Yalçın Doğan

Kundakçılar

9 Mart 2011
BİR dergi bir gazeteye eşine az rastlanır biçimde cepheden saldırıyor. Üslup çok ağır, kullanılan sözcüklerin hepsi alaycı ya da karşıdakinin ciğerini oyarcasına.

Üstelik, kullandığı ana başlık, Nazi döneminin kilit kavramlarından biri:
“Kundakçılar”.
Nazi Almanya’sında Naziler herhangi bir halt yemeğe kalktıklarında, buna toplum karşısında mazeret bulmak, yiyecekleri nanenin haklılığını sözüm ona kanıtlamak adına, bir yerleri kundaklıyorlar, yani yangın çıkartıyorlar.
O yangınların en ünlüsü, Alman Parlamentosu (Reichstag) yangını. Nazilerin yükselişine çanak tutan yangın.
O dergi o gazeteyi işte bu deyimle suçluyor, kundakçılıkla.
Olay Almanya’da fırtınalar estiriyor. O dergi haftalık yayınlanan Der Spiegel, haftalık tirajı bir milyon yüz bin. O gazete Das Bild, günlük tirajı 3 milyonun üstünde.
GELECEĞİN BAŞBAKANIOlay Almanya’yı çalkalayan skandalın kahramanı Savunma Bakanı Guttenberg’in istifası.

Yazının Devamını Oku

CHP liderinden Batı’yı durduran soru

8 Mart 2011
ALMAN sosyal demokrasi tarihinin efsanevi liderlerinden Willy Brandt ile CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun fotoğrafları aynı posterde. Brandt’ın bir sözüyle birlikte:<br><br>“Birbirine ait olanlar şimdi birlikte büyüyor”.

Bochum’da düzenlenen “Göçün 50. Yılında Emeğin Şenliği” toplantısında birlikte büyüyenler, salonu dolduranlara bakıldığında CHP, Almanya’daki Türk işçiler, DİSK yönetiminde Türkiye’deki işçiler ve sürpriz destekle öne çıkan Alman Sendikalar Birliği (DGB).

Almanya’nın en büyük sendikası DGB temsilcisi toplantıda söz alıyor, AB’nin Türkiye politikasını bizim gibi eleştiriyor, karşısında oturan Kılıçdaroğlu’na “Gandi Kemal” diye sesleniyor, “DGB sizin yanınızdadır” dediğinde, salondaki üç bini aşkın kişi hep birlikte ayağa kalkıyor.

Türkçe ve Kürtçe türkülerle heyecana gelen insanlar sarmaş dolaş. Dertler sona ermiş, ülkeye demokrasi yeniden gelmiş gibi.
DAHA İNSAFLI
O coşkuyla kürsüye gelen Kılıçdaroğlu “kardeşlerim, yoldaşlarım” diye başladığı konuşmasında, AKP’yi kastederek, “ben gövdesini sarsıyorum, dallarını sarsmak size ait” diyor.

Yazının Devamını Oku

Taksim’de olmak vardı anasını satayım

5 Mart 2011
UÇAKTAYIM, Almanya’ya uçuyorum.

Hayır, Taksim Meydan’ındayım, uçakta uyuyorum ama Taksim Meydan’ındayım, gazetecilerin basın özgürlüğü adına toplandıkları Taksim’de. Tam bu saatlerde, kaç kişi toplanıyor? Kaç gazeteci bir araya gelebiliyor, kaçı basın özgürlüğü çevresinde kenetleniyor?
Uçakta kendime bu soruları sorarken, Taksim merakındayım. Ergenekon’un son dalgasıyla gözaltına alınan gazetecilerle ilgili yazılara bakıyorum. Çoğu Nedim Şener ve Ahmet Şık başta olmak üzere, gözaltılara karşı çıkıyor. İyi, güzel.
Güzel de, Nedim Şener’e, Ahmet Şık’a ve diğer meslektaşlarımıza kanat geren köşe yazarlarından, gazetecilerden acaba dün kaç tanesi Taksim’deydi, merak ediyorum.
Üzgünüm. Taksim’de olamadığım için üzgünüm.
Tek bir meslektaşım da olsa, orada onu yalnız bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm.
Gözaltına alınan arkadaşlarımıza destek yürüyüşünde bulunamadığım için üzgünüm.
Uçaktayım, Taksim’de kaç kişinin toplandığını, kimlerin katılmadığını bilmiyorum, onun için meraktayım.

