15 Şubat 2011
FOTOĞRAF her şeyi anlatıyor. Kahire’de isyanın merkezi Tahrir Meydanı’nda askerler, alanı terketmeyen ve direnişte ısrar eden halkı copluyor. “Tam Başkan Yardımcısı olacak adam.”
Bu cümle Amerikan belgelerinde yer alıyor. Amerikalıların işaret ettiği isim Mısır İstihbarat Şefi Ömer Süleyman. Devrik Başkan Mübarek’in halk isyanı başladığında, Başkan Yardımcılığına getirdiği kişi.
Ancak, Ömer Süleyman’ın bu görevi, şu anda görüldüğü kadarıyla, pek uzun sürmüyor. Belki hala Başkan Yardımcısı belki değil, ama olsa bile, kağıt üstünde, fiilen kıymeti harbiyesi yok gibi.
Şimdi ipler Savunma Bakanı Muhammed Hüseyin Tantavi’nin elinde.
Mısır müthiş bir serüven yaşıyor. Diktatörü devirelim, derken, gerçekten o diktatörü kovuyor ama, bu kez başına bir başka diktatör geliyor.
BİZ İYİ BİLİRİZ
Mısır’da halk isyan ediyor. İsyanı Amerika destekliyor. Mübarek isyana 18 gün dayanabiliyor, sonunda çekilmek zorunda kalıyor.
İsyan süresince, ordu sesini pek çıkarmıyor. Çıkarmayışı, isyanı destekleme anlamına geliyor.
Neden desteklediği son iki gün içinde belli oluyor. Mübarek düştükten sonra, ordu yönetime el koyuyor. Tahrir Alanında askerlerin halkın coplaması ordunun yönetime el koyduğunun aynası. Bundan sonra ne yapacağının da habercisi.
Ordu ilk iş olarak Meclisi feshediyor. Anayasayı askıya alıyor. Yeni bir Anayasa için komisyon kurulacağını açıklıyor.
Bu açıklamanın ne anlama geldiğini dünyada en iyi bilenlerden biri de, biziz.
Yeni diktatör Tantavi seçimlerin Eylül’de yapılacağını söylüyor. Gerçekten Eylül’de mi, belli değil. Hangi koşullarda, nasıl bir seçim, belli değil.
YANILMAK
Mısır’da halk demokrasi isteyerek isyan ediyor, isyan dönüp dolaşıp, yeni bir diktatörün iş başına gelmesiyle sonuçlanıyor.
Bu arada Mısır’daki hareketi demokrasinin habercisi, halkın demokratik isyanı olarak niteleyenlerin tamamı yanılıyor.
Mısır’da yanılanlardan biri de, Amerika. Başından beri isyanın arkasında duran Amerika, Mübarek’in ayrılmasını alkışlıyor. Ya şimdi?
Şimdi düğüm şu: Amerika ile Mısır’daki ordu yönetimi hangi koşullarda uzlaşacak?
Demir parmaklıkları kıran Mısır Halkını şimdi yine parmaklıklar bekliyor.
Umarım, yanılırım.
Torbadan çıkanlardan ikisi
ÜNLÜ “Torba Yasa” Mecliste kabul ediliyor. Bu yasa birbiriyle ilgisi olmayan 72 ayrı yasada değişiklik yapıyor. Pek çok kurum bu değişiklikler içinde dikkatini belli maddelere veriyor.
Son olarak dikkat çeken değişikliklerden ikisi şöyle.
- Son zamanlarda sıkça tartışılan içki yasakları. Alkollü içki yasağının kapsamı genişliyor. İnternet, faks ve telefonla alkollü içki sipariş ettiniz. O siparişiniz size artık ulaşamaz. Çünkü, bu biçimde içki satanlara 20 bin lira 100 bin lira arasında, çok yüksek para cezası kesiliyor.
“İçkide kısıtlama yok” sözü havada kalıyor.
- Kömür yardımı Kamu İhale Yasası dışında bırakılıyor. Kömür yardımı seçim döneminde iktidarın en önemli araçlarından biri. TKİ’ye ait kömür alanlarından gönderilecek kömürler için bundan böyle Bakanlar Kurulu kararı yeterli olacak.
Seçime giderken herhangi bir yere kömür hemen dağıtılabilecek.
‘Tarihten gelen çığlık’
“TAM ameliyata başlamıştık ki, Rumların attığı havan mermileri hastane üstüne düşmeye başlamıştı.”
