Yalçın Doğan

Tarihi yanılgıda Baykal’ın ikinci valsi

25 Kasım 2008
KOALİSYONUN mimarlarından biri de Deniz Baykal. 1974’te CHP ile MSP koalisyon kurarken, görüşmeleri MSP adına Oğuzhan Asiltürk, CHP adına Deniz Baykal yürütüyor.

Baykal’ın çarşafla ilk valsi. Resmi düzeyde, koalisyon kurmak için. Ama, o sırada CHP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit’in talimatı doğrultusunda.

CHP-MSP koalisyonu kurulurken, Ecevit’in bir sözü, siyasal tarihimize geçiyor, herkesi yıllarca meşgul ediyor:  

"Tarihi yanılgıya son."  SÖZÜN ANLAMI

Son, dediğine göre, demek önce tarihi yanılgı var ki, o yanılgı sona eriyor. Nedir tarihi yanılgı?

Yazının Devamını Oku

Her yer soğuk ama en soğuk oradaki doktor

23 Kasım 2008
Doktor ölen centilmenin eşini ve ailesini azarlıyor. Ebru Dikmen düşüp bayılıyor. Ayıldığında, kendini tekerlekli bir sandalyede, oğlu ve kız kardeşi yanında, hepsi perişan. O adam doktor mu?<br><br>"Doktor Bey, eşim yaşıyor mu? Ne olur, doktor bey..." Hastanede camlı kapının ardından gelen canhıraş feryatlara, titreyen sese, doktorun verdiği yanıt Ebru Dikmen’in kulaklarında hálá uğulduyor:

"Çık dışarı, çık, kötü işte, kötü".

Ne demek kötü? Kötü ne demek, kavramakta zorlanıyor. Kötü demek ne demek? Bu ne biçim doktor? Bu doktor ne demek istiyor? İnsanlıktan nasibini almamış mı bu doktor?

Eylül’ün son günleri. Sabah saat 7. İstanbul-Bursa karayolu. Dikmen Ailesi özel arabalarıyla İstanbul’dan Antalya’ya gidiyor. Arabada spor dünyasının, özellikle de Galatasaraylıların çok yakından tanıdığı biri var. Alparslan Dikmen. Yanında eşi Ebru Dikmen, onun kardeşi Tuğçe Güler ve oğlu Atahan Dikmen.

Sadece Galatasaraylılar değil, pek çok takımın sevgilisi Alparslan Dikmen. Özellikle büyük takım taraftarları arasında gerginliğin azalmasına önayak olanların başında geliyor. Kulüp taraftarlığını toplum yararına çalışan bir kültür olarak anlıyor. Sporun o kültür çevresinde yükseleceğine inanıyor. Spor dünyasının çok sevdiği bir isim.

Spor, sadece futbol ya da basketbol ya da şu veya bu spor dalı değil. Spor, yerine göre ağaç dikmek, yerine göre kan vermek, yerine göre herhangi bir okulun ihtiyacını karşılamak. Alparslan Dikmen’in zihninde spor çok geniş bir kavram. Uygulaması da, o geniş kavramın ürünü.

NE ANASI, NE BABASI?

Araba Yalova’dan Bursa’ya gelirken... Müthiş bir trafik kazası.

Bursa Şevket Yılmaz Hastanesi, Acil Servis.

Her yer soğuk. Camlar ve tabureler ve ilkyardım çantaları ve duvarlar. Ama, en soğuk, oradaki bir doktor.

Kazadan sonra, arabadan dumanlar ve bir pis koku çıkıyor. Olay yerinde bir ambulans. Birileri ambulanstan iniyor, kazanın olduğu otların arasına dalıyor. Geç gelen ambulans aileyi alıyor ve hastaneye götürüyor.

Ambulansta, çok zor nefes alan Alparslan’a müdahaleye çalışıyorlar. Hálá nefes alıyor mu? Diğerlerinin bilinci açık. Biraz garip sayıklamalar, yara ve berelere rağmen, üçü de sağlam. Ya Alparslan?

Şimdi panik. Alparslan nasıl?