Yazının Devamını Oku

Hırçın dalgalar

4 Mart 2011
AVUKATLAR arıyor, “Aramızda konuşuyoruz, acaba önce hangi Baro Başkanını içeri alacaklar” diye.

Doktorlar arıyor, “Hepimiz çekiniyoruz, acaba kimi içeri atacaklar” diye.

Ege’de kooperatifçilik yapan birileri arıyor, “Biz işimizle gücümüzle meşgulüz, kooperatifçilik yapıyoruz, acaba bizi içeri atarlar mı” diye.

Bu kitle ruhu. Herkesi dehşet ve korku sarmış durumda.

Kitle ruhu dün tavan yapıyor.

Yazının Devamını Oku

2.5 milyon insan 16 yıldır bekliyor

3 Mart 2011
FIRÇA bu kez Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) isabet ediyor. Başbakan Erdoğan YSK’yı “iktidarı sabote etmekle” suçluyor.

Haklı mı, değil mi?

Yurt dışında yaşayan yurttaşlarımız arasında 2.5 milyon seçmen var. O seçmenler her seçimde yurt dışına çıkarken ya da girerken oy kullanıyor. Oysa, bulundukları yerlerde, konsolosluklarda sandık kurulsa, orada kullanabilecek. Ancak, sandık kurulamıyor, onlar orada oy kullanamıyor.

Bu hikaye kaç yıldır devam ediyor? On altı yıldır, 1995’ten beri.

1995’te Anayasa değişikliği ile yurt dışında yaşayan seçmenlerin oy kullanması anayasal hak haline geliyor. Güzel. Güzelliğin sürmesi için yasal düzenleme gerek.

Yazının Devamını Oku

Yapılanları boş ver yapılmayan darbeleri soruştur

2 Mart 2011
O ağır toplar, AKP’nin o güçlü timi piyasada pek yok. Hani nerede, Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Hüseyin Çelik? Oysa, hava tam onların havası. Vurduğu yerden ses getiren o tim, tam da böyle bir günde nerede? Ara ki, bulasın.

İki gün önce 28 Şubat darbesinin on dördüncü yıldönümü. Tüm TV kanalları gün boyu 28 Şubat darbesiyle ilgili program yapıyor. En sağdan en sola pek çok yazar, çizer, akademisyen, emekli general TV’lerde darbeleri tartışıyor.

Pek çok programı izliyorum, ne hikmetse, ben rastlamadım, bu programlarda Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Hüseyin Çelik gibi, AKP’nin ağır topları ortada yok. Oysa, tam onlara göre, bu fırsat kaçmaz, ama kaçıyor.

İstediğin gibi demokrasi şarkısı söyle, vur vur inlesin, millet dinlesin, ama vuracak adamlar ortada yok.

12 EYLÜL FİYASKOSU

28 Şubat üzerinden darbeler gün boyu tartışılacak, AKP bu aşa tuz katmayacak, olacak iş değil.

İşte, referandum ortada.

Referandumda milleti ve bu arada bazı safları, üstelik aklı başında geçinen anlı şanlı yazarları evet oyu için uyutma yollarından biri de, 12 Eylül’le hesaplaşmak değil mi?

Gerçi, referandumda ilgili maddenin kaldırılmasıyla 12 Eylül ile hesaplaşmak arasında hiç bağ yok ama olsun, yine de darbelerle hesaplaşmak gibi, delikanlı bir proje önümüze gelmiyor mu? Harbiden geliyor.

