25 Şubat 2011
EN tepede İmralı, Kandil ve Avrupa’daki lider var.<br><br>Onun altında Türkiye Meclisi var.
Onun altında il komiteleri var.
Onun altında milletvekili adayları var.
BDP’de milletvekili adayları aşağıdan yukarıya doğru belirlenecek.
Adaylık başvurularını önce il komiteleri inceleyecek. Orada eleme sonucu kalan adaylar Türkiye Meclisi’ne gidecek. Orada eleme sonucu kalan adaylarla ilgili son sözü İmralı, Kandil ve Avrupa söyleyecek. Ve milletvekili adayları belirlenecek.
Bunun dışında on bir ilde önseçim olacak. Önseçim büyük ihtimalle yine aynı vizeden geçecek.
BDP’de milletvekili aday belirleme süreci böyle olmayabilir. Birileri böyle plan yapıyor olabilir, o plan tutmayabilir.
ÖNEMLİ KİŞİLERBDP 2007’deki kararını yeniliyor. Seçime bağımsız adaylarla girmeye karar veriyor.
Yazının Devamını Oku 24 Şubat 2011
ÇÖLÜN altından su çıkartıyor ve kentlere taşıyor. Yol, baraj, otel, çarşı, konut yapıyor.
Bizim müteahhitler Libya’da. Orada halen yürümekte olan 230 proje var.
Libya’dan alacağımız para var mı? Var ama, çok değil. Çünkü, dünyanın her yerinde olduğu gibi, Libya’da da hak edişler pek gecikmiyor. İşin belli bir bölümü yapılıyor, parası alınıyor. Para açısından risk hala var, ama o kadar yüksek değil.
Buna karşılık, bize ait ciddi bir makina parkı var. Asıl risk orada.
Bir başka risk, orada bulunan Türklerle ilgili. İsyancılar ya da Kaddafi yanlıları, o pek fark etmiyor, yabancı işçilerin kaldığı kampları basıyor, yatak, yorgan, kap, kacak, telefon, gıda maddesi, ne varsa, yağmalıyor. Yağmalamanın iyi tarafı, çalışanlara dokunmuyor.
Yazının Devamını Oku 23 Şubat 2011
12 Mart 1971 darbesinden sonra 600 subay, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 397 subay, 176 astsubay, 28 Şubat 1997 darbesinden sonra 1750 subay ve astsubayın orduyla ilişkisi kesiliyor. Disiplinsizlik gerekçesiyle. Ayrıca, 477 askeri öğrenci askeri okullardan atılıyor. Disiplinsizlik gerekçesiyle.
Bu insanlar özlük haklarından mahrum. En basitinden emekli aylığı alamıyor.
Benzer durum Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla orduyla ilişkisi kesilenler için geçerli.
Yolsuzluğu yok, uğursuzluğu yok, devlet sırrını açıklamak yok, sahtecilik yok, kesinleşmiş mahkumiyetleri yok ama, disiplin suçuyla orduyla ve askeri okulla ilişkileri kesildiği için, özlük haklarından mahrum bu insanlar.
Bu insanlar yargıya başvuramıyor, haklarını arayamıyor.
RASİM ÇAKIR’IN GİRİŞİMİ
Ancak, son referandumda bazı Anayasa maddeleri değişiyor ve her türlü ilişik kesme kararına karşı yargı yolu açılıyor. Bunun için yasa gerek.
AKP’nin yargı yolunu açmasındaki asıl amacı Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla ilişkisi kesilenlerin haklarını iade etmek. Bu tür YAŞ kararlarına Başbakan ve Milli Savunma Bakanı itiraz ediyor, o itiraz kayda geçiyor ya, işte şimdi itiraz kayda geçmekle kalmayacak, yargı yolu açılacak.
AKP yargı yoluna açan tasarıyı Meclise getiriyor. Komisyonda tasarı görüşülürken farklı bir girişim oluyor.
CHP Edirne Milletvekili Rasim Çakır tasarıyla sadece YAŞ mağdurlarının haklarının iadesinin söz konusu olduğunu söylüyor ve ekliyor:
“Darbelerden zarar görenler ve askeri okullardan atılan öğrencilerin hakları ne olacak?”
