Global kriz onun kurtarıcısı oldu.
Başbakan, “Bizim suçumuz yok. Global kriz” diye beraatini ilan etti.
Oysa bu gerçek değil.
Eğer Amerika’daki bazı açgözlü uyanıklar dünyanın başına “zehirli kâğıtlar”ı sarmasalardı bu kriz çıkmayacaktı.
Ama Türkiye kendi krizini kaçınılmaz olarak yaşayacaktı.
Çünkü AKP’nin yürüttüğü sürdürülemez ekonomik model bir gün gelip duvara toslayacaktı.
Global kriz çıkınca ve hızla dünyayı sarınca Tayyip Bey paçayı kurtardı.
“Kriz bizi teğet geçecek”
Alperenler’in eğer sanata saygı duyacak kadar kültürleri olsaydı İdil Biret gibi bir dünya sanatçısına, ona eşlik eden ünlü İngiliz orkestrasına bunu yapmazlardı.
İdil Biret’in afişini yakmazlardı.
İngiliz sanatçıların dünyanın hiçbir ülkesinde başlarına gelmeyen polis eşliğinde otellerine götürülme olayını yaratmazlardı.
Türkiye’nin sırtına böyle bir ayıbın yüklenmesinin sorumlusu olmazlardı.
Eğer biraz mantıklarıyla hareket edecek olgunlukları olsaydı malum gazetenin tahriklerine kapılmazlardı.
Aslında Vakit’e gazete demek gazetelere, gazeteciliğe hakarettir.
Çünkü dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde Vakit gibi bir gazete çıkmaz.
Yalan, iftira, saptırma, tahrik ve sürekli provokasyon.
Sonra da endişeyle “Ne yapacağız Tufan Bey? Buradan nasıl çıkacağız? Bu ülke ne olacak?” diye sordu.
Sakinleştirip, “Aman panik yapmayın. Güvenlik güçleri gereken önlemi alır, onları dağıtır. Hiçbir şey olmaz. Merak etmeyin” dedim.
Sonra kalkıp dış kapıya ilerledim. Kapı kapatılmıştı. Sloganlar duyulmuyordu.
İçerdeki izleyicilerin pek bir şeyden haberi yoktu. Rahatladım.
Gazeteyi aradım ve arkadaşlara haber verdim.
Bir süre sonra gazeteden bilgi geldi. Alperen Ocakları’ndan 60-70 kişilik bir grup gelmiş içeri girmek istemişler. Güvenlik güçleri sokmamış ve kapıyı kapatmışlar.
Grubu Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanı Mustafa Kayatuzu yönlendiriyormuş.
Önce slogan atmışlar, sonra da namaz kılmışlar.
Niye gönüllü olarak üstlendiği bu görevi yerine getirmiyor?
Belgenin orijinali ortada olmadığına göre bunu kimin imal ettiğini niçin araştırmıyor?
Kendisine bağlı olan bir kurumun onurunu zedelemek için düzenlenen iftira belgesini hazırlayanları, basına sızdıranları neden bulup çıkarmıyor?
Günlerce yer yerinden oynatıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri yerden yere vuruldu.
Yeri göğü inleten Başbakan ve AKP şürekâsı belgeyi şimdi ağızlarına bile almıyorlar.
Onların devlet anlayışı bu kadar.
Türk Silahlı Kuvvetleri kurum olarak bunun peşini bırakmamalı.
Bu konuda her türlü hukuki girişimlerde bulunmalı.
Yanındaki genç kız da öyle. Esmer güzeli. İri gözleri, siyah pırıl pırıl saçları var.
Sözlüsünün mezuniyet töreni için özenle hazırlandığı anlaşılıyor.
Saçlarını yaptırmış, giysisini özenle seçmiş.
Hayran hayran sözlüsüne bakıyor genç kız. Onunla kıvanç duyuyor.
Her ikisinin yüzlerinden birbirlerini çok sevdikleri okunuyor.
Genç, üniversiteyi bitirdiğine göre mutlu bir yuva kurmaları da yakın.
Hiç tanımasanız da birbirine yakışan, birbirini seven bu iki gencin fotoğrafları insana mutluluk veriyor.
Fotoğraf altındaki yazıdan gencin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın oğlu Ahmet Mücahit olduğu anlaşılıyor.
İnanıyorum ki, bugün Türkiye çok daha ileri bir noktada olurdu.
Ama 2004’ten önce “Bu kadar teslimiyetçi olmayın. Türkiye’nin haklarını savunan bir duruş sergileyin” diye uyaranları hep Avrupa Birliği karşıtı olarak suçladılar.
Bu yanlıştı.
Bugünkü duruş doğru ama, Avrupa Birliği’ni boşlayan bir tutum içinde olmak da yanlış.
Türkiye, üzerine düşeni eksiksiz yerine getirmeli ama diğer aday ülkelerin yaptığı gibi haklarından da ödün vermemeli.
Başbakan’ın Corriere della Sera’ya yaptığı açıklamalar da diplomasi kuralları açısından son derece hatalı.
Erdoğan AB ile görüşmeler konusunda “Türkiye 50 yıldır AB’ye girmek için bekliyor ve artık yoruldu” diyor.
Bu söylem diplomasi açısından yanlış.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi ile Maltepe Üniversitesi’nde iki doktora unvanı alan Başbakan Erdoğan’ı 13.8 için kutlamak gerekiyor.
Başbakan krizin dünyayı vurmaya başladığı günlerde büyük bir kehanette bulunarak halkımızın yüreğini ferahlatmıştı.
Kürsülere çıkıp “Merak etmeyin kriz bizi teğet geçecek” demişti.
Aylar geçtikçe baktı ki krizin teğet meğet geçeceği yok bu kez söylemini şöyle değiştirdi:
“Merak etmeyin krizi en az biz hissedeceğiz.”
Geçen aralıkta kriz ufak ufak yürekleri ve cepleri yakmaya başlayınca halkımızı şöyle teselli etmeye kalktı:
“Merak etmeyin kriz artık inişe geçti.”
Oysa kriz daha yeni tırmanışa geçmişti.
Makalenin yazarı Chicago Teoloji Fakültesi eski Başkanı Profesör Susan Brooks Thistlethwaite.
Bu makaleyi, yorumunu sizlere bırakarak yayınlıyorum:
“..... Din güç kazanmak ve siyasi kazanç için kullanılmak üzere manipüle edilebilir. Pakistan’daki Müslüman imamlar İslam dininin gücünü siyasi güç elde etmek için kullanıyorlar. Tehlikeliler, şiddet dolular ve bir barış anlaşması imzaladıklarında bunu nihai hedefleri olan Pakistan’a hâkim olmaya giden yolda alaycı bir adım olarak yaptılar.
Taliban, dinci aşırıların ‘sert güç’ yaklaşımına örnektir.
Geçtiğimiz haftayı Türkiye’de geçirdim ve ‘yumuşak güç’ kisvesi altında dini-siyasi aşırıcılık ile karşılaştım.
2002’de ekonomik durgunluk ve siyasi yozlaşmanın getirdiği ülke çapındaki memnuniyetsizliğin rüzgârını arkasına alan İslamcı parti, AKP, birçok partinin yüzde 10 barajını geçememesi ile oyların üçte birini alarak parlamentodaki sandalyelerin üçte ikisini kazandı.
Seçim sürecinde İslami görüşlerini ılımlılaştıran Erdoğan Başbakan oldu.
Şimdi ise laik muhalefeti yok etmek ve Türkiye’de dini hukuku yerleştirmek için uzun vadeli bir stratejiyi takip ediyor.”