ERGENEKON VE ÖTESİ

Geliyor ve anayasanın o maddesi kalksa bile, 12 Eylül’den hesap sorulamayacağı gün yüzüne çıkıyor. Bilenler önceden biliyor ama, ne çare.

Buna karşılık Ergenekon, Sarıkız, Balyoz, Ayışığı gırla gidiyor. Hepsi darbe girişimi iddiası.

Bu iddialarla ilgili ortalık birbirine giriyor, yüzlerce insan gözaltına alınıyor, tutukluluk hali aylardır sürüyor.

Bunlar darbe iddiası, yapılmayan darbeler.

İki gün önce 28 Şubat. Yapılan bir darbenin 14. yıldönümü. Ortada bir tane AKP’li yok.

Ciddiye almazsanız, matrak alırsanız, garip bir durum var.

AKP, 28 Şubat gibi, yapılan darbeleri soruşturmuyor, Ergenekon ve diğerleri gibi, yapılmayan darbelerin peşine düşüyor.

Haydi, çıkıp şu 28 Şubat’ı soruştursanıza. Demokrat olmayı kanıtlamanın tam zamanı.

Ya da, her fırsatta dillere dolanan şu e-muhtıra faslına dokunsanıza.

Varsa yoksa, Ergenekon ve şürekasıyla ilgili iddialar.

Kahramanlık demokrasiye aşık evlatlarını bekliyor, onlar ortada yok.

Ne kadar ayıp, ne kadar ayıp.

Gelir saklanıyor TÜİK yanlış hesaplıyor

EVİNİ onaramıyor, eski ev eşyasını değiştiremiyor, yeni giysi alamıyor, pencerelerden soğuk giriyor, evin çatısı akıyor, tatile gidemiyor ve devamındaki yoksulluk.

Buna karşılık, zengin daha zengin oluyor, alt ve üst gelir gurupları arasındaki fark daha da artıyor. TÜİK’in yaptığı son hesapların özeti böyle.

Ancak, TÜİK’in hesap yöntemi yanlış, bu hesaplara güvenilmez, bu hesaplarla bir yere gidilmez.

TÜİK bu sonuçları neye dayandırıyor? İnsanlara soruyor, aldığı yanıtlara göre, yani beyan esasına dayanarak hesaplıyor.

Yanlış burada. Beyan esası olduğuna göre, sorulara verilen yanıtların doğru olduğu ne malum. Yanlışı hemen kanıtlamak mümkün.

Ortalama hane geliri 21 bin lira. Türkiye’de 18 milyon hane var. 18 çarpı 21 eder size 378 milyar lira. Bu paylaşılan gelir. Oysa, milli gelir 761 milyar lira.

Aradaki fark ne? Birileri gelirini saklıyor, söylemiyor. Sonra ortaya yanlış sonuçlar çıkıyor.

Boşuna söylenmemiş o laf, yalan, kuyruklu yalan, istatistik, diye. Gerçek durumumuzu bilmiyoruz, bu rakamlarla oyalanıyoruz.

Güneydoğu’da alarm

SON altı, yedi aydır büyük terör eylemlerine ara veriliyor. Şimdi tamtamlar yeniden çalıyor.

PKK eylemlere yeniden başlayacağını duyuruyor. İmralı’daki tehdit ediyor, aradan çekileceğini söylüyor. BDP alarm zillerini çalıyor.

Terörsüz geçen aylar içinde Kürt Sorununa çözüm için halkın bildiği tek bir adım atılmıyor. İktidarın bu yönde nasıl bir programı var, bilinmiyor.

PKK genel seçimleri fırsat bilerek, Türkiye’nin dört bir yanında eyleme geçeceğini açıklıyor.

Şimdi açıklanan bu niyeti devletin önceden duymaması mümkün değil. O duyuma göre, önlem almış olabileceğini düşünmek mümkün.

Terör yeniden tırmanacak, hükümet ne yapacak? Özellikle seçim güvenliği açısından.