Çakır onların da haklarının iadesi için bir yasa önerisi hazırlıyor. Onlar için de, yargıya başvurma yolunun açılmasını öneriyor.
HÜKÜMET NE DER
Komisyona Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül katılıyor.
Gönül, “Hükümetin kararını bilmiyorum” diyor. Bilmediği için komisyonda gündeme gelen Rasim Çakır’ın yasa önerisine karşı çıkıyor.
Hükümetin kararını bilmiyorum, derken, aslında Başbakan Erdoğan’ı kastediyor.
AKP’nin tasarısı komisyondan AKP’nin istediği gibi geçiyor, darbe mağdurları yine mağdur olarak kalıyor. Malum, AKP için amaç özellikle YAŞ kararları.
CUMARTESİ BULUŞMASI
Hayvan severler, cumartesi anneleri, sanatçılar, rektörler derken, Başbakan Erdoğan cumartesi görüşmelerinde son olarak YAŞ kararları ile silahlı kuvvetlerle ilişkisi kesilenlerle buluşuyor.
Orada darbe dönemlerinden orduyla ilişkisi kesilenlerin, askeri okullardan atılan öğrencilerin durumu da konuşuluyor.
Erdoğan, bu istemi yerinde buluyor.
Çarklar işlemeye başlıyor. AKP Gurup Başkan Vekili Bekir Bozdağ , CHP Milletvekili Rasim Çakır’ı arıyor:
“Bizim yasa tasarısı Meclis’te görüşülürken siz bir önerge verin, sizin önergenizi yasaya ekleyeceğiz.”
Yani, darbe dönemlerinde zarar görenler de haklarına kavuşacak.
Peki, ekleme ne zaman olacak? Büyük olasılıkla yarın. Mecliste yarın YAŞ tasarısının görüşülmesi bekleniyor.
Eğer tasarı Rasim Çakır’ın önerisi doğrultusunda kabul edilirse, haksızlığa uğrayanlara emeklilik aylığı bağlanacak, emsalleri esas alınarak hizmet süresine göre intibakları yapılacak, tazminatları faiziyle ödenecek.
AKP uzun süre sonra ilk kez muhalefetten gelen bir öneriyi benimsiyor.
Beşiktaş Çiftliği
YOO, Beşiktaş’ın İtalyan asıllı futbolcusu, penaltı üstadı Ferrari’yi göndermek, o kadar kolay değil.
Pek çok yabancı futbolcu gibi, Ferrari de, Beşiktaş Çiftliğinde hayatını yaşıyor. Dört yıllık anlaşması var. Yılda 2.5 milyon Euro garanti. Toplam 10 milyon Euro. Transferi için de, Cenova Kulübü’ne 4.5 milyon Euro bonservis, etti mi sana, 14.5 milyon Euro. Üstüne üstlük, Ferrari’yi gönderebilmesi için Beşiktaş’ın yaklaşık 6 milyon Euro tazminat ödemesi gerekiyor. Gider mi adam, neden gitsin?
Diğer yabancı futbolcu transferleri ve onların gönderilmesi, Holosko, Zapo, Tabata skandalları da ortada.
Beşiktaş Çiftliğinde hesapsızlık, kitapsızlık yetmiyor, buna Şeref Tribününde yumruklaşmalar, kavgalar ekleniyor.
Bu utanmazlık bazı gazetelere kasıtlı olarak, farklı yansıtılıyor. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal haklı olarak suç duyurusunda bulunuyor.
Koca Beşiktaş’ın şu haline bakın. Futbolcusuyla, yöneticisiyle, teknik direktörüyle yerlerde sürünüyor. Ne üslup var, ne yönetim, ne futbol.
Ya Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım? O ayrı bir vaka. Biz Beşiktaşlıların sorunu Beşiktaş Çiftliği ve oranın kahyaları.
Biz bunlardan ne zaman kurtulacağız?
