23 Aralık 2005
MEVSİM kıştı, dondurucu bir gündü. Tarih; 21 Aralık 1930, günlerden cumartesi. Mustafa Kemal, Trakya illerine ‘Beyaz trenle’ geziye çıkıyor. Kırklareli il sınırında girdiğinde ilk olarak dört yıl önce Almanlar tarafından yapılan Cumhuriyet’in ilk dört fabrikasından biri olan Alpullu Şeker Fabrikası’nda incelemelerde bulunuyor. Daha sonra 15.30’da Kırklareli Garı’na geliyor ve ‘muazzam’ bir kalabalık tarafından karşılanıyor. Kendisini görmek için gelenler ‘Yaşa varol, büyük halaskar’ diye sevinç gösterilerinde bulunuyorlar.
Gazi’nin beraberindeki kalabalık heyet üyeleri arasında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Halk Fırkası (Halk Partisi) Genel Sekreteri Recep Peker, Ali Çetinkaya, Ali Kılıç, Tevfik Rüştü Aras, Afet İnan, Ruşen Eşref, Hasan Rıza Koyak, Fahrettin Altay gibi isimler dikkat çekiyor.
Kırklareli’ndeki ziyaretin ayrıntısına girmeden, Gazi’nin Belediye Başkanı Şevket Dingiloğlu ve meclis üyeleriyle yaptığı görüşmenin özünü bilmek gerekiyor.
Mustafa Kemal, kendilerine belediye seçimleri ve ilgili sorular yöneltiyor ve aldığı cevaplar üzerine kendileriyle tartışıyor.
Bunu neden yapıyor?
1929 yılında dünyadaki ekonomik kriz genç Türkiye Cumhuriyeti’ni de olumsuz yönden etkiliyor.
HALK FIRKASI DENEMESİ
Çok partili demokrasiye geçmek amacıyla yakın arkadaşı Fethi Okyar’a ‘Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurduruyor. Parti bir anda gerici unsurların yuvalandığı bir örgüt haline geliyor.
Ağustos 1930’da kurulan parti, beklenmedik şekilde üç ay içinde büyük gelişme gösteriyor. Kasım ayında 502 yerdeki belediye seçimlerinden, Serbest Fırka’nın ancak örgütlenebildiği 37 yerdeki tüm seçimleri kazanıyor. Trakya bölgesinde de 10’a yakın belediyeyi ‘Cumhuriyet Halk Fırkası’ (CHP) adayları kaybediyor.
Başarısızlıkla sonuçlanan deneme üzerine Halk Fırkası 17 Kasım’da kapatılıyor.
Bu ‘kalkışma’ veya ‘kıpırdanma’ neden olmuştu?
Mustafa Kemal, bu beklenmedik gelişmenin nedenlerini yerinde öğrenmek ve halkın nabzını ölçmek üzere bu geziye çıkıyor.
YANLIŞI BİLDİRİN
Kırklareli’nde iki gün süreyle köy temsilcilerinden esnafa kadar herkes özgürce konuşuyor. Şikayet dilekçeleri veriliyor. Bir köylü, nüfus dairesinde köylüye güçlükler çıkartıldığını, bazı dairelerde yolsuzluklar olduğunu, rüşvet alındığını söylüyorlar. Bu iddia üzerine Mustafa Kemal kızıyor ve üzüldüğünü belirterek‘... böyle memurlar varsa, isim tasrih ederek şimdi yanımdaki müfettişlere bildirin. Unutmayın ki, devlet örgütünün çok iyi işlemesi için halka düşen bazı ödevler vardır. Eski devirden kalma zihniyeti yaşatan adamlar bulunabilir. Böylelerini tespit etmekte siz bize yardımcı olun. Fakat iddialarda delil ve isim bulunması şarttır.’ diyor.
HALKIN TEPKİSİ NEDEN
Bu arada Serbest Fırka hakkında açıklamalar yapıyor ve süren devrimleri anlatıyor. Sıkıntılar konusunda beraberindekilere çözüm için talimatlar veriyor Atatürk...
Sonuçta ‘Serbest Fırka’nın başarısının rejim karşıtı değil, hükümetin ve yerel idarecilerin başarısız icraatlarına dönük demokratik bir muhalefet hareketi olduğunu görüyor.
Kırklareli’nin, Yunan işgali sırasında Yunan Kralı Konstantin’in 1921’de kaldığı Rumlara ait güzel binada ağırlanmayı kabul etmeyerek, geceyi trende geçirmesi dikkat çekiyor.
Ertesi gün ‘Gazi Paşa çok yaşa’ alkışlarıyla uğurlanan Mustafa Kemal ‘Her sınıf halkın samimi ve açık konuşmasının kendisinde unutulmayacak intibalar bıraktığını’ söylüyor.
VE MENEMEN HABERİ
Kırkareli’den otomobille Edirne’ye geçen Atatürk, Selimiye ve Üç Şerefli camilerini ziyaret ediyor; imamla bazı ayetler üzerine sohbet ediyor, Müslümanlık’ta ‘Arafat’ta kavuk çıkartmanın’ olup olmadığını soruyor. Selimiye’yi inşa eden Mimar Sinan hakkında bilgiler veriyor ve hasarlı durumdaki camilerin tamiri için keşif çıkartılarak üç gün içinde kendisine verilmesini istiyor. (Kısa bir süre sonra bütün camiler onarılır ve bir sonra Edirne’ye geldiğinde bunları yerinde görür.) Ertesi gün (23 Aralık) Türk Ocağı’nda konuşmaya hazırlanırken, kendisine şifre müdürü Suat Bey, Başbakan İsmet İnönü’den bir telgrafı okuyor:
‘Menemen’de irtica ayaklanması oldu!’