Kıbrıs’la ilgili yüzlerce kitap, bir bölümü anı, birebir yaşanmış öyküler. Bir bölümü diplomatik araştırma içeriyor, bir bölümü sorunun uluslararası hukuk ve siyasal boyutunu işliyor.
Kıbrıs’a ilişkin yayınlanan kitaplara son olarak bir yenisi ekleniyor. Emekli yarbay Atilla Çilingir 1974 Barış Harekatına katılıyor. Daha sonra orada görev yapıyor. Emekli olduktan sonra Kıbrıs üzerine beş kitap yazıyor. Şimdi altıncısı piyasada, “Tarihten Gelen Çığlık”.
Kitap, 1955-1974 arasında Kıbrıs’ta yaşananları görgü tanıkları ağzından anlatıyor. Anlatanlardan biri de, Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu. Eroğlu ameliyat masasında Hipokrat Yeminine bağlı bir doktor, dışarıya çıkınca Mücahit Yeminine bağlı bir mücahit.
İbret dolu öykülerin yer aldığı kitapta, günümüzde Türkiye-KKTC arasında beliren diplomatik soruna ışık tutacak bir cümlesi var Eroğlu’nun:
“Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi bizim kırmızı çizgimizdir.”
Türkiye’den vazgeçemeyiz, anlamında. Çilingir’in kitabı KKTC ile tartışmaların yoğunlaştığı bir sırada, Kıbrıs’ın neler uğruna, nasıl kazanıldığını yeniden gözler önüne seriyor.
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2011
-”ATATÜRK’e suikast nerede yapıldı?<br><br>-Etrafı su ile çevrili kara parçasına ne denir?
-İktisat Kongresi nerede yapıldı?”
Sözlü sınavda bu sorulara verilen yanıtlar kem-küm olunca, sınav heyetinden yardım geliyor. Örneğin, suikast yeri İzmir, Manisa, Aydın’dan biri olabilir mi, gibi.
7 Kasım 2010 günü Adalet Bakanlığı sorumluluğunda icra müdürlüğü sınavı yapılıyor. CHP Konya milletvekili Atilla Kart Meclis tutanaklarına geçen konuşmasında sınavı anlatıyor:
“Yazılı sınavlarda ikinci, üçüncü, dördüncü, on ikinci, on sekizinci olanlar, bu böyle gidiyor, bu çocuklarımız, bu yurttaşlarımız mülakat, sözlü sınav sonucunda 590’a, 595’e, 599’a savruldular”.
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2011
KUCAĞINDA on altı aylık bebeğiyle İzmir’e uçmak isteyen kadına THY görevlisi uçuş izni vermiyor. “Bebekle sizin soyadınız aynı değil, uçmanıza izin veremem.”
Kadın şaşırıyor, nedenini soruyor:
“Soyadınız tutmadığına göre, bana boşanma ilamını göstermeniz gerek.”
Kadın izah ediyor:
“Ben evlenmedim ki.”
THY personeli Çağrı Ulaş Atalay inat içinde:
“Sizin özel hayatınız bizi ilgilendirmez. Velayet belgesi ya da uçuş izni için babanın izin belgesini getirin o zaman.”
Tabii ilgilendirmez, bu arada tartışma uzayınca, o THY görevlisi, Çağrı Ulaş Atalay, “Üstlerime sormam gerek” diyor.
Bebek ve annenin soyadı tutmayınca, THY babanın iznini ya da annedeki velayet belgesini soruyor, onlar yoksa, uçağa almıyor.
Çocuk kaçırmalarına önlem olmak üzere. Sanki, çocuk kaçıracaklar mutlaka uçağa biniyormuş gibi.
Peki, kabul, Türkiye’de annesi ile şu ya da bu nedenle aynı soyadını taşımayan on binlerce çocuk var. Ne olacak? Onlar uçağa binemeyecek mi?
Elbette binecek, çünkü yasal olarak, yurt içi yolculuklarda boşanmış dahi olsalar, anne ve bebeğin kimliği yanlarındaysa, uçabiliyor.
Kimlikte anne adının tutmasına rağmen, THY görevlisi anne ve bebeğe uçuş izni vermiyor.
MANTIKSIZLIK ZİNCİRİ
Kadın haklı olarak sinirleniyor, “polis çağıralım” diyor. THY görevlisi Atalay yüksekten uçuyor, “bize işimizi öğretmeyin”.
Tartışma uzuyor, sorunu çözmek için üç THY görevlisi geliyor. Hilmiye Ürkmez, Duygu Yılmaz, Yavuz Bozkurt. Hepsi aynı telden çalıyor.
