Tufan Türenç

Ülkesini düşünen insanların ruh hali

3 Temmuz 2009
ÖZAL döneminin Devlet ve Enerji Bakanı rahmetli Sudi Türel’in cenaze töreninde çok sayıda politikacıyla karşılaştım.

Uzun yıllar devlet yönetiminde bulunmuş olan bu insanların hepsi ama hepsi büyük bir üzüntü ve endişe içindeydi.

Türkiye’nin geleceğinden hiç umutlu değillerdi.

Hemen hepsi olayların giderek tırmanacağını görüyorlar ve bundan ülkeleri adına büyük korku duyuyorlardı. Bu korku hepsinin yüzüne yansımıştı.    

Ben yıllardan beri tanıdığım ve zaman zaman birlikte olduğum bu insanları hiç böyle bir ruh hali içinde görmedim.

Bu insanların birçoğu politikayı bırakıp köşesine çekilmişti.  

Devlet yönetiminin inceliklerini bildikleri için bugün yaşananları anlamakta zorlanıyorlardı.

Hepsinin ortak kanısı şuydu:

“Bir ülke bu kadar gerginlik içinde yönetilemez. Hükümetlerin en önemli görevi ortamı normalleştirmek olmalıdır.”

Yazının Devamını Oku

Kriz teğet geçmedi halkın yüreğini deldi

1 Temmuz 2009
TÜRKİYE ekonomisi yılın ilk 3 ayında yüzde 13.8 oranında küçüldü.

Bu çeyrek bazda cumhuriyet dönemi rekoru.  

“Kriz bizi teğet geçecek” diyen Başbakan bu sonucu duyunca sakın kimseye kızıp bağırmasın.

Bunu söyleyenleri “şeamet tellalı” olarak da ilan etmesin.

Bizler Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yalancısıyız.

The Economist yılın ilk 3 ayı için büyüme ile ilgili bir liste yayınladı. 

Liste şöyle:

Büyüyenler: Çin 6.1, Hindistan 5.8, Polonya 0.8, Yunanistan 0.3.

Küçülenler: Brezilya 1.8, ABD 2.5, İspanya 3, Fransa 3.2, Güney Kore 4.2, Almanya 6.9, Japonya 8.8, Rusya 9.5, Singapur 10.1.

Yazının Devamını Oku

Nereye kadar gerilecek

29 Haziran 2009
BAŞBAKAN siyasi partilerden, medyadan sağduyulu ve sorumlu davranmalarını istiyor.

Başbakan, yapması gerekeni yapıyor ama sonra ipin ucunu yine kaçırıyor.

Kürsüde coşup her zamanki gibi bas bas bağırıyor: 

“Kimse askerin arkasına saklanarak siyaset yapmasınnnnnn...”

Başbakan uydurulan darbe senaryoları sanki ciddiymiş gibi onlarla savaşan kahraman rolü oynuyor.

Yazının Devamını Oku

Kısır tartışmaların ötesi:Yaşar Kemal ile Fazıl Say

27 Haziran 2009
BİR kısırdöngüye dönüşen ve içinden çıkılmaz hale gelen tartışmalardan sanırım hepimiz sıkıldık. <br><br>Türkiye bütün sorunlarını bir kenara itmiş, enerjisinin tümünü bu kısır tartışmalara harcıyor.

O nedenle ben bugün bu tartışmalardan biraz uzaklaşmak, hepimizi gururlandıracak iki konuya değinmek istiyorum.

Türkiye’nin yetiştirdiği dünyanın en ünlü virtüözlerinden Fazıl Say geçtiğimiz hafta dünyanın en ünlü orkestralarından biri olan Amsterdam Corcertgebouw Orkestrası ile bir konser verdi.

 Fazıl Say bu yıl Grammaphone Dergisi tarafından dünyanın en başarılı orkestrası seçilen Concertgebouw ile kendi bestesi “Anadolu’nun Sessizliği” adlı keman konçertosunu çaldı.

Fazıl Say’ın eşsiz yorumunu dinlemek isteyen Amsterdamlılar 19-20 Haziran gecesi salonu tıklım tıklım doldurdular.

Orkestrayı ünlü şef Dennis Russel Davies yönetti.

Ünlü piyanist ve bestecimiz dakikalarca ayakta alkışlandı.

Ama bu olağanüstü konserden Türk kamuoyunun pek haberi olmadı.

