Paylaş
Halk adım adım Birinci Meclis Binası önünde kurulan barikata yaklaşıyor. Bir tarafta yaklaşık üç bin polis, öte yanda yaklaşık seksen, doksan bin kişi, belki daha fazla. Orantısız bir dağılım. Zaten polis o nedenle orantısız güç kullanıyor. Ne var ki, halk barikatı aşıyor, halk değil, polis dağılıyor.
O hengame sırasında kara mizah gibi, bir olay. Halk, polisin karşısına geçmiş, bir yandan barikatı aşmaya çalışıyor, öte yandan, “Biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye tempo tutuyor, polis önce duruyor, ardından polisler de, “Biz de Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye karşılık veriyor.
Madem öylesiniz, o zaman neden biber gazı ve basınçlı su sıkıyorsunuz? Çünkü, emir öyle.
VALİ ORTADA YOK
Halk birinci bariyeri aşıyor. Birinci bariyer aşılınca, Umut Oran Ankara Valisi ile görüşmek istiyor. Valiye ulaşmak mümkün değil.
Onun üzerine, Umut Oran emniyet müdürü ya da polislerin oradaki en yüksek amiri ile görüşmek istiyor. Polis müdürlerine ulaşmak mümkün değil. Hepsi sanki yeminli, yer yarılmış, içine girmiş hepsi.
Bu arada halk ikinci bariyere geliyor, orada kendilerini bekleyen diğer binlerce kişi ile buluşuyor. Sonra Anıt Kabir’e yürüyüş başlıyor. Ortada ne yasak kalıyor, ne biber gazı. Polis çekilmek zorunda kalıyor.
Aynı anda İdris Naim Şahin havada tur atmakla meşgul.
SİYASİ SLOGAN YOK
Umut Oran’ın bir iddiası var:
“Abdullah Gül rol çalmaya çalışıyor, valiliklere yazı yazmış olabilir, ancak Ankara’da bariyerin kaldırılması için devreye girmiş değil. Bariyeri halk kendi gücüyle aştı”.
Böylesine biber gazlı, basınçlı sulu bir Cumhuriyet Bayramı kutlamasına Türkiye ilk kez tanık oluyor. Şunun altını çizmek istiyorum. Bunlara rağmen;
Yürüyüşe katılan, polisle çatışan binlerce kişiden tek biri bile, herhangi bir siyasal parti lehine, iktidar aleyhine slogan atmıyor. Sadece İstiklal Marşı ve Onuncu Yıl Marşı var.
Bu tablo insanların sadece Cumhuriyet Bayramını kutlamak amacıyla yola çıktıklarını gösteriyor.
Olayların çıkacağını bile bile, Tayyip Erdoğan yürüyüşü neden yasaklıyor? Bir teoriye göre, toplanacak olan insanların sayısını ve ne yapacaklarını merak ediyor.
Bu tezin doğru olup olmadığını bilmiyorum. Eğer doğru ise, hayli pahalı bir prova.
Köşk’te ayrımcılık
UNVANI cumhurun, yani halkın başı, Cumhurbaşkanı. Ağzını her açtığında, birlik ve beraberlikten, herkesi kucaklamaktan söz ediyor Abdullah Gül.
Ne var ki, gerek Çankaya Köşkü davetlerinde, gerekse resmi gezilerinde özellikle kendisini yeri geldiğinde eleştiren gazetecilere sürekli akreditasyon uyguluyor, ayrımcılık yapıyor. Kucakladığı gazeteciler kendisi ile anlaşan gazeteciler. Aralarında kendisini zülfi yare dokunma türünde eleştirenler olabilir, ama ayrımcılık yaptığı kesin.
AKP iktidarını ve kendisini bağrına basanlar Gül’ün vazgeçmediği ekip. Onun dışında, gazete ve TV’lerin Ankara Temsilcileri ile genel yayın yönetmenlerini, kendisine muhalif bile olsa, çağırmak zorunda hissediyor.
700 kişi ölüm çizgisinde
BELLİ siyasal isteklerin sağlanması amacıyla 60 cezaevinde açlık grevine yatan 700 tutuklu ve hükümlü artık ölüm çizgisinde.
İktidarın en acil, hiç zaman yitirmeden çözmesi gereken sorun bugün için bu. Açlık grevleri hızla ölüm orucuna dönüşüyor. Açlık grevleri bugün 50. gününe giriyor. Tıbben hayati tehlike sınırına çoktan dayanmış durumda.
Bayram öncesinde Adalet Bakanı Sadullah Ergin Sincan Cezaevi’ne gidiyor ve orada tutuklularla görüşüyor. Ergin’in makul açıklamaları ardından somut bir sonuç çıkmıyor.
Açlık grevine yatanların gerekçelerine katılır, katılmaz, orası ayrı. Ama, hükümetin görevi açlık grevlerini son vermek. Hele de, bazıları açlık grevinden vazgeçiyor, gibi açıklamalarla, vaziyeti uyutmaya çalışmak sorumluluğu ortadan kaldırmıyor.
Açlık grevleri ölüm orucuna dönüştüğünde, ölüm yavaş yavaş geliyor, insan hayatiyetini yavaş yavaş kaybediyor.
Paylaş