Başbakan İnönü, İçişleri Bakanı Kaya ve Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ı Ankara’dan İstanbul’a çağırıyor. Edirne’de, temaslarını tamamladıktan sonra 25 Aralık sabahı Babaeski’den trenle İstanbul’a dönüyor ve Dolmabahçe Sarayı’nda kabinesiyle sabaha kadar süren bir toplantı yapıyor. Ordu Müfettişi Fahrettin Altay da Menemen’e yolcu ediliyor.
Mustafa Kemal çok üzülüyor ve ağzından şu sözcükler çıkıyor:
‘Menemen’i yıkın, ortasına kara bir taş dikin!’
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi de bir amentüdür
‘KIRKLARELİ Hareketi Derneği’ geçen salı günü Atatürk’ün Kırklareli’ne gelişinin 75. yıldönümü dolayısıyla bir panel düzenledi. Genç Cumhuriyet’in heyecanlı ve sancılı çağdaşlaşma sürecinde yaşananlar, bizim yönettiğimiz panelde ‘Atatürk Kırklareli’nde’ ve ‘Kurtuluş Savaşı’nda Trakya’ adlı kitapları bulunan araştırmacı-yazar Nazif Karaçam ve Marmara Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Hüseyin Salman ve Prof. Özcan Mert tarafından çarpıcı bir şekilde ortaya konuldu. Karaçam, ‘Bugün Türkiye’de irtica hareketleri nasıl sağ partilerin yarattığı bir tehlike ise 1930’daki Menemen olayı da Serbest Fırka’nın bir ürünüdür’ dedi. Prof. Salman, 1930’larda Türkiye’nin yaşadığı ekonomik, sosyal ve siyasi tabloyu çarpıcı verilerle ortaya koydu. Prof. Mert de ‘İslam’ın amentüsü gibi Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin de bir amentü olduğunu’ vurguladı.
Hars nedir
‘Osmanlı siyaseti gayri mütecanis (farklı) unsurlardan ve maddelerden meydana gelmişti. Bunlardan bir halita (karma) yapmak mümkün olmadığı için, Osmanlı siyaseti yerine yeni bir siyaset çıktı. O siyaset ulusal siyasettir. Türkçülük siyaseti idi. Bilindiği üzere her ulusun kendine özgü bir özelliği vardır. Hars (kültür) bu özellik ve bu karekter ile ifade edilir. Bence de en bilimsel olanı harsla uygarlığı birleştirmektir.’
(Atatürk’ün Kırklareli Türk Ocağı’ndaki konuşmasından...)
Yazının Devamını Oku 22 Aralık 2005
ANKARA siyasi kulislerinde edindiğimiz izlenimleri soru-yanıt şeklinde aktarmaya devam ediyoruz.
Kabine değişikliği üzerine senaryoları dünden devam olarak biraz daha açıyoruz.
"AKP içinde bu talep sürekli var. Erdoğan’ın ’dar kadrosu’na dönük her zaman tepki var. Çözüm için iki yol var; ya kabinedeki bakan sayısı artırılacak, ya da bazı bakanlar yer değiştirecek. İçişleri Bakanı Aksu’nun, Başbakan Yardımcılığı’na aktarılacağı sürekli gündemde tutuluyor ancak Güneydoğu milletvekilleri rahatsız edilmeden bu operasyon nasıl yapılacak? Çünkü bunların bir kesimi Aksu gibi devlet teammüllerine bağlı isimler. Ancak, bir grup da var ki, özellikle Kürt sorununda Aksu ve çevresi gibi düşünmüyor. Bu tablo Başbakan’ın elini bağlıyor. Ali Babacan’, AB müzakerelerini üstlenmesi nedeniyle Devlet Bakanı sıfatıyla kabinede tabii ki kalacak... Bu sıfatla sadece AB’den sorumlu olacak. Babacan’ın yerine yeni bir isim getirilecek. Kabineden alınması düşünülen isimlerden biri de Devlet Bakanı Ali Coşkun... Ancak, İstanbul’un muhafazakar sermayesi ile ilişkilerinin iyi olması nedeniyle ’dokunmaya’ çekinilen bir isim olduğu da biliniyor. Kürşad Tüzmen’in de, kabineden alınacak isimler arasında yer alıyor. (TÜSİAD’ın önceki akşamki kokteylinde yoktular) Dış ticaret açığının büyümesi nedeniyle Tüzmen’e dönük yoğun eleştiriler yapıldığı biliniyor. Bütün bunlar kulislerde konuşulanlar ama ’kabine rotasyonu’nda asıl maharet Erdoğan’da düğümleniyor. Bir şeyi hatırlamak gerekiyor. Özal da baştan dar kadro ile çalışmıştı ama sonra ipin ucunu kaçırmış, iktidarı sarsılmıştı."
