hangi ülkesinde, yine “gazeteciler” kendilerini üreten rejime böylesine hayasızca saldırıyor? Fransa’da Birinci, İkinci, nihayet Beşinci Cumhuriyet’i dışlayan, Amerika’nın kuruluşuna itiraz eden, hatta Büyük Britanya Krallığına dil uzatan kaç “gazeteci” var? Var elbet, ama bu kadar pespaye, bu kadar küfürbaz mı? Rejimle anlaşmadığın noktaları sıralarsın, alternatifi sunarsın, kısaca “tartışırsın”.
Evet, özellikle Tek Parti döneminde Cumhuriyet halka tepeden bakmış, ayrı bir elit sınıf yaratmış, bu eksik ve yanlışları gidermek için tartışma açmak yerine, Cumhuriyet’i toptan yerle bir etmenin “bilimsel dayanağı” nerede?
Bu kez kapıyı çaldığı kişi Almanya’nın efsanevi Başbakanı Helmut Schmidt. Schmidt 93 yaşında ama, hala turp gibi. Hala çok dinç. Sözü, sohbeti hala çok dinlenen politik bir figür. Kafası billur gibi. En son geçen Aralık ayında SPD Kongresinde dinliyorum Schmidt’i. Bir kaç bin kişi klasik müzik konseri dinler gibi, dinliyor Schmidt’i. Yaptığı politik analizleri, jestleri, vurguları hala tartışılmaya değer bulunuyor. Elinden düşürmediği sigarası, 93 yaşında onun ayrılmaz bütünü.
SPD Kongresinin ittifakla aldığı karar sonucu, salonda sadece onun sigara içmesine izin veriliyor, alkışlarla.
RÖPORTAJDA SÖYLEDİ
Schmidt ile geçenlerde haftalık “Die Zeit” gazetesinde bir röportaj yayınlanıyor. Schmidt bu gazetenin aynı zamanda yayıncıları arasında, her hafta bir yazısı yer alıyor gazetede.
Schmidt iki yıl önce eşini kaybediyor. Röportajda “her gün düşündüğünüz biri var mı” sorusu üzerine, Schmidt:
“Var, her gün Ruth Loah’ı düşünüyorum”.
Soru devam ediyor, “o sizin yeni kadın arkadaşınız mı?”
1952’de Basın İş Yasası çıkıyor, oraya bir madde ekleniyor. “Her ilde en çok sarı basın kartı sahibi gazetecilerin üye olduğu cemiyet bayramlarda gazete çıkartabilir”. 1952’den başlayarak 1993’e kadar Gazeteciler Cemiyeti iki gün Şeker Bayramında, üç gün Kurban Bayramında, yılda toplam beş gün gazete çıkartıyor, “Bayram Gazetesi”.
Ondan önce Bayram Gazetesi’ni Kızılay ile birlikte Çocuk Esirgeme Kurumu çıkartıyor.
Gazeteciler Cemiyeti’nin bayramlarda çıkarttığı gazete sayesinde, her yurttaş gibi, yıllık iznin dışında, yılda beş gün gazetecilere dinlenme fırsatı doğuyor. Yazı İşlerinde çalışan arkadaşlar nefes alıyor, makineler bakımdan geçiyor, bina yeniden düzenleniyor, v.s.
AH SABAH AH
1993’de gazetecilere darbeyi yine bir gazeteci vuruyor. O tarihte Sabah Gazetesi sahibi Dinç Bilgin ayaklanıyor, “ben Bayram Gazetesi filan dinlemem, ben gazetemi bayramlarda da çıkartacağım” diyor.
Çalışanları bir kenara itiyor, o tarihte Sabah’ın yöneticisi olan gazeteciler de, çalışanları iplemiyor.
Sabah işi sağlam kazığa bağlıyor. Anayasa Mahkemesine giderek, 1952 tarihli Basın Yasasının “cemiyetler bayram gazetesi çıkartabilir” maddesini iptal ettiriyor. Sabah bayramlarda yayınlama kararı alınca, buna diğer gazeteler de ister istemez uymak zorunda kalıyor. Bayramlarda diğer gazeteler de yayınlarını sürdürüyor.
EK GELİR KALKTI