Yalçın Doğan

Turci Brako, bunlar ruhumuzu alıyor

21 Aralık 2008
Sırplar, Osmanlı’nın kendilerine adil davrandığına inanıyor. Ve 350 yıllık inanç hálá sürüyor. Aradan 120 yıl geçmesine rağmen, pankartlara taşıyacak kadar. Brako, Sırpça. "Canım, ciğerim, kardeşim" anlamında. Sırplar bu deyimi kendini çok yakın hissettiği kişiler için kullanıyor.

Türkler, Sırplar için "canım, ciğerim, kardeşim". Onun için "Turci Brako".

Belgrad, Cumhurbaşkanlığı Sarayı önü. Belgrad’ın tam ortasında, kentin merkezinde. Sarayı sokaktan ayıran ne kalın duvarlar var, ne saat başı değişen silahlı nöbetçiler. Cumhurbaşkanlığı sıradan bir köşk gibi. Ana meydandan beş metrelik yol ayrımından sonra, işte sarayın kapısı. Sayın Cumhurbaşkanının yüksek huzurlarına, bilemediniz yirmi, otuz adım.

Sarayın hemen önünde, "Taş Meydan Parkı" var. Eskiden Türk mezarlığı. Şimdi yemyeşil bir park.

Yaklaşık iki haftadır parkta Sırp işçiler eylem yapıyor. Önce çadır kuruyor, sonra pankart asıyor. Çadır değişmiyor, pankart hiç değişmiyor. Pankartta şunlar yazılı:

"Turci Brako, Upomoc! Vı ste nam uzımalı 10 %. Ovı nam uzese dusu".

Türkçesi şöyle:

"Canım, ciğerim, kardeşim Türkler. Siz bizden yüzde 10 vergi alırdınız, bunlar bizim ruhumuzu alıyor".

OSMANLI VERGİ SİSTEMİ

Pankart, geçen hafta orada bulunan bir arkadaşımın dikkatinden kaçmıyor. Fotoğrafını çekiyor. Özel olarak bana gönderiyor.

Eylem yapan, bu pankartı asanlar özelleştirme sonucu işten çıkartılan kamu işçileri. O kamu fabrikasını alan yine bir Sırp şirketi. Özelleştirme sonrasında pek çok işçiye yol veriyor. Onlar da, pankart ve çadırla protesto eylemine başlıyor.

Protestoda ne bir ürkütücü olay, ne bir polis, ne kavga, ne gürültü. Çadır ve pankartla sürdürülen bir eylem. Üstelik Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın önünde. Demokratik bir hakkın uygarca kullanımı.

İyi de, pankartlarda Türklerin ne işi var, kaynağı ne bunun?

Belgrad Osmanlılar tarafından ilk kez II. Murad zamanında 1441’de kuşatılıyor. Başarısızlık. Daha sonra Fatih Sultan Mehmed 1459’da yeniden kuşatıyor. O sırada Macar Hunyadi Yanoş Sırpların yardımına koşuyor. Osmanlı bir ara kente giriyor, askerin erken yağması Yanoş’un işine yarıyor. Osmanlı kentten çekiliyor. Şimdi Belgrad’ın tepelerinden birinde, Yanoş’un anıtı var.

Osmanlı’nın Belgrad’ı fethi Kanuni Sultan Süleyman zamanında, 1521’de. Osmanlı’nın her gittiği yerde yaptığı gibi, Belgrad’da da Sırpların kimliğini tanıyor, dinlerini ve geleneklerini yaşamalarında onları özgür bırakıyor. Buna karşılık, devşirme ve vergi sistemi çalışıyor.

Kanuni, Belgrad’dan bir kısım halkı İstanbul’a gönderiyor. İstanbul’a gelenler Büyükdere’nin üstünde orman içinde kendilerine köy kuruyor. Bugünkü "Belgrad Ormanı" onların yerleştiği yer. Orman adını buradan alıyor.

Belgrad tarih içinde birkaç kez Avusturya ile Osmanlılar arasında el değiştiriyor. Hatta, 1683’te ikinci Viyana kuşatmasından başarısızlıkla dönen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Belgrad’da idam ediliyor. Osmanlı Belgrad’ı nihai olarak 1878 Berlin Anlaşması ile kaybediyor.

Sırplar, o zamana kadar Osmanlı’nın kendilerine adil davrandığına inanıyor. Ve 350 yıllık (1521-1878) inanç hálá sürüyor. Aradan 120 yıl geçmesine rağmen, pankartlara taşıyacak kadar sürüyor.