Acil serviste Alparslan’ı yukarıya taşıyorlar. Diğerleri ambulansta, dışarıya çıkmalarına izin verilmiyor. Neden, bilinmiyor.

Polis geliyor. Sorular ve sorular. Kazanın etkisiyle büyük titreme. Şok. Şok, bu şok. Sorular, "ana adı, baba adı". Ne anası, ne babası. Alparslan nasıl?

Ebru Dikmen’in ayakta duracak hali yok, ağlıyor, titriyor, feryat ediyor. O sırada Alparslan’ın yattığı odadan bir doktor çıkıyor. Hah, işte bir doktor. "Doktor Bey, eşim nasıl?"

Doktor hayatı çoktan kanıksamış. "Çık dışarı, kötü işte kötü".

ÖLDÜ İŞTE

Oğlu Atahan Alparslan, elinde telefon, kazayı yakınlarına haber vermeye uğraşıyor. Aynı doktor bağırıyor:

"Sen ne saygısızsın, bırak o telefonu".

Ebru Dikmen’in röntgenine bakarken, "eşim nasıl" sorusuna, anlaşılmaz bir duyarsızlıkla:

"Öldü işte".

Ebru Dikmen düşüp bayılıyor. Ayıldığında, kendini tekerlekli bir sandalyede buluyor, oğlu ve kız kardeşi yanında, hepsi perişan.

Aynı doktor ailenin izini sürüyor sanki: "Ne bekliyorsunuz burada?"

Ebru Dikmen: "Bizi bir odaya alsanız..."

Yanıt gecikmiyor: "Burası otel mi?"

Orası otel değil. Ama, soru çok başka.

O adam, doktor mu?
Yazının Devamını Oku

Siz kardeşinizle dağda karşılaştınız

22 Kasım 2008
ELİNDE silah, usul ve ihtiyatlı adımlar atsa da, ağaçtan yere düşen dalı görmüyor. Gecenin zifiri karanlığında dağ başı.<br><br>Dala bastığı anda, bir kırılma, bir çıtırdı. Aynı anda, karşısında otomatik tüfekle bir PKK’lı, ikisi de, birbirine aynı emri veriyor: "Eller yukarı!"

Ay dağın zirvesini tarıyor. Ağaçlar arasından sıyrıldığında, yaprağın da gölgesi kayboluyor. Birkaç saniye önce birbirlerine silah doğrultan Türk askeri ve PKK’lı, ay ışığında birbirlerini gördükleri anda, ikisi de şokta.

Türk askeri: "Ferdi!.."

PKK’lı: "Fevzi!.."

İki öz kardeş. Öz be öz kardeş. Aynı anadan, aynı babadan. Biri Türk askeri olarak dağda PKK’lı arıyor. Öteki, PKK’lı olarak, dağda Türk askeri arıyor. Öldürmek üzere.

BİTLİS VE OKAN

Romanı yazılacak, filmi çekilecek bir gerçek. Kaç ülkede, böyle sarsıcı sahneler yaşanıyor?

Aynı sahne bir daha yaşanmıyor. Vedalaşıp ayrılan iki kardeşten Fevzi, ertesi gün başka bir PKK’lıyla çatışmaya giriyor ve çok yazık, hayatını kaybediyor. Dağdaki PKK’lı kardeşi şimdi onun yasını tutuyor.

Tek başına bu olay, hem de tam bu olay Türkiye’yi yönetenleri sonuna kadar düşündürmek zorunda. Olaya tek yönlü bakanları, sadece PKK yönünden, sadece Türkiye yönünden, sadece terör yönünden bakanların tamamını düşündürmek zorunda.

Olaya çok boyutlu bakanlar neden kahpe kurşunlarla aramızdan aniden ayrılıyor? Örneğin, emniyet müdürü Gaffar Okan. Farklı çözümler arayanlar neden bir uçak kazasına kurban gidiyor? Örneğin, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis.

Okan’ı hedef alan kurşunlar kimden çıkıyor, bu çok net belli mi? Uçak kazası raporu nerede, bu çok net belli mi?

Türkiye bunları ne zaman düşünecek? Bu trajik sahneler, kimsenin aklını başına getirmeye hala yetmiyor mu? Ezber bozmanın zamanı ne zaman gelecek?