Olmadı çünkü biz kısırdöngüler içinde birbirimizle boğuşup duruyoruz.

Yazının Devamını Oku

Darbeciler yargılansın sulu bir şaka mı?

26 Haziran 2009
BAYKAL önceki gün CHP grup toplantısında AKP’nin kucağına bombayı bırakıverdi:

“Darbecileri arıyorsan, gel 12 Eylül darbecilerini yargılayalım.”
Baykal’ın önerisi somut ve netti.
CHP liderinin bu beklenmedik çıkışı iktidara geldiğinden beri darbecilere, darbelere karşı savaş veren kahraman rolü oynayanları zora sokacak.
Bizim meslektaşlar haklı olarak dün yemediler içmediler, Başbakan’a tutumunun ne olacağını sordular.
Yanıt “Ciddilerse bunu göstersinler. Sulu şakalara gelmeyiz” oldu.
Erdoğan bu sözleriyle Baykal’ın önerisinin ciddi olmadığına inandığını vurguluyordu.
Ama CHP bu konuda ciddiydi. Hem de Tayyip Bey’in ummayacağı kadar ciddiydi.

Yazının Devamını Oku

Korku, vicdanların sesini boğarsa...

24 Haziran 2009
İSMET İnönü, Atatürk’ün silah arkadaşıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı komutanlarındandır.
Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmıştır.
Usta diplomasi stratejisiyle Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı felaketine bulaşmaktan kurtarmış, on binlerce insanın bu acımasız savaşta can vermesini önlemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni tek partili rejimden çok partili rejime taşımış büyük bir devlet adamıdır.
Bunları yakın tarihimizi hiç ama hiç bilmeyen genç okurlar için yazıyorum.
Belki merak ederler de bu büyük devlet adamının yaşamıyla ilgilenirler.
Bu sayede de bu ülkenin ne zorluklardan geçerek bugünlere geldiğini öğrenirler.
O zaman belki bugünlerin değerini daha iyi anlarlar...
İşte bu İsmet İnönü’nün çok önemli bir sözü vardır.
Paşa “Bir ülkede namuslular da namussuzlar kadar cesur olmalıdır” der.
Bu sözü mantık süzgeçinden geçirenler bugünlerdeki toplumsal yozlaşmanın nedenini kolayca çözerler.
Ne yazık ki Türkiye’de namuslular namussuzlar kadar cesur değildir.
O nedenle de meydan namussuzlara kalmıştır.

En taze örnek Yargıç Necat Ede olayıdır.
Necat Ede dürüst, vicdanlı, hukuk devletine bağlı bir yargıçtır.
Avukatlarının itirazının hukuksal gerekçelerini haklı bularak Emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un tahliyesine karar vermiştir.
Bu karar nedeniyle de anında dinci basın tarafından bombardıma tutulmuştur.
Bu arada avukatları dünyaca ünlü bilim adamı Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın tutukluluğuna itiraz ettiler.
Dinci basın, Haberal’ın tahliyesini önlemek için Necat Ede’yi baskı altına aldı.
“Tolon’u tahliye eden hâkim Haberal’ı da tahliye edecek” diye her gün yazılar döşendiler.
Yargıç Ede bu yayınlardan etkilendi ve baskı altında olduğunu ileri sürerek kendisine Ergenekon kapsamında dava verilmemesini istedi.
Bu gelişmeler üzerine Adalet Bakanlığı Yargıç Ede hakkında soruşturma başlattı.
Bunun üzerine Ede baskının bazı medya organları ile sınırlı kalmadığını, kurumsal olarak da ciddi baskı altında olduğunu açıkladı.
12’nci Ağır Ceza Mahkemesi Ede’nin çekilme isteğini kabul etti.
Böylece Ede saf dışı bırakılmış oldu. Yani dinci basının isteği yerine geldi.

Necat Ede ile ilgili gelişmeleri yüreğim sızlayarak okudum.
İsmet Paşa’nın yukarda yazdığım sözlerini anımsadım.
Dürüst ve vicdanının sesini dinleyen insanlar saldırılar karşısında dik duramazlarsa bu ülkenin işi gerçekten zor.
Türkiye hukuk devleti olma özelliğinden her geçen gün biraz daha uzaklaştırılıyor.
Yaşayabilmesi için kanser tedavisi görmesi gereken Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran’a hukuk göz ardı edilerek yapılanlar insanın tüylerini diken diken ediyor.
Hızla “korku toplumu” haline getirildik.
Herkes korkuyor.
Konuşmaya, yazmaya, demokratik tepkisini göstermeye...
Ve en kötüsü karar verirken vicdanının sesini dinlemeye...
Yazının Devamını Oku

Bu ahval şerait içinde kimyamız bozulmaz mı?

