14 Aralık 2005
VAN Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden bir süre önce ayrılan sekiz öğretim üyesinin durumu kamuoyuna, tutuklu Rektör Prof. Yücel Aşkın’a tepki olarak istifa etmişler gibi yansımıştı. Ancak, bu akademisyenlerin Sağlık Bakanı Recep Akdağ’dan aldıkları ‘sinyal’ üzerine istifa ettikleri savunuluyordu. Nitekim, her birinin, Bakan imzasıyla bir devlet hastanesine yönetici olarak atanması, bu savın doğruluğunu ortaya çıkardı. Yine aynı fakülte kökenli ve Bakan Akdağ’ın atadığı Prof. Dr. Nihat Tosun da iki yıl önce Ankara Atatürk Hastanesi’ne başhekim olarak atanmıştı. Bu hastaneye ‘sınavsız-barajsız’, Bakan imzasıyla klinik şefi olarak atanan yeni isimler şöyle:
Doç. Ahmet Metin (Dermatoloji Şefi), Doç. Ömer Anlar (Nöroloji Klinik Şefi), Doç. Mehmet Emin (Sakarya-Radyoloji Şefi), Prof. Nevzat Serdar Uğraş (2. Patoloji Klinik Şefi), Doç. Süleyman Alıcı (Tıbbi Onkoloji Klinik Şefi), Doç. Şaban Şimşek (1. Göz Kliniği Şefi), Doç. Mehmet Bilge (1. Kardiyoloji Kliniği Şefi), Doç. Ahmet Kutluhan (KBB Kliniği Şefi).
Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği yasaya göre yapılan son atamalarla ayrıca Fatih Üniversitesi’nden Doç. Ziya Cibaşi Açıkgöz Mikrobiyoloji Klinik Şefi, Doç. Mehmet Faik Özveren 2. Nöroşirürji Klinik Şefi yapıldılar. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden Doç. Engin Bozkurt Kardiyoloji Klinik Şefi, Prof. Ahmet Taşyaran Enfeksiyon Klinik Şefi olarak göreve başladı.
Aynı üniversiteden Sağlık Bakanlığı Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı ve Doğum Hastanesi’ne getirilen Doç. A. Filiz Avşar da, Atatürk Hastanesi’ne Kadın-Doğum Klinik Şefi olarak daha önce atanmıştı. Erzurum ve Fatih Üniversitelerinde görev yapan Op. Dr. Mehmet Oğuz Yenidünya Plastik Cerrahi Klinik Şefi, Malatya İnönü’den Fatih’e atanan Doç. M. Derya Balbay da, Atatürk Hastanesi’ne 1. Üroloji Klinik Şefi olarak atandılar.
KADROLAŞMANIN TESCİLİ
Profesör ve doçentlerin sınavsız şef ve şef yardımcısı olarak atanmasına ilişkin yasal düzenlemeyi Cumhurbaşkanı Sezer geri göndermişti. Ancak başka bir yasa içinde ek madde olarak geçirilen yasayla bir gecede şef yapıldı; hak hukuk dinlenmedi.
CHP Denizli Milletvekili Prof. Mehmet Neşşar, tıpkı ‘kaçak gecekondu’ yapar gibi, bir gecede tek imzayla atanan bu kişilere bir günde klinikler inşa edildiğini savunarak ‘Bu öğretim görevlilerinin tek bir hastanede toplanması rastlantı değil. Bu atamalar planlı bir işin parçaları’ diyor.
Ne gariptir ki, bakanlık büyük illere bu atamaları yaparken, yine Doğu’daki illerde mevcut hastanelere açık olduğu gerekçesiyle rotasyonla öğretim görevlisi göndermeye çalışıyor.
Türk Tabipleri Birliği’nin dediği gibi, bütün bunlar ‘AKP kadrolaşmasının tescili’ değil midir?
Yüce Mahkeme durdurdu
ANAYASA Mahkemesi, 12 Aralık’ta CHP’nin başvurusu üzerine, sağlık personelinin atanmasıyla ilgili, Cumhurbaşkanı Sezer’in yasa gereği 2. kez önüne geldiği için imzalamak zorunda kaldığı yasanın bazı maddelerinin yürütmesini durdurdu. İptal süreçinde Sağlık Bakanı Akdağ, ‘Yöneticimi atamak benim hakkım’ diyerek başta Van’dan istifa eden bazı profesör ve doçentleri devlet hastaneleri’ne klinik şefi olarak atadı. Akdağ şimdi suçlu duruma düşmedi mi?
GÜNÜN SÖZÜ
‘(Hükümete) Önce iş ayarlanıyor, sonra ihaleye gidiliyor. Dünyanın hangi köşesinde bir Maliye Bakanı için dört kez af çıkarılır?’
(CHP Genel Başkanı Deniz Baykal)
Etiler trafiği niye kilitlendi
ETİLER ve Ulus yöresinde yeni düzenleme ile tam bir trafik rezaletinin yaşanacağı anlaşılıyor.
Ulus yönünden gelen araçların Turizm Okulu arkasında Levent Caddesi ile Nispeti’ye Caddesi’ne girişi ve dönüşünün yasaklanması ile Ortaköy’den Akmerkez’in önüne kadar uzun kuyruklar oluştu.
Hele Koç Köprü’sünün gidiş-geliş olarak ayrılması, Akmerkez’in karşısındaki okulun arkasından Levent’e dönüş verilmesi, Turizm Okulu arkasından Levent’e geçiş verilmemesi dün sürücülerin büyük tepkisine yolaçtı.
Uygulamanın tek yararı, Ebulula Caddesi’nden yani Mayadrom yönünden gelen araçların yeni yapılan yola yönlendirilmesi... Akmerkez ve Mayadrom’un yoğunluğunu yollar kaldıramazken, bir de köprünün tek şeride indirilmesi trafiği işin içinden çıkılmaz hale getirdi.
Bu projeyi Büyükşehir yapıyor; kızacaksanız ona kızın. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’a sorulmamış bile... Başkan Kadir Topbaş, lütfen sabah ve akşam saatlerinde burayı görebilir mi?
Dersler (1)
‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir.’
(Gazi Mustafa Kemal Atatürk)
1 cip=713 ton hıyar
OKURUMUZ ALİ Dağcı, ATO Başkanı Sinan Aygün’ün, ‘Türkiye teknoloji ihraç etmeden dış ticaret açığından kurtulamaz’ başlıklı araştırmasında yer alan ‘1 kalp pili ithali için, Türk ekonomisinin 6100 kg. demir cevheri ihraç etmesini, 1 cep telefonu için 1 ton domates, 722 dolarlık bir tabanca için 5.5 ton patlıcan hesabını dehşetle okudum’ diyor.
Devam ediyor: ‘Bu arada verilen örneklerden biri de şu: ‘107 bin dolara satılan bir lüks otomobil (mesela bir cip) alabilmek için, Türkiye’nin 713 ton hıyar ihraç etmesi gerekiyormuş.’ Yani; biri cipe binecek diye 713 ton hıyar satıyormuşuz yurtdışına!’
Laptop ve laleler
‘BEN, Büyükşehir Belediye Meclisi’nin bir muhalefet partisi üyesiyim. Orada soramıyoruz bari köşenizden sorayım. Büyükşehir, üyelere dağıtılmak üzere aldığı 348 laptopu siz yazdıktan sonra veremiyor. Bunların, Büyükşehir tarafından, Proline adlı bilişim firması üzerinden DMO tarafından alınıp belediyeye satıldığı konuşuluyor. İTO’nun web sitesinde Proline’nin hizmet verdiği şirketler arasında Büyükşehir, İSKİ ve İsfalt da var. Bu neyin armağanı? Bir başka konu da, Büyükşehir 3 milyon lale soğanı dağıtması... Milletvekili Emin Şirin, Gürtuna döneminde gül getirmiş, hakkında birçok eleştiri yapılmıştı. Acaba lalelerde de bir şey var; yerli mi yurtdışından mı alındı, bedeli nereden karşılandı?’
Yazının Devamını Oku 14 Aralık 2005
HÜRRİYET’in dünkü Almanya baskısında ‘Gelişi sorunlu ama satıyoruz’ başlıklı ilginç bir haber vardı. Türkiye’den tarihi eser kaçakçılığının engellenemediği anlatılıyor. Bugün de Münih’teki Gorni&Mosch adlı antika galerisinde Türkiye’den getirilen bazı parçaların satışa çıkartılacağı anlatılıyordu. Almanya’dan bizi arayan bir Türk, bu haberi ortaya çıkaran Münih muhabiri Celal Özcan’ı kutlayarak şöyle diyor:
‘Gazetede yazdığı gibi tarihi eser kaçakçılığında Münih adeta bir üs... Bu olayların geçmişi 1970’lere dayanıyor. Müzayedeye çıkarılacak eserler Anadolu’dan kaçırılmış, çeşitli dönemlere ait tarihsel, kültürel ve dinsel mirasın birer parçası... Bunların aralarında, Hitit öncesi ve Hitit dönemine ait parçalar da bulunuyor; bunlardan biri de K.Maraş’tan getirilen Hitit hiyeroglifi... Bu parçaların satışı yarın (bugün) Münih’te yapılacak.