Siz kardeşinizle dağda karşılaştığınızda mı yoksa kardeşiniz can verdiğinde mi? Ne zaman?

Yoksa, bu karşılaşmalar bile, sizin kılınızı kıpırdatmaya yetmiyor mu? Binlerce evde yaşanan bu gerçekler, Yunan mitologyasında çoktan tragedyalara dönüşüyor, ama sizin için hala vaka-i adiyeden ileri gitmiyor.

Cem Özdemir mi, biraz durun orada

ALMANYA’da Yeşiller’in eşbaşkanlığına bir Türk politikacısı seçiliyor. Cem Özdemir.

Bu seçim üzerine birileri zil takıp oynuyor. Abartma öyle hal alıyor ki, hatta doğum yerine bağlı olarak, Tokat’lı Obama diye, davul-zurna çalanlar bile var.

Oysa, Cem Özdemir’in seçiminin ne Tokatla, ne Obama ile, ne bilmem ne ile bağlantısı var.

Cem Özdemir bir tarihte, uzun olmayan bir süre önce, Avrupa Parlamentosunda düşüncesini açıklıyor:

"Türkiye Ermeni soykırımını tanımalıdır".

Açıp tutanaklara bakarsınız ve Özdemir’in faziletini görürsünüz. Soykırım araştırılmalı, üzerine gidilmeli değil, Türkiye tanımalı. Bu kadar net ve şaşmaz.

Kaldı ki, Yeşiller akıllı bir tercih yapıyor. Almanya’da yaşayan Türkler genellikle Alman sosyal demokrat partisine oy veriyor, SPD’ye.

Şimdi Özdemir’in eşbaşkan seçilmesiyle, Yeşiller bu oyları kendilerine çekmek istiyor. Bir seçim manevrası.
Yazının Devamını Oku

On dört, bir hırs rekoru

21 Kasım 2008
BİR, iki, üç. Yetmiyor, on iki, on üç, on dört olsun. Aynı yasada şu anda tam on dördüncü değişiklik. Kamu İhale Yasasında. IMF çok hassas. Aynı duyarlık AB’de de var. Yolsuzlukların önlenmesi adına, IMF ve AB aynı yasa üzerinde duruyor. Yolsuzluk en çok kamu ihaleleri üzerinden yapılıyor. Bunu önlemek için bir önceki iktidar 2002’de bir yasa çıkartıyor.

Yasa o tarihte Brüksel’de hazırlanıyor. Maliye Bakanlığı elemanları ile AB uzmanları Brüksel’de uzun uzun çalışıyor. Ortak çalışmanın öngördüğü temel nitelikler saydamlık, denetim, rekabetçi ve kamu kaynaklarının verimli kullanılmasına dönük.

YÜKSEK KURUL

Bu yasa sadece yolsuzlukları önlemekle sınırlı değil. Aynı zamanda AB standartlarına uyumun ürünü.

Yasanın önemli bir kurumu var. Kamu İhale Kurumu.

Kurum bağımsız, hükümetin ve sektörlerin etkisinden uzak. Herhangi bir ihalede ortaya çıkabilecek pis kokuların üzerine gidecek yetkilere sahip. Yolsuzluklara fren görevi, bu kuruma ait.

VERDİMSE VERDİM

AKP bu yasayı daha önce on üç kez değiştiriyor. Şimdi yeniden.

Değişiklik halen Meclis’te. On dördüncü kez değişikliğe uğruyor. AKP iktidarının rekorlarından biri. Altı yılda on dört değişikliğin on dördü de, AKP iktidarının imzasını taşıyor.

On dördüncü değişiklik, Kamu İhale Kurumu’nun yetkilerini kısıyor. Gerçekleşen herhangi bir ihaleye itirazda, kurumun elini kolunu bağlıyor.

Örneğin, bir kamu ihalesi sonuçlanıyor. Orada pis koku var. Ama, yüksek kurum bu değişiklikten sonra, eskisi gibi değil, devre dışı.

Devrede başka bir mantık var. Verdimse verdim, yaptımsa yaptım, mantığı.

