Her yer soğuk ama en soğuk oradaki doktor

Doktor ölen centilmenin eşini ve ailesini azarlıyor. Ebru Dikmen düşüp bayılıyor. Ayıldığında, kendini tekerlekli bir sandalyede, oğlu ve kız kardeşi yanında, hepsi perişan. O adam doktor mu?

"Doktor Bey, eşim yaşıyor mu? Ne olur, doktor bey..."

Hastanede camlı kapının ardından gelen canhıraş feryatlara, titreyen sese, doktorun verdiği yanıt Ebru Dikmen’in kulaklarında hálá uğulduyor:

"Çık dışarı, çık, kötü işte, kötü".

Ne demek kötü? Kötü ne demek, kavramakta zorlanıyor. Kötü demek ne demek? Bu ne biçim doktor? Bu doktor ne demek istiyor? İnsanlıktan nasibini almamış mı bu doktor?

Eylül’ün son günleri. Sabah saat 7. İstanbul-Bursa karayolu. Dikmen Ailesi özel arabalarıyla İstanbul’dan Antalya’ya gidiyor. Arabada spor dünyasının, özellikle de Galatasaraylıların çok yakından tanıdığı biri var. Alparslan Dikmen. Yanında eşi Ebru Dikmen, onun kardeşi Tuğçe Güler ve oğlu Atahan Dikmen.

Sadece Galatasaraylılar değil, pek çok takımın sevgilisi Alparslan Dikmen. Özellikle büyük takım taraftarları arasında gerginliğin azalmasına önayak olanların başında geliyor. Kulüp taraftarlığını toplum yararına çalışan bir kültür olarak anlıyor. Sporun o kültür çevresinde yükseleceğine inanıyor. Spor dünyasının çok sevdiği bir isim.

Spor, sadece futbol ya da basketbol ya da şu veya bu spor dalı değil. Spor, yerine göre ağaç dikmek, yerine göre kan vermek, yerine göre herhangi bir okulun ihtiyacını karşılamak. Alparslan Dikmen’in zihninde spor çok geniş bir kavram. Uygulaması da, o geniş kavramın ürünü.

NE ANASI, NE BABASI?

Araba Yalova’dan Bursa’ya gelirken... Müthiş bir trafik kazası.

Bursa Şevket Yılmaz Hastanesi, Acil Servis.

Her yer soğuk. Camlar ve tabureler ve ilkyardım çantaları ve duvarlar. Ama, en soğuk, oradaki bir doktor.

Kazadan sonra, arabadan dumanlar ve bir pis koku çıkıyor. Olay yerinde bir ambulans. Birileri ambulanstan iniyor, kazanın olduğu otların arasına dalıyor. Geç gelen ambulans aileyi alıyor ve hastaneye götürüyor.

Ambulansta, çok zor nefes alan Alparslan’a müdahaleye çalışıyorlar. Hálá nefes alıyor mu? Diğerlerinin bilinci açık. Biraz garip sayıklamalar, yara ve berelere rağmen, üçü de sağlam. Ya Alparslan?

Şimdi panik. Alparslan nasıl?

Acil serviste Alparslan’ı yukarıya taşıyorlar. Diğerleri ambulansta, dışarıya çıkmalarına izin verilmiyor. Neden, bilinmiyor.

Polis geliyor. Sorular ve sorular. Kazanın etkisiyle büyük titreme. Şok. Şok, bu şok. Sorular, "ana adı, baba adı". Ne anası, ne babası. Alparslan nasıl?

Ebru Dikmen’in ayakta duracak hali yok, ağlıyor, titriyor, feryat ediyor. O sırada Alparslan’ın yattığı odadan bir doktor çıkıyor. Hah, işte bir doktor. "Doktor Bey, eşim nasıl?"

Doktor hayatı çoktan kanıksamış. "Çık dışarı, kötü işte kötü".

ÖLDÜ İŞTE

Oğlu Atahan Alparslan, elinde telefon, kazayı yakınlarına haber vermeye uğraşıyor. Aynı doktor bağırıyor:

"Sen ne saygısızsın, bırak o telefonu".

Ebru Dikmen’in röntgenine bakarken, "eşim nasıl" sorusuna, anlaşılmaz bir duyarsızlıkla:

"Öldü işte".

Ebru Dikmen düşüp bayılıyor. Ayıldığında, kendini tekerlekli bir sandalyede buluyor, oğlu ve kız kardeşi yanında, hepsi perişan.

Aynı doktor ailenin izini sürüyor sanki: "Ne bekliyorsunuz burada?"

Ebru Dikmen: "Bizi bir odaya alsanız..."

Yanıt gecikmiyor: "Burası otel mi?"

Orası otel değil. Ama, soru çok başka.

O adam, doktor mu?
Yazarın Tüm Yazıları