Türkiye’den kaçırılan eserlerin doğrudan ABD’ye girmesi zor olduğu için bu eserler önce Münih’e kaçırılıyor, antika galerisinde açık artırma ile satılıyor ve böylece aklanarak ABD ve başka ülkelere götürülebiliyor.’
Eski eser kaçakçılığını yıllardır gündeme getiren gazeteci Özgen Acar ‘Karun Hazineleri’nin, Türkiye’den kaçırıldığı çok sonra ortaya çıkmıştı. Bu eserler kaçak kazılardan sonra uzun yıllar saklanmış, daha sonra Avrupa’da galerilere ya da özel kolleksiyonculara satılmıştı. Ne yazık ki, bu parçalar da aynı yöntemle kaçırılmış’ diyor.
Haberde adı geçen Fuat Üzülmez ve Selim Mete, Türkiye’de eski eser kaçakçılığından sabıkalı kişiler, bugün New York ve Münih’te galerileri bulunuyor. Bunların kolları, uluslararası alanda bir numaralı kaçakçı olan Robert Hecht ve bu eserleri Avrupa’da pazarlamakla kullanılan galeri sahibi Dieter Gorny olarak biliniyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ABD ve AB’deki müzayede kataloglarını hiç izlemez mi?
TCDD, fahiş gümrük teminatı istiyor
ŞİRKETİMİZ uzun yıllardır Demiryollarını kullanarak ihracat ve transit yük taşımacılığı yapmaktadır. Yük ağırlığımız ise sigara ve tütündür. Demiryolları’na sağladığımız katkı hiç azımsanmayacak kadar fazladır (yılda yaklaşık 2000 vagon).
Demiryolu taşımacılığını tercih etmemizin en önemli nedenleri navlun avantajının yanı sıra devlet denetiminde olduğu için sigara vb. mallar için gümrük teminatı istenmemesidir (ta ki bugüne kadar). Şimdi gümrük bizden devletin taşıdığı mallar için fahiş gümrük teminatı istemektedir. Örneğin, 170.000 USD’lık mal için istenen teminat 1.5 trilyondur. Sadece 2 adet 20’lik konteyner muhteviyatı mal için 1.5 trilyon teminat istenmektedir.
Mersin limanında şu anda bekleyen 2 konteyner için 1.5 trilyon teminat yatırmazsak bu malları yurtdışına gönderemeyeceğiz. Bu arada yabancı müşterimizle yaptığımız anlaşmanın sonu ne olacak onu da bilemiyoruz.
Bu teminatları verebilecek Türkiye’de kaç firma vardır?
Amaç firmaları demiryolu taşımacılığından uzaklaştırmak mıdır?
Bu kararın arkasında büyük kara nakliye firmaları mı vardır?
Devlet, devletin yaptığı taşıma işine güvenmiyor mu da bu kadar teminatı firmalardan istiyor?
TCDD’nın kendi yollarında kendi personeliyle kendi vagon ve makineleriyle yaptığı taşımaya hangi mantıkla biz teminat vermek durumunda bırakılıyoruz?
Birçok firma, uluslararası demiryolu anlaşmalarına da aykırı bu sorundan dolayı çok sıkıntı yaşamaktadır.
İmza saklı-MERSİN
Ülsever, ‘Rumelili bir Türk’ demeli
SAYIN Cüneyt Ülsever’in Hürriyet’teki (11.12.2005) yazısında kendisinin de Rumelili bir Türk olduğunu ifade etmesini sevinçle karşıladım. Ancak hiçbir art niyet olmaksızın, biraz Samsun’da hemşerileri arasında yaşadığı yoğun duygusal anların etkisi ile fazla dikkat etmeden kullanmış olduğu ‘Ben Rumeli asıllı bir Türk’üm’ ifadesinin düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Zira Rumeli bir kimlik veya ırk değil, bir bölgenin ismini içeren kelimedir. Nasıl ki, ‘Ben Karadeniz asıllı bir Türküm’ diyemezseniz, bunu da demek çok doğru değil diye düşünüyorum.
Yaşadığı ve bizlere yansıttığı o güzel heyecanın etkisi ile kullanılan bu cümlenin ‘Ben Rumelili bir Türküm’ diye söylenmesinin daha doğru olacağını düşünüyor, sayın yazarı bu güzellikleri bizlerle paylaştığı için kutluyorum.
Lütfü TÜRKKAN- Rumeli Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
Sigaraya ilk yasak Şişli’den
ŞİŞLİ Belediyesi sigara yasağı konusunda İstanbul’da ilk önlemi alan belediye oldu. Belediye Meclisi, 9 Aralık’ta aldığı kararla kapalı mekanlarda sigara içilen ve içilmeyen yerlerin ayrılması zorunluluğunu getirdi. Karara göre lokanta, kafeterya, otel gibi yerlerin kapalı mekanlarında sigara içilmeyecek ve sigara içilen ayrı bir bölüm olacak. Yasağa uymayanlara 100 YTL para cezası öngörülüyor. Ayrıca fuar, alışveriş merkezi, internet kafe, sağlık kuruluşları, sinema-tiyatro ve ibadethanelerin kapalı ve açık alanlarında sigara içilmesi tamamen yasaklanıyor.
Belediye yasak kapsamına giren tüm işletmelere gerekli düzenlemeleri yapmak için tebligatta bulunacak.Başkan Mustafa Sarıgül, ‘Uygulmanın Şişli’de en üst seviyede hayata geçirilmesi için 15 Ocak’tan itibaren, görevli ekiplerle birlikte bölgedeki tüm işletmeleri denetleyeceğim’ diyor.
Çimento: Milli bağ
İP Başkanı Doğu Perinçek, ‘ABD’nin haçlı seferinde görev alanlar İslam’ı ancak istismar ederler ve ediyorlar’ diyor.
Perinçek’nun yaptığı uzun çalışmada ortaya koyduğu görüşler özetle şöyle:
‘Ortaçağ kimliklerinde direnenler, yani Cumhuriyet’e direnenler, karşıdevrimci faaliyetlerini ‘alt kimlik’ vurgularıyla sürdürmektedirler. Üst kimlik, Türk milletine mensubiyettir. ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı’ üst kimliğin kendisi olmayıp, üst kimliğin unsurlarından biridir, siyasal unsurdur.
‘Din çimentodur’ görüşü, Kemalizm’e düşmanca bir tavır yansıtır, ancak 12 Eylül’ün Kenanizmi’ne uymaktadır. Atatürk, Prof. Dr. Afet İnan’ın ‘Medeni Bilgiler’ kitabında Türk milletinin çimentosunun din değil, fakat milli bağ olduğunu kendi eliyle yazdı: ‘Din birliğinin de bir millet teşkilinde etkili olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.’
Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de İslam’ı ‘çimento’ ilan etmesi, bir İslam projesi değil, bir Amerikan projesidir. Erdoğan’ın proje görevlisi olarak bağlandığı Büyük Ortadoğu Projesi, ABD Dışişleri Bakanı Rice’a göre, 24 İslam ülkesini parçalama ve rejimlerini yıkma projesidir. Bu projeyi ABD Başkanı Bush, haçlı seferi diye adlandırmıştır.’
Din, Osmanlı’ya çimento olamadı
SAYIN Erdoğan ‘Din birleştirici çimentodur’ diyor. Ne yazık ki koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nda din çimento olamadı. Din kardeşlerimiz yani Arapların ihaneti nedeniyle imparatorluk çöktü. Bizim altında toplanacağımız ideal Türklüğümüzdür. Bu vatan asırlardır Türk yurdu olarak anılmaktadır. Bu adı sadece biz koymamış, yabancıların tarihi haritalarında bile Anadolu Türk yurdu olarak yer almıştır.
Ne mutlu Türk’üm diyene. Mehmet ŞAHİNER
Kim izin verdi
TRAKYA’ya 1. sınıf tarım alanlarına iki çimento fabrikası kurulacağı yazınız üzerine üzüldüm. Daha önce M. Ereğli Sultanköy’de mümbit tarım alanlarına iki adet doğalgaz elektrik çevrim santralı yapılmış. Bunlara nasıl onay verirler çok şaşırdım.
Orada yaşayan insanlar ve doğa, atom bombasının getireceği radyasyondan daha fazla kirliliklere maruz bırakılmış olacaktır. Yerel idare ve belediyelerin suskunluğu insan ve doğaya karşı bir zulüm halini oluşturmaktadır. İmdat, imdat!
Yaşar CİVELEK
Biliyor musunuz
CHP’nin, Şişhane, Okçu Musa Caddesi’nde yeni satın aldığı İstanbul il binasının açılışının yarın 14.30’da Genel Başkan Deniz Baykal tarafından yapılacağını...