TERCÜMESİ VAR

Bu mantık tehlikeli uzantıya sahip. Yolsuzluk uzantısına. Uzantının iki tercümesi var:

1-AKP üç Y ile mücadele için yola çıkıyor. Yasaklar, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele. Ama, yolsuzlukla mücadelede şimdi en önemli araçlardan birini ortadan kaldırıyor.

2-AKP, AB üyeliği için yola çıkıyor. AB yolsuzluklara duyarlı. Yasa ilk haliyle onun için AB ile birlikte hazırlanıyor. Ama, o yasa şimdi tanınmaz halde. AB üyeliği için yola çıkan AKP, bu değişiklikle AB’nin çok uzağına düşüyor. "Ben AB’yi istiyorum", hikayeden ibaret.

Bu nasıl bir yasa ise, AKP’nin başını döndürüyor. Bir, iki, üç, beş, on, nihayet on dördüncü değişiklik.

Bu sayı bile, AKP’yi ele vermeye yetiyor.

Korsanlar ve PKK

BENZETME çok rahat. Denizlerde gözüne kestirdiği gemiyi ele geçiren korsanlar PKK gibi. Korsanların barındığı Somali, komşumuz Kuzey Irak gibi.

Korsan bataklığı Somali’de. Somali’yi içinden çıkılmaz hale getiren Amerika.

Korsanlarla NATO bile başa çıkamıyor. Çünkü, karşıda düzenli bir ordu yok. Sayıları her gün artan çapulcular, Doğu Afrika kıyılarından geçen gemilere göz açtırmıyor.

Korsanları yakalamak kolay değil. NATO gemilerinin tamamı 24 saat orada nöbet tutsa, yine de kıyısından köşesinden bir gemi ele geçirmek mümkün.

NATO ve üye ülkeler, terörle mücadelede davulun sesini şimdi daha yakından duyuyor olmalı. Bu eylemlerle başa çıkmak, akıl vermeye benzemiyor.
Yazının Devamını Oku

Devletin düşünce kuruluşunda paydos

20 Kasım 2008
BİNLERCE rapor. Yüz üç analiz dergisi. Yetmiş kitap. İngiltere’de üç aylık ve altı aylık dergi, bölge ve ülke araştırmaları. ASAM’dan geriye kalan bir miras bu. ASAM, bir düşünce kuruluşu. Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi kuruluşundan dokuz yıl sonra çalışmalarına son veriyor. ASAM yönetimi istifa ediyor. Yönetimin istifası kendi iradesiyle. Ancak, bu saatten sonra göreve devam etmek anlamsız. Çünkü, orada yeni bir yapılanma olacak. İşin içinde AKP izlerini görmek şaşırtıcı değil.

AKP artık özgür ve bağımsız düşünce kuruluşlarına da el atıyor. El atmasının nedeni var.

AKP İLE ÇELİŞKİ

ASAM 1999’da Prof. Dr. Ümit Özdağ tarafından kuruluyor. Amacı, sivil sektöre stratejik bilgi üretmek. Batı ülkelerinde olduğu gibi.

Herhangi bir firma, herhangi bir ülkede hangi yatırımı yapacak? Kimlerle görüşecek? O ülkenin siyasal ve ekonomik durumu nedir? Oraya yatırım yapmak iyi mi, kötü mü? Bunun gibi yüzlerce soruya yanıt bulan araştırmalar yapıyor ASAM.

Arada geçen zamanda, ASAM farklı bir nitelik kazanıyor. Devlete yakın hale geliyor. Devletin birebir kendi ağzından söyleyemediklerini, ama söylemek istediklerini ASAM dile getiriyor. İçeriye ve dışarıya.

Dışardan gelen ve Türkiye’de ne olup bittiğini merak edenler, kendilerine göre, ASAM üzerinden birinci elden bilgi sahibi olduklarına inanıyor. Bu da, AKP’yi rahatsız ediyor.

Çünkü, ASAM’ın dile getirdiği tezler AKP tezleriyle çelişiyor. Oysa, madem ki AKP iktidar, özellikle dışarıya söylenen tezlerin AKP ile çelişmesini izin vermek, AKP raconunda geçersiz.