Korkarım, kasvetli günler yine bizi bekliyor.
Yazının Devamını Oku

AKP, iktidarını Erbakan’a borçlu

1 Mart 2011
TÜRKİYE’nin sanayileşmesiyle ilgili büyük projesi: “Yüz bin tank, yüz bin motor...”
Mitingde toplanan üç yüz, dört yüz kişiye karşı:
“Bizi dinlemeye gelen, Milli Görüşe iman eden siz on binlerce kardeşimizin...”
1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında CHP-MSP koalisyonunda:
“CHP kaçtı, Kıbrıs’a çıkmaya biz karar verdik...”
28 Şubat darbesiyle iktidardan düştükten sonra:
“Komutanlar bana teşekküre geldiler. Onlarla bir seans yaptık, yanlış yerde durduklarını anladılar, iki seans daha yapsaydık, hepisi (hepsi değil, hepisi) Milli Görüşe gelecekti”.
Türk siyasal yaşamının en renkli simalarından Necmettin Erbakan’ın değişmeyen özelliklerinden biri hayalciliği, diğeri bol bol nasihat vermesi. Gerçek ve onun görüşü çoğunlukla birbirini tutmuyor.
CHP İLK ATILIM
Üçüncü bir özelliği var ki, inatçılığı Türkiye’yi bugünlere getiriyor.
İlk partisi, Milli Nizam ile aldığı yüzde 7-8’lik oy oranı, MSP ile yüzde 12’lere, Refah Partisi ile yüzde 19’lara çıkıyor. Daha sonra gerçeklerden iyice kopuyor. Partisi her sefer kapatılıyor.
Ama, onun inatçılığı Siyasal İslam’ın Türkiye’de yükselmesinde büyük rol oynuyor.
1973’te CHP Erbakan’la hükümet kurarken, koalisyonun mimarlarından Deniz Baykal’ın gözlemi önemli:
“Ayrı dünyaların insanlarıydık. Temel dünya görüşlerimiz farklı olsa da, biz birbirimizi hiç bir zaman ötekileştirmedik. Bizim kurduğumuz koalisyon Türkiye’de dinci siyaset anlayışı ile Cumhuriyet kültürünün uzlaşmasında ilk denemedir. Farklı içerikte de olsa, CHP de, MSP de ulusal bağımsızlık çizgisinde bir araya geldi. Birbirini reddeden iki siyaset şaşırtan bir ortaklık kurdu.”
Ecevit’in daha sonra “tarihsel yanılgı” olarak tanımladığı ortaklık, Türkiye’de Siyasal İslam’ın ilk büyük atılımına yol açıyor.
KENDİ KADROLARI
Doksan yıllık Cumhuriyet’te İslam’ın siyasette temel rollerden birini oynamasında Erbakan’ın muhteşem katkısı unutulmaz.
Kendisi gerçeklerden koparken, onun öğrencileri, bugünkü AKP yönetimi, o katkıyı daha rasyonel bir çizgiye oturtuyor. Nasıl?
Kendi sermaye sınıfı, kendi işçi sınıfı ve kendi kadrolarını oluşturarak. Kendileri dışında herkesi ötekileştirerek. Sosyal devlet anlayışı ile birlikte. Askeri siyaset dışı bırakarak.
Günümüzde ciddi kalıp değişiklikleri ile beraber, Erbakan’ın mirasını yaşıyoruz.

‘Sen yerine otur’

28 Şubat sürecinde Başbakan Erbakan partisinin gurubunda kararları imzalayacağını söylüyor. Salonda bir genç adam ayağa kalkıyor, Erbakan’a:
“İmzalamayın efendim, imzalarsanız, yanlış yaparsınız.”
Erbakan kızıyor:
“Kabadayılık yapma, otur oturduğun yerde. İlla bir şey söylemek istiyorsan, git ormanda söyle.”
Bu kısa gerginlik, ilerde büyük ayrılığa yol açacak kapışmanın ilk adımı. MGK kararlarına karşı Erbakan’ı uyaran, Erbakan’ın da kızdığı genç adam kim?
O sırada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan.