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2011
LİBYA’da parlak bir büyükelçimiz var. Üç gün önce bir TV kanalında aynen: “Libya’da istikrar vardır. Şırnak’ta bir olay olduğunda, İstanbul’da hissediliyor mu?”
Olaylar Bingazi’de, başka yerde bir şey yok anlamında. Bu ileri görüşlü büyükelçimiz bu sözleri söylediği saatlerde isyan başkent Trablusgarp dahil, Libya’nın hemen her kentine sıçramış durumda. Ölü sayısı çatışmalarda sürekli artarken, yerli, yabancı herkesin can güvenliği tehlikede.
Neyse ki, Ankara kendi büyükelçisine aldırmıyor ve orada iş yapan, yaşayan vatandaşları Türkiye’ye getirmek için iş dünyasıyla el ele veriyor, harekete geçiyor.
Amerika destekli demokrasi özlemi Orta Doğu’da, Arap Dünyasında fırtına gibi esiyor. Kırk yıllık diktatörlükler, krallıklar arka arkaya devrilirken, sırada Libya var.
ÜÇ DÖNEM
Türkiye ile Libya arasında üç dönemi birebir biliyorum.
- 1970’lerin ortasında Ecevit iktidarında Libya kardeş ülke. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında ve sonrasında ekonomik ambargo döneminde, Libya Türkiye’yi petrolsüz bırakmıyor. Libya Başbakanı Callud Ankara’da Amerikan Başkanı gibi karşılanıyor. Her ne kadar Callud Ankara’da kaybolsa, evet kaybolsa ve geceleri barlarda bulunsa bile, Libya ve Kaddafi uzun süre canımız, ciğerimiz.
- 90’lı yıllarda Tansu Çiller Başbakan iken, Kaddafi Çiller’e haber gönderiyor, Batıya onunla mesaj vermek istediğini bildiriyor. Gece yarısı Tunus üzerinden Libya’ya kara yolundan gidildiğinde, ne mesaj var, ne başka bir şey. Dişe dokunur tek konu yok. Kaddafi’yi görüyorum o gezide, ürküyorum. Megalomani doruğunda bir diktatör. Mussolini’ye benzetiyorum.
- Başbakan Tayyip Erdoğan döneminde ise, Dışişleri uyarıyor: “Libya ile ekonomik ilişkilerde sorun yok, ama Kaddafi ile siyasi temasa da gerek yok”. Siyasi ilişkiler mesafeli. Doğru tercih.
Libya’ya Türkiye ilk kez 1972’de giriyor. O yıldan bu yana Libya’daki toplam iş hacmimiz 27 milyar dolar. Bunun 15.3 milyarı son dört yılda. Orada toplam 25 bin işçimiz var.
DAHA KANLI
Libya tam kabile devleti. Ordudan gelen, darbeyle iktidarı ele geçiren Kaddafi aynı zamanda sosyalist. İslam ve sosyalizm karışımı bir rejim kuruyor.
Kişi başına gelir 14 bin dolar görünse de, Libya büyük ölçüde çöl bedevilerinin ülkesi. Sefalet yaygın. Temel hak ve özgürlüklerden kimsenin haberi yok. Kırk yıldır da, kimsenin böyle bir istemi yok. Uluslararası alanda yalnız bir ülke.
Şimdi Amerikan projesi kapsamında. Tunus ve Mısır’dan sonra Kaddafi’nin devrilmesi uzun zaman almayacak. Ancak, diğerlerine göre, daha kanlı olacağa benziyor.
TV’de oğlunun konuşmalarını izliyorum. Babasından farkı yok. Sonu da, babasına benzeyecek.
Zaman’da ‘Cadı Kazanı’
AMERİKA’da komünist avı. O onu ihbar ediyor, diğeri öbürünü, öteki berikini. “O komünist” diyerek.
Soğuk savaşın en hızlı döneminde Amerika’da, Arthur Miller’in kaleme aldığı “Cadı Kazanı” oyunundaki gibi, insan avı başlıyor. Haklı haksız, yerli yersiz, haklı bile olsa, birileri kendine ters gelen insanları ihbar ediyor, listeler yayınlanıyor, listelerde yer alan isimler kısa sürede tutuklanıyor. Temel hak ve özgürlükler açısından Amerika’nın en karanlık dönemi.