YILDA İKİ MİLYON DOLAR

Buna karşılık, ASAM’ı finanse eden özel sektör gurubu ile AKP arasında herhangi bir çelişki yok.

ASAM’ı Ülker Gurubu finanse ediyor. Ülker, AKP’ye yakın bir gurup.

Ülker ASAM’a yılda bir buçuk, iki milyon dolar katkıda bulunuyor. Yatırımlar hariç. Bugüne kadar ASAM’ın yaptığı çalışmalara da karışmıyor.

ASAM her ne kadar özel kesime stratejik bilgi üretiyorsa da, devlete yakın duruşu, Ülker’i rahatsız etmiyor. Neden etsin ki?

Ama, AKP’yi rahatsız ediyor. AKP’yi rahatsız etmesi, Ülker’e yansıyor. ASAM’ın yeniden biçimlenmesi, yeniden örgütlenmesi gündeme geliyor. Bu ancak varolan örgütlenmenin ve yönetimin değişmesiyle mümkün. Orada da, o değişiklik oluyor.

Başka bir şey daha oluyor. AKP’ye yakın duran düşünce kuruluşlarının önü açılıyor.

Bunlardan birinin adını önümüzdeki günlerde daha sık duymak mümkün. O kuruluşla birlikte, stratejik derinlik uzmanlarının da rollerinin daha belirgin hale geldiğini görmek de mümkün.

Gündüz Aktan’a saygıyla

TÜRKİYE’de bana, ilk yirmi entelektüeli say, deseniz, o yirmi kişi içinde kesinlikle Gündüz Aktan’ı sayarım.

Gündüz’le ilk karşılaşmamız 1980 başında New York’ta. O sırada B.M.’de görevli. Daha ilk görüşmede çok etkileniyorum. Amerika’da yayınlanan ilk kitaplar, ama bilimsel, ama roman, onun çoktan bilgi hazinesinde.

New York öncesinde, Dışişleri üyesi olarak, Bağlantısızlar hareketine sadece görevli olarak değil, aynı zamanda ideolojik katkıda bulunuyor. Ecevit’in dış politikasına katkı anlamında.

Özal’lı yıllarda, onun danışmanı. Özellikle AB politikalarında. Gündüz gibi, akıllı ve bilgili bir insanı Özal’ın kendine danışman yapması çok doğal.

Büyükelçilikten emekli olduktan sonra, yazdığı yazılar ya da MHP’ye katılması aramızda zaman zaman tartışmaya dönüşüyor. Yine de, Gündüz’e saygımı ve sevgimi hiç yitirmiyorum.

Çok üzgünüm. Düşünce dünyası adına. Siyaset onun aklındaki son durak bile değil. Ama, hayata milletvekili olarak veda ediyor.

Bu da, Türkiye’de bazı düşünce adamlarının kaderi.
Yazının Devamını Oku

Ben bu uzak görüşlülüğe pes derim

19 Kasım 2008
SON hedeflerden biri Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu. Teftiş ve müfettiş yağmur gibi. AKP göz koyduğu her yere teftiş ve müfettiş yağdırıyor. "Orası da, bizim olsun" hırsıyla, önce teftiş ve müfettiş, ardından görevden alma, insanları yıldırma. Ve bu arada kayyum, seçime kadar vekaleten atama. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunda olduğu gibi. Orada başka eğlenceli öyküler var. Öykü içinde öyküler.

Öykü içinde öykülerden ilki, İçişleri Bakanlığı’nda bir daire başkanlığı ile ilgili. O daire başkanına kimse dokunamıyor. Başkan dokunulmazlığını belli tepelerden alıyor. Başkan tepelere gülüyor, tepeler başkana. Gülen gülene. Teftiş ve müfettiş emirleri başkandan.

Hedefteki Türkiye Turing ve Otomobil Kurumuna teftiş ve müfettişler, aynı başkanın emriyle gidiyor.

Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ülkenin köklü kurumlardan biri. Çelik Gülersoy hayatta iken, bu kurum ve İstanbul altın dönemini yaşıyor.

