Yalçın Doğan

İleri demokrasi şimdi serbest pazar ekonomisinde

31 Mart 2011
DOLAR bundan böyle bir liranın üzerine çıkmayacak. Bir liranın üstünde satan, alan, satıldığını, alındığını görüp de, mahalle karakoluna bildirmeyene günde kırk sopa atılacak.

Ürettiği mal ne olursa olsun, üretimin yarısını ihraç etmeyen bir ay katıksız hapis yatacak. Hâlâ ihraç etmiyorsa, hücreye konulacak, havalandırmaya ancak haftada bir çıkartılacak.
İthalatla uğraşan ticaret erbabı, ithal ettiği malın onda birini oturduğu mahalleye bağışlayacak. Onda birden azını bağışlamaya kalkanlar, gizli örgüt üyeliğinden gözaltına alınacak, ithal lisansı askıya alınacak. Askı süresine mahalledeki karakolun komiseri karar verecek.
Çalışma saatleri bundan böyle haftada 72 saate çıkacak. Ekonomimizin büyük atılıma sahne olduğu şu günlerde, günde on iki saat çalışılacak, cumartesi günleri tatil olmaktan çıkartılacak. Günde on iki saatten az çalışan olursa, kamu güvenliğini bozduğu için çalışma kampına gönderilecek. Az çalışanları gören, bilen, görüp ve bilip de, mahallenin karakoluna bildirmeyen olursa, onlar da, açık ve yakın tehlike oluşturduğundan, örgüt üyeliğinden içeri atılacak.
Tüketim malları üzerine malın maliyeti, miktarı, satış fiyatına ilişkin etiket yapıştırılacak. Kasaplar, bakkallar, manavlar, marketler, süper marketler, her türlü elektronik mal satanlar, ayakkabı ve giyim mağazaları, hazır eşya ve beyaz eşya dükkanları bu etiketleri mutlaka kullanacak. Kullanmayanlar örgüt üyeliğinden gözaltına alınacak.
BANKALARBankalar faiz oranlarını hükümete danışarak ilan edecek. Danışmadan ilan eden ya da el altından farklı faiz oranı uygulayan bankacılar, dava açmaya gerek olmaksızın, üç ay hapse mahkum edilecek.
Bankalar kime, ne kadar kredi vereceğini Merkez Bankası ile DPT’ye sorarak karar verecek. Bu kurala uymayan bankacılar, gizli örgüt üyeliğinden içeri atılacak.
Bankaların kimlere kredi kartı vereceğine mahalle karakolu karar verecek. Karakola bildirmeden kredi kartı veren bankacılara önce otuz sopa vurulacak, sonra gizli örgüt kurmaktan hapse atılacak. Fazla harcama yapan kredi kartları, yayınlanmamış kitaplar gibi, toplanacak.

Yazının Devamını Oku

Heeey Güllük Dalyan ölüyor

30 Mart 2011
BALIK çiftlikleri artık kıyılara yakın yerlerde değil. Uzun uğraşlar, yıllar süren çabalar sonunda onların açık denizlere taşınmasına karar veriliyor.

Ve bu karar doğrultusunda balık çiftlikleri kıyılardan taşınıyor. İlle bir şey olacak ya, açık denizlere değil, taşınmanın maliyetinden kurtulmak için, karada kazılmış havuzlara.

Çevre kirliliğinin, deniz kirliliğinin, turizmi öldürmenin, koca tesisleri bataklığa çevirmenin, denizdeki canlıları yok etmenin araçlarından biri balık çiftlikleri. Çünkü, pislik üretiyor. Denizin dibini bataklığa çevirirken, o sahillerde denize girmeyi de imkansız kılıyor. Üstelik tehlikeli, köpek balıklarını davet ediyor.

Bu konuda yıllardır kim bilir, kaç yazı yazıyorum. Buradan milyonlar kazananlar beni mahkemeye veriyorlar, davaları kaybediyorlar. Rüşvet teklif ediyorlar, çüşşş, yine balık çiftliği yazıları devam ediyor.

Kuralına göre iş yapmak yok. Amaç, bir yerlerden fırsat yakalamak.