Bizden de söylemesi, "canım kardeşim Sırp işçileri, eyleme devam".
Yazının Devamını Oku

Şirketler duman, ayrıca dış borç kabusu

20 Aralık 2008
ARJANTİN, Rusya, Brezilya, Kore ve Meksika’nın riski bir kat, iki kat, üç kat artıyor. Türkiye’nin riski 3.8 kat artıyor. Türkiye global krizle birlikte, riski en yüksek artan ülkelerin başında geliyor. Kasım 2008 itibarıyla.

Tayyip Erdoğan’ın öve öve bitiremediği sağlam ekonomimizin uluslararası karşılaştırması bu ölçüde acı.

Tayyip Erdoğan Meclis kürsüsünden göğsünü gere gere Merkez Bankasında 70 küsur milyar dolar döviz rezervi bulunduğunu açıklıyor.

Ama, önemli bir noktayı gözlerden kaçırıyor. Türkiye’nin sahip olduğu o döviz rezervi dış borçların ne kadarını karşılıyor?

Bunun için, döviz rezervinin dış borçlara oranına bakmak gerek. O oran son derece düşük. Bu hiç iyi değil.

SENEYE YÜZ MİLYAR DOLAR

Hiç iyi olmayışın devamı var.

Türkiye 2009’da 100 milyar dolar dış borç ödemek zorunda.

Bunun 52 milyar doları kısa, 48 milyar doları orta v e uzun vadeli borç. Vadesi uzun, vadesi kısa, gelecek yıl 100 milyar dolar ödenmesi gereken dış borç var.

Türkiye’yi yöneten kadroda yer alsam, bu rakamları bile bile, geceleri uyumam mümkün değil. Buna rağmen, gönlü rahat resmi çektirerek, sağa sola tafra atmak bir başka fazilet olsa gerek.

Yine para üzerinden gidiyoruz.

Global krizle birlikte, dünyada dolar karşısında en fazla değer kaybına uğrayan paralar, Kore ve Güney Afrika paraları.

Sizce üçüncü ülke hangisi? Parası dolar karşısında en yüksek değer kaybına uğrayan üçüncü ülke hangisi?

2007 başına göre, dolar karşısında yüzde 45 değer kaybıyla Türkiye.

Kasım 2008’deki durum. Yani, hemen yirmi gün öncesi itibarıyla.

Ya borsadaki değer kaybı?

İMKB yılbaşından bu yana dünyada en fazla değer kaybına uğrayan ikinci borsa. İMKB Ulusal 100 Endeksi dolar cinsinden yüzde 72.2 değer kaybediyor. Şirketlerin duman olduğunun resmi.

Krizin başından bu yana genellikle işsizlik, üretim kaybı, büyüme hızındaki düşüş üzerinde duruluyor. Normal, çünkü krizin insani boyutu orada. İnsanı vuran yönü orada.

Krizin ruhu ise, yukarıdaki rakamlarda. O ruh teğet filan dinlemiyor. İnsani boyutu tetikliyor.
Yazının Devamını Oku

CHP’de ’Örgüt’ sizlere ömür

19 Aralık 2008
"BU örgüt hantal."Genel Başkan Deniz Baykal CHP örgütünden bu sözlerle şikayet ediyor. Oysa, bu örgüt Baykal’ın eseri. Baykal sekiz yıldır genel başkan. "Bu tüzük değişmeli, herkesin görevi tanımlanmalı, sorumluluk o göreve göre belirlenmeli."

Genel Başkan Deniz Baykal CHP tüzüğünden bu sözlerle şikayet ediyor. Oysa, bu tüzük Baykal’ın eseri. Tüzük tel örgüler altında, toplama kampı gibi yapılan kurultayda bugünkü halini alıyor. Baykal’a mezara kadar genel başkanlık yolunu açıyor.

CHP’de yarın yeni bir tüzük kurultayı var. Tüzük yeniden değişiyor. Bu sefer yolun bittiği yere geliniyor.

CHP ARTIK AKP GİBİ

Öngörülen değişiklik bir elmanın yarısı gibi. Parti yapısı ve yönetim biçimi olarak, CHP hızla AKP’lileşiyor. Çarşaf açılımı elmanın sosu.

Siyasi olarak AKP’nin varlık nedeni CHP. Varlıktaki hikmet yönetime yansıyor. CHP’de bazı yeni maddeler AKP tüzüğünden kopya gibi.