22 Haziran 2009
KALABALIK toplantılarda kafası karışık olan okurların sorularını yanıtlarken inanın benim kafam da karışıyor. <br><br>İzlenimim şu: Herkes, ama herkes büyük bir endişe ve korku içinde. Çoğunluk ülkenin geleceği için karamsar.

Bazıları ise çocukları için korku duyuyorlar.

Hele Genelkurmay’da hazırlandığı iddia edilen belge üzerinde yapılan tartışmalar toplumun kimyasını altüst etmiş.

Ülkeyi yönetenler bozulan toplum psikolojisini düzeltmek için sağduyulu bir üslup kullanacaklarına yangına körükle gidiyorlar.

Başbakan işi gücü bırakıp, RTÜK Başkanı Zahid Akman’ı koruyup kollama görevini eksiksiz yerine getiriyor.

Hálá Akman’a istifa etmesi gerektiğini söylemiyor.

İktidarın ikinci adamı Bülent Arınç, ortamı yatıştırmak için değil, daha da germek için çaba harcıyor.

Kendisi hukukçu olmasına rağmen çıkıyor, incelemesi yapılan bir belge için "Halkın iradesine, Anayasa’ya, demokrasiye karşı büyük bir ihanet" diyor.

Oysa daha ortada belgenin orijinali bile yok.

Belge sahte çıkarsa ne yapacak? Hukukçuluğuyla her daim övünen Arınç o laflarını nasıl yutacak?

Bunlar da devleti yönetmeye soyunan insanlar.

Üstelik bu zat Kurtuluş Savaşı’nı veren Meclis’in başkanlığını da yaptı.

Bu ne sorumsuzluk? Hayret!

* * *

Aklı başında olan insanlar nasıl büyük bir endişe ve korku içinde olmasınlar? Nasıl kimyaları bozulmasın?

İşte içler acısı bir örnek...

Eski Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Mustafa Yurtkuran testis kanseri oluyor. Testisinin tekini alıyorlar.

Radyoterapi olması gerekiyor ama o sırada Ergenekon’dan tutuklanıp içeri atılıyor.

Avukatları "Aman radyoterapi olması şart, ayrıca iki kalp damarı da tıkalı. Tahliyesini istiyoruz" diyorlar.

Mahkeme "Olmaz" diyor.

Avukatlar raporları gösterip bir kez daha tahliye istiyorlar.

Mahkeme yine reddediyor.

Avukatlar bu kez "Radyoterapi yapılmazsa yaşamı tehlikeye girer" raporu getiriyorlar.

Mahkemeden yine ret.

Eski rektörün rahatsızlıkları artınca hastaneye sevk ediliyor.

Şu anda durumu vahim. Önce by-pass olacak, sonra da radyoterapi görecek.

Ama bu arada iki ay süreyle bir kanser hastasının tedavisi engellenmiş oluyor.

Bu olay, Türkiye’de yargının vahim ve acı bir şekilde siyasallaştırıldığının somut örneğidir.

Ne vali ama

DEVLETİN Valisi Abant Platformu’nda yaptığı konuşmada Bülent Arınç’ı bile gölgede bırakıyor. Bakın ne diyor:

"Demokrasimizin en büyük engeli darbeci generallerin anayasasıdır. Jakoben (tepeden inmeci) bürokrasi, hükümeti amiri gibi değil, muhasebe müdürü gibi görüyor.

Halk iradesini sindiremeyenler hálá Baas ya da Pol Pot rejimi özlemiyle hükümeti devirmek istiyor. Ülkemizi jakoben bürokrasinin paşa gönlünden koptuğu kadar değil, sonuna kadar demokrasiye kavuşturalım. Yes we can..."

İmza: Bolu Valisi (yani benim valim) Halil İbrahim Akpınar.
Yazının Devamını Oku

Yaşar Kemal’in kaleminden ölümsüz Theodorakis

20 Haziran 2009
BOĞAZİÇİ Üniversitesi Senatosu’nun kararıyla çağımızın ünlü müzik adamı Mikis Theodorakis’e önceki gün fahri doktora unvanı verildi. Theodorakis hasta olduğu için törene katılamadı, fahri doktora beratını onun çok yakın sanatçı dostu ünlü şarkıcı Maria Farandouri aldı.