Geçen gün bazı gazeteler Soner Yalçın’la birlikte yeni bir TV’de çalışacağı öne sürülen gazetecilerin isimlerini yayınlıyor. Doğru bile olsa, sanki o isimler suçlu ve Ergenekon sanık adayı. Liste yayınlayarak korku salmak, insanları deşifre etmek. Tam “Cadı Kazanı”.
Bunu yapanlardan biri de, her hafta medyaya ahlak ve fazilet dersi vermeye kalkan Ekrem Dumanlı yönetimindeki Zaman gazetesi.
Dinimizde insan avına çıkmak var mı?
11 milyon Euro’ya bir bardak soğuk su
BEŞİKTAŞ’ın anlı şanlı transferlerinden biri de, muhteşem golcü Almeida. Kalecilere göz açtırmıyor, iğne deliğinden gol atıyor, hiç fırsat kaçırmıyor.
Ne hikmetse, Almeida ile ilgili bu laflar şimdiye kadar doğrulanmıyor. Adamın ayağına zaten pek top gelmiyor, geldi mi, bir işe yaramıyor.
Almeida için Beşiktaş Werder Bremen’e iki milyon Euro bonservis bedeli ödüyor. Kendisine de, üç buçuk yıllığına 9 milyon 150 bin Euro veriliyor. Etti mi, 11 milyon 150 bin Euro.
Fenerbahçe maçında kaleci ile karşı karşıya kalıyor, golü atamıyor. Maçın kader anı. Bu kadar pahalı futbolcular neden alınıyor? Kritik maçları çevirmek için.
Almeida da çeviriyor maçı, kaçırdığı gol, günümüzün popüler deyimiyle, kırılma anı. Fenerbahçe kırıp götürüyor maçı.
Biraz sabredelim, hâlâ 11 milyon Euro ediyor olabilir. Göreceksiniz, Almeida günün birinde maçı çevirecek, hepimiz dişimizi kıracağız.
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2011
MECLİS kürsüsünde iktisat profesörü Sadun Aren tane tane konuşuyor:<br><br>“Sizin yaptığınız plan değildir, aldatmacadır. Ekonomik kalkınma için yapılması gereken ekonomiyi baştan sona düzenleyen bir plan yapmaktır.”
Adalet Partisi milletvekilleri sıralara vuruyor, “komünistler Moskova’ya” diye bağırıyor. Sadun Hoca istifini hiç bozmuyor:
“En iyi plan Sovyetlerde yapılıyorsa, evet, onu örnek almak gerek.”
Ardından nasıl plan yapılır, sosyalist sistemde ekonomik kalkınmaya nasıl ulaşılır, onu anlatmaya başlıyor.
450 kişilik Mecliste 240 sandalyeye sahip Adalet Partisi (AP) iktidarı bu kez çıt çıkarmadan TİP milletvekili Sadun Hoca’yı dinliyor. Ders dinler gibi.
Yıl 1965. Türkiye İşçi Partisi (TİP) 15 milletvekili ile Mecliste. AP seçimde yüzde 52 oy alarak, iktidara geliyor.
TİP ile birlikte, Türkiye Parlamentosunda ilk kez sosyalist bir parti giriyor. TİP 15 milletvekili ile Mecliste en küçük parti ama, ana muhalefet gibi. Attığı her adım, söylediği her söz Türkiye’nin gündemini belirliyor.
ELLİNCİ YILBu yıl TİP’in kuruluşunun ellinci yılı. TİP 13 Şubat 1961’de 12 sendikacı tarafından kuruluyor. Kısa sürede işçi ve köylü sınıfının, Kürt hareketinin, aydınların, sol ve ilerici kuruluşların partisine dönüşüyor.
Yazının Devamını Oku 18 Şubat 2011
“TÜRK halkı ve seçim süreci bu anlattıklarınızın çözüm ortamını yaratacaktır. Bu bakış açısıyla, seçimleri büyük ilgiyle izleyeceğiz.”
