Soykırım tartışmasını aşmak

“BAŞBAKAN Erdoğan’ın Ermeni katliamlarına ilişkin mesajı, Türkiye tarihinde bir milat.”

Haberin Devamı

Bu, geçtiğimiz yıl 26 Nisan tarihli yazımın ilk cümlesiydi.
Zira o zaman başbakan olan Erdoğan, Türkiye tarihinde bir ilke imza atmıştı. 24 Nisan öncesinde, bir taziye mesajı yayınlamıştı.
Bugün ise 24 Nisan’ı bambaşka bir ortamda karşılıyoruz. Herkes ve her şey, soykırım tartışmasına kilitlenmiş durumda.



Taziye mesajı


ERDOĞAN’ın taziye mesajını o yazımda şöyle anlatmıştım:
“Türkiye ilk kez Ermenilerin yaşadıkları acıları inkâr etmedi, kabullendi. İlk kez bu konuda insan odaklı ve vicdanıyla konuştu, ‘ortak tarih’, ‘ortak acı’ dedi.
İlk kez 3. tarafları aradan kaldırdı, Ermenilere doğrudan hitap etti. İlk kez savunmacı olmadı, sorumluluk aldı.
Ve ilk kez, Ermenilerle ortak bir geleceğe vurgu yaptı.”



Yüzleşme



ZİRA o güne kadarki hâkim anlayış başkaydı.
Türkiye’yi “gayrimüslim-sizleştirme” politikası 1915 sonrasında, Cumhuriyet döneminde de devam etti.
Nüfus mübadeleleri, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, Hrant Dink’in katline göz yumulması. Hepsi bunun tezahürleriydi.
Geçtiğimiz seneye kadar Ermeni katliamlarının görmezden gelinmesi de bu anlayışı yaşattı.
Taziye mesajıyla ise resmi yüzleşme başladı. Ve bu, aslında uzun bir sürecin sadece bir faslıydı.
2006’da düzenlenen “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri” konferansı, 2008’de 30 bin kişinin imzaladığı “Ermenilerden Özür Diliyorum” bildirisi ve 2009’da Ankara ve Ermenistan’ın imzaladığı protokoller...
Hepsi, süreci bu noktaya getiren mihenk taşlarıydı.

Haberin Devamı



Etkileşim


ANCAK bu sürece paralel yürüyen bir süreç daha var, Batı’da ve diyasporada.
Avrupa Parlamentosu bu hafta aldığı soykırım kararının benzerini, 1987’de de almıştı. Yine, Papa Françesko’nun bu hafta yaptığı “Ermeni soykırımı 20’nci yüzyılın ilk soykırımıdır” açıklamasını, 2001’de Papa 2’nci Jean Paul yazılı olarak yapmıştı.
Görmemiz gereken ise şu: Bu iki süreç birbirinden bağımsız değil.
Batı’nın ve diyasporanın attığı her adım, Türkiye’yi her seferinde sarsıyor. Ve yüzleşme sürecini, tekrar geriye sarıyor.
Aynı şekilde Ankara’nın verdiği her sert tepki, diyasporayı olumsuz etkiliyor. Ve bu kısır döngü, on yıllardır bu şekilde devam ediyor.

Haberin Devamı


Soykırım tartışması


BU döngüyü kırabilmenin ise tek bir yolu var: Soykırım açıklamalarına sert karşılık vermek ve her seferinde 2014 öncesindeki anlayışı yeniden canlandırmak yerine, yüzleşme sürecini devam ettirmek.
Bu sürecin bir sonraki adımı ise geçtiğimiz yıl acılarını paylaştığımız Ermenilerden bu yıl özür dilemek olmalı. Yine, ülke dışına sürülen tüm Ermenilerin torunlarına, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı önerilmeli.
Ancak bu adımlar, soykırım tartışmasını artık geride bırakabilir.
Kaldı ki bu, son derece suni ve riyakâr bir tartışma. Zira siyasilerin Ermeni katliamlarına taktıkları ad, o günün şartlarına göre değişiyor.
Mesela eski ABD başkanlarından Ronald Reagan, 1981’de “soykırım” demişti.
Oysaki Başkan Obama, her 24 Nisan’ı “Meds Yeghern” (Büyük Felaket) diyerek atlatıyor. Hem de bir yandan, soykırım olduğuna dair kişisel görüşünün değişmediğini söylüyor.


Bizler

Haberin Devamı


SADECE devletin geçmişiyle yüzleşmesini beklemek ise yetersiz. Bizler de travmalarla yüzleşmeliyiz.
Lübnanlı sanatçı Rabih Mroue’nun 1975-90 arasındaki Lübnan içsavaşıyla hesaplaşması, yol gösteriyor:
“Benim ve yoldaşlarımın haklı ve her zaman doğru yolda olduğunu düşündüğüm için özür dilerim. Anladığımı iddia ettiğim içsavaşın kökleri ve nedenlerini bilmediğim için, özür dilerim.”
Ya biz? Ermenilerin yaşadıkları acıların köklerini ve nedenlerini biliyor muyuz? Peki her zaman haklı olduğumuzu düşünüyor muyuz?
Artık yüzleşme vakti.

Yazarın Tüm Yazıları