Örneğin, AKP tüzüğünün 82 ve 83’üncü maddelerine göre, parti genel sekreteri büro memuru konumunda. CHP’de ise kuruluşundan bu yana hep güçlü genel sekreter var. Şimdi genel sekreter AKP usulü, evrak memuru durumuna düşüyor.

AKP tüzüğünün 4’üncü maddesi, MYK’nın çalışma kuralları genel başkanın çıkaracağı yönerge ile belirlenir, diyor. CHP’de yönerge çıkarma yetkisi Parti Meclisinde iken, tüzük değişikliği ile bu yetki, AKP’deki gibi genel başkana veriliyor.

Partide görevlendirme ve başka kurallar yine AKP’ye benziyor.

MYK ARTIK OYUNCAK

Ya MYK? Parti yönetiminin can damarı MYK. Yani, Merkez Yürütme Kurulu nasıl seçiliyor?

Şu anda Parti Meclisi kendi içinden seçiyor. Değişikliğine göre, MYK genel başkan tarafından atamayla belirleniyor. Genel Başkan MYK üyelerini kısmen veya tamamen değiştirebiliyor.

CHP’de mezara kadar genel başkan modeline bir ek var. Komünist ve faşist partilerdeki gibi, tek adam, demir yumruk modeli.

Genel başkana verilen yetkiler, yine komünist ve faşist partilerdeki gibi, yukardan aşağıya, il ve ilçelere kadar iniyor. Her il ve ilçe başkanı, kendi il ve ilçesinde tek adam, demir yumruk pozisyonunda.

Parti üyeliği kul olmakla eşit. Örgüt laftan ibaret. İl ve ilçelerde başkanlar, tepede genel başkan, evet derse evet, hayır derse, hayır.

AH BU ADAYLIK

Kurultay zaten olmayan parti içi demokrasiyi iyice ayaklar altına alan değişiklikleri nasıl kabul edecek? Zamanlama müthiş, tam tilki manevrası.

Yarın bu değişikliğe oy verecek kurultay delegelerinin yüzde sekseni belediye başkanlığı, belediye ya da il genel meclisi üyeliğine aday.

Aday olmak genel başkanın iki dudağı arasında. Sıkı mı, bunlara hayır desin ve adaylıktan olsun.

Oysa, tek bir kez, hayır, demeyi bilse, kendini özgür kılacak, partinin ve Türkiye’nin önü açılacak.

Haşim Kılıç’ın istifası

KÜRSÜDE CHP Manisa milletvekili Şahin Mengü. Bütçe tarışmalarında Anayasa Mahkemesi ile ilgili söz alıyor.

Bir Anayasa Mahkemesi Başkanının bütçede ilk kez istifası isteniyor.

Mengü, Başkan Haşim Kılıç’ı yerden yere vuruyor. Onun "laikliği, milliyetçilikle beraber Türk siyasal yaşamının temel iki sorunu olarak gören" makaleler yazdığını belirtiyor. Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilme yolunu açan yasanın Anayasa’ya aykırı olduğunu söyleyerek, daha baştan Kılıç’ın seçimini sakat buluyor.

Kılıç, Başkan olduktan sonra demeçleri ve davranışlarıyla tarafsızlık ilkesini bir yana bırakıyor. En çok tarafsız olması gereken kişi, herkeste soru işaretleri uyandırıyor.

Mengü’nün eleştirileri çok ağır. Kılıç’ın istifasını istemesi hafif bile kalıyor. Başkanın bu duruma düşmesi, Anayasa Mahkemesi’ne gölge düşürüyor.
Yazının Devamını Oku

Mahkûmiyet yakın çevrede patladı

18 Aralık 2008
İGDAŞ’da borular fena patlıyor. Zimmet ve sahtecilik iddiasıyla patlıyor. Önceki gün Bakırköy Adliyesi’nde yaşanan patlama beraberinde mahkûmiyet istemlerini getiriyor. İstenen cezalar bir zamanlar ve belki hálá Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresinde patlıyor.

İGDAŞ’la ilgili yolsuzluk iddialarına dönük dava 2002’den bu yana devam ediyor. Bilirkişi, sanıkları emniyeti suiistimal ile suçluyor. Bu durumda davanın zaman aşımından düşmesi gerekiyor.