AKP’deki ’MHP’liler’...- MHP’lilerin çok ağırlık içinde olduğunu düşünmüyorum. Görünürde bir ağırlıkları yok.
Abdüllatif Şener ve Salih Kapusuz gibi isimler.
Yazının Devamını Oku 21 Aralık 2005
ANKARA’da siyasi kulislerde giderek artan farklı senaryolar konuşuluyor. Bunlar henüz dillendirilmese de, erken seçimden Cumhurbaşkanlığı seçimlere kadar uzanan yelpazede yer bulan bu senaryoların en önemli adresi AKP gibi görünüyor.
Alttaki parti grubundan yukarıya kabine değişikliği için sesler gelirse ve ‘seçim kokusu’ yayılmaya başlarsa esas sıkıntı o zaman başlar bir iktidar için...
2002’de MHP ve DYP’nin baraj altında kalması nedeniyle seçilemeyecek sıralardaki pek çok milletvekili Meclis’e girmeyi başardı. Şimdi alt sıralardan Meclis’e giren AKP’liler, olası bir erken seçimde yerlerini korumak hatta daha üst sıralarda yer alabilmek için seçim bölgelerinde sanki bir erken seçim yapılıyormuş gibi çalışıyorlar.
Geçen hafta başlayan belde kongreleri bunun ilk işaretlerini veriyor.
Şimdi Ankara kulislerinde edindiğimiz izlenimleri soru-yanıt şeklinde aktarmak istiyoruz:
KONGRELERDE HEYECAN
Başbakan Erdoğan’ın son Kızılcahamam’daki örgüt toplantısında milletvekillerine yerlerini koruyacağını ima etmesi.
- Sorun yerlerini korumakla bitmiyor. Yerlerini korusalar bile birçok milletvekili, DYP ve MHP’nin barajı geçme olasılığı halinde zaten seçilemeyecek.
İllerde durum.
- Size örneğin Batı’daki bir ilin durumunu anlatayım. AKP’nin 6 milletvekili çıkardığı bu ilde şimdiden 14 adayın ismi ortalıkta dolaşıyor. Hal böyle olunca, mevcut 6 milletvekili kendi aralarında sıralarını korumak ya da daha üst sıralara çıkmak için çalışıyor. Öte yandan diğer 8 aday da kendilerine yer bulmak istiyor. Bu durum pek çok il için böyle. Her seçim döneminde parlamentonun en az yarısının değiştiği düşünmelidir.
Örgütlerde kaynaşma...
- AKP’nin belde kongreleri başladı; ocaktan itibaren de il ve ilçe kongrelerine geçilecek. İstanbul belde kongreleri, sanki il kongreleri gibi geçiyor. Kadir Topbaş’tan Abdülkadir Aksu’ya kadar ağırlıklı isimlerden başlayan milletvekillerine kadar birçok ismin kongreleri izlemesi ilginç... İnanılmaz bir delege kavgası yaşanıyor. Kongrelerde, her ne kadar çoğunlukla tek aday gösterilmesi istenmişse de, Başbakan Erdoğan’ın bu talebi büyük ölçüde rahatsızlık yaratıyor. AKP bugün dışarı sızdırılmak istenmese de ‘kaynayan kazan’ durumunda... Bu sürecin sonu, ‘kol kırılıp yen içinde kalmayacakmış gibi’ görünüyor. Bu arada dikkatinizi çekeyim, birçok isim de kendilerini illerinin sıkıntılarından kurtarmak için adaylıklarını İstanbul’a atmak istiyor.
ERDOĞAN-GÜL ANLAŞTI MI
Cumhurbaşkanlığı seçimi...
- AKP’nin üst yönetiminde bazı milletvekilleri arasında ilginç yorumlar yapılıyor. Buna göre Erdoğan Köşk’e çıkacak, Abdullah Gül de Başbakanlığı üstlenecek. Bu konuda bir mutabakata varıldığı iddia ediliyor. Gül’ün zaman zaman dikkati çeken çıkışlarını kesmesi bu gelişmelere dayanak teşkil edebilir. Ancak Gül, örgütçü olmadığı gibi Tayyip Bey gibi ‘ahde vefa’sı olan bir kişi değil. Partiyi daha ileri taşıyıp taşıyamayacağı şüpheli bir durum.
Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın, Emine Hanım’ın türbanı dolayısıyla Tayyip Bey’e bir itirazının olmayacağı ileri sürülüyor. Eğer Tayyip Bey aday olmazsa Bülent Bey’i ‘sahne’de görebilirsiniz. Bu da AKP’de yeni bir krizin habercisi olabilir. Yani, bu süreçte ‘oyun’un içinde birçok aktör görülebilir. Ama şu var ki, Vecdi Gönül, Nevzat Yalçıntaş ve Mehmet Aydın gelişmeleri uzaktan dikkatle seyrediyorlar şimdilik.
Tayyip Bey, cumhurbaşkanı olursa AKP’nin akıbeti ne olur?
- İstikrar bozulur gibime geliyor. Abdullah Bey’in, Tayyip Bey kadar partiye sahip çıkamayacağı doğru bir tespit... Gül’e, çıksa çıksa AB sürecinden kaynaklı partinin liberal kanadı ile Arınç’ın desteği halinde Milli Görüş kanadı sahip çıkabilir. Ancak ‘hasbelkader’ Meclis’e giren vekilleri, Erdoğan’ın partinin başından ayrılmasına karşı gibiler. Onlar, Gül’ün genel başkan olması halinde geniş bir ‘tırpan’ operasyonu yapılabileceğinden endişe ediyorlar. Bu kesime ‘belediyeci’ kadrosunu da dahil edebilirsiniz.