DİSK, KESK, TMMOB, TTB’nin ‘ülkenin içinde bulunduğu duruma itirazı’ haykırmak üzere 17 Aralık Cumartesi günü Ankara’da ‘Demokratik Türkiye, halk için bütçe’ mitingi düzenleyeceklerini...
Yazının Devamını Oku 13 Aralık 2005
SURİYE’deki zeytinyağı fabrikaları atıkları nedeniyle Asi nehri ‘zifft’ gibi akıyor. Yoğun yağışlarda Suriye’nin 3 barajın kapaklarını açması Hatay için her zaman sorun oluyor. Vali Abdülkadir Sarı, Suriye’nin İdlip Valisine ikinci bir başvuru yaparak, insan ve canlı yaşamı tehdit eden kirliliğe karşı çözüm bulunmasını istiyor. Olan bir şey yok; o kirli sular olduğu gibi Akdeniz’e akıyor.
Amik ovası, 1970’lerde tarıma açıldığından beri sorunlu; sulama yapılamıyor. Yeraltı sularına yönelen üreticiler, 7 bin kuyu açmış. 300-400 metreden su çekilirken, yüklü elektrik faturaları ödemişler. 30 milyar elektrik parası veren çiftçiler varmış.
HACIAĞALIK BİTTİ
Ovada katma değer yaratan pamuk üretimi azalmış, yerine buğday, mısır ekilmeye başlanmış... Tohum, gübre, mazot, elektrik gibi girdi maliyetler karşısında, üretimin bir değer kazanamaması üzerine zenginliği yok etmiş; ‘hacıağalık’ ortadan kaybolmuş.
Hatay’da sanayi olarak bir tek havlu fabrikası var; Cilvegözü ve Yayladağ’dan yapılan sınır ticareti biraz nefes aldırıyor şehre... Sünni-Alevi, Ortodoks-Katolik, Türk Arap, Ermeni, Süryani, Yahudi gibi çeşitli kültürlerin yaşadığı Hatay’da günümüze kadar üç uygarlık geçmiş; her yer tarih dolu; bunların daha yüzde 5’i kazılmış. En önemli yapıtlar; doğal bir mağara iken kiliseye dönüştürülen ve Hristiyanlığın ilk tohumlarının atıldığı Sen Piyer Kilisesi (Kudüs’ten sonra 2. hac yeri); Ortadokos ve Katolik Kiliseleri, Havra ve Müslümanlığın buradan Anadolu’ya yayıldığı ve Anadolu’nun ilk camisi Habib-i Neccar gerçekten görülmeye değer. Dünyanın ikinci büyük Mozaik Müzesi, sakın unutulmasın. Kısa bir ‘kültür turu’nda, bunları tanıtan bir broşür göremedik. AKP’li Belediye Başkanı Mehmet Yeloğlu, kente o kadar çok palmiye ekmiş ki; güzel mi olmuş diye bir gerekçe bulamadık. Başkanın içki konusunda ‘Bana ne, kim ne içerse içsin’ demesi ilginçti; Hatay’a yakışan bir yanıt galiba.
VE AĞAR’IN MİTİNGİ
DYP’nin, Emlak Konutları ile Işık Caddesi’nin kesiştiği kavşaktaki miting alanına doğru yönelirken, belki 100 midibüs ve o kadarda bir otomobil konvoyla Samandağlılar geliyordu. Yaklaşık 3 bin kişiyi getirmek örgütün başarısı olsa gerek... Hele bunların ağırlıklı olarak Alevi yurttaşlar (kadınların sayısı da çok fazlaydı) olması CHP’nin (özellikle de CHP Hatay Milletvekili Çay’ın) dikkatini çekmiş olmalı. Son seçimlerde CHP ve AKP 5’er milletvekili çıkartmış Hatay’da...
DYP miting için büyük bir hazırlık yapmış, partinin 40 kişilik Genel İdare Kurulu üyelerinden bir-ikisi dışında tümü gelmiş. İki gün süreyle ilçe ve köyler taranmış, çiftçi ve esnafın sorunlarını dinlenmiş. Örgütün kullandığı slogan: ‘Milletle beraber ve millet için siyaset yapıyoruz.’
SİYASET ISINIYOR
Meydana gelen kalabalık nedeniyle çeşitli görüşler ortaya atıldı. Yerel gazeteci Mehmet Ezen ‘2002 seçimlerinde Erdoğan ve Baykal’ın mitingleri kadar bir topluluğu bugün Ağar’ın toplaması çarpıcı geldi bize. Bu Antakyalıların da dikkatini çekmedi değil’ dedi bize. DYP’liler 40-50 binli rakamlar rakamları telaffuz etmelerine karşın, gazetecilerin ortak görüşü 15-20 bin arasındaydı. Bu kalabalık bile bir dönemde çarpıcı sayılmalıdır.
Tarsus, Gaziantep ve Maraş’tan da gelenler vardı; genellikle bunlar elleri nasırlı ve yüzleri yanık insanlardı; yani çiftçiler...
DYP siyaseti ‘ısıtıyor’; kadrolar canlı ve hareketli; ciddi şekilde örgüt taraması yaptıkları anlaşılıyor. Nitekim DYP’nin son Adana, Kayseri, Muğla, Antalya ve Hatay’daki mitinglerinden sonra önümüzdeki hafta Bursa’ya, ondan sonra da kentin sorunları için İstanbul’da çıkartma yapılacağının açıklanması dikkatleri haklı olarak DYP’ye yöneltiyor.
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın gezdiği il sayısı 60’ı geçmiş. Kalabalığı görünce anketlerde DYP’nin oy oranının düşük gösterilmesine tepki gösterirken ‘Onlarla hesaplaşacağını’ da söylemekten geri kalmadı.
AKP’ye oy verdim ama AKP’liyim diyemem
MİTİNG alanında ‘Kesildi esnafın sesi, duyulmuyor alışverişin sesi...Terör yakıyor ülkeyi, her yer enkaz... Ürünümüz AKP’ye yem oldu ‘ gibi afişler asılıydı; altında da ‘Mehmet Ağar bir tarih daha yaz’ diye yazıyordu.
AKP’ye dönük çok yakınma dinliyoruz.
İsmini vermek istemeyen Hatay’lı bir esnaf ‘Ben o gün kızgınlığımdan AKP’ye oy verdim. Ama ‘Asla AKP’liyim, diyemem. Ağar’ı şimdilik izliyorum’ dedi.
Çevremize gelenlerden A.Y. adlı emekli, torunlarının iş bulamadığını söylüyor ve AKP Grup Başkanvekili Sadullah Ergin’e kızıyor; ‘Bütün akrabalarını işe soktu. Ayrımcılık yapıyor’ diyor.
Osmaniye’den Tüğsüz köyünden gelen bir çiftçi söze karışarak ‘Biz AKP’ye oy verdik, şimdi milletvekillerini köye sokmayız. Zaten halkın arasına giremiyorlar’ diye tepki gösteriyor.
Tarsus’un Reşadiye köyünden Mehmet Saraç’ı dinliyoruz:
‘Geçen yıl buğdayı 360 liradan sattık, bu yıl 220-230’a gitti. Pamuk 600 idi, 460’a zor sattım. Mısırımız beleşe gitti. Sütü, toptancılar 400 liradan alıyor. Anlayacağın çiftçiliğin tadı yok artık.’ Bağkur emeklisi olarak 380 milyon maaş alıyormuş; ‘O da olmasa yanmıştık’ diye ekliyor.
Reylanlı’nın Hüseyin Cemil Yurtseven ‘Halka verilen sözler yerine getirilmiyor. Ben DYP’ye oy verdim ama soruyorum: ‘Ağar gelecek ama ne olacak?’ 1976 model bir kamyonu varmış, pamuk, çiğit taşırmış. Ulaştırma Bakanlığı’nın yeni getirdiği ‘yol vergisi’nden yakınıyor. Yıllık 1 milyar 250 milyonu ödemekte zorlanıyormuş. ‘Bir tek kamyonu olan da, 50 kamyonu olan bunu verecek, haksızlık’ diyor.
‘Dış siyaset’ üzerine de konuşuyor:
‘Başbakan uçakla gezerken, ABD’nin arkasına takılsak, AB’ye girsek ne olacak yani?’ Kasket çıkartacak bir soru.
Olumsuz sesler devam ediyor: ‘Amik Ovası’nın bereketi kalmadı’, ‘Hatay’ı bir gez, kaç kuyumcu dükkanı kapanmış sor, sonra köylünün halini anla!’ gibi...
DYP anlayışına, kentler uzak duruyor. İddialı şekilde meydanlara çıkarken ilk önce bunu çözmesi gerek. Bir başka etken daha var; Baykal’ın kurultayda söylediği gibi CHP meydanlara çıkma sözünü yerine getirmezse, DYP’nin muhalefeti hoş bir seda olarak kalabilir.