En garip açıklama

ERBAKAN’ın ölümü üzerine en garip açıklamalardan biri Genelkurmay’a ait:
“Değerli bilim ve siyaset adamı olarak ülkemize yaptığı büyük hizmetler daima hatırlanacaktır.”
Yirmi yıla yakın Ankara’da gazetecilik yaptım. O yılların bir bölümünde Erbakan’ın MSP’si CHP ile koalisyonda, bir bölümünde Erbakan yine iktidar ortağı. Tanık olduğum tüm konuşmalarda askerler Erbakan’ı sürekli eleştiriyor. Birebir tanıklık bir yana, 28 Şubat darbesi doğrudan Erbakan ve ekibini iktidardan düşürmeye yönelik.
Madem büyük hizmeti vardı, neden devirdin? Madem devirdin, şimdi büyük hizmetiyle övmek ihtiyacı neden?
Çünkü, bizde hayata veda edenlerin arkasından konuşulmaz.

‘Bunlar kasımda çöker’

AKP iktidarının ilk günleri. O sırada Başbakan Abdullah Gül.
Erbakan bir yandan yeni siyasal ittifaklar peşinde, bir yandan da kendi yetiştirdiği AKP’ileri eleştirmekten geri kalmıyor. Aylardan Ağustos, Erbakan:
“Bunların ekonomik politikası çöktü, bunlar fazla dayanamaz, Kasım’da düşerler iktidardan.”
Erbakan’ın tahmini üzerinden sekiz tane Kasım ayı geçiyor. Sonuç ortada.
Yazının Devamını Oku

Ha naylon fatura ha naylon işçi

26 Şubat 2011
BAYRAMDA, seyranda, hafta tatilinde fark etmiyor. Birileri o tatil günlerinde işçi aldığını kayıtlarına geçiyor.

İstanbul’da, Balıkesir’de ya da başka bir yerde faaliyet gösteren iş yerlerini hepiniz biliyorsunuz. Bilinen markalarla çalışan bu iş yerleri tatil günleri işçi aldığını bildiriyor.
Bir sendikanın, bir iş yerinde toplu iş sözleşmesi yapabilmesi için o iş yerinde çoğunluğa sahip olması gerekir. Tekgıda-İş kendi alanına giren iş yerlerinde toplu sözleşme için başvuruyor. Tekgıda-İş dürüst ve gerçek bir sendika. İşçiden gibi görünüp, onunla bununla al tekke, ver külah vaziyetinde asla değil. Gıda alanında iş yapan firmalar bunu iyi biliyor.
ÇOĞUNLUĞU ENGELLEMEK 
Tekgıda-İş başvurduğunda, o firmalar “sen burada toplu sözleşme yetkisine sahip değilsin, senin çoğunluğun yok” diyor.
Bunu söylemek için ne yapıyor? Tatil günlerinde aldığı ya da almış gibi gösterdiği işçilerin, geriye dönük işçi sigorta belgelerini veriyor. Başvuru tarihinde işçi sayısını arttırmış gösteriyor. Yani, naylon fatura düzenlemek gibi, naylon işçi alımı göstermek. Bunu yaparak, Tekgıda- İş’in çoğunluğunu engellemeye çalışıyor.
Açıkça kanuna karşı hile yapıyor. Sendikal örgütlenmenin önünü kesmeye çabalıyor. Kötü niyetli davranıyor. Tekgıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel bu durumdan hareketle Çalışma Bakanlığına soruyor:
“Sendikal örgütlenmeye hukuksuz bir şekilde engel olan bu tür uygulamalara nasıl tedbir alacaksınız? Nasıl bir yol izleyeceksiniz? Ayrıca 402 işçi bu işyerlerinde haksız yere işten çıkarılmıştır. Görüş ve önerilerinizi bildirmenizi arz ederiz.”

Yazının Devamını Oku