‘BÜYÜK SAVAŞ’
Kabine değişikliği...
- Kabine değişikliğinden önce Melih Gökçek, Cemil Çiçek ve Abdülkadir Aksu gibi ‘güçlü’ isimlerin, Gül’le yaşadıkları üstü örgülü ‘çekişmeyi’ de unutmamak gerekiyor. Biliyorsunuz Gökçek, Gül’ün itirazına rağmen partiye kabul edilmiş ve Büyükşehir Belediye Başkan adayı gösterilmişti. ‘Milli Görüş’ diyorsak, ‘Yeniden Milli Mücadele’ ekibinin AKP içindeki dayanışmasını da göz ardı etmemek gerekiyor. Nitekim, eski RP yanlısı bir internet sitesinde bu savaşın ‘kod’larının ipuçlarını veriyor. Özellikle Erdoğan ile dirayetli bir politikacı olarak bilinen Cemil Çiçek arasında, Orhan Pamuk davası nedeniyle yaşanan gerginlik ‘büyük savaş’ın bir öncüsü olarak yorumlanabilir. Bu gelişmelerin hükümeti ciddi bir sıkıntıya düşürdüğü ve bunun etkilerinin ilerdeki günlerde daha da artacağı yolunda değerlendirmeler yapılabilir.
Yarın: Erdoğan’ın ‘dar kadrosu’ ve öteki partiler
Aman dikkat
AB eşiğinde olduğumuz şu zaman diliminde Lagendijk’in bu açıklamasını çok talihsiz buluyorum. Ordumuzun değerli komutanları açıklama yaparken çok dikkatli olmak zorunda. Avrupalıların eline böyle basit kozlar vermemeli.
Emine AL
Özveren’e tepki
32 yıllık hekimim. 16 yıl başhekimlik ve Sağlık Müdürlüğü tecrübem var. Devlet ve üniversite hastanelerinde çok değerli ilim adamları yanında çok iyi yetişmiş uzman hekimlerle çalıştım. Sayın Doç. Faik Özveren’in dünkü yazısı bilgisizliğin ürünüdür. İlim sahibi insanlar tevazu sahibi olurlar. Gösterdiği tevazudan ne kadar ilim sahibi olduğu belli olan bu zattan ancak bu laflar beklenir.
Osman YILDIZLAR
GÜNÜN SÖZÜ
‘Düşman karınca ise sen fil san.’
(Atasözü)
Yazının Devamını Oku 20 Aralık 2005
SAĞLIK Bakanlığı’ndaki atamalarla ilgili olarak "İşte yandaş atamalar" (15.12.2005) başlıklı yazımızda adı geçen Doç. Dr. Faik Özveren bir açıklama gönderdi. Önce yazıyı okuyalım:
"TBMM’nin çıkardığı bir kanun neticesinde Sağlık Bakanlığı bünyesinde ülkeme hizmet vermemin kime nasıl bir zararı olabilir? Kariyer sahibi kişilerin devlet hastanelerinde görevli olmaları, halkımızın daha kaliteli bir hizmet almasını sağlamayacak mıdır? Size yalnızca bir tek örnek vereceğim:
Şu an göreve başladığım Ankara Atatürk Hastanesi’nde daha önce mevcut olan tek Nöroşirürji Kliniği’nin yılda yaptığı beyin ameliyatı sayısı duyduğum kadarıyla 40 civarında imiş. Ben göreve başladıktan sonra 2. Nöroşirürji Kliniği’nde 3 hafta içinde yaptığım beyin ameliyatı sayısı 15’e yaklaştı.
Aynı hastanede iki aynı klinikten bulunması hastalara seçme hakkı vermeyecek midir? Çoğu devlet hastanelerindeki mevcut düzenin farkında mısınız, bilmiyorum? Öyle bir yer düşünün ki klinik şefinin muayenehanesine uğramadan hiçbir hasta yatamayabiliyor, ameliyata girmesi için hastalar bıçak parası vermek zorunda kalabiliyorlar. Bu sözlerimle hiç kimseyi itham etmiyorum. İşin mali boyutunu bir kenara bırakalım. Bilgi ve asistan eğitimi boyutuna baktığınızda durumun çok daha kötü olduğunu göreceksiniz. Şöyle düşünelim; ailenizle tatile çıktınız, yolda trafik kazası geçiriyorsunuz, köylüler arabanızı derede bulup sizi ailece en yakın devlet hastanesine götürüyorlar, çocuğunuzda beyin kanaması oluşuyor ve acilen ameliyat edilmesi gerekiyor. Hastanenin beyin cerrahı çocuğunuzu ameliyata alıyor, fakat ameliyatta yanlış bir manevra nedeniyle çocuğunuzun konuşma merkezini yaralıyor ve çocuğunuz hayatı boyunca konuşamayan bir insan olarak yaşıyor.