Ancak savcı, "emniyeti suiistimal değil, zimmet ve sahtecilik suçu" işlendiğini öne sürüyor, sanıkların 35’er yıl hapsini istiyor. Nisana ertelenen davada mahkeme savcının iddiasını dikkate alırsa, zamanaşımı işlemiyor, sanıklar için hapse giden yargı süreci başlıyor.

ÜST YÖNETİM

Kim o hapsi istenenler?

Muhittin Fuat Şengül, 1998-99’da İGDAŞ Genel Müdürü. Necmi Kadıoğlu, İştirakler Daire Başkanı, halen Esenyurt Belediye Başkanı. İbrahim Müjdat Oğuz, Pazarlama Müdürü. Yusuf Aydınoğlu, Müşteri Bölümü Müdürü. Ümit Doğay Arınç, yönetim kurulu üyesi, Bülent Arınç’ın ağabeyi. Mesut Pektaş, yönetim kurulu üyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri. (Bu aşamada, görevinden istifa eder mi? Sanmıyorum. Bu aşamada, yeniden genel sekreter olur mu? Olabilir.)

Bunların görevlerine bakınca, bir zamanlar İGDAŞ üst yönetimi orada vaziyete tam hakim.

Savcı ayrıca 18 işadamının aynı suçtan hapsini istiyor. Biri tahsilatı takip ediyor, öteki paravan şirket kurarak ihale alıyor, beriki ihaleye katılmadan iş alıyor. Hele biri var ki, hálá ihale alıyor.

Ne de olsa, iş bilenin, kılıç kuşananın.

HORTUMLAMA

İşadamları ve diğerleri hangi iddiayla karşı karşıya? 6 Mayıs 2002 tarihli beş mülkiye müfettişinin raporundan:

- İhalelerde en düşük teklif kabul edilirken, İGDAŞ’da en düşük teklif kabul e-dil-mi-yor. En düşük teklifin geri çevrilmesinde sebep yok.

- Keşif bedelini aşarak verilen işler var. Yani, işin bedelinden fazla.

- Sadece bir isteklinin katılımı ile yapılan ihaleler var.

- Geçici teminat yerine, kesin teminat verilerek kabul edilen işler var. Yani, işin daha baştan kime verileceği belli.

- Dağıtımın zor olduğu bölgeler var. Oraya bölgesel zorluk zammı ekleniyor, müteahhitlere fiyat farkı ödeniyor. Müfettişlerin raporunda bu işlem için "İGDAŞ’ın hortumlanması" deyimi kullanılıyor.

İGDAŞ yargılama süreci ile birlikte, bir dönemin kirli çamaşırları ortaya dökülüyor. Ergenekon’la her gün düşüp kalkanlar, bu davadan tek satır söz etmiyor. İGDAŞ süreci onlara kapak olsun.

Yeni Şafak’ta rektör bayramı

İstanbul Üniversitesi’nde önceki gün rektör adayları seçiliyor. Prof. Dr. Ali Akyüz 483 oyla birinci, Prof. Dr. Yunus Söylet 467 oyla ikinci.

AKP yandaşı Yeni Şafak dün Yunus Söylet’e yarım sayfadan fazla yer ayırıyor. "Söylet’ten eski ittifaka karşı başarılı mücadele" başlığı ile bayram havası. Söylet’in resmi ve seçimle ilgili sözlerini ekliyor.

Yeni Şafak’ın öve öve bitiremediği Yunus Söylet, Abdullah Gül’ün YÖK’e atadığı üyelerden biri. Bir ara AKP’den milletvekili, hatta Sağlık Bakanı olacağı söylentileri yayılıyor. Tayyip Erdoğan’a o kadar yakın.

İstanbul Üniversitesi gibi çok köklü bir kurumda Tayyip Erdoğan’a çok yakın biri, nasıl oluyor da, bu kadar oy alabiliyor?

1- Üniversite artık eski üniversite değil, "hükümete yakın biri olsun, işlerimiz yürüsün" gibi, bilime yakışmayan, iş bitirici bir anlayış var.

2- Yunus Söylet, Erdoğan’a yakın, ama efendi olarak tanınıyor.

Yeni Şafak yeni rektörü şimdiden ilan ediyor gibi. Birinci seçilen Ali Akyüz’ü görmezlikten gelmek, onların meşrebine uygun. "Söylet bizden biri" mantığı.
Yazının Devamını Oku

Seçimden sonra IMF’ye canımız feda

17 Aralık 2008
"Git, anlaş" derken, kendine göre önemli bir uyarıyı ihmal etmiyor: "Seçime gidiyoruz, ona göre".

Birbirini tutmayan onca laftan sonra, Tayyip Erdoğan sonunda IMF ile masaya oturmak zorunda kalıyor. Ümük sıkma kabadayılığı ile başlayan IMF ile itiş-kakış, "bizi kimse yüzde 2-3’lük büyümeye zorlayamaz" efeliğine uzanıyor.