GÜNÜN SÖZÜ
‘Sandığı çeke çeke milletin huzuruna getireceğiz.’
(DYP Genel Başkanı
Mehmet Ağar)
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2005
İSTANBUL Deniz Otobüsleri’nin (İDO) feribot ve hızlı deniz otobüsü ihalesinin öyküsüne yeniden dönüyoruz.<br><br>Çünkü olay yasalara, ihale şartnamesine karşı ‘ince’ aykırılıklarla dolu olduğundan oldukça önemli... Nedense İDO değil de Büyükşehir’in açtığı ihale duyurusu haziran, ihale ise 27 Temmuz’da Büyükşehir’in Saraçhane’deki binasında yapılıyor.
İki adet 90 metre uzunluğunda hızlı feribot ihalesi dosyası açıldığında Austal, İncat, OTS Hong Kong firmalarının teklif verdiği görülüyor. OTS Hong Kong’un, Kamu İhale Kanunu’nun (KİK) 33. maddesine göre ‘standart forma uygun’ teklif veremediği ve geçici teminat mektubu gösteremediği için teklifi incelenmeden; İncat firmasının teklifi ise, verilen fiyat sadece yazıyla yazılıp rakamla yazılmaması nedeniyle değerlendirme dışı bırakılıyor.
Bu durumda Avustralyalı Austal firması, iki gemi ihalesini 110.151.235 milyon dolar karşılığında kazanmış oluyor.
Ancak şartname alan firmalardan Batsevercie Madal’ın Türkiye temsilcisi Multimar Denizcilik önce Büyükşehir’e ‘ihalenin şekil ve şartları’ için itiraz ediyor.
Büyükşehir, itirazı yerinde bulmuyor. Multimar, bunun üzerine 26.8.2005’de KİK’e gidiyor. KİK de aynı yöndeki itirazları reddederken ‘İhale işlem dosyasının, mevzuata aykırı olduğundan Büyükşehir tarafından incelenmek veya soruşturma yapılmak üzere İçişleri Bakanlığı’na gönderilmesine’ karar veriyor.
MUHALEFET ŞERHİ
KİK üyesi H.Hüseyin Gürhan, bize göre hiç gereği olmayan ve alternatifi bulunmayan, ancak Austal firmasında bulunan İSO 9000 belgesi şartının ihaleye katılımı olumsuz yönde etkilediğini belirtiyor. Bunun KİK’in ilkeleriyle bağdaşmadığını, ihalenin ‘belli istekliler’ arasında (uzman firmaların) yapılması gerektiğini, teklif verenlerin sayısının en az 3 olması gerektiğini vurgularken, 22 adet ihale şartnamesi alınmasına karşın bir adet geçerli teklifin bulunmasının, ihale yönteminin yanlış seçiminden kaynaklandığını ifade ediyor.
Yani özetle... Belediye bu ihaleyi ‘açık ihale’ usulüyle yapmakla sağlık memuru, aktör, avukat, ressam vs. gibi ‘serbest meslek’ erbabına kapıyı açıyor. Bu ihaleye herkes katılabilir imajını veriyor. Diğer taraftan yeterliliği bulunan ve işin uzmanı olan firmalara (tersaneler) da gemi imalatında teknik olarak hiç gereği olmayan ‘organizasyon ve personel’ durumuna ilişkin İSO 9000 belgesini şart koşarak, ihaleye katılımı sınırlandırıyor. Böylece ihalenin akıbeti belirlenmiş oluyor.
Geçenlerde ‘İhale Kurumundan Büyükşehir’e: Mevzuata uy’ (6.12.2005) başlıklı bir yazıda, bu ihalede KİK’in, Büyükşehir’i hangi yönlerden uyardığını yazmıştık. KİK’in 9.11.2005 tarihindeki toplantısında alınan kararları, 18.11.2005 tarihinde postaya vermiş. Birkaç gün sonra Büyükşehir’e gelmiş olması gerekiyor mektubun...
Bundan sonra ne mi oluyor?
Büyükşehir ve İDO’dan bir heyet Avustralya’ya gidiyor.
Ve heyet orada iken 30.11.2005 tarihinde Canbera’da Avustralya Başbakanı John Howard bir açıklama yaparak, Başbakan’ın 7-11 Aralık tarihleri arasında Avustralya’yı ziyaret edeceğini açıklıyor ve iki ülke arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirileceğini ve 110 milyon dolar değerindeki iki feribot alımının da Austal firmasına verildiğini müjdelerken, aynı gün Ticaret Bakanı Mark Vaile bu haberi teyit ediyor.
Ve Başbakan adı geçen tarihlerde Avustralya gezisini gerçekleştiriyor.
Demek ki Büyükşehir, KİK’in uyarısını dikkate alarak kendi değerlendirmesini yapmış, ancak İçişleri Bakanlığı’na danışmaya gerek görmeden işi çoktan bitirmiş ki, Avustralya Başbakanı bu açıklamayı yapmış oluyor.
Uzman bir tersaneciye, gemi bedellerinin pahalı olup olmadığını sorduk, ‘Pahalı değil, bedeli makul’ dediğini de ekleyelim. Çünkü Kanada’da bir belediyenin ‘haciz’ nedeniyle açık ihale ile satışa sunduğu aynı tipteki bir katamaran feribotu fiyatın yüksekliği nedeniyle alamamıştı.
Hayırlı olsun ama keşke bir de ‘usule uygun’ ihale yapılsaydı...
İnşallah Austal geçmişte olduğu gibi gemi teslimatlarını geçiktirmez.
ÖTEKİ İHALELER
Öteki iki adet hızlı arabalı vapur ihalesinine gelirsek... Batservis (Norveç) 70 milyon dolar, Austal (Avustralya) 68.6 milyon dolar Damen (Hollanda) 68.5 milyon dolar ve Fjellstrand (Norveç) 65 milyon dolar teklif verdiler. Damen ve Austal dışındakiler, İSO 9000 belgesi olmadığından ihale dışı bırakıldılar. Ancak Büyükşehir’in, bu ihaleyi bedellerin yüksek olması nedeniyle iptal etmesi dikkat çekti. Dileriz, ihalenin yenilenmesi halinde aynı hatalara düşülmez.
Ancak Damen, 5 adet hızlı deniz otobüsü ihalesini aynı süreç içerisinde Büyükşehir ile sözleşmeye bağladı. Bu ihaleye, Austal 50.4, Batservis 43.0, Fjellstrand 41.8, Damen 37.5 milyon dolar teklifte bulundular. Öncekinde olduğu gibi Fjellstrand ve Batservis, İSO 9000 belgesi şartına uyamamaları nedeniyle devre dışı kaldı; ihaleyi sonuçta Damen aldı.
Yani sonuç olarak büyük gemileri Austal’a, küçükler de Damen’e verilmiş oldu.
Gemi yapımcısı bir mühendise bu durumu sorduk, bize şu yanıtı verdi:
‘Fiyatları normal, ancak gemi yapımında esas olmayan kriterler ihalenin sonucunu belirleyici olmuş. Ancak, bir kabzımalın da katılabileceği gibi açık ihale usulü yerine uzman firmaların katılabileceği usul uygulanmalıydı. İSO 9000 gibi gemi yapımıyla ilgisi olmayan şart yerine gemi yapımında aranan teknik yeterlilik belgesi aranmasına ve finansal durumlarının değerlendirilmesinde gemi inşa sektöründeki kural ve esasların dikkate alınmasına özen gösterilmeliydi. Yoksa, mevcut şartname ile yapılacak gemi alım ihaleleri sakat doğar, sonuçları ağır olur. Çünkü can taşınıyor.’
Gümrükler kaynıyor
GÜMRÜK Müsteşarlığı’nda bugünlerde yine fırtınalar esiyor. Cumhurbaşkanlığından Başbakanlığa, Jandarma Komutanlığı’ndan Adalet Bakanlığı’na kadar çeşitli iddialarla ilgili olarak inanılmaz olaylar ve isimler gündeme geliyor.
Gümrük örgütü oluştuğundan beri üst düzeyde böyle bir vekáletle yönetim dönemi hiç yaşanmadığı gibi, bu boyutlarda bir ihbar furyası da yaşanmamıştı. Bunun dışında, ithalat ve ihracatın libere edilmesiyle bu boyutlarda gümrük kaçakçılığı olmamıştı.
(Halen müsteşar, bir müsteşar yardımcısı, iki genel müdürlük ve 14 başmüdürlük kadroları vekálet sistemiyle yönetiliyor.) Örneğin... İstanbul gümrüklerinde yıl içinde 241 trilyonluk kaçak mal ve uyuşturucu yakalandı. Eskiden bir-iki TIR’ın kaçak mal taşıdığı dikkat çekerken, bugün bu olayların boyutu yüzlerce konteynerle dile getiriliyor. Dolayısıyla gümrüklerde dönen rantın kimler tarafından nasıl organize edildiği ve rüşvetlerin büyüklüğü sorusu haklı olarak gündeme geliyor. 4926 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibi ile ilgili yasanın getirdiği ‘kolaylıklar’ın, kaçakçılığın boyutlarının büyümesine neden olduğu da ayrı bir olgu sayılıyor.