Yazının Devamını Oku

Bugünlere, ‘Özel yetkili mahkemeler’le geldik

29 Mart 2011
TAM kırk yıldır baskı rejimi, tam kırk yıldır yargı sistemi üzerinden korku rejimi. 1973’ten bu yana.

1973 kritik bir yıl. 12 Mart darbe dönemi. 12 Mart’ın esip savurduğu ortamda ünlü DGM’ler (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) kuruluyor. Günümüzdeki sistemle, özel yetkili ağır ceza mahkemeleri.
DGM’ler örgüt kapsamında işlenen suçlara, anayasal düzene karşı işlenen suçlara, milli savunmaya ve devlet sırlarına karşı işlenen suçlara bakıyor. DGM’lerde bir askeri yargıç var. İşleyişi ve yetkilerindeki demokrasiye aykırı kurallar nedeniyle, DGM kararları Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden (AİHM) sürekli dönüyor, Türkiye sürekli tazminata mahkum oluyor.
DGM’ler askeri darbe ürünü. 1976’da kaldırılıyor, 1983’te Özal döneminde yeniden kuruluyor.
AKP’NİN ÜRÜNÜAKP 2004’te, AB uyum sürecinde büyük demokratik reformlar yapıyor ya, işte DGM’leri de o sırada kaldırıyor. Helal olsun.
Ancak, DGM’ler kalkarken, aynı anda bugünkü özel yetkili mahkemeler kuruluyor. 12 Mart’ın DGM’leri yerine.
Sistemin işleyişi ve mantığında aslında hiç bir değişiklik yok. Tek değişiklik, DGM’lerdeki askeri yargıcın özel yetkili mahkemelerde bulunmayışı. Yoksa soruşturma, kovuşturma, yargılama usulü, mahkemelerin özel yetkileri, baktığı suçlar DGM’ler ile aynı.
DGM’ler demokrasiye ne kadar aykırı ise, AKP eliyle kurulan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri de o kadar aykırı.