Sonunda efelik, kabadayılık ve bunlar adına ne varsa, iflas ediyor. Erdoğan, ilgili bakana "git, IMF ile anlaş" demek zorunda kalıyor.

TEKRAR AYNI NOKTAYA

Burada yadırgadığım bir durum var.

Ekonomik yorumların çoğunda, IMF ile anlaşmada Türkiye’ye verilecek para ön plana çıkıyor. 15 mi, 25 mi, kaç milyar dolar verecek? Oysa, önemli olan miktar değil. Önemli olan, Türkiye’nin yeniden IMF ile anlaşmak zorunda kalması. Üzerinde asıl durulması gereken konu bu. 2001 krizinden 2008’e. Kaldı ki, verilecek para ne kadar yüksek olursa, reçete o kadar acı. Türkiye-IMF tarihi bunun örnekleriyle dolu.

IMF’ye neden mecbur kalıyoruz? Yanıt basit. Global kriz nedeniyle. Eksik ve yanlış. Global kriz olmasaydı bile, Türkiye yine IMF ile masaya oturmak zorunda kalacaktı. Hesabı tutmayan enflasyon, büyüyen cari açık, küçülen ekonomi, artan işsizlik çoktandır alarm zillerini çalıyor.

Aslında, AKP iktidarının beceriksizliğini global kriz örtüyor. AKP’yi global kriz kurtarıyor. Kurtarırken batırıyor. Paradoksal biçimde.

BİR GARİPLİK VAR

O kabadayılıklara siz boş verin, AKP kurtuluş harekatına IMF’yi de katmak için, çoktan karar veriyor. Karar veriyor, ama sanki ayak sürçüyor. Çünkü, koşulu var.

Seçim. Mart sonundaki yerel seçimler.

Ümük sıkmak efeliğinin altında, yerel seçimler yatıyor. IMF’ye verilen mesaj şu:

"Sizinle anlaşalım, ama önümüzdeki seçim var, seçime kadar bize üç ay izin verin, sonrası Allah Kerim."

Ümüğümüzü seçime kadar sıkmayın, ricası. Kabadayılıktan ricaya gerileme. Süklüm püklüm.

Burada da bir gariplik var. IMF global kriz nedeniyle, tüm dünyaya "vergileri düşür, harcamaları artır" telkininde bulunuyor. Talebi canlandırmak adına.

Türkiye’ye tam tersini söylüyor. "Vergileri artır, harcamaları kıs". Yatırımlar aynı kefede.

Global kriz de dahil olmak üzere, global kriz dışı bir durumun göstergesi.

Hele, şu yerel seçimleri atlatalım, ondan sonra, IMF’ye canımız feda. 

Bunun adı resesyon

TEĞET geçiyor, hamdolsun bize bir şey olmaz nakaratıyla karışık, şimdi krizin ortasındayız.

Teknik adı resesyon. Türkçesi gerileme, küçülme. Resmi rakamlar açıklanıyor. Açıklama ekonominin küçüldüğünü gösteriyor. Yani, resesyon. Diğer veriler önümüzdeki yılda da, küçülmenin devam edeceğini gösteriyor. Buna karşılık, gelecek yılın bütçesi 2009’da ekonominin yüzde 4 oranında büyüyeceği varsayımına dayanıyor. Bütçe daha Meclis’te görüşülürken, hayata ters düşüyor.

Küçülmenin ürkütücü boyutu işsizlik. Mayıstan bu yana 385 bin kişi işsiz kalıyor. Geçen yılın eylül ayına göre, 2 milyon 548 bin kişi daha işsiz kalıyor. İşsizlerin yüzde 45’i lise ve üniversite mezunu.

AKP’nin iyimserlik pompalaması bir şey ifade etmiyor. Çok zor bir yıla giriyoruz.
Yazının Devamını Oku

Al sana milli iradeden sorular

16 Aralık 2008
25 Eylül 2008’den bu yana soru önergesine yanıt yok. Tıpkı, 8 Ekim 2008’den bu yana, benzer konudaki soru önergesine yanıt verilmediği gibi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının 1994 ile 2001 arasındaki bazı işlemleri nedeniyle kamu zararı doğduğu iddia ediliyor.