Farandouri unutulmaz bir konser verdi ve ağırlıklı olarak Theodorakis’in şarkılarını seslendirdi.

Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kadri Özçaldıran yaşamı büyük mücadelelerle geçen, acılar, işkenceler çeken ama hiç eğilmeyen Theodorakis’e doktora unvanı verilmesinin nedenini şöyle açıkladı:

"Üniversitemiz bu kararı verirken Theodorakis’in yaşam boyu sürdürdüğü özgürlükçü ve demokrasi yanlısı tavrını ve Türk-Yunan dostluğu konusundaki çabalarını tabii ki takdirle karşılamıştır ama kararını efsane bir müzik insanını onurlandırmak üzere inşa etmiştir."

Salona girerken konuklara Theodorakis’in yaşamı ve yapıtları ile ilgili küçük bir kitapçık ile Yaşar Kemal’in "Theodorakis ya da Akdeniz’in Sesi" başlıklı yazısı verildi.

* * *

Büyük romancı Yaşar Kemal Theodorakis’i şöyle anlatıyor:

"..... Çağımızın büyük insanlarından birisi de komşumuz Yunanistan’ın yetiştirdiği büyük usta Theodorakis. Birkaç ay önce altın plak verdiğimde, onun için şöyle bir konuşma yapmıştım:

O yalnız müziğin ustası değil, o kardeşliğin, barışın, sevginin, halktan halka, kişiden kişiye dostluk taşımanın, insan güzelliğinin, arkadaşlıkların ustasıdır. Kötülüklere, zulme, işkencelere, savaşa, nükleere, ırkçılığa, sömürüye, o ki insana yakışmayan her neyse, bütün bunlara karşı koymanın ustasıdır...."

Yaşar Kemal yazısında Theodorakis’i anlatmayı şöyle sürdürüyor:

"Onun müziği insanlığın sesiydi. Onun müziğinin temelinde halklar vardı. O müziğini Yunan halkıyla, Anadolu halkıyla, bütün Akdeniz’in halklarıyla birlikte yaratmıştı. O, müziğini, Bizans’la, Itri’yle, Aşık Veysel’le, sazı, buzukiyle yoğurduğu gibi İspanyol, Mısır, Mezopotamya müziğiyle de beslemiştir. Theodorakis Akdeniz’dir, Akdeniz’in sesidir."

Yaşar Kemal yazısını şöyle noktalıyor:

"Sevgi büyücüsü, dostluk, kardeşlik, barış, müzik büyücüsü Theodorakis ölmesin."

* * *

Efsane müzisyen 1925’te Ege’nin büyülü lacivert sularına uzanan Çeşme Yarımadası’nın kucağına sokulmuş olan Sakız Adası’nda doğdu.

18 yaşındayken komünist oldu. Ondan sonra yaşamı insanlığa zulmedenlere başkaldırıyla geçti. Cezaevlerine girdi çıktı. İşkencelerden geçti.

Yunan iç savaşında polis tarafından öldüresiye dövüldü ve morga atıldı.

Arkadaşları onu morgdan kaçırdı. Sağ gözü hasarlı kaldı.

1947 yılında tutuklanıp İkeria Adası’na gönderildi. Arkadaşlarıyla birlikte akıl almaz işkencelerden geçirildi.

Bel kemiği kırılana kadar işkence gören bir arkadaşı onun gözleri önünde sürüklenerek idama götürüldü. O da idamlardan şans eseri kurtuldu.

1954’te bir burs kazanarak Paris konservatuvarına gitti.

1960’ta şarkıları dillerden düşmeyen ünlü bir besteci olarak ülkesine döndü.

Nisan 1967’de ihtilalle gelen Albaylar Cuntası döneminde onun için çileli yıllar yeniden başladı. Cezaevine atıldı, daha sonra sürgüne gönderildi.

Yurtdışında verdiği konserlerle cuntaya karşı direnişin simgesi oldu.

1974’te cunta devrilince ülkesine bir kahraman olarak döndü.

Binden fazla şarkı yazmış olan Theodorakis, ayrıca müzik dünyasına senfoniler, kantatlar, oratoryolar, operalar, bale, sahne, tiyatro ve film müzikleri olmak üzere yüzlerce ölümsüz dev yapıt armağan etti.
Yazının Devamını Oku