Yazının Devamını Oku

Hitler döneminde okumak

26 Mart 2011
“KAMU güvenliğini tehdit eden, kamu düzenini bozan eserlere ve her türlü yayına (kitap, gazete, dergi ve benzeri yazılı yayınlara) el konur”. Bu kural gereği 1933 Aralık ayında Hitler yönetimindeki Almanya’da yaklaşık bin kitaba el konuyor.
Hitler, Nazi dönemi, İkinci Dünya Savaşı, Yahudi soykırımı, toplama kampları üzerine Almanya’da ve diğer Batı ülkelerinde çevrilen filmlerin, yazılan romanların, kitapların haddi hesabı yok. Bunların en yenilerinden birini geçenlerde Almanya’ya gittiğimde alıyorum. Sanıyorum, kendi alanında ilk araştırmalardan biri.
Christian Adam tarafından yazılan, “Lesen Unter Hitler”, Hitler Döneminde Okumak, olarak çevrilebilir.
Kitap bu alanda müthiş bilgiler aktarıyor, çok iyi bir araştırma. Nazi döneminin ilgili bütün kaynakları taranmış ve ortaya çarpıcı bir kitap çıkmış.
Her şey 1933’te başlıyor. Daha rejimin rengi tam belli olmadan, daha faşizme doğru adımlar atılmakta olduğu henüz tam anlaşılmadan.
1933 Aralık ayında ünlü Propaganda Bakanı Goebbels’e bağlı olarak bir kurum oluşturuluyor:
Üçüncü Reich Kültür Kurumu.
Alman düşünce hayatının ve insanların anasını bu kurum belliyor. Her türlü düşünce özgürlüğünü, okumayı askıya alan, yayın hayatını tek merkeze bağlayan bu kurum.
Kurumun ilk yaptığı iş, bin kitabı yasaklamak. Rejimin işine gelmeyen ne kadar roman, felsefe, tarih kitabı varsa. Örneğin, yasak listesinde Goethe, Stefan Zweig, Thomas Mann, Freud, Erich Maria Remarque, Huxley, Mark Twain, Jules Verne, Schopenhauer, Dante var.
Bu kitapları bulunduranlar, okumuş olsun olmasın, ya hapse atılıyor ya sürgüne gönderiliyor.
FAZİLETİ KEŞFEDENLER
Derken, aynı kuruma bağlı olarak, bir yan büro kuruluyor. “Halk kültürü” bölümü.
Film, kitap, radyo, tiyatro, sanat, müzik ve elbette basın yayın faaliyetleri buraya bağlanıyor. (Adı geçen kitap, s.28).
Propaganda bakanlığı şemsiyesi altındaki bu kuruma üye olmak zorunlu, üye olmayan mesleğini icra edemiyor, kitap yazamıyor, yayın evi kuramıyor, gazetecilik yapamıyor.
Böylelikle bütün kitapçılar, yayın evleri, yazarlar, gazeteciler, kütüphaneler ancak yönetimin vizesinden geçebildikten sonra mesleklerini sürdürebiliyor.
Ceza almış, hapis yatmış yazarlar, gazeteciler ve yayın evleri buraya alınmıyor.
Buraya üye olanlar yazdıklarını üst kurula götürüyor. Sansür burada işliyor. Kuralı var, sansürün kimse farkına varmamalı. Bir duyulursa, sen artık kendine bir toplama kampı seç.
Parti, devlet ve bu kurum burada iç içe, birliktelik içinde.
Yasaklanan kitaplar dışında, 1935’te ayrıca zararlı yayınlar listesi hazırlanıyor. Benzer liste ödünç alınacak kitapları da kapsıyor, tercümeleri de.
1 Haziran 1939 dergi ve gazetelerde sansür kuralları belirleniyor.
Aynı anda iki şey daha oluyor: Ayın okuma listesi yayınlanıyor. Okunacak kitapları, rejim halka bildiriyor. Alman tarihini ve ırkını öven kitaplar, bunlarla ilgili çocuk öyküleri ve romanlara öncelik tanınıyor.
İkincisi de, ilki gibi ibretlik. Hitler’le iyi geçinen bir yayın gurubu inanılmaz kârlarla büyüyor.
Ve karşınızda her devirde takla atanlar: Bir anda bir gurup yazar çizer takımı nasyonal sosyalizmin faziletini keşfediyor. Hitler ve politikalarını öven yazı ve kitaplar yazılıyor. (a.g.k., s.129). O gazeteciler ve yazarlar pek revaçta.
MEİN KAMPF
Rejim, sıradan insanlar hakkındaki hükmünü, o insanların okudukları kitaplar üzerinden veriyor. (a.g.k., s.76).
Çünkü, amaç yeni insan, rejime sadık köleler yaratmak.
Dönemin baş tacı kitabı, hiç kuşku yok, Hitler’in yazdığı kitap, “Mein Kampf”, Kavgam.
1933 ile 1942 arasında 12.5 milyon adet basılıyor. Hitler kitaptan 15 milyon Mark kazanıyor. (a.g.k., s.116). Kitap düğünlerde, kutlamalarda, törenlerde armağan olarak veriliyor. Büyük onur. Propaganda Bakanlığı açıklıyor:
“Führer’in kitabı okumak için değil, üzerinde çalışmak ve o kitaptaki ilkeleri hayata geçirmek içindir”.
Tarih ne kadar iyi bir hoca. Neyse ki, burada aktarılan hayat tarzı artık hiç bir demokratik ülkede geçerli değil.
Çünkü, kitap ve okuma üzerinden, insanlara aslında bir hayat tarzı şırınga edilmek isteniyor. Zorla, kendi iradeleri dışında.
Yazının Devamını Oku

Kaptanın Libya seyir defteri

25 Mart 2011
“LİBYA’daki olaylar karşısında müdahale ve yaptırımları kaygı verici buluyoruz. NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey düşünülemez”. Başbakan Erdoğan Libya ve NATO bağlantılı bu sözlerini son bir ay içinde pek çok kez tekrarlıyor. Kaderin cilvesi, önceki gün NATO Komutanı Ankara’ya geliyor.

“Dışarıdan yapılacak müdahalelerin, özellikle askeri yöntemlerin çözüme katkı sağlamadığını başka örneklerde gördük. Dolayısıyla, Libya’ya yapılacak bir NATO müdahalesini, son derece faydasız görüyoruz”.

Erdoğan bu sözleri söylüyor, bir kaç gün sonra Türk savaş gemileri Libya’ya doğru yola çıkıyor.

Çeşitli tarihlerde Erdoğan’ın NATO-Libya sözleri devam ediyor. Ama, bu sefer rota tam ters yönde:

“NATO’nun devreye girmesi söz konusudur. NATO devreye girecekse, bizim bazı şartlarımız var. NATO Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tesbit ve tescil için oraya girmelidir. Yeraltı zenginliklerinin birilerine dağıtımı için değil”.