1994 ile 2001 arasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı önce Recep Tayyip Erdoğan, sonra Ali Müfit Gürtuna.

İGDAŞ DAVASI


CHP Konya milletvekili Atilla Kart işin peşini bırakmıyor. Kart’ın arka arkaya verdiği soru önergelerinde dile getirdiği ve mahkemeye yansıyan üç iddia var. Soru önergesine göre:

Belediyenin tasarrufunda bulunan reklam panolarının hukuk dışı ilişkilerle kiralanması sürecinde oluşan 146 trilyon TL.

İGDAŞ bünyesinde organize suç ilişkileri ve kötü yönetimden doğmuş olan 269 trilyon TL.

BELBİM A.Ş. yönetiminde doğmuş olan 321 milyar TL tutarında zarar.

Bunlar içinde en çok bilinen İGDAŞ. Piyasa fiyatı 35 dolar olan cihazların 135 dolara alındığı ve bir bölümünün bozuk çıktığı iddiası.

Bugünkü dava, İGDAŞ’la ilgili. Zararla ilgili kamu davası açılıyor. Dava 2002’den bu yana devam ediyor. Bugün saat 11.00’de Bakırköy Adliyesinde 2007/64 esas no ile İGDAŞ davasına devam edilmesi bekleniyor.

Dava 142 kişiyi kapsıyor. Onların içinde bazıları bugün bakan, bazıları AKP milletvekili. O nedenle, dava önemli.

HANGİ DEMOKRASİ

Atilla Kart bu iddialarla ilgili 25 Eylül 2008’de Tayyip Erdoğan’ın, 8 Ekim 2008’de de İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın yanıtlaması istemiyle iki soru önergesi veriyor. Geçen yıllarda olayı izlediği gibi.

Kamu zararı doğmuş olduğu için, Hazine ve belediye adına yasal yolların neden işletilmediğini soruyor. Dosyada adı geçen bazılarının milletvekili yapılarak, dokunulmazlık zırhına alınıp alınmadığını soruyor.

Aradan üç aydan fazla süre geçiyor. Erdoğan ve Atalay sorulara yanıt vermiyor. Meclis içtüzüğüne göre, on beş günde yanıtlamak gerektiği halde. AKP Meclisin denetimini işletmiyor. Demokratik denetim tıkanıyor.

Oysa, başı sıkıştığı anda, Erdoğan’ın klasik tavrı, milli irade ve Yüce Meclis kavramlarına sarılmak. Al sana Yüce Meclisten soru önergesi. Al sana milli iradeden sorular.

Ama, Erdoğan ve ekibi sorulardan kaçıyor. Demokrasiyi sandıkta oy atmaktan ibaret görüyor. Kendini sıkıştıran sorulardan kaçarak, demokrasi anlayışının sınırlarını çizmiş oluyor.

Bugünkü duruşmayı izlemekte yarar var.

Atina’daki alevler

BİZİM medya, Atina’da başlayan kitle protestolarını tek bir nedene indirgiyor. Hangi TV ya da gazeteyi açsam:

Bir gencin polis kurşunu ile öldürülmesi.

Tamam, yangını başlatan o cinayet. Ama, o kurşunlar sadece kıvılcım. Oysa, protestoların böylesine yaygınlaşması ve bir türlü sona ermeyişinin altında çok başka nedenler var.

1- Bazı bakanlarla ilgili yolsuzluk iddiaları. 2- Ölçüsüz özelleştirmeye tepki. 3- Ekonomik kriz nedeniyle işten çıkartılanlar.

Yunanistan’ın ayağa kalkması, buna başka ülkelerden destek verilmesinin ana nedenleri bunlar. Yoksa, polisin tabancasından çıkan kurşunların koca bir ülkeyi alevlere boğması, İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasını Avusturya Arşidükünün öldürülmesine bağlamak kadar komik.

Alevlerin nedenlerine dikkat ediyorsunuz, değil mi?
Yazının Devamını Oku

Tam teşekküllü kazık çakmak

6 Aralık 2008
"ÖNDER, sen geldin 71’e, ben geldim 70’e, kazık mı çakacağız bu dünyaya, onun için bundan sonrasına bakalım." Bu sözler Deniz Baykal’a ait. Geçen gün bir toplantıda Genel Sekreter Önder Sav’a söylüyor. Kazık çakmayacaklar, ancak Baykal’ın, bundan sonrası, dediği farklı bir değişiklik değil. Yine partiyi kendi bildiği gibi yönetmek, ipleri yine elinde tutmak. Üstelik daha da sıkı. Sanki yeterince değilmiş gibi.