Siz ameliyatta ne olduğunu bilemezsiniz, bunu bir tek kişi bilir, o da ameliyatı yapan cerrahtır. Ben şimdi size şunu soruyorum: Kim, tüm beyin cerrahi eğitimi boyunca 50-100 tane beyin ameliyatı asiste eden bir beyin cerrahının eline düşmek ister? Üniversite kaynaklı doktorların Sağlık Bakanlığı’nın hizmet kalitesini artıracağını düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku 18 Aralık 2005
ORHAN Pamuk’un İsviçre’de bir dergiye söyleşide ‘Türkiye’de 30 bin Kürt öldürülmüştür. Bir milyon da Ermeni’ biçimindeki cümlesi, maksadı ne olursa olsun, tartışmalı konularda ‘kesin suçlama’ yaptığı için düşünce beyanı sayılamaz ve dolayısıyla düşünceyi ifade özgürlüğü kapsamı içinde mütalaa edilemez.
Öldürme, öldürülme eylemleri bir zümre tarafından bir başka zümre aleyhine kesin hüküm cümleleriyle suçlamalara yol açacak biçimde gerçekmiş gibi kullanıldığı zaman, bu ifadeler isnat edilen bu eylemlerin taraflarını şiddete çağırma potansiyeli taşırlar ve bu husus Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğüne koyduğu en önemli ölçünün ihlal edilmesi demektir.
Bu beyan, pozitif hukukumuzda karşılığı olan, ‘yayın yoluyla suç isnadı’ eylemlerindendir. Düşünce beyanı ile isnat edilen suçlama iftira arasındaki fark çok önemlidir ve bunlar hukuken farklı kavramlardır. Yargılama faaliyeti çok zor bir faaliyettir ve yargılama usulü adaletli bir yargıya varabilmek için çok titiz bir çalışmayı gerektirir.
Bütün mahkemelerin yazışmalarında gecikmeler olabilir.
Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz ve Turgut Yılmaz hakkındaki kimliği belirsiz bir itham nedeniyle yapılan yazışmaların sonucu dava aylardır görülemiyor.
Yazının Devamını Oku 17 Aralık 2005
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı bir grup gazeteci ile dinlerken, gösterdiği performansı alkışlamak gerekiyor. Çünkü bir gün önce Meclis’te bütçe üzerinde konuşmuş, sonra İstanbul’a gelmiş, Bakırköy Belediyesi’nin iki törenine katılmış, bu arada Süleyman Demirel’le görüşmüştü.
Kadıköy Belediyesi’nin düzenlediği yemekte Baykal çok rahattı; güncel soruları tam dört saat boyunca yanıtladı; bilgiler, yorumlar, görüşler aktardı bize.
‘Ulusal duyarlılık açığımız var’ dedikten sonra önceki gün Demirel ile görüşmesine değindi; ‘Aman yanlış yorumlanmasın, gizli bir toplantı değil’ diyerek amacını şöyle açıkladı:
‘Rauf Denktaş, bir misyon duygusu ile Anadolu’yu dolaşıyor. 22 Aralık Perşembe günü kendisini Ankara’ya Meclis’e davet ediyoruz. Meclis Başkanı’ndan izin aldık, senato salonunu tahsis etti. Denktaş olunca Demirel’i çağırmamak olmaz. Atatürk Havaalanı’nda çay içtik, daveti yaptık. Başbakan Erdoğan, Bülent Ecevit, Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar’ı, hatta TOBB, ATO, Barolar, Türk-İş gibi sivil toplum örgütlerinin önderlerini de çağıracağım. Bir masa etrafında yemekte buluşacağımızı ümit ediyorum.’
Arkadaşımız Gila Benmayor’dan ayrı bir özet yapıyoruz:
Yazının Devamını Oku 16 Aralık 2005
SKY Türk’ün Genel Yayın Yönetmeni Serdar Akinan, Süleymaniye’de Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Erbil’de KDP Lideri Mesut Barzani ile söyleşiler yapmış... Yoğun gündem arasında gözden kaçan, ancak ilerde gündemi oluşturacak çarpıcı sözler bunlar. Talabani ve Barzani sanki ‘öğretilmiş gibi’, ‘PKK silah bırakıp dağdan insin (inecek), TC genel af çıkarsın’ diye konuşuyorlar.
Ortak görüş olarak ‘Sınırda bir değil üç kapı açalım. Hatta demiryolunu devreye sokalım’ diyorlar.
KDP Lideri Barzani, ‘AKP hükümetinden ve Türkiye devletinden çok olumlu işaretler alıyoruz. Biz de aynı niyet ve kararlılıkla ilişkilerimizi geliştirmek istiyoruz’ diyor.
Akinan, Erbil’deki ‘muazzam kalkınma hamlesini’ne şaşırdığını, iş yapan firmaların yüzde 95’inin Türk firmaları olduğunu, bölgenin bir şişeye hapsolmuş bulunduğunu ve bu şişenin ağzının da Habur sınır kapısı olduğunu anlatıyor.
DEMİRYOLU İSTİYORUZ
Barzani, Habur’daki yığılmaların giderilmesi için bir-iki, hatta daha fazla sınır kapısının açılmasının yararlı olacağını belirtiyor, hatta ‘iki ülke arasında demiryolunun işletilmesinin ekonomik işbirliğine katkı sağlayacağını’ anlatıyor.
Barzani’nin ‘demokratik adımlardan’ söz ederken ‘af’tan da öte beklentileri var.