2006’DA BİR YASA

Eğlence şimdi bir başka öyküyle devam ediyor. Öykü 2006 yılına iniyor.

Mayıs 2006’da AKP milletvekili Eyyüp Sanay ve yedi arkadaşı dernekler yasasında değişiklik yapılmasına ilişkin bir yasa önerisi veriyor. Tek maddelik bir değişiklik:

Herhangi bir dernekte görevden uzaklaştırılan varsa, onların yerine, dernek merkezinin bulunduğu yerdeki sulh hukuk mahkemesi bir hafta içinde, görevden uzaklaştırılanların sayısı kadar kayyum atamaya karar veriyor. Kararda kayyuma verilecek ücret de, belirtiliyor.

Önerinin gerekçesi şöyle:

"İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılan dernek organlarının yerine, hangi şartla, kimlerin görevlendirileceği açıkça belirlenerek, kamu yararına çalışan derneklerde yönetim boşluğunun meydana gelmesi önlenmiş olacaktır."

Mekanizma tamam değil mi? Önce teftiş ve müfettiş, arkasından İçişleri Bakanı görevden alacak, ardından görevden alınanların yerine sulh hukuk yargıcı kayyum tayin edecek.

YEDİNİN ALTISI KAYYUM

Bu mekanizma Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nda aynen böyle çalışıyor.

Teftiş ve müfettişler sonrasında, yedi kişilik yönetim kurulunun altı üyesi yaklaşık altı ay önce İçişleri Bakanı tarafından görevden alınıyor. Yerlerine altı kayyum atanıyor.

Atanan kayyumlar arasında kim var? Muhteşem bir soru. Yanıtı da, muhteşem.

Eyyüp Sanay var. Görevden alma halinde, bir hafta içinde kayyum atanmasına ilişkin Dernekler Yasasında değişiklik öneren AKP eski milletvekili Eyyüp Sanay. Altı kayyumdan biri de, Eyyüp Sanay.

Bu kadar uzak görüşlülük insana pes dedirtiyor. Değişiklik önerisi 2006’da, kayyumluk 2008’de. Sanay AKP kurucularından. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi profesörlerinden. Evli ve beş çocuklu.

Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu genel kurulunun 560 üyesi var. Yeni gelen kayyumlar buraya 100 yeni üye atıyor. 100 üye genel kurulu ele geçirmek için yetmiyor. Ne kadar zorlansa bile, orayı ele geçirmek zor.

Zor, mor, ama plan diye ben buna derim.
Yazının Devamını Oku

Yabancı eşbaşkan yabancı değil

18 Kasım 2008
BABA hain. Kızını annesinden kaçırıyor. Almanya’nın en yüksek tirajlı gazetesi Das Bild araya giriyor, kızın hain babadan kurtarılmasına katkıda bulunuyor. Süddeutsche Zeitung Türk futbol takımlarındaki teknik direktörlerin durumunu ele alıyor. Frankfurter Allgemeine Zeitung kültür sayfasında Turhan Selçuk’un eserlerinden oluşan gezici serginin şu kentte açılacağını duyuruyor. Aynı gazete ARD kanalında başlayan dizinin Türk başrol oyuncusunu tanıtıyor. Ayrıca, pek çok Alman gazetesinde İslam, Türkiye, siyaset üzerine çeşitli haber ve yorumlar birbirini izliyor.

Almanya magazinden sanata, spordan siyasete kadar Türkiye ile içli-dışlı yaşıyor. Şimdi orada Yeşiller Türk kökenli birini, Cem Özdemir’i partinin eşbaşkanlığına seçiyor.

UYUM VE SEÇİM

İlişkiler bu kadar sıkı, ama Uyum Yasası Türklere acı biber gibi.

Almanya’da yaşayan Türklerin eş ve çocuklarını yanlarına getirmeleri müthiş zor. Türklere çıkartılan güçlük, orada hiç bir yabancıya olmadığı kadar fazla. Çinlisi, Hintlisi, dağlısı, köylüsü dahil. Buna rağmen, Türk kökenli bir politikacı bir partinin eşbaşkanı seçilebiliyor. Cem Özdemir’in seçilmesi ile hem Almanlara, hem göçmenlere mesaj var.