Bu sözler Amerika’nın Ankara Büyükelçiliği yetkilisine ait.
ABD Büyükelçisi Ricciardone Odatv baskını üzerine sorulan soruya, “Türkiye’de hükümet bir yandan basın özgürlüğünden söz ediyor, diğer taraftan gazeteciler gözaltına alınıyor, bunu anlamıyoruz” diyor.
Bu sözü ciddi yankı uyandırıyor, aynı zamanda AKP’nin hışmına uğruyor.
AKP’den ve hükümetten büyükelçiye eleştiriler yöneltildiği saatlerde ABD Büyükelçiliğinden bir yetkili CHP Konya Milletvekili Atilla Kart ile Meclisteki odasında görüşüyor.
İlginizi çekiyor mu bu olay?
Üstelik Washington’dan büyükelçiye destek gelmişken.
‘HEDEF MECLİS’ABD yetkilisi “Türkiye’de neler oluyor, CHP bunlara nasıl bakıyor” merakında. Atilla Kart çok açık:
Yazının Devamını Oku 17 Şubat 2011
O konuşuyor, onun sözlerini Adalet Bakanı başıyla onaylıyor.
Geçenlerde Anayasa Mahkemesinde bir tören. Anayasa Mahkemesine yeni üye olanlardan birinin töreni. Törende Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç konuşuyor, yüksek yargıya çatıyor, son kabul edilen yüksek yargıyı düzenleyen yasalarla ilgili, “ne kadar iyi oldu da, bu yasalar çıktı” yolunda tek tek görüş sıralıyor.
TV’de izliyorum, Kılıç konuşuyor, onun sözlerini Adalet Bakanı Sadullah Ergin onaylıyor, “hah işte doğrusu bu” gibilerden.
Aradan on-on beş gün geçiyor. Dünyanın en çok konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı bu kez değerli bir meslektaşımıza, Murat Yetkin’e demeç veriyor. Hedefte yine yüksek yargı başkan ve kurumları var, “yıllarca uyudular”. Ne üslup ama.
Buna karşılık, Haşim Kılıç belli ki, uyumuyor, uyanık vatandaşlarımızdan biri.
İnsanın aklına önce şu geliyor, seçim yaklaşıyor, hani Anayasa Mahkemesi Başkanlığı sonrasında Kılıç’ı AKP milletvekilliği keser mi?
Kesmese de, bu çıkışlarıyla Kılıç artık tarafsızlığını bütünüyle yitirmiş bir başkan olarak, o koltuğu terk etmek zorunda. Anayasa Mahkemesi’ne duyulan güveni bizzat başkan sarsmış bulunuyor.
TASARI MECLİSTEHaşim Kılıç öyle uyanık ki, uyumadığı ayrıca şuradan belli.
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2011
PEK çok dava içinde 12 Eylül döneminden iki dava anımsıyorum. Barış Derneği davası ile Tek Tip Elbise davası. O iki davada süreç öyle işliyor ki, savunma avukatları duruşmalarına girmekten vazgeçiyor. Hatta, bir ara sanıklar da duruşmaya çıkmıyor.
Sonraki yıllarda yine bir kaç dava var ki, sanık avukatları duruşmaya girmekten yine vazgeçiyor.
Günümüzde Balyoz Davası sanıklarını savunan avukatlar benzer bir yönteme başvurmak için önceki gün aralarında toplantı yapıyor. Toplantıdan şu anda karar çıkmıyor, ama belli ki, konu üzerinde görüş alış verişi sürüyor.
ÜÇ AYAKLI
Taş Devrinden bugüne kadar mahkemeler üç ayaklı.
Mahkeme, davanın görüldüğü yer anlamında. Mahkemede muhakeme yapılıyor. Üç ayak muhakeme sırasında ortaya çıkıyor. Yargıç, iddia makamı, savunma makamı. Bunlardan biri eksik olursa, muhakeme eksik yapılmış oluyor. Hukuk eksik kalıyor.