BİR SKANDAL
Bazıları çirkin ve karalamaya dönük de olsa, ihbar mektuplarını olay ve kişi bazına inmeden, gelişmeler üzerinde genel bir değerlendirme yapmak gerekiyor.
Bu ihbarların bazıları çok ciddi görülüyor. Bazı üst düzey bürokratların yakınlarına ‘gümrük müşavirliği’ büroları kurdurdukları, bunlara gümrük işlemlerinde destek oldukları, personel yer değişikliğinde öneriler getirdikleri anlatılıyor. Kimlerin hangi kaçakçılık ve rüşvet olaylarına karıştıkları, geçmişten ve bugünden örneklerle açıklanıyor. Bazı olayların ‘kanıtlanamaz’ boyutlarda süregelen bir çark olduğu da dikkat çekiyor. Yani, 100 milyonu aşan ‘otomasyon’ sistemine karşın ‘insan’ faktörünün hálá etkinliğini ciddi şekilde sürdürdüğü anlaşılıyor.
Bütün bunların nedeni olarak ‘vekálet’ sistemi gösteriliyor.
Bir gümrük müşavirini dinliyoruz:
‘Önce şunu unutmamak gerekiyor; otokontrol sistemi açısından ‘gümrük’ ve ‘gümrük muhafaza’ örgütlerini birleştirmenin sakıncalı olduğu ortaya çıkmıştır. Bir başka gelişme de; gönderilen bazı atamaların bakandan, bazılarının da Başbakan’dan geri dönmesi bir iç çekişmeyi gündeme getirirken; uzlaşılan isimler de ‘sakıncalı’ olduklarından Cumhurbaşkanlığı’nca geri çevriliyor.
Bunun sonucunda şimdiye kadar görülmemiş şekilde bir ‘vekálet’ dönemi başlıyor. Örneğin, Nevzat Saygılıoğlu’nun iki yıl önce ayrılmasından beri müsteşarlık ‘vekáletle’le yürütülüyor. Saygılıoğlu’nun yerine Ali Rıza Tunagay yine vekáletle getiriliyor. Akaryakıt kaçakçılığının üzerine gidince ‘rahatsızlık’ doğuyor ve ‘vekálet’ görevi bu kez Gümrükler Muhafaza Genel Müdürü Cihat Ancin’e veriliyor.
İşlerin yola gireceği sanılırken, bu defa çıkar çevrelerinin de kışkırtmasıyla üst makamlar arasında çekişme iyice su yüzüne çıkıyor. Adı İzmit’teki akaryakıt yolsuzluğuna karışan Gümrükler Genel Müdürü Sezai Uçarmak, Cumhurbaşkanı’nın asaletini onaylamamasına rağmen ‘vekálet’ görevini üç yılı aşkındır sürdürüyor.
AKP’nin görevden aldığı bölge müdürlerinin yargı kararıyla görevlerine dönmeye başlaması da, ayrı bir kargaşaya neden oldu. Geri dönen mevcut başmüdürlerle AKP’nin getirdiği başmüdürler arasında da ciddi bir çatışma başladı.
İstanbul Gümrükler ve Muhafaza Başmüdürü Nadide Ünlü hakkında, basına da yansıyan ihbar mektupları bu çekişmenin önemli bir parçası sayılıyor. Ünlü’nün asılsız ihbar mektupları için yargıya gittiği biliniyor.
HALEF-SELEF ÇELİŞKİSİ
En etkin bir makam olan Personel Daire Başkanlığı şu anda AKP’nin görevden aldığı ancak yargı kararıyla geri dönen Ceyhun Yalçın tarafından yürütülüyor. Yalçın’dan önceki Personel Daire Başkanı Hüseyin Şahin ise Personelden Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı’na vekálet ediyor.
Halef-selef olan Yalçın ve Şahin arasında bir uyum olup olmayacağını Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’e sormak gerekmiyor mu? Başka sorular da var:
‘Cumhurbaşkanı, iki yıl önce müfettişlikten Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğü’ne getirilen Cihat Ancin’in atamasını onaylarken, 7-8 ay önce Müsteşar Vekilliği’ne getirildiği zaman kararnamesi neden asalete dönüştürülmüyor? Burada siyasetçiler arasında bir çekişmenin yaşandığı dikkat çekiyor. Vekálet görev durumundaki bir bürokratın, devletin yararına olan kararlarda direnme gücü olamıyor. Çünkü her an görevden alınma korkusu taşıyabiliyor.’
Çalışmalarında daha çok Dış Ticaret Müsteşarlığı’na ağırlık verdiği dikkat çeken Bakan Tüzmen, gümrüğün sıkıntılarına ve devlete verdiği zararı görmezlikten gelmemelidir. Teşkilatta bir başmüdür kadrosu olduğu yerde iki kişiye maaş ödenmektedir. Yasaya aykırı atamalardan dolayı Ankara’da oturanlar ‘bankamatik başmüdürü’ sayılırlarken, diğerleri de görevlerinin başında maaş almaktadır. Her başmüdürün 3’er milyar maaşı olduğu hesaplanırsa, üç yıllık ‘israf’ı Maliye Bakanı Kemal Unakıtan hesaplamalıdır.
GÜNÜN SÖZÜ
‘Kuşkunun olduğu yerde otorite biter.’
(Robert Linoner)
Herkese bir avuç kayısı
ÜLKEMİZ dünya kayısı üretiminde ilk sırada yer almaktadır. Bu yıl yapılan rekolte çalışmasında kayısı üretiminin 850 bin ton olduğu belirtilmektedir. Geçen sezon dondan canı yanan üretici, bu sezon da üretim fazlalığından mağdur olmuştur. 2004’te kilosu 4 milyon 125 bin lira olan kuru kayısı, bu yıl 1 milyon 500 bin liraya düşmüştür. Binbir emekle üretim yapan üreticilerimizin alın teri yerde bırakılmamalı, tüm kurum ve kuruluşlar gerekli hassasiyeti göstermelidir.
Şemsi BAYRAKTAR-Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı
MESAJ PANOSU
İŞ seyahati için 2 gün önce, Adana’dan Trabzon’a gittim. İnanılmaz derecede hava kirliği vardı. Kirlilikten beyaz martılar gri olmuş... Trabzon doğalgazdan yararlanmazsa, hangi şehir yararlanacak? Doğalgaz acilen bu şehre getirilmelidir.
Erhan GEZER
Yazının Devamını Oku 10 Aralık 2005
BİYOYAKITLAR, dünyadaki petrol rezervlerinin tükeniyor olması ve bunun sonucunda fiyatların sürekli artması, tüketilirken de verdiği telafi edilemez çevre zararları nedeniyle yenilenebilir enerji kaynakları dünyanın gündeme ağırlıklı olarak oturuyor. Enerji kaynağı olarak yağların üretiminde hızlı ve planlı bir büyüme yaşanıyor.
Bilim çevrelerinde, yağlar akaryakıt bileşeni olarak 3. binyılın su ile birlikte en stratejik ürünü kabul ediliyor.
Birçok ülke, yağ üretimlerini yükseltecek stratejiler saptıyorlar; bunun en sonuç verici çalışması da biyodizel...
Alternatif enerji arayışları bu nedenle dünyanın gündemine gittikçe oturuyor.
Biyodizel uygulamalarını doğru yapan ülkelerin başında gelen Almanya, üç yıl önce 1.8 milyon ton kanola üretimi gerçekleştirirken, biyodizelin lokomotifliğinde 2005 yılında 5.2 milyon ton kanola üretimine ulaştı. Birçok ülke öncelikle hammadde organizasyonlarını yapıyor, teşvikler getiriyor, vergi muafiyetleri tanınıyor.
Türkiye bu konunun neresinde?
Buna siyasi irade karar verecek.
Ancak hükümetin böyle bir eylem planı var mı?
Yok!
SÖZLEŞMELİ TARIM
Türkiye’de biyoenerjinin gelişimine kafa yoran, Türkiye’nin geleceğinin bu sektörde olduğuna inanan kimya mühendisi bir dostumuz, ‘Türkiye, yağ açığını dışardan karşılıyor. Yeni yağlı ürünlerle sözleşmeli tarıma geçilmeli, bu konuda kısa ve uzun vadeli bir program tatbik edilmelidir. İhtiyari olarak kabul edilen AB standardı, zorunlu uygulatıcılarla ulusal boyutta değerlendirilmeli, standartla kapsam dışına çıkartılan yerli tarım ürünlerimiz ve atık yağlar hammadde yelpazemize dahil edilmelidir’ diyor.
Bugün ülkemizde 90 firma biyodizel yatırımı yapmış; ancak yasal düzenleme yapılmadığı için boşluklar bulunuyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu henüz altyapıyı oluşturamadığı için üretim lisansı vermiyor. Çalışmak isteyen firmaları ceza vererek kapatıyor.