Almanlara: 82 milyonluk Almanya’da 15 milyon göçmen var, artık onlara da, her türlü sorumluluğu vermek gerek.

Göçmenlere: Siz bu toplumun parçasısınız, her göreve gelebilirsiniz.

ACELE ETMEYİN

Buna rağmen, acele etmeyin. Cem Özdemir’in iki önemli özelliği var.

1 - Almanlara daha yakın.

2 - Uyum Yasasıyla ilgili olarak, Almanları değil, Türkleri eleştiriyor.
Türkler uyum göstermiyor, düşüncesi ona ait.

Yeşiller, her ne kadar Türk kökenli birini seçtiyse de, seçilen kişi, onlara o kadar yabancı değil.
Bununla birlikte, böyle bir seçimi küçümsemek yine de yanlış.

KLASİK DEĞİL

Yeşiller, bildiğiniz klasik bir siyasal parti değil. Hem marjinal, hem farklı kural ve işleyişe sahip. Orada iki hizip çarpışıyor. Biri Realos, gerçekçi kanat, diğeri Fundis, köktenciler, partideki sol kanat. Her iki kanattan da, eşbaşkanlık için iki aday var. Biri, "Özel hayatıma dönüyorum, ben çocuk bakacağım" diyor, öteki siyasetten son anda çekiliyor. Yeşillerden milletvekili adaylığını kaybeden Cem Özdemir’in önü bir anda açılıyor ve eşbaşkan seçiliyor. Bugün Almanya’da doğan her dört çocuktan biri göçmen. Pek çok alanda sivri ve alışılmadık çizgiler sergileyen Yeşiller bu alanda da çarpıcı bir dönüşüme imza atıyor. Göçmene ve seçmene selam gönderiyor.

Taraf savaşıyor

BİR ara AKP’nin gözdesi. Bir ara en çok AKP’liler ve Türkiye’de dönüşüm bekleyenler okuyor Taraf’ı. Yasakların üstüne gidiyor, putları kırıyor. O kadar ki, Süddeutsche Zeitung’da "düşünmek savaşmak demektir" başlıklı yorumda, gazetenin cesaretle sorular sorduğu, bundan dolayı tehlike ile karşı karşıya kaldığı vurgulanıyor.

Taraf’ın kırmaya çalıştığı her put, AKP’de zevkle izleniyor. Ne zaman ki, sıra AKP içindeki putları kırmaya geliyor, külahlar değişiyor. İlanlar kesiliyor. AKP bilerek, isteyerek, kızarak Taraf’ı mali kriz içine itiyor. Her yerde put kırmak serbest, ama AKP içinde asla. Taraf’ın her yazdığına katılmıyorum. Ama, bir gazeteci ve bir yurttaş olarak, her sabah, bugün ne yapmışlar, diye merakla alıyorum ve okuyorum. Farklı bir ses. Düzene bir tepki. Taraf’ın verdiği savaştan, mali krizden çıkması en büyük dileğim. Yoksa, çok yazık olacak.
Yazının Devamını Oku

Wall Street’e karşı bekaretini koruyan tek yer Broadway

16 Kasım 2008
Sanki kriz sanal. Sanki birkaç kilometre aşağısında Wall Street baş aşağı gitmiyor, dünyanın devleri iskambil şatolar gibi devrilmiyor. Broadway’de tiyatrolar, sinemalar, müzeler, galeriler tıklım tıklım. "Küheylan’a bir bilet istiyorum" diye, ortalığı kasıp kavuruyor. Ama yok, o akşam ve sonrasındaki elli dokuz akşam için tek bir bilet yok.

Amerikan müzik dünyasının en etkin ve kilit isimlerinden Sir Andrew Lloyd Webber telefon etmedik yer bırakmıyor. Sonunda New York’un en büyük tiyatro organizasyon zincirinin direktörünü arıyor, tek bir bilet için. Ancak, koca direktör de, müzik dünyasını bir fiske ile yerinden oynatan, dünyaca ünlü sopranoların, tenorların ve pop starların önünde diz çöktüğü Webber’e bilet bulmakta aciz.