Duygu Yılmaz araya giriyor, “Çocuğun babası buraya gelsin, yoksa uçamazsınız”.
Kadın çocuğun babasına telefon ediyor, babası hava alanına gidiyor.
Şimdi sıkı durun. Mantıksızlık zinciri devam ediyor.
1- Bebeğin babasını gören bu dört THY’li, hiç bir biçimde babanın kimlik kontrolünü yapmadan uçuş kartını veriyor.
Oraya gelen adamın, bebeğin babası olduğu nereden belli? Madem, o kadar sıkı denetim var, uçuş kartını nasıl veriyor?
2- Bebeğin babası aynı kentte değilse ne olacak? Adam o dört THY personeline bunu soruyor. Yanıt evlere şenlik: “Telefonla sorardık.”
Telefonda sordukları kişinin, bebeğin babası olduğu ne malum?
Bebeğin babası bu soruyu sorunca, yanıt yeniden evlere şenlik: “Faks çekmesini isterdik”. Faksın bebeğin babasına ait olduğu ne malum?
Bu sorular THY görevlilerini geriletiyor. Mantıksızlık sırıtıyor.
YÖNETİME ŞİKAYET
Geçen perşembe günü İstanbul Atatürk Havalimanı’nda yaşanan bu olayı bu kadar yakından nasıl biliyorum?
Çünkü, benim başıma geliyor, bebeğin babası benim.
Uçak kalktıktan sonra THY yönetimini arıyorum. Nedense, Genel Müdür Temel Kotil’e iki gün boyunca ulaşamıyorum. Kotil çok meşgulmüş.
Bununla birlikte, THY’nin üst düzey yönetimine ulaşıyorum, onlardan yakın ilgi ve nezaket görüyorum. Mantıksızlığın onlar da farkında. Gün içinde bir kaç kez görüşüyoruz.
O dört THY görevlisi ile ilgili THY yönetiminin yaptığı idari soruşturma ayrı. Bir vatandaş olarak o sonucu bilmek istiyorum.
Ben o dört personelle ilgili yasal hakkımı ayrıca kullanacağım.
Üniversitelerde zoraki, ucuz bildiri
ÜNİVERSİTELERARASI Kurul Başkanı Prof. Yavuz Coşkun dün kurul üyelerine bir yazı gönderiyor. Kısa girişten sonra asıl meseleye geliyor:
“Üniversitelerarası Kurul olarak YÖK Başkanı Sayın Prof. Yusuf Ziya Özcan’ın üniversitelerde kılık, kıyafete ilişkin sorunların ve bununla ilişkili olarak ortaya çıkan ve çıkabilecek gerginliklerin çözümüne yönelik içtenlikli çabalarını olumlu buluyor ve destekliyoruz.”
Kurul böyle bir açıklama yapacakmış. Yusuf Ziya’nın türban yasağını kaldıran girişimine, hele de Danıştay yasağından sonra, destek.
Başkan Yavuz Coşkun kurul üyelerine gönderdiği açıklamaya ekliyor:
“Saat 15.00’e kadar görüşünüzü bildirin.”
Böyle bir zorlama Üniversitelerarası Kurulda ilk kez görülüyor. Üyeler yazılı olarak bildirecek, kimin türbanı desteklediği, kimin karşı olduğu ortaya çıkacak.
Yani, kurul üyelerine fişleme.
Yazısının girişinde özgür, estetik, etik üniversite edebiyatıyla üniversitenin faziletini anlatan Yavuz Coşkun bu zorlamayla, yaptığı edebiyata ters düşüyor. Bir profesör için hazin çelişki.
O bir yana, Yusuf Ziya’yı destekleyen bildiriyi önceden yazıp, buna destek istemek, hangi özgür üniversite ile bağdaşıyor? Başkan Coşkun kurulda bunu tartışmadan, neye dayanarak destek arıyor? Zorla destek değil mi bu?
Demokratik ülkelerde değil, ancak polis devleti üniversitelerinde bunun gibi emir-komuta zinciri içinde destek bildirileri yayınlanıyor.
Yukardan gelen emir değilse, yağ çekmek ki, üniversite kavramına yine hiç yakışmıyor. Çok ucuz iş.
Yazının Devamını Oku 8 Şubat 2011
ÖFKE dolu tepkiler dışında, olayın aslı ne?
Kıbrıs’ta tam ne oluyor? Başbakan Erdoğan neden o kadar sinirli? Kim, hangi pankartları taşıyor? Nedir işin içyüzü? Araştırınca ortaya çıkan tablo epey farklı.