‘Bu sorunun demokratik ve adil bir şekilde ele alınması için affın yanı sıra başka adımların atılmasına da ihtiyaç var... Sadece genel af yetmez.’
Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasının ‘önemli’ olduğunu belirtiyor, ‘daha fazla adım atması için ona destek verip cesaretlendirdiklerini’, ‘Kürt sorunu’ konusunda ‘her türlü işbirliğini yapmaya hazır olduklarını’ söylerken, ‘Yani somut sözler verildi mi?’ sorusuna ‘Bu konuda daha fazla detaya girmem’ yanıtını veriyor.
MİT’LE GÖRÜŞÜYORUZ
Ancak, Ertuğrul Özkök’ün geçenlerde yazdığı gibi MİT Başkanı Emre Taner’in bu konudaki çaba ve girişimlerini doğruluyor. MİT ve Dışişleri gibi çeşitli resmi kurumlarla görüştüklerini, AKP’nin politikalarında önemli ve olumlu işaretler gördüklerini ayrıca ekliyor.
Barzani, ‘Türk toplumu, Kürt kelimesi etrafında korku sınırını aşmalıdır’ diyerek şöyle devam ediyor:
‘Türkiye, bölge ülkeleri ve halkları, bölgede bir Kürt ulusunun var olduğunu ve bu ulusun tarih boyunca haklarının çiğnendiğini ve kendi kaderini belirleme hakkına sahip olduğunu bilmeli ve kabul etmelidir. Kaldı ki, kendi kaderini belirleme hakkı bugünün konusu değildir. Ve ben Kürt halkının haklarının gerçekleşmesinin asla şiddetle olmayacağına inanıyorum. Bunun mutlaka karşılıklı uzlaşma ve uygun zamanda olması gerektiğine inanıyorum.’
Kürtler Erdoğan’ı desteklemeli
DÜNKÜ seçimlerde temsili çok daha güçlü yeni bir parlamento oluşacağını, tek bir blokun çoğunluğuna sahip olamayacağını sandığını belirten Celal Talabani, Cumhurbaşkanı için aday olmaya karar vermediğini söylüyor.
Akinan, ‘KDP ve KYB arasında ciddi bir siyasi kriz olduğunu gördüğünü’ anlatıyor; buna Talabani şu yanıtı veriyor:
‘Kürtlerin bağımsız Kürdistan olacak diye bir ajandası yok.’
Erdoğan’ın AB yolunda kararlı tutumunu hayranlıkla izlediğinin ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda tarihi bir adım attığının altını çizerken ‘Kürtlerin, Erdoğan’ı desteklemesi gerektiğini düşünüyorum. Erdoğan hükümetinin Kürtlerin gerçek çıkarları için çarpıştığına inanıyorum. (...) Türkiye ve Erdoğan hükümeti bizim için çok önemlidir’ diyor.
ANA KAYNAK TÜRKİYE
PKK’ya önerisi de şöyle:
‘PKK için en iyi yol silahı bırakmak, sivil hayata dönmektir. Onları da bu yola davet etmek ve silah bırakmalarına yardımcı olmak için genel af ilan edilmeli.’
Talabani de, Türkiye ile Irak arasında ticareti ve geçişi kolaylaştırmak için iki, hatta üç kapının açılmasını isterken, ‘Irak için ana kaynak ve ana yol Türkiye olacaktır’ diyor.
Talabani, Erdoğan’ın son günlerde tartışma yapan sözlerine sanki bir atıfta bulunuyor:
‘Din de dahil olmak üzere bir ortak ortak noktamız var. Hepimiz Sünniyiz, bunu unutmayın.’
Müslüman olmayan Türkler ne olacak
EĞER önerilen bu kimliği kabul edersek, Müslüman olmayan Türklerin kimliği ne olacak? Onları Türk’ten saymayacak mıyız?
Saymayacaksak, Türk ulusları arasında ayrımcılık, bölücülük yapmış olmaz mıyız? Onların sayısı zaten az, yok sayalım mı diyeceğiz?
Eğer sayacaksak, o zaman bu kimlik kendiliğinden eğreti duruma düşmez mi?
Velhasıl, neden kendimize böyle dar elbise biçiyoruz anlamıyorum. Tabii ki inancımızı ibadetimizi bileceğiz, koruyacağız ama bu hiçbir zaman tarihimizden, coğrafyamızdan, dilimizden, soyumuzdan, töremizden gelen özelliklerimizi dışlamamız anlamına gelmemeli.
Aydın Deniz ŞENLER
DERS (2)
‘BUGÜNKÜ Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar, -birkaç, düşman aleti mürteci, beyinsizden başka- hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır. Çünkü bu millet fertleri de umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.’
(Gazi Mustafa Kemal Atatürk)
REKTÖRÜN SÖZÜ
‘Usulsüzlük yapıldığı iddia edilen ihale 1998’de yapıldı. Ben 1999’da göreve geldim. Bana hastanede yapılan anjiyo ve takılan stent, dava konusu İspanyol Exposion firmasından ithal edilen bu aletler sayesinde oldu. Çalışmadıkları yönündeki iddialar da asılsızdır.’
(Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü
Prof. Yücel Aşkın)
Yazının Devamını Oku 15 Aralık 2005
VAN Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden bir süre önce ayrılan sekiz öğretim üyesinin durumu kamuoyuna, tutuklu Rektör Prof. Yücel Aşkın’a tepki olarak istifa etmişler gibi yansımıştı. Ancak, bu akademisyenlerin Sağlık Bakanı Recep Akdağ’dan aldıkları ‘sinyal’ üzerine istifa ettikleri savunuluyordu. Nitekim, her birinin, Bakan imzasıyla bir devlet hastanesine yönetici olarak atanması, bu savın doğruluğunu ortaya çıkardı.
Yine aynı fakülte kökenli ve Bakan Akdağ’ın atadığı Prof. Dr. Nihat Tosun da iki yıl önce Ankara Atatürk Hastanesi’ne başhekim olarak atanmıştı. Bu hastaneye ‘sınavsız-barajsız’, Bakan imzasıyla klinik şefi olarak atanan yeni isimler şöyle:
Doç. Ahmet Metin (Dermatoloji Şefi), Doç. Ömer Anlar (Nöroloji Klinik Şefi), Doç. Mehmet Emin (Sakarya-Radyoloji Şefi), Prof. Nevzat Serdar Uğraş (2. Patoloji Klinik Şefi), Doç. Süleyman Alıcı (Tıbbi Onkoloji Klinik Şefi), Doç. Şaban Şimşek (1. Göz Kliniği Şefi), Doç. Mehmet Bilge (1. Kardiyoloji Kliniği Şefi), Doç. Ahmet Kutluhan (KBB Kliniği Şefi).
Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği yasaya göre yapılan son atamalarla ayrıca Fatih Üniversitesi’nden Doç. Ziya Cibaşi Açıkgöz Mikrobiyoloji Klinik Şefi, Doç. Mehmet Faik Özveren 2. Nöroşirürji Klinik Şefi yapıldılar. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden Doç. Engin Bozkurt Kardiyoloji Klinik Şefi, Prof. Ahmet Taşyaran Enfeksiyon Klinik Şefi olarak göreve başladı.
Aynı üniversiteden Sağlık Bakanlığı Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı ve Doğum Hastanesi’ne getirilen Doç. A. Filiz Avşar da, Atatürk Hastanesi’ne Kadın-Doğum Klinik Şefi olarak daha önce atanmıştı. Erzurum ve Fatih Üniversitelerinde görev yapan Op. Dr. Mehmet Oğuz Yenidünya Plastik Cerrahi Klinik Şefi, Malatya İnönü’den Fatih’e atanan Doç. M. Derya Balbay da, Atatürk Hastanesi’ne 1. Üroloji Klinik Şefi olarak atandılar.
KADROLAŞMANIN TESCİLİ
Profesör ve doçentlerin sınavsız şef ve şef yardımcısı olarak atanmasına ilişkin yasal düzenlemeyi Cumhurbaşkanı Sezer geri göndermişti. Ancak başka bir yasa içinde ek madde olarak geçirilen yasayla bir gecede şef yapıldı; hak hukuk dinlenmedi.
CHP Denizli Milletvekili Prof. Mehmet Neşşar, tıpkı ‘kaçak gecekondu’ yapar gibi, bir gecede tek imzayla atanan bu kişilere bir günde klinikler inşa edildiğini savunarak ‘Bu öğretim görevlilerinin tek bir hastanede toplanması rastlantı değil. Bu atamalar planlı bir işin parçaları’ diyor.
Ne gariptir ki, bakanlık büyük illere bu atamaları yaparken, yine Doğu’daki illerde mevcut hastanelere açık olduğu gerekçesiyle rotasyonla öğretim görevlisi göndermeye çalışıyor.
Türk Tabipleri Birliği’nin dediği gibi, bütün bunlar ‘AKP kadrolaşmasının tescili’ değil midir?
Etiler trafiği niye kilitlendi
ETİLER ve Ulus yöresinde yeni düzenleme ile tam bir trafik rezaletinin yaşanacağı anlaşılıyor.
Ulus yönünden gelen araçların Turizm Okulu arkasında Levent Caddesi ile Nispeti’ye Caddesi’ne girişi ve dönüşünün yasaklanması ile Ortaköy’den Akmerkez’in önüne kadar uzun kuyruklar oluştu.
Hele Koç Köprü’sünün gidiş-geliş olarak ayrılması, Akmerkez’in karşısındaki okulun arkasından Levent’e dönüş verilmesi, Turizm Okulu arkasından Levent’e geçiş verilmemesi dün sürücülerin büyük tepkisine yolaçtı.
Uygulamanın tek yararı, Ebulula Caddesi’nden yani Mayadrom yönünden gelen araçların yeni yapılan yola yönlendirilmesi... Akmerkez ve Mayadrom’un yoğunluğunu yollar kaldıramazken, bir de köprünün tek şeride indirilmesi trafiği işin içinden çıkılmaz hale getirdi.
Bu projeyi Büyükşehir yapıyor; kızacaksanız ona kızın. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’a sorulmamış bile... Başkan Kadir Topbaş, lütfen sabah ve akşam saatlerinde burayı görebilir mi?
Dersler (1)
‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir.’