Geçiyoruz, şimdi "Sefiller". Geçiyoruz, şimdi "Cats". Geçiyoruz, şimdi "Çirkin Betty". Geçiyoruz, şimdi "Operadaki Hayalet". Geçiyoruz, Mamma Mia".

New York’ta Broadway tıklım tıklım. Hiçbirinde yer yok. Hepsi dolu. New York’ta o anda hiç bir müzikale ya da tiyatroya bilet bulmak mümkün değil.

Broadway’de tiyatrolar, sinemalar, müzeler, galeriler tıklım tıklım. Broadway’in birkaç kilometre aşağısında Wall Street ekonomik krizle sanki baş aşağı gitmiyor. Dünyanın devleri orada iskambilden şatolar gibi, birer birer sanki devrilmiyor. Kriz sanki sanal. Bir dedikodu, bir korkulu rüya, bir masaldan ibaret. Kriz Broadway’e hiç uğramıyor.

HANGİ TATMİN UĞRUNA?

Tuvia Tenenbom New York’ta bir tiyatronun yönetmeni. Kriz sonrasında eline kalemini, kağıdını alıyor. Tüm tiyatro ve müzelerin kapısını tek tek çalıyor. Merak ediyor, krizin kültür faaliyetlerine etkisini araştırıyor. Ardından gözlemlerini New York’ta yayınlanan bir sanat dergisine yazıyor. İlgi çekici ayrıntılar veriyor.

Tiyatroların yöneticileri pek konuşmak istemiyor. Ürküyorlar herhangi bir bilgi vermekten. Ürküntü, kendilerine verilmekte olan mali desteğin kesilme olasılığından ileri geliyor. "Eğer bir sorun varsa ve bunu dile getirirlerse, belki de mali destek ortadan kalkabilir" kaygısı. Onun için hiçbiri ağzını açmıyor.

Yine de, bazı ipuçları.

Ekonomik krizin patladığı ilk gün, tiyatro ve müzikal ve sinema salonları bomboş. Satılan biletlerin çoğu geri dönüyor. Uluslararası banka ve dev şirketlerden sonra, kriz yoksa şimdi kültür salonlarını mı vurma peşinde? Aynı korkunç hayalet Broadway’e mi çöreklenme merakında? İşini kaybeden binlerce insan tiyatro, sinema ve müzikalleri neden hálá izlemek istesin? Hangi zevkle? Hangi tatmin uğruna?

İktisadın ünlü alternatif maliyet teorisi Broadway’da işlemeye başlıyor. Hitler’den kalma ünlü örnek, "top mu üretilecek, tereyağ mı?" İkisinden biri. Ekmek mi yenecek, müzikale mi gidilecek, ikisinden biri.

Hayır, öyle değil. Zorunlu boykot bir gün sürüyor.

BROADWAY’E TEĞET

Krizin ikinci gününden itibaren tiyatro ve müzikal biletleri yeniden kapış kapış. Hem de, aylara uzanan bir doluluk hacmiyle. Artık ve yine hiçbir yere bilet bulmak mümkün değil.

Broadway Wall Street’i al aşağı ediyor. Broadway Wall Street’e kafa tutuyor. Broadway Wall Street karşısında bekaretini korumasını biliyor. Üstelik, rekorlarına rekor katarak. Rakamlar rekorun sözcüsü.

Krizden sonraki hafta, Broadway’de satılan toplam bilet tutarı 18 milyon 558 bin 603 dolar. Geçen yıl aynı haftada satış tutarı 17 milyon 47 bin 839 dolar. Yani, kriz sonrası satışlar daha çok.

Kriz günlerine kadar, yıl içi toplam bilet satışı 355 milyon 272 bin 799 dolar. Geçen yılın aynı döneminde toplam satış 348 milyon 941 bin 603 dolar. Bu yıl, krize rağmen, yine daha fazla satış.

Bazılarının söylediği gibi, "kriz bize teğet geçiyor", hayır bize değil ama, Broadway’e teğet geçiyor.
Yazının Devamını Oku