Sık sık Libya’ya ve Kaddafi’ye nasihatlar var. Bu arada:

“NATO’da yapılacak toplantıda tutumumuzu taraflara bildireceğiz. Libya’ya sadece ve sadece insani yardım amaçlı operasyonun şemsiyesi BM olmalıdır”.
BM derken, Türk savaş gemileri NATO şemsiyesi altında Libya açıklarına hareket ediyor. Silah ambargosunu denetlemek üzere. Bu arada akla çeşitli sorular geliyor.

KAÇAN FIRSAT

1- Neyi denetleyecek Türk gemileri? Libya’ya kim silah gönderecek ki, onları denetleyecek olsun?

2- Biz orada hiç bir şeye karışmayacağız, güzel. Ama, ya birileri bizim gemilere ateş ederse, biz ne yapacağız?

3- Hani BM şemsiye olacaktı? Tam da, insani yardım için bizim gemiler devrede, BM burada nerede?

4- Onca faaliyete karşı, Libya’da devre dışı kalınca, Ankara son çare olarak kıyısından köşesinden, kendine göre gerekçelerle olayın içine mi girmiş oluyor?

Ortada bir fırsat varsa, kaçırdığı fırsatı yakalamak mı istiyor?

O sorular bir yana, kural çok başka.

“Biz demokrasi, insan hakları, adalet, hukuk, evrensel değerler diyoruz. Bağdat için ne diyorsak, Trablus için onu diyoruz”.

Hepimizin içi rahat olsun.

AKP-Adalar meydan savaşı

ÇEVİK kuvvet, zabıta, belediye işçisi, biber gazı, kalkanlar, araç, gereç. Sanki savaş var. Ne oluyor? İstanbul Büyükşehir Belediyesi Adalar’a çıkarma yapıyor.
İstanbul Adalar’da son yerel seçimde belediyeyi CHP kazanıyor. AKP, Adalar Halkını CHP’ye oy verdiğine pişman etmeye çalışıyor. Önce, Adalar’a bin yıldır süren vapur seferlerini sınırlıyor.

Ardından, CHP’li belediye, yetkisi kullanarak, Adalar’da herhangi bir işe giriştiğinde, ister bir park yapımı, ister herhangi bir düzenleme, İstanbul Büyükşehir Belediyesi anında devreye giriyor.

Son devreye giriş önceki gün polisli, zabıtalı. Adalar Belediyesinin yaptığı park düzenlemesini yıkıyor, kendine göre yeniden yapıyor. Hangi hakla? Aslında, İstanbul Büyükşehir suç işliyor.

Bu nasıl iş? Başka nerede büyükşehir belediyesi diğer partilerin kazandığı ilçelerde böylesine zor kullanıyor?

Yeri geldiğinde, Başbakan Erdoğan “bütün belediyelere eşit davranıyoruz” diyor. Eşitlik bu ise, Adalar eşitler içinde tartışmasız birinci. Bilimsel söyleyelim, primus inter pares.

Düzene başkaldıranlar, hüzün

O ünlü Sandpiper filmi. Richard Burton küçük bir kasabanın titiz, güvenilir, örnek bir okul müdürü, düzenin simgesi. Elizabeth Taylor ise düzene başkaldıran, kendi kurallarıyla yaşayan, özgür bir kadın. Taylor’ın küçük oğlunun okula gitmesi gerek. Ne ki, annesi bırakmıyor.

Bin türlü görüşme sonrasında çocuk okula gidiyor gitmesine, ama iliklerine kadar kurallardan oluşan okul müdürünün hayatı allak bullak oluyor. Çocuğun anasına öyle aşık oluyor ki, ne düzen kalıyor, ne okul, ne ilke, ne evlilik. Kadın da müdüre aşık. Düzene başkaldırma galip geliyor.

Gerçek hayatta kendi içinde büyük kavgalar, gürültüler, çatışmalar. Yine de, bir kuşağın rüyalarını süsleyen aşk. Elizabeth Taylor ile Richard Burton’ın efsanevi aşkı. 20. yüzyılın en büyük aşklarından biri.

Taylor’a bakmaya erkekler kıyamıyor, Burton ise kadınların hülyalarına sığmıyor. Sadece fizik olarak değil, ikisinin de duruşu, hayatı algılayışı ve taşkınlıklarıyla bütünleşen hüzünleri.