(Gazi Mustafa Kemal Atatürk)
Laptop ve laleler
‘BEN, Büyükşehir Belediye Meclisi’nin bir muhalefet partisi üyesiyim. Orada soramıyoruz bari köşenizden sorayım. Büyükşehir, üyelere dağıtılmak üzere aldığı 348 laptopu siz yazdıktan sonra veremiyor. Bunların, Büyükşehir tarafından, Proline adlı bilişim firması üzerinden DMO tarafından alınıp belediyeye satıldığı konuşuluyor. İTO’nun web sitesinde Proline’nin hizmet verdiği şirketler arasında Büyükşehir, İSKİ ve İsfalt da var. Bu neyin armağanı? Bir başka konu da, Büyükşehir 3 milyon lale soğanı dağıtması... Milletvekili Emin Şirin, Gürtuna döneminde gül getirmiş, hakkında birçok eleştiri yapılmıştı. Acaba lalelerde de bir şey var; yerli mi yurtdışından mı alındı, bedeli nereden karşılandı?’
Yüce Mahkeme durdurdu
ANAYASA Mahkemesi, 12 Aralık’ta CHP’nin başvurusu üzerine, sağlık personelinin atanmasıyla ilgili, Cumhurbaşkanı Sezer’in yasa gereği 2. kez önüne geldiği için imzalamak zorunda kaldığı yasanın bazı maddelerinin yürütmesini durdurdu. İptal süreçinde Sağlık Bakanı Akdağ, ‘Yöneticimi atamak benim hakkım’ diyerek başta Van’dan istifa eden bazı profesör ve doçentleri devlet hastaneleri’ne klinik şefi olarak atadı. Akdağ şimdi suçlu duruma düşmedi mi?
GÜNÜN SÖZÜ
‘(Hükümete) Önce iş ayarlanıyor, sonra ihaleye gidiliyor. Dünyanın hangi köşesinde bir Maliye Bakanı için dört kez af çıkarılır?’
(CHP Genel Başkanı Deniz Baykal)
Bunu Almanya’da yapamazsınız
2005 Ocak ayında Balıkesir Kurtdereli Vergi Dairesi’ne arabamın vergilerini ödemek için gittim. Egzoz muayenesi yapılması gerekiyordu, fenni muayenenin ücreti de gerek olmamasına rağmen alındı. Ancak, yanlışlıkla alındığı söylenen paramın geri verilmesini ya da taşıt vergisinin 2. taksidi olarak kabul edilmesini istedim. Maalesef, çözüm üretecek yetkili birini bulamadım.
İzinden sonra Almanya’ya dönünce vergi dairesine iki, Maliye Bakanlığı’na üç yazı yazdım, paramın hesabıma aktarılmasını istedim.
Daha ne kadar beklemem gerekiyor? Amacım 88 milyonu filan kurtarmak değil, bürokrasinin vatandaşa yaklaşımına dikkat çekmek.
Bu para geri gönderilirse Hoca’nın kaybolan eşeğini bulmuş gibi sevineceğim. Sayın Maliye Bakanımız Unakıtan, bu sevincimi bir sene sonra çok görmez herhalde.
İbrahim ERGÜL/Duisburg-ALMANYA
1 cip=713 ton hıyar
OKURUMUZ ALİ Dağcı, ATO Başkanı Sinan Aygün’ün, ‘Türkiye teknoloji ihraç etmeden dış ticaret açığından kurtulamaz’ başlıklı araştırmasında yer alan ‘1 kalp pili ithali için, Türk ekonomisinin 6100 kg. demir cevheri ihraç etmesini, 1 cep telefonu için 1 ton domates, 722 dolarlık bir tabanca için 5.5 ton patlıcan hesabını dehşetle okudum’ diyor.
Devam ediyor: ‘Bu arada verilen örneklerden biri de şu: ‘107 bin dolara satılan bir lüks otomobil (mesela bir cip) alabilmek için, Türkiye’nin 713 ton hıyar ihraç etmesi gerekiyormuş.’ Yani; biri cipe binecek diye 713 ton hıyar satıyormuşuz yurtdışına!’
Duble yol sorusu
İZMİR Milletvekili Erdal Karademir, Bayındırlık ve İskan Faruk Özak’a soruyor:
‘1999 depreminden sonra yapımına başlanan Kocaeli-Yalova duble yol projesi inşası kaç gruba ihale edilmiştir? Bu işlerin ihale bedelleri nelerdir? Ve bu işleri yüklenen firmalara bugüne kadar yapılan ödeme miktarı nedir? İhale bedellerinden fazla bir ödeme yapılan ‘iş’ var mıdır? Var ise bu farklar nereden kaynaklanmıştır?’
MESAJ PANOSU
1999 depreminde orta hasar görmüş olan, onarılmayan ve kanun hükmünde olduğu gibi yıkılması gereken binalar nedense bir türlü yıktırılamıyorlar. Yani kanunu uygulamıyorlar.
Sanki olası bir depremde olabilecek faciayı görmezlikten geliyorlar.
Vedat KARAL-GÖLCÜK
TMMOB Makine Mühendisleri Odası’nın ‘TMMOB Sanayi Kongresi 2005’ 16-17 Aralık tarihlerinde Ankara Milli Kütüphane’de; KARADENİZ Ereğli Belediyesi’nin düzenlediği ‘4. Hamsi Festivali’ pazar günü 13.00’te Bozhane Balıkçı Barınağı’nda.
Yazının Devamını Oku