Bundan sonrası şu:

20 Aralık’taki CHP Kurultayında tüzük yeniden değişiyor. CHP’nin geleneksel yönetim yapısında önemli bir değişiklik var. "Sen geldin 71’e Önder" büro amiri gibi, yetkisiz bir konuma indirgeniyor. "Önder’le hiç bir sorunum yok, beraber geldik, beraber gideriz" diyor ama, genel sekreterliği kaldırıyor.

AKP’DEN KOPYA

Ya kendisi? "Ben geldim 70’e", tam teşekküllü genel başkan vaziyeti. Önder gidiyor, Deniz partiye daha sağlam kazık çakıyor.

Sağlam kazık, 13 genel başkan yardımcılığı ile destekleniyor. Her biri, bir konudan sorumlu. Gençlik, basın, örgütten sorumlu genel başkan yardımcılıkları gibi.

Baykal’ın hareket noktası, partide kimin, ne görevi var, bunun belli olmayışı. 13 genel başkan yardımcısına tek tek görev vererek, onları o alanlardan sorumlu tutmak düşüncesi.

CHP’nin yeni parti yapısı, hafif tertip AKP’den kopya. Model aynı.

Son günlerin modası, AKP’den kopya çekmek üzerine kurulu. Çarşaf, şalvar v.s. derken, şimdi de, AKP kuruluş şeması.

Genel sekreterlik kalkıp, yerine 13 genel başkan yardımcılığı gelince, CHP artık ilk seçimde iktidar. Zaten önündeki tek engel tüzük. O da, değişiyor.

OYUNCAK VE OYUNCAK

Oysa, Baykal’da korku dağları bekliyor.

22 Temmuz seçimlerinde CHP’ye dışardan kaldıraç görevini yerine getiren Cumhuriyet mitingleri. O rüzgar CHP’ye yarıyor.

Arada o rüzgarı durduran bir olay yaşıyor Türkiye. Ergenekon. Baykal acele çark ediyor. Cumhuriyet mitinglerinden çarşafa uzanan geniş bir çark.

Her seçim dönemine bir oyuncak. Oyuncağa ek, halkın bir kesiminde, "şimdi CHP’ye vermek gerek" yanılgısı. Oysa, bir kez o tuzağa düşmese, oyunu CHP’ye vermek yerine, örneğin boş kullansa, CHP’de bu yapay arayışlar belki sona erecek.

Baykal’daki korku, oy oranı. Yerel seçimlerde onun hedefi, yüzde 22-25 bandını yakalamak.

Yakalayamazsa ne olacak? Partide ayaklanma olacak.

Buna rağmen, kazık çakma olasılığı yine de, yüksek. Ne de olsa, asıl hedef mezara kadar genel başkanlık.

Türkiye’de işkence herkesin dilinde

DÜN sabah dünyanın en saygın yayın kuruluşlarından BBC World News.

BBC’nin Türkçe yayını değil, İngilizce dünya haberleri bölümü. Dünyadan çeşitli haberler verirken, Türkiye’den de söz ediyor. İşkence haberleriyle.

Önce Engin Çeber’in işkencede öldüğünü bildiriyor, ardından bir başka örnek daha geliyor ekrana. Feyzullah isimli bir vatandaşın işkence gördüğünü anlatıyor. BBC, AKP’nin işkenceye sıfır tolerans söyleminin işe yaramadığını vurguluyor.

BBC’den bu haberi izleyenler, dünyanın neresinde olursa olsun, Türkiye’yi ikinci sınıf bir Orta Doğu ülkesi olarak düşünür.

Tebrikler AKP.

Bir hafta mola

BİR zamanlar bayramlarda gazeteler de tatile giriyor. Makineler bakımdan geçiyor, insanlar dinleniyor. İki, üç gün de olsa.

90’lı yıllarda patronlardan birini hırs basıyor. O patron artık medyada yok. "Ben bayramda da gazetemi çıkartırım" cakasıyla, çalışanların bayramını elinden alıyor. O gazete çıkınca, ötekiler de, ister istemez buna uymak zorunda kalıyor. Şimdi gazeteler 365 gün yayınlanıyor.