Ne zaman Elizabeth Taylor ve Richard Burton’dan söz edilse, Sandpiper filmini hatırlarım. İkisinin de toprağı bol olsun.
Yazının Devamını Oku

İnsanlar ölüyor, ölsün, hisse senetleri tavan yapıyor

24 Mart 2011
ADRESE teslim, Akdeniz’de savaş gemisinden atılan füze Türkiye’ye Adana’dan giriyor. Urfa’ya yöneliyor, sınıra iniyor, Irak’a geçiyor ve önceden belirlenen hedefi vuruyor.

2003’te aynen yaşanan bu olayın kahramanı olan füze tomahawk, bildiğimiz Kızılderili Savaş Baltası anlamında. Hedefi hiç şaşmıyor. Bir kilo 300 gram ağırlığında, 5.5 metre uzunluğunda, tanesi bir milyon 66 bin dolar.
Tomahawk Libya’da da kullanılıyor, 19 Mart günü Amerika 124 tane tomahawk fırlatıyor. Aynı gün Tomahawk üreten firmanın hisse senetleri 42 dolardan 52.50 dolara fırlıyor. Firmanın 2010 geliri 25 milyar 183 milyon dolar.Tomahawklar ilk kez 1970’te kullanılıyor, daha sonra Yugoslavya, Afganistan, Körfez Savaşı ve Irak’ta atılıyor.

Tomahawk dışında Libya’da en çok BGL-1000 ile GBU-Paveway-2 laser füzeleri kullanılıyor. Tanesi 100 bin dolar, hedefi önce aydınlatıyor, sonra vuruyor. Şaşmıyor.

UÇAKLARDaha bomba atmadan, bir Fransız savaş uçağı havalandığı anda saati 40-50 bin Euro arasında değişen maliyete yol açıyor. Fransızlar şu anda 350 saat uçmuş durumda.

Yazının Devamını Oku

Pay alamayanlar ve saldıranlar aynı

23 Mart 2011
KALİTELİ inşaat malzemelerini Libya’da İtalya sağlıyor.

Libya’da haberleşme alt yapısının donanım ve yazılım ihtiyacını Çin sağlıyor. İki tane GSM operatörün teknik alt yapısı yine Çin firmaları tarafından kuruluyor.
Büyük inşaat projelerini Libya’da Kore ve Hint firmaları üstleniyor.
Libya’nın demiryolu projeleri ile askeri projeleri Rusya tarafından yürütülüyor.
Hastaneler, otoyollar, üniversiteler, oteller, alış veriş merkezleri, konutlarda Türkiye ile birlikte bazı Avrupa ülkeleri Libya’da faaliyet halinde.
Libya’daki pastadan hemen hiç pay alamayan üç ülke var:
Amerika, Fransa, İngiltere.
Şu tesadüfe bakın ki, Libya’yı bombardımana boğan üç ülke var:

Yazının Devamını Oku

Bir başka saldırıya kadar üç silahşorlar

22 Mart 2011
ADI üstünde, sweet oil, Libya’da çıkan petrole Batılılar tatlı petrol diyor. Öyle tatlı ki, özellikle Fransa, İtalya, İspanya bu petrolden besleniyor.

Öyle tatlı ki, Batılı petrol şirketleri ile Libya arasında 49 yıllık anlaşma var. Petrol zaten çoktan garanti altında.
Dolayısıyla, Libya’ya yönelik Batı saldırısını özellikle petrole bağlamak doğru değil. Saldırının  çok başka nedenleri var. Saldırıda başı çeken üç ülkenin ortak kaygısı başka:
Kaddafi iktidarını sürdürürse, Libya’dan kaçacak bir kaç milyon mülteci var, onların gözü Fransa, İngiltere ve İtalya’da.
O kadar insanı bu ülkeler ne yapacak? Demek, Kaddafi düşmeli ve herkes yerinde yurdunda kalmalı.
Sarkozy’nin iki ayrı derdi daha var. İlki, Tunus’ta diktatörü son ana kadar destekliyor ve dünyaya rezil oluyor. Hele de, Fransa Dışişleri ile Kültür Bakanlarının Tunus tavrı tam skandal. Sarkozy şimdi dünyaya bunu unutturmaya çabalıyor.
İkincisi de, Fransa’da gelecek yıl Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Sarkozy Libya’yı fırsat biliyor.
GÜNEY AMERİKA HARİÇGönüllüler Koalisyonu ya da Üç Silahşorlar.

Yazının Devamını Oku