KKTC’de görevli biri var. Hazret inanılmaz pervasız, sürekli yüksekten uçuyor, sömürge valisi edasıyla KKTC’de görevli bürokratlara, hatta siyasal sorumluluk taşıyan yöneticilere:
“Hayır, bu olmaz, bunu öyle yapmayacaksınız, şöyle yapacaksınız”.
Hazret KKTC yönetimine sürekli ders ve talimat vermekle meşgul, “O öyle olacak, bu böyle olmayacak” tarzıyla, ayağında çizme, elinde kamçı eksik.
‘BU ADAMI ÇEKİN’Türkiye’nin Kıbrıs’ta büyükelçiliği dışında, bir de Türkiye Yardım Heyeti var. KKTC’ye giden yardımlar bu heyet üzerinden.
KKTC’de sıradan vatandaştan yöneticilere kadar, söz ve davranışlarıyla pek çok kişiyi rencide eden hazret, bu heyetin başı, Türkiye’nin atadığı biri.
Kıbrıslıları sürekli olarak, “Madem parayı biz veriyoruz, o zaman bizim istediğimizi yapacaksınız” mantığı ile aşağılıyor. Çirkin ve kabul edilemez.
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2011
“YÜRÜYÜŞE katılan sadece işçiler olsa, sendikalar bunu denetler, işçiler birbirini kontrol eder ama, araya radikal öğrenci gurupları sızmış, onları sendikalar kontrol edemiyor.”
Ankara’da biber gazı ve basınçlı su kullanan polisin müdürlerinden biri, işçilerin protesto yürüyüşüne katılan CHP milletvekillerine bunu söylüyor.
Polise göre, işçileri kışkırtan, polise taş atan zaten işçiler değil, araya sızan radikal öğrenci gurupları.
Nasıl oluyorsa, her türlü fenalığın başı, bu radikal öğrenci gurupları.
Taş atan o radikal öğrenciler olsa bile, Ankara Valiliği daha başta işçilerin protesto yürüyüşüne izin vermemiş, daha başta yürüyüşü engellemek için yanında biber gazı ve basınçlı su getirmiş, daha başta gerginlik tohumları ekilmiş.
Şimdi “radikal öğrenci gurupları”, deyip biber gazına ve basınçlı suya mazeret bulmaya çalışmak, pek makul gelmiyor. Kaldı ki, o guruplar düşman mı?
İKTİDAR İNADIİşçilerin Torba Yasada çalışma yaşamını yeniden düzenleyen maddelerle ilgili protesto yürüyüşüne CHP milletvekilleri de katılıyor.
Polis milletvekillerine hiç bir müdahalede bulunmuyor. Hatta, sık sık polisle CHP milletvekilleri arasında olay çıkmasını önlemek üzere, diyalog kuruluyor. CHP Gurup Başkan Vekili Muharrem İnce işçi liderleri ile polis müdürleri arasında gidip gelerek, olayların daha da büyümesini önlüyor.
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2011
TUNUS’tan sonra ama Mısır’daki ayaklanmadan kesinlikle önce, Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın açıklaması var:<br><br>“Mısır’da istikrarlı bir hükümet var.”
Bu tek cümle Amerika’nın o büyük projelerine rağmen, nasıl yanıldığının açık göstergesi. Clinton’ın açıklamasının mürekkebi daha kurumadan Mısır patlıyor.
Yine de, Tunus belki değil ama, iki ileri, bir geri, Orta Doğu’da Amerika atağa geçmiş durumda.
Ufukta bekleyen tehlike, radikal İslam. Ona karşı ılımlı İslam projesi.
O tehlikenin işaret fişekleri, üçlü. Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütleri. Üçü de, radikal İslam. Üçü de, kanlı eylemlere imza atmış.
TEKNOLOJİ VE DEMOKRASİAmerika yaklaşan bu tehlikeyi savuşturmak amacıyla, halk ayaklanmalarını desteklemeye başlıyor. Bugün yıkılmaya yüz tutan rejimlerin yıllardır arkasında durmuş bile olsa.
Ayaklanmaların adını da, demokratikleşme koyuyor.
Amerika’ya yardımcı olan, kendisinden bağımsız bir alem var. Teknoloji, internet, iletişim. İnsanlar kendi çevrelerinde ve dünyada olup biteni artık o anda öğreniyor ve bundan etkileniyor. Son olarak dün Yemen’e de sıçrayan ayaklanmalarda iletişimin etkisi müthiş.
Yazının Devamını Oku