Bunu önlemek üzere, eğer savunma makamı, yani sanık avukatları duruşmaya girmiyorsa, mahkeme baroya başvurarak avukat istiyor.
Aksi halde, savunma duruşmada yerini almıyorsa ve buna rağmen mahkeme karar vermiş ise, hemen hemen kesin bir durum var:
Yargıtay mahkeme kararını bozuyor.
Çünkü, Anayasanın 38. maddesi, hak arama hakkı, ihlal edilmiş kabul ediliyor.
KUTSALDIR
Kaldı ki, yine Taş Devrinden bu yana, son söz sanığa ait.
Avukatlar duruşmada yoksa, sanıklar duruşmaya girmemiş ise, yine klasik hukuk kuralları eksik kalmış oluyor. Sanıklar son sözlerini söylememiş oluyor.
Balyoz Davasında savunma görevi üstlenen avukatların neden uzun uzun toplantı yaptıkları ve neden karara varamadıkları belli.
Sanıkları kendileri mi savunacak yoksa, böyle bir durumda, mahkemenin barodan isteyeceği avukatlar mı görevi üstlenecek?
Boşuna söylenmemiş, savunma kutsaldır, diye.
Zil mi taktınız, yaralı mısınız
SON üç yıldır en çok kullanılan sözlerden biri şu: “Bu ülkede kimin başına, ne zaman, ne geleceği artık belli değil.”
Kim, ne zaman, hangi nedenle suçlanacak ve gözaltına alınacak, belli değil. Hayır, belli. Eğer, iktidardan farklı düşünen biri iseniz, mesleğiniz ne olursa olsun:
- İşinizi kaybetmeniz mümkün.
- Gözaltı mümkün.
- Süresi belli olmayan tutukluluk mümkün.
Oda TV baskını ve Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Ayhan Bozkurt’un bu zincirin son halkası. Sadece o değil, basın özgürlüğünün, eleştiri hakkının yerlerde süründüğünün resmi.
Basın özgürlüğüne dönük kısıtlamalar uluslararası basın kuruluşlarının da, AB’nin de dikkatinden kaçmıyor.
Oda TV baskını karşısında alınacak tavır kimlik sorunu. Zil takıp oynuyor musunuz, basın özgürlüğü adına yüreğinizde açılan derin yaralar depreşiyor mu?
Mahkeme gereksiz, belli onlar suçlu
Adamlar çoktan karar veriyor, mahkemeye filan gerek yok. Balyoz Davası nedeniyle son tutuklamalar üzerine, malum bir gazetenin dünkü manşeti:
“Sulandırma Çabaları Boşuna, Bu Belgeler Lafla Çürümez.”
Adamlar belgeleri hukuken incelemiş, hepsinin birer darbe kanıtı olduğunu ispatlamış, adı geçen subay ve generallerin darbe yapacaklarına hukuken inanmış ve sonunda mahkumiyet kararını vermiş.
Devam eden yargı sürecini etkilemek değil de, ne bu? Suç değil mi?
Ya köşelerde yazılanlar? Manşetlerden geri kalır yanı yok. Hukuk adına utanç veren yazılar.
Birisi hep tehdit ediyor
ODA TV baskını ile bağlantılı olarak Soner Yalçın ve üç meslekdaşımızın gözaltına alınması birilerine yeniden fırsat veriyor.
Eskiden halim selim tavrıyla kendine çevre yaratmaya çalışan bir “gazeteci(!)” şimdi şahsiyetini buluyor. Ne zaman gazeteciler gözaltına alınsa, gazeteciler ne zaman susturulmak istense, hazret anında TV’lerde:
“Ancak, iyi bilinsin ki, medya, bürokrasi, iş dünyası ve terör örgütü arasındaki ilişkiler eninde sonunda (Türkçesi de bozuk, önünde sonunda olacak, yd) gün yüzüne çıkacak.”
Hazret kime güveniyor ve hangi bilgilere sahip? O bilinmez, bilinen TV’lerde ve yazılarında sürekli olarak, görevini bağımsız ve objektif yapan gazetecileri tehdit etmekle meşgul.
Yazının Devamını Oku