Yeni oluşan sektörle ilgili olarak ne yapılmalı?
KİMİN KAPRİSİ
‘Geçende TBMM Tarım Orman Köyişleri Komisyonu Başkanlığı’nda yapılan toplantıda kavramlar açılmaya çalışıldı. Komisyon Başkanı Prof. Vahit Kirişçi tüm ilgili tarafları toplayarak ortak noktaları bulmak için uğraştı. Bu olumlu girişimin daha da olgunlaşması beklenirken, Sanayi Enerji Komisyonu’ndan hemen bir taslak çıktı. Çıkan taslak ‘Enerjinin Verimliliği Yasa Tasarısı’ndaki biyodizel ek maddesinin bu sefer bu kanundan çıkarılıp bir ek maddeyle ‘Petrol Kanunu’na bağlanmasıydı. Birbirinden habersiz bu gelişmeler artık herkesi sıkmaya ve maliyetli olmaya başladı. Herkesin sahiplendiği, kopuk gelişmelerin yaşandığı, lobi faaliyetlerinin hızlandığı şu günlerde yapılacak tek şey, biyoyakıtlarla ilgili Tarım, Çevre, Enerji ve Plan Bütçe Komisyonları’nın bir kez biyoyakıtlarla ilgili müştereken toplanması ve ne yapacaklarına karar vermesidir. Konunun kamusal ve siyasal kaprislere tahammülü kalmamıştır. Konu Türkiye’nin geleceği ve AB süreci açısından önemlidir.’
Evet bu nedenle iktidar ve muhalefetin bu konunun üzerinde uzlaşmaları gerekmiyor mu?
İDO’ya iyi müşteriler
İDO’nun Avustralya’dan iki büyük feribot alacağını yazmıştık... Ancak, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Avustralya’ya yaptığı gezi öncesinde siparişin verildiği anlaşılıyor.
Bir okurumuz, Dow Jones Newswire’ın 30 Kasım günü yayınlanan haberine dikkatimizi çekiyor.
Haberde, Avustralya Ticaret Bakanı Mark Vaile, bu konuda bir açıklama yapmış.
Bunda, Avustralya’nın batısında Jevose Körfezi’nde, Henderson şehri yakınlarında bulunan Austal Ships tersanesinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi için 88 metre boyunda iki feribot yapımı için anlaşmaya varıldığı açıklanıyor.
Daha önce yazdığımız gibi iki feribotun maliyetinin 145 milyon Avustralya Doları (110 milyon dolar) olduğu açıklanıyor.
Bakan Vaile’nin açıklamasına göre, bu kredinin finansmanının 116 milyon Avustralya Doları tutarındaki bölümü ‘Avustralias’a Export Finansce&Insurance Corp.’ (EFİC) tarafından sağlanacak. Bu finans anlaşmasıyla ilk deniz otobüsü alımı sırasındaki kredi paketi, günümüzde de uzatılmış oluyor.
Haberde şöyle bir ifade de dikkat çekiyor:
‘İDO, halihazırda bugüne kadar yaptırdığı 250 milyon Avustralya Doları tutarındaki 8 feribot ve deniz otobüsüyle Austal’ın en büyük müşterisi olma özelliğini taşıyor.’
Türkiye ile Avustralya arasındaki ticaret hacmi geçen yıl yüzde 20 artarak 643.7 milyon Avustralya Doları’na yükseldi. Türkiye nakliye araçları, araç lastiği, TV, kuruyemiş satarken, Avustralya’nın ihracat kalemleri arasında altın, kömür, yün pamuk ve demir filizi gibi hammaddelerle deniz araçları bulunuyor.
Başbakan Erdoğan’ın babası denizci, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım da gemi mühendisi; dileriz İDO’ya kárlı bir iş yapmışlardır.
Akdeniz temiz kalsın
DENİZ kirliliği hálá devam ediyor. İskenderun Limanı’nda batan Ulla gemisi hálá çıkartılmadı. Bu gemi zehirli atık taşıyordu. Ayrıca Hatay’ın ortasından geçen Asi Nehri de kirlenmiştir. Sebebi bilinçsiz vatandaşların attığı atıklar ve kanalizasyonun nehre akıtılması. İskenderun Demir-Çelik Fabrikası’nın zehirli atıkları denize akıtması Akdeniz’deki kirliliği artıran bir faktör olmuştur. İskenderun’un Arsuz beldesinde ve Mersin’de yazlıkların kanalizasyonları denize akıtılıyor.
Çevre Bakanlığı, batan gemiyi çıkarırsa ve İskenderun Demir-Çelik’e bir arıtma tesisi yapılırsa Akdeniz temizlenir diye umuyoruz.
Ahsen Nedim DEMİRTAŞ
ANAP: Laptopları almayız
ANAVATAN Partisi Büyükşehir Meclis Grup Başkanı ve Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, Büyükşehir’in 348 Meclis üyesine pazartesi günü verilmek üzere Saraçahane binasına getirilen bilgisayarları almayacaklarını açıkladı. Akgün şöyle konuştu:
‘Bu laptopların kim tarafından alındığına ve neden hediye edildiğine bakacağız. Ancak arkadaşlarımın da böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmeyeceğini biliyorum. Bu bizi rahatsız eder. Belediye’den resmi bir para çıkıyor mu, çıkarsa faturası ne olur? Böyle bir şey yapılıyorsa bunun yasal olmadığı da bilinmelidir.’
Büyükşehir tarafından DMO’nden alındığı öne sürülen HP NC 6220 marka laptopların katalok fiyatlarının (bellek gücü ve deri çantasına göre) 1200-2000 dolar arasında değiştiği belirtiliyor.
MESAJ PANOSU
İDO’ya geçen vapurlardaki büfe işletmesini Beltur aldığından beri keyifle çay içemez olduk, çünkü tek kişi çalışıyor. Çay mı verecek, bardak mı toplayacak, tost mu yapacak? Büfeci ile yolcu tartışıyor.
Erdoğan AGAN
KADIKÖY
BAKIRKÖY Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne... Hastanenizde sıra konusunda kavgalar oluyor; neden numara veren bir cihaz koymak akıl edilmez?
M. Nuri ÖZTURHAN
KARŞIYAKA Mezarlığı’nda insanlar cenazelerini gömebilmek için çamurların içinde yürüyor, tabutunu taşıyamıyor. Başkan Melih Gökçek de Ankara’yı ‘AB şehri’ ilan ederek kendini avutuyor. Sayın Gökçek, Karşıyaka Mezarlığı’na en son ne zaman gittiniz?
Filiz GÜNEŞ
ANKARA
GÜNÜN SÖZÜ
‘Akıllı insan aptal görünürse
kazançlı çıkar.’
(Aiskhylos)
Yazının Devamını Oku 9 Aralık 2005
.
AKP Tokat Milletvekili Resul Tosun’un, Ankara’da bulunan TSK ile ilgili sözleri beni, bütün ailemi, yakınlarımı, komşularımı, iş arkadaşlarımı son derece üzmüş ve öfkelendirmiştir. Eminim bütün Türkiye genelinde duygular aynı. Bizler Türk milleti olarak ordumuza yürekten bağlıyızdır. Ordumuza, komutanından erine kadar toz kondurmayız. Bu bizim geleneğimizden gelir. Ne zaman ülke buhranda olsa, her şeyi yeniden düzeltip ülkeye huzuru yerleştirmek için onlardan medet ummuşuzdur.
Ve o yüce ordu, Güney Amerika ülkelerinde olduğu gibi halkını inletip sömürmemiş, vazifesini yapar yapmaz kışlasına çekilmiştir.
Bu adam kim oluyor da saygıdeğer bir kuruma bu cüreti gösterebiliyor? Bu ülkede herkeste orduya sempati vardır, sevgi vardır. Ama maalesef milletvekillerinin çok az bir kısmı bu hislerden nasip almamıştır. Milletvekili olmuş Resul Tosun sıcak yatağında uyurken, o askerlerdir ki sabaha kadar ülke sınırlarını bekleyen. Kimlik de sorar, adres de sorar. Ne isterse sorsunlar. Onlara canımız feda.
Ferah KURMANAY- AKP’li Resul Tosun’un, askeri binaların Ankara’dan gitmesini istemesini şiddetle kınıyorum. Türk askeri, halkımızın gururu ve güvencesidir. Sayın vekil bunu görmüyorsa, en güvenilir kurumlar için yapılan kamuoyu yoklamalarını incelesin ve halkın kime güvendiğini ve kimlere güvenmediğini anlasın. Milletvekili anlaşılan askerden beter şekilde rahatsız olmaktadır. Kolayı var, askere tahammülü yoksa kendi taşınsın.
