Paylaş
Ya da aynı kitaptan başka dizeler:
“Sonunda vardığım yerde/ salgınlar var, cüzzam, veba.../ ülkemden cerahat akıyor/ tek bir ses duymak için/ tek bir, / beklerken işittiğim sesler/ boğuyor beni boğuyor.../ oh la la”.
Çağımızın usta ve en önemli ozanlarından Hilmi Yavuz’un son şiir kitabı “Yara Şiirleri”. Kitabı okurken pek çok şiirin altını çiziyorum. Yaşadığımız günlere bakınca, kitaptaki pek çok şiiri buraya aktarmak geliyor içimden. Müthiş bir gerçeklikle, çünkü “yarasa besliyor kalbimiz”.
Dünyanın hangi ülkesinde “gazeteciler” kendi meslektaşlarına bu kadar insafsızca saldırıyor, ihbar ediyor, aşağılıyor. Görevlerine son verilen ve yeniden yazmaya başlayacak iki arkadaşımıza, Banu Güven ile Nuray Mert’e, pespaye bir üslupla, “Murtazalar geri dönüyormuş gazino sahnelerine” diyen, bu sefil mantığın dayanağını merak ediyorum.
CUMHURİYET
Ya da dünyanın hangi ülkesinde, yine “gazeteciler” kendilerini üreten rejime böylesine hayasızca saldırıyor? Fransa’da Birinci, İkinci, nihayet Beşinci Cumhuriyet’i dışlayan, Amerika’nın kuruluşuna itiraz eden, hatta Büyük Britanya Krallığına dil uzatan kaç “gazeteci” var? Var elbet, ama bu kadar pespaye, bu kadar küfürbaz mı? Rejimle anlaşmadığın noktaları sıralarsın, alternatifi sunarsın, kısaca “tartışırsın”.
Evet, özellikle Tek Parti döneminde Cumhuriyet halka tepeden bakmış, ayrı bir elit sınıf yaratmış, bu eksik ve yanlışları gidermek için tartışma açmak yerine, Cumhuriyet’i toptan yerle bir etmenin “bilimsel dayanağı” nerede?
Hilmi Yavuz üslubuyla, neden “ülkemden cerahat akıyor”, neden “sonunda vardığım yerde salgınlar var, cüzzam, veba”, neden?
KOLAY FIRSATLAR
Herkes her şeyi eleştirebilir. Rejimle mutabık, düzenle barışık olmayabilir. Farklı bir önerisi olabilir.
Nitekim, geçmişte var. Düzenle barışık olmayanların geçmişte farklı bir önerisi var. Farklı öneriyi sunanlar bunun faturasını ödüyor, hapisler, sürgünler gerek Tek Parti döneminde, gerekse 50’li, 70’li ve 80’li yıllarda var.
Ya şimdi? Pespaye bir küfür cambazlığı. Ya da militanlık. Bunu besleyen kanallar yeteri kadar mevcut.
İster Cumhuriyet’e saldırı, ister meslektaşlarına durup dururken küfür neden? Kaldı ki, o meslektaşlarıyla bırakınız anlaşmazlığı, herhangi bir fikir alış verişi olduğunu bile sanmıyorum.
Arkalarında hiç bir gazetecilik başarısı olmadan, sadece dikkat çekmek, kendine göre, kavga çıkarmak için mi? Sütunlarda bu kadar kolay yazı yazma fırsatı bulmak, başkalarına sadece küfür etmek
için mi?
“Yazı İşleri” denilen bir nesne var. Hiç işlemez mi bu nesne? İşlemez, çünkü “ülkemden cerahat akıyor.”
İşte, ‘Roman’ böyle olur
DEĞİŞİK türde araştırmalardan, tarihten, biyografilerden, siyasal rejim tartışması içeren kitaplardan insanın başını kaldırması güç.
Oysa, romanın tadı her zaman başka. İşte, o tadı yeniden buluyorum. Doya doya içiyorum. Yaşar Kemal’in dörtlemesi, dört ciltlik “Bir Ada Hikayesi” bir yandan insanı sürüklüyor, bir yandan olağanüstü doğa ve insan tasvirleriyle, eşsiz bir Türkçe eşliğinde “hah, roman işte bu, işte Yaşar Kemal” dedirtiyor.
Bir kelebek tasviri, denizin azgın ya da durgun halini okurken, insan hiç polisiye roman okur gibi sürüklenir, gider mi? Pazarda bir alış veriş sahnesinde, sadece o sahnenin yalın anlatımında heyecana kapılır mı? Yaşar Kemal’i okurken, evet kapılır.
İnsanı didik didik eden dört cildi bir çırpıda okursunuz, gerisi yok mu diye, hayıflanırsınız.
Sen bin yaşa Yaşar Kemal.
Paylaş