Bayramlarda dinlenme sıraya biniyor. Bazı arkadaşlarımız yine de çalışmaya devam ediyor. Bir hafta sonra görüşmek umuduyla, size iyi bayramlar.
Yazının Devamını Oku

Hak sıradaki ilk adaya ait

5 Aralık 2008
MOLDOVYALI Tanesse çifte vatandaş kimliğine sahip. Moldovya’da milletvekilliği için adaylığını koyuyor. Moldovya Anayasası çifte vatandaşlıkta adaylığa izin vermiyor. Tanesse’nin adaylığı geri çevriliyor. Tanesse de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruyor.

AİHM, seçme ve seçilme özgürlüğünün çiğnendiği gerekçesiyle, Anayasaya rağmen, Tanesse’yi haklı buluyor. Moldovya mahkum oluyor.

AİHM Sözleşmesinin bu maddesi, seçen ve seçilmek isteyenlerin doğrudan mağduriyeti, şimdi Türkiye için örnek.

SAVAŞ VE GÖÇ YOK

Seçmen kütüklerinde geçen yıla göre altı milyon fazla seçmenin çıkması bir gerçeği sergiliyor. Eksik seçmen, o halde eksik seçim.

Ne savaş var, ne göç, ama seçmen sayısı bir yıldan diğerine ya bir milyon eksiliyor ya altı milyon artıyor. Belli ki, seçmen kütükleri yanlış.
22 Temmuz 2007 seçimlerinde kullanılan seçmen kütükleri çoktan yanlış.

Bunu ilk dile getiren CHP eski milletvekili Bülent Tanla. Meclis kürsüsünden.

Tanla haklı çıkıyor, geçen hafta seçmen sayısı ilan edilince, eksiklik kabak gibi bilenin ve bilmeyenin başında patlıyor.

AİHM’YE GİDEN YOL

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararlarına itiraz mümkün değil. YSK kararları kesin. İtiraz için, iç hukuk yolu kapalı.

Tanesse örneği bunun için. Şimdi, onun gibi, AİHM’e başvurmak mümkün. Çünkü, seçen ve seçilmek isteyenlerin mağduriyeti söz konusu. Peki, AİHM’ye kim başvuracak?

Her ilde seçilen milletvekillerinin arkasından, seçilemeyen ilk adayın AİHM’ye başvurması mümkün.

Örneğin, bir ilde beş milletvekili var. Diyelim ki, dört AKP’li, bir CHP’li seçiliyor.

Bu durumda AKP’nin beşinci sıradaki adayı ile CHP’nin ikinci sıradaki adayı AİHM’ye başvurma hakkına sahip.

Eğer, seçmen kütükleri doğru olsaydı, o il beş değil, altı milletvekili çıkarmış olacak ve ya beşinci sıradaki AKP adayı ya da ikinci sıradaki CHP adayı, altıncı milletvekili olarak Meclise girecekti.

Seçme ve seçilme özgürlüğü seçmen kütükleri üzerinden çiğneniyor. Ve AİHM yolu açılıyor. Hukuk böyle yazıyor.

Köşelerin sermayesi demagoji mi

Medyada polemik ve taşlama her zaman var. Ara sıra yazıların tuzu, biberi olarak. Her ülkenin basın tarihinde, polemik tarihi var. Buna ilişkin ünlü örnekler var.

Polemik ve taşlamanın ve hatta sataşmanın üslubu ve içeriği var. Bilgi verecek, seviye tutacak, farklı düşündürecek. Buna itirazım yok.

İtirazım şu. Birileri sahiplerinin davulunu çalıyor. Kendilerini kraldan çok kralcı ilan etmek gereğine inanıyor. Buna, işine gelmeyen her olaya saldırma alışkanlığı, hatta çirkeflik eklendiğinde, geriye demagoji kalıyor.

O demagojiye bazıları köşe yazısı diyor. Bazı köşelerin sermayesi, o gün herhangi bir yazıyı okuyup, ona demagoji döktürmekle eş anlamlı. Saldırmak, terbiye sınırlarını aşmak, çamur atmak sabah jimnastiğinden farksız.

Ben polemik sevmiyorum. Okuyucu çoğunluğunun polemikten hoşlandığını da sanmıyorum. Kim, ne yazmış, ona kim, nasıl yanıt vermiş, farklı pencere açmadıktan sonra, okuyucuya ne?

Demagoji aynı zamanda kişilik aynası.
Yazının Devamını Oku