Yazının Devamını Oku 8 Aralık 2005
TÜRKBANK ihalesine fesat karıştırılmasıyla ilgili olarak dönemin Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi (KOM) Başkanı Emin Aslan’la ilgili olarak bu köşede çok yazı yazdık; ‘Aslan avlanacak’ diye... Beklenen oldu. Aslan son bulunduğu Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı görevinden ‘avlanarak’ alındı ve böylece belirli güçler de muradına erdi.
Aynı Hanefi Avcı’ya yapıldığı gibi...
Hanefi Avcı da Enerji Bakanlığı’na yönelik operasyon nedeniyle ‘tu kaka’ isimlerden biriydi. Hakkında iki kez kararname hazırlandı, ancak bunlar Cumhurbaşkanlığı’ndan döndü. Sonunda kitabına uydurulan bir gerekçe ile Edirne Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi.
Hükümet, mahkeme kararıyla Emniyet Genel Müdürlüğü Yardımcılığı görevine başlayacak olan Abdullah Bolcu’yu, Emin Aslan’ın yerine tayin etti. Böylece hükümetin daha önce defalarca görevden almayı düşündüğü Aslan, bir müdürün mahkeme kararıyla göreve dönmesi gerekçe gösterilerek kızağa çekildi. Böylece hem Cumhurbaşkanlığı hem de askerin tepkisine karşı uygun bir ‘kılıf’ hazırlandı. Hükümet, ‘askere yakın’ olarak değerlendirdiği Emin Aslan’dan uzun süredir rahatsızdı. AKP şu ana kadar Aslan’ı görevden alamamış ancak etkisizleştirmiş, yetkilerini budamıştı.
Aslan, istihbarat ve terörde belki de en uzun süre çalışan uzmanlaşmış az sayıda polis şefinden biriydi... Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde İstihbarat Daire Başkanlığı, Sadettin Tantan’ın İçişleri Bakanlığı döneminde de Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’nda bulundu.
Aslan’ın başında bulunduğu KOM Daire Başkanlığı, diğer birimlerle birlikte sadece 2000 yılında ‘Paraşüt’, ‘Kasırga, ‘Buffalo’ gibi 10 planlı operasyon gerçekleştirerek, Türkiye bütçesine 3.5 katrilyon katkı sağlamıştı. Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonu sayılan ‘Örümcek Ağı’ da Aslan’ın döneminde yapılmıştı.
Emniyette liyakatı ve devlete bağlılığı her şeyin önünde tutan kuşağın son temsilcisi sayılan Aslan, yabancı ülkelerin emniyet örgütleriyle anlaşmalar gereğince kurduğu ilişkiler nedeniyle birçok mafya bağlantısını ortaya çıkarttı ve bunların yakalanarak Türkiye’ye getirilmesini sağladı. Aslan çok sayıda İşletme-İktisat mezunu genci emniyet kadrolarına kazandırdı ve bunlara operasyonlarda görev verdi. En büyük destekçisi de İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’dı.
Öyle ki, o dönem gözaltına alınan bir zanlının şu sözü hálá Emniyet’te konuşulur:
‘Serbest kalırsam bu komiserlerden birini şirketin başına geçireyim. Bizim muhasebe müdüründen daha fazla işi biliyor.’
TÜRKBANK DAVASI
İlginç bir durumu da hatırlatalım... Aslan, 4.8.1998 tarihinde Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi (KOM) Başkanı olarak Korkmaz Yiğit ile Alaattin Çakıcı arasında bağlantı olduğuna dair ‘resmi’ yazıyı hazırlayan kişiydi. O yüzden ANAP’lılar tarafından sevilmiyordu.
İlginç olan Aslan’ın ismi kusurlu gibi ‘Türkbank’ raporuna monte edilmek istendi.
Kısa bir süre önce Türkbank davasının görüldüğü Yüce Divan’a Ahmet Büyükkaya sahte ismiyle bir ihbar mektubu gönderildi. Mektupta daha önce de yazdığımız gibi Emin Aslan başta olmak üzere Güvenlik Daire Başkanı İsmail Çalışkan ve İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, Türkbank ihalesine fesat karıştırmaya iştirak ile suçlanıyorlar. Adı geçen polis müdürlerinin, görevlerini nasıl özveri ile yaptıkları bilinirken, Aslan’ın bir mahkeme kararı gerekçe gösterilerek yerinden edilmesi, aylar önce yazdığımız gibi ‘Aslan’ın avlanması’ ile sonuçlandı.
Artık AKP hiç kimseyi Türkiye’de yolsuzluklar konusunda ‘çok önemli adımlar atacağına’ inandıramaz.
Aslan’ın suçu!
DYP döneminde ‘Enişte’nin, ANAP döneminde ‘Biraderler’in, şimdi de AKP’nin hedefi olan Emin Aslan, 25.4.2001’de İstanbul Hilton Oteli’ndeki ‘Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele’ seminerinde şu çarpıcı konuşmayı yapmıştı:
‘Amacımız gerçekten suça zemin hazırlayarak kamu mal ve kaynaklarını çalan ve çaldıranlardır. Operasyonların nedeni bilgisiz ve liyakatsiz yöneticiler, suça zemin hazırlayanlar, ağır ihmal veya kasıtlı olarak kamu mal ve kaynaklarına sahip çıkmayarak devletin soyulmasına sebep olanlar ve soyanlar bizim hedefimizdir.’
Anlaşıldı mı Aslan neden görevden alındığı?
GÜNÜN SÖZÜ
‘(Başbakan için) Avustralya gezisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ihalesiyle ilgilidir. İDO’nun alacağı feribotlarla ilgilidir. Yakında kokusu çıkar.’
(ANAVATAN Genel Başkanı
Erkan Mumcu)
Çelik: Saçma
MİLLİ Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Van’la ilgili olarak dünkü ‘Prof. Aşkın’ın tutuklanmasının ardındaki gerçekler’ (7.12.2005) yazısına şu açıklamayı gönderdi:
‘Öncelikle Van’a yapılacak ‘Van Toplu Konutları’nın yerinin belirlenmesi tamamen Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) yetkisi dahilindedir. TOKİ yetkilileri konutların inşa edileceği yerleri tamamen kendileri belirlemişlerdir. Buna herhangi bir dış müdahale söz konusu değildir.
Bu konutların, yazınızda bir vatandaşın mektubuna dayanarak iddia ettiğiniz şekliyle, yer belirlenmesi konusunda doğrudan veya dolaylı herhangi bir telkinim ya da müdahalem olmamıştır. Kaldı ki şu anda inşaatı tamamlanan tüm konutlar Van’ın Edremit İlçesi’nde kayalık denen zemine inşa edilmiştir.
Söz konusu yazınızda haber kaynağınızın bir yerel TV kanalına ‘Ben inşaat profesörlerine sordum. Oraya inşaat yapmak ucuz dediler. Tersi durumda da, para başka ile gidecek’ şeklinde bir açıklama yapmış olduğumdan söz ediyor. Benim bu yönde bir beyanatım asla olmamıştır. Şayet ‘Var’ deniyorsa bunun kayıtları da mutlaka vardır. Sizi ve size yazan AKP’li olduğunu iddia ettiğiniz kişiyi (!) bunu ispat etmeye davet ediyorum.
Bunun yanında bu olayı, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın tutuklanmasıyla irtibatlandıran kişinin tamamen yalan, iftira ve dedikodu mahsulü beyanlarına köşenizde yer vermeniz ve sonuç olarak ‘Van’daki olayların arkasındaki gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor’ yargısına varmanız da gerçeklerle bağdaşmayan ve saçmalıktan öteye gitmeyen bir iddiadır.’
Çelik, 400 trilyonluk okul ihalelerinde bizi ‘yalancılık’la suçlamıştı, ancak Kamu İhale Kurumu’nun raporları iddiasının doğru olmadığını göstermişti.
Vanlı okurumuzun anlattığı o profesörü bulduk. Şimdi bizim bu konuda yazacaklarımızı bekleyiniz.
Yazının Devamını Oku 7 Aralık 2005
VAN’dan ismi bizde saklı bir okurumuzun gönderdiği yazıyı aynen veriyoruz: ‘Size ulusumuzu ilgilendiren bir konu hakkında bilgi sunmak istiyorum. 2003 yılında ODTÜ’den gelen bir profesör, Van’da biz AKP’lilerin de gözünü açtı.
1976 Çaldıran depreminin sadece Van, Erçiş, Muradiye ovaları ve diğer ovaları vurduğunu, kaya zeminlerde yıkım yapmadığını anlattı. Biz ise ovalarda yapılaşmayı sürdürdük. Bu hoca, 1.5.2003 Bingöl depreminden bir gün önce TV’de, Bingöl’de 6 ay öncesi verdiği konferansı kaynak göstererek, bu yıl deprem olacağını anlatırken, ‘Olacak olan Bingöl depreminde, deprem sadece Çeltiksuyu ovası ve bitişiğindeki ovalarda yıkar. Yamaçlara dokunmaz’ dedi. Ertesi gün de deprem oldu. Dediği yerlerin dışında hiçbir yerde yıkım olmadığını Türkiye’ye duyurdu. Ancak depremden 8 gün sonra; 2’si Türk 9 Amerikalı deprem profesörü Bingöl’e geldi ve dediler ki; ‘Bingöl ovalarında zemin sorunu yok. Sorun binalardadır...’
