Paylaş
Bu sözler ABD’de, Los Angeles’ta yaşayan bir Ermeni’den. Yani diyasporadan geldi. Bir önceki, “soykırım tartışmasını nasıl aşarız” başlıklı yazımdan hemen sonra.
Türkiye’de ve yurtdışında yaşayan Türklerden ve Ermenilerden aldığım çok sayıda mesajdan sonra, bugün şu soruyu irdelemek istedim:
Soykırım tartışmasını neden aşmalıyız?
HUKUKİ MUĞLAKLIK
Öncelikle, bu çok muğlak bir tartışma.
Zira herşeyden önce, uluslararası hukuk bir suçun soykırım olup olmadığına dair nihai bir karar veremiyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 17 Aralık 2013’te aldığı meşhur “Perinçek kararı”, şu hükme varmıştı: “Soykırımı ispatlamak kolay değildir. Ve mahkeme, bu tür konularda görüş birliğine varılabileceğinden şüphe duymaktadır.”
*
Ancak bunun tam aksi yönünde alınmış uluslararası kararlar da var.
İçinde emekli Türk büyükelçilerin de yer aldığı Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu, soykırım konusunda nihai hükmü vermesi için 2003’te Uluslararası Geçiş Hukuku Merkezi’ne (ICTJ) başvurmuştu.
New York’ta bulunan bu merkez, ırk ayrımcılığı ve uzlaşma çalışmalarında dünyanın en önde gelen kurumu.
ICJT de, Birleşmiş Milletler’in (BM) 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi geriye işletilebilse, 1915 katliamlarının soykırım sayılacağına karar vermişti.
Ancak sözleşme geriye işlemediği için, bu tarihten önceki suçların hukuken soykırım olarak yargılanmasının mümkün olmadığını belirtmişti.
ESNEK TANIM
Mesele burada da bitmiyor. BM sözleşmesinde soykırım tanımı son derece geniş ve esnek. Bu nedenle bu tanıma göre -hukuki bağlayıcılığı olmasa da- dünya üzerinde yüzlerce soykırım suçu işlenmiş kabûl ediliyor.
Bu konuda çok sayıda akademik çalışması bulunan Prof. Murat Paker ise, soykırımın yanlış algılandığına dikkat çekiyor:
“Soykırım dendi mi, bir tek Holokost anlaşılıyor. Irkçı bir ideoloji, sistematik bir devlet aygıtı, makine gibi çalışan kamplarda imha edilmiş insanlar olması gerektiği düşünülüyor. Oysaki soykırımların illâ Holokost’un bütün özelliklerini barındırması gerekmiyor.”
İşte tüm bu muğlaklıklardan dolayı da, soykırım tartışması anlamsızlaşıyor.
ACILAR KARŞILIKLI
En önemlisi ise, bu tartışma asıl meseleyi gözden kaçırıyor.
Soykırım savına sahip tarihçilerin çoğu da, 1915’te Ermenileri bir ırk olarak yok etmenin hedeflenmediğini teslim ediyor. Zira Osmanlı’da, 1930'lar Almanyası’nda Yahudilere karşı olduğu gibi Ermenileri ötekileştirme üzerine kurulu bir ideoloji yoktu.
Dolayısıyla katliamlar, çoğunlukla savaşın ve o günün koşullarına bağlanıyor. Keza 1. Dünya Savaşı sırasında bazı Ermeni örgütlerin Doğu Anadolu’da Müslümanları katlettikleri biliniyor.
Ancak bu gerçek, Ermenilere yapılan katliamları ortadan kaldırmıyor. Yaşanan trajediyi hafifletmiyor.
*
Yine bir başka önemli nokta: “Evet Ermeniler acı çekti, ama biz de çektik” söylemi.
Bu elbette doğru. Ancak yanlış olan, acıları kıyaslamak. Müslüman-Hrıstiyan ya da Türk-Ermeni değil, insanların çektikleri acılar olarak görmek gerekiyor.
Kaldı ki Türklerin de acı çekmiş olması, Ermenilerin çektiği acıları ortadan kaldırmıyor.
Bunun da ötesinde, bu trajediyle zaten önce kendimiz için yüzleşmemiz gerekiyor. Geçmişin bu yükünden artık kurtulabilmek ve özgürleşebilmek için.
Kendisi benzer acılar çekmiş olan bir milletin ve devletin, “karşı taraf”ın çektiği acıları kabûllenmesi ve bundan dolayı özür dilemesi ise, o milleti ve devleti ancak yüceltir.
YÜZLEŞEREK BÜYÜMEK
Son olarak: Avrupa Parlamentosu gibi kurumların, devletlerin aldıkları soykırım kararları evet çözüme bir katkı sağlamıyor. Ve tarih siyasete alet ediliyor.
Ancak bunlar da, ortadaki trajediyi hafifletmiyor.
Bu travmaların bize mahsus olmadığını da unutmamak gerekiyor. Her toplumun tarihi, hatırlamak istemediği olaylarla dolu. Ancak bunlarla yüzleşebilen devletler, tüm dünyanın gözünde büyüyor.
Artık vakti.
Paylaş