Böylece ovalarımızı katletmenin yolunu açtılar. Hocanın kaya zemine yapılaşmayı kaydıralım ve ovalarımızı ekip biçelim çırpınışlarına biz AKP’li Vanlılar da tanığız. En sonunda, hemşerimiz Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve eski Bayındırlık Bakanı ve Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen yapılaşmanın kaya zeminlere kaydırılması yönünde bilgilendirilmelerine ve uyarılmalarına karşın depremde yıkılan 146 okulu yine yıkıldığı ovalara yaptırdılar.
AKP’Lİ BAŞKANA KIYAK
Bütün bu olanlardan sonra esas bizi çıldırtan ise 2003’te parası ayrılan Van Toplu Konutları’nın, APK İl Başkanımızın da (Ebubekir Bey) sahipleri içerisinde olduğu ovaya yapılmasına karar vermeleriydi. Çelik dahil tüm Van milletvekilleri, toplu konutların ovaya yapılması kararını desteklediklerini defalarca açıkladılar. Ancak biz AKP’liler de, bu fikre karşı duran ve kaya zemin olup Hazine’ye ait olan yere toplu konutların yapılmasını öneren hocaya gizli olarak destek verdik ve ovaya yapılacak olan konutlara bir tek AKP’li bile üye olmadı. Sonuçta yetkililer, yarısını ovaya ve yarısını da kaya zemine yaptırmak üzere geri adım atarak ihaleye çıktılar. Hoca yine direndi. Ovaları imara açmanın Anayasa’nın 43-46 ve 168. maddelerine göre anayasal suç olduğunu kanıtlayarak ve bakan ve vekillerimizi anayasa ve ova katilliğiyle suçlayarak yerel basında uzun süre yer aldı. Hoca, Anayasamızın 56. maddesine göre yükümlülüğü olduğunu ileri sürerek ‘Kümese bile izin veremem’ diye haykırdı durdu.
KANDIRILMAK İSTENDİK
Biz de hocaya gizli desteğimizi sürdürdük. İhale gününe bir ay kala Bakan Hüseyin Çelik, yerel TV’ye çıkıp ‘Ben inşaat profesörlerine sordum. Ovaya inşaat yapmak daha ucuz dediler, tersi durumda da, para başka ile gidecek’ dedi ve bu şekilde bizleri kandırmayı sürdürdü. Ertesi akşam, aynı TV’de hoca ‘Bu adamlar sizin canınıza göz koymuşlar. Çünkü ovaya en az 1 trilyon TL daha fazla para gerekir’ diye haykırdı. Doğrusu biz de o güne kadar, ovaya inşaatın daha ucuza yapılabileceğini biliyorduk. Ancak bir ay doldu ve 30.12.2003 tarihinde ihale yapıldı. 593’ü ovaya ve 593’ü de kaya zemine yapılacak şekilde konut yapımı ihale edildi. Ovaya inşaat ihalesi 1 trilyon 403 milyar TL daha fazlaya sonuçlandı. Devam eden günlerde hoca, ‘Ovaya yapılması ihale edilen 593 konutun da, önerilen kayalık Hazine arazisine yapılmasına karar verilinceye kadar milletvekillerinizi Van’a sokmayın’ dedi. Hocaya desteğimizi sürdürdük. Sonunda, aynı ihale parasına Toplu Konut sayısı da ikiye katlanarak önerilen kayalık alanda inşaat tamamlandı. Bu durum, Bakan ve çevresinin hesaplarını bozduğu için Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi ve onun Rektörü Prof. Yücel Aşkın hedef seçildi.’
Van’daki olayların ardındaki gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor.
Gazeteci Atamer ölümden döndü
BAKIRKÖY’ün köklü yerel gazetesi ‘Ataköy’ün sahibi Özcan Atamer önceki akşam, bürosundan otomobiliyle ayrıldıktan sonra Zuhuratbaba, Yücetarla Caddesi’nde silahlı saldırıya uğradı. Saldırganın sıktığı beş kurşundan üçü arabanın sol iki kapısına isabet etti. Bunlardan birinin araç kapısının kapandığı dikmeye isabet etmesi Atamer’in yara almadan kurtulmasını sağladı.
Görgü tanıkları, ateş edenin bıyıklı ve uzun boylu birisi olduğunu, olaydan sonra hemen kaçtığını söylediler. Kartaltepe Karakolu’na ifade veren Atamer bir süreden beri tehditler aldığını belirterek, ‘Yolsuzluk ve usulsüzlükleri gündeme getiren her gazetecinin başına gelebilecek olaylardan biri... Korkmuyor, gülüyorum. Olayı azmettirenler ne yazık ki bizi yönetenler. Bizim sadece kalemimiz var. Olayı azmettirenleri ve tetikçiyi organize suçlar şubesi polislerinin bulacağına inanıyorum’ diye konuştu.
‘Ataköy’ gazetesi bir süreden beri, Bakırköy bölgesindeki ‘imar rantı’yla ilgili haberler yazıyordu.
Kazakistan’da istikrar
KAZAKİSTAN, hafta sonu yapılan parlamento seçimlerinde önemli bir sınavdan geçti.
Her ne kadar mevcut yönetim biçiminde devlet başkanının geniş yetkileri bulunsa da bu seçim demokrasiye geçiş sürecinde önemli bir aşama sayılmalıdır.
İlk kez büyük şehirlerde elektronik oylamanın uygulandığı bu seçim sorunsuz tamamlandı ve Otan Partisi (Vatan) birinci oldu.
Türkiye’den gözlemci sıfatı ile katıldığım seçimlerde 5 aday yarıştı. Eski Meclis Başkanı Jarmahan Tuyakbay güçlü bir muhalefet adayı olarak kampanyasında Nazarbayev’in ‘Ekonomide başarısız olunduğunu ve demokrasinin engellendiğini’ söyledi.
Küçük çaptaki tartışmalara karşın 1600 gözlemcinin ortak görüşü bu seçimlerin hukuka uygun olduğu idi. Öyle ki pek çok AGİT gözlemcisi şaşırdıklarını dile getirdi.
%76 katılımın olduğu seçimin galibi %91 ile Nursultan Nazarbayev oldu. Bu durum büyük bir başarı olarak değerlendiriliyor. Üstelik ülkede bulunan Rus nüfusun %40 olduğu düşünülürse Nazarbayev’in aldığı oy tarihe geçecek nitelikte. Nazarbeyev’in ardından %7.9 ile Jarmahan Tuyakbay geliyor.
Kazakistan 15 yıl boyunca sürekli gelişerek siyasi, ekonomik ve sosyal anlamda örnek gösterilir bir ülke haline geldi. Nazarbayev, bir an önce Orta Asya Devletler Birliği projesinin hayata geçirilmesini istiyor. Ancak Avrupa ile de iyi ilişkiler kuruyor. 7 yıllık dönemde Türkiye-Kazakistan ilişkilerinin seyri ise bölge stratejilerini belirleyecek en önemli husus.
Kürşad ZORLU-Araştırmacı Yazar-ALMATİ
Mührü kırdı
ÜMRANİYE, Alemdar Belde Belediye Başkanı Mehmet Yaşa, yargının borcu ödeninceye kadar tedbir koyduğu binaya, 17 ay önce mührü kırarak törenle taşındı. Halen yasaları hiçe sayarak işgali sürdürmekte olan Yaşa göreve geldiği günden bugüne kadar tedbire neden olan borçlarıyla ilgili hiçbir ödemede bulunmadı, borcu faizleriyle 1,5 trilyon TL’ye çıktı. Buna karşın Ümraniye Kaymakamlığı, Yaşa ile ilgili nedense soruşturma izni vermiyor.
Defalarca İçişleri Bakanlığı’na şikayet edilen bir belediye başkanı hakkında işlem yapmayanlar hukuktan nasıl bahsedebilirler.
Ekrem EKŞİ
Misbah Bey!
BEYOĞLU, Serdar Ekrem Sokağı’ndaki (Tünel) tarihi iki bina satıldı. Biri restore edildikten sonra üstüne iki kaçak kat çıkıldı. Belediye Başkanı Misbah Demircan’a haber verdik gelip bakılmadı bile. AKP’li kadınları il il gezdirip cami ziyaretlerinde bulundurmaktan daha önemli bulmadılar herhalde. Hani buralar SİT alanıydı? Garip vatandaş yapsa başına üşüşürler, zengin yapınca ses çıkmıyor.
Ö.G-İSTANBUL
GÜNÜN SÖZÜ
‘Beynimiz yeni tecrübeler keşfettiği sürece insan genç sayılır.’
(William Gladstone)
Yazının Devamını Oku