8 Mart 2010
ÖNCE mektubu okuyalım: “Yüce Türk Milleti’nin bilgisine,
Yetmiş altı yaşında, emekli Deniz Astsubayı ve Kıbrıs gazisiyim. Vatanım ve milletim için 30 sene hizmet verdim. Hayatımı bu değerler uğruna feda etmekte hiçbir beis görmedim.
Deniz kuvvetlerinde muharip astsubay olarak gemi silahlarını kullanmak görevine sahiptim.
Kara savaşlarına bigane olduğum halde komutanlarımın emriyle Kıbrıs 6. kolordu emrine verilerek kara muharebesine katıldım. Taktik ve silah bakımından yabancı olduğum bu görevi asla yapmam, yapamam düşüncesi içime doğmadı.
Yurdum ve yüce milletim için canımı vermeyi, şehitlik mertebesine yükselmeyi şeref addettim.
Yukarıda şahsım hakkında verdiğim bilgiden maksat askerlik mesleğinin mukaddesliğini şahsım adına anlatmaktır. Bu düşüncelere hâkim olmuş bir baba olarak, oğlumu şerefli ordu mensubu olması için peygamber ocağına verdim.
O da bu manevi görev bilinci içinde azim ve gayretle vatan ve milletini şer güçlere karşı müdafaa etme çabasıyla Türk kültürünün şerefli addettiği paşalık mertebesine nail oldu.
23.02.2010 günü duyduğum haberle hayatımın şokunu yaşadım.
Oğlum, devlet ve milletimin aleyhine komplo ile itham edildi.
Ben bir baba ve asker olarak asla vatanına ve ulusuna ihanet edecek bir evlat yetiştirmedim. Hiçbir somut delile dayanmadan yapılan ithamların sonucu oğlumun tutuklanmasının acizliğin ifadesi olduğunu düşünmekteyim.
Bu sanal teorilerin insan hakları ve mukaddes değerler içeriğinde anne, baba, eş ve çocukları büyük üzüntüye gark etmesi kimsenin hakkı değildir.
Bu husus hakkında ulu Allah’ın yüce mahkemesinde davacı olacağıma büyük ulusuma söz veriyorum.
Tuğamiral Cem Aziz ÇAKMAK’ın babası
Mustafa Cemil ÇAKMAK
Gazi Em. Dz. Ast. sb.”
* * *
Evet gazi baba Mustafa Çakmak’ın paşalığa kadar yükselen oğlu şimdi “Balyoz Darbe Planı” sanığı olarak cezaevine atıldı.
Vatan için yetiştirdiği ve peygamber ocağına gönderdiği evladı devlet ve milletin aleyhine komplo kurmakla suçlanıyor.
Gazi babanın yüreği yanıyor. Nasıl yanmasın ki?
Paşa oğluyla kim bilir ne kadar övünüyordu Gazi Mustafa Çakmak.
Ama paşa oğlu şimdi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dönük saldırıların kurbanı oldu. Bu acıya hangi babanın yüreği dayanabilir?
O yürek nasıl isyan etmez.
* * *
Kin ve intikam duygularıyla yürütülen saldırılar bakın nelere mal oluyor.
Kimse sanmasın ki bu olaylarda ateş sadece düştüğü yeri yakıyor.
O ateş milyonlarca yüreği yakıyor.
Bu saldırıları yapanlar, bu tertipleri kuranlar, bu iftiraları atanlar kin ve intikam duygularıyla hareket ediyorlar.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni sindirmenin, onurunu kırmanın, onu çökertmenin büyük hasarlar yaratacağını düşünmüyorlar.
Dünyanın en büyük imparatorluğunu kurmuş nesillerin mirasçılarıyız.
Emperyalistler koskoca imparatorluğu yıkıp Türkleri bu coğrafyadan söküp atmak amacıyla bu ülkeyi istila ettiler.
Mustafa Kemal’in önderliğinde perişan haldeki millet silkinip vatanını savundu ve istiklalini kazandı.
Cumhuriyet bu sancılı ve zor coğrafyada güçlü ordusunun varlığıyla ayakta durdu, duruyor.
Bugün orduyu tahrip etmek, onu çökertmek için bütün güç ve hünerlerini kullananlar aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin bu zor coğrafyada varlığını sürdürmesini tehlikeye attıklarının farkındalar mı?
Yazının Devamını Oku 6 Mart 2010
TAM Devlet Klasik Türk Müziği korosunu kuran ve yıllarca yöneten ünlü müzik adamı Nevzat Atlığ’ın kitabını okuyordum, İnci Çayırlı aradı. Çok üzgündü.
“Ben Türk musikisi sanatçılığımı büyük bir onurla yaşadım” dedi.
Arkasından şu soruyu sordu:
“Ancak bizim devlet katında yerimiz nedir?”
Hem kırgın, hem de öfkeliydi.
“54 yıldır sanatçıyım ve bu konumdayım. Medyatik değiliz diye mi hep dışlanıyoruz?”
Binlerce öğrenci yetiştiren ünlü yorumcunun kırgınlığının nedenini hemen anladım.
Başbakan’ın Dolmabahçe davetleriyle ilgiliydi.
Birinci dalgada pop, pop-arabesk sanatçıları çağrılmıştı.
İkinci dalgada da sinema sanatçıları çağrılacaktı.
İnci Çayırlı haklı olarak soruyor:
“Biz neden yokuz? Biz bu devleti hep onurlandırdık. Neden dikkate alınmıyoruz?”
Devletin “Devlet Sanatçısı” unvanına layık gördüğü İnci Çayırlı’nın bu soruyu sormak hakkı değil mi?
Aynı hak, çok sesli klasik batı müziği, opera ve bale sanatçıları için de geçerli değil mi?
* * *
Ama ne yapalım ki bugünkü iktidar sanatçı olarak popüler sanatların temsilcilerini tanıyor.
İnci Çayırlı yerden göğe kadar haklı.
Başbakan’ın sanatçılar arasında ayırım yapması, bir kısmını önemseyip bir kısmını görmezden gelmesi yanlıştır.
Bu konuya burada noktayı koyup Nevzat Atlığ’ın kitabına dönelim.
Biliyorum ki Nevzat Atlığ da aynı duygular içindedir.
“Basında Nevzat Atlığ-1949’dan Günümüze” adlı kitap tam bir belgesel niteliğinde.
Devlet Sanatçısı unvanına layık görülen Nevzat Atlığ’ın 1943’te başlayan müzik yaşamı bir ömür sürmüş.
Korolar kurmuş, şefliğini yapmış, binlerce öğrenci yetiştirmiş, arkasında bir müzisyen nesli bırakmıştır.
Klasik Türk müziği parçalarını doğru ve eksiksiz olarak yeniden notaya almak için yıllarını vermiş bir müzikologdur Nevzat Atlığ.
Onun bu özverili çabaları olmasaydı çok sayıda klasik parçanın unutulup yok olması kaçınılmazdı.
Kitapta Nevzat Atlığ’ın müziğe katkıları basındaki yansımaları ile anlatılıyor.
Hakkındaki haberler, köşe yazıları, fotoğraflar ile üstadın müzik yaşamının belgeseli sunulmuş.
* * *
Yukarıda sayabildiklerimiz Nevzat Atlığ’ın pek az insanın ömrüne sığdırdığı olağanüstü hizmetlerdir.
İki yıl önce kendisine rastladığım bir ortamda kısa da olsa sohbet etme olanağı bulmuştum.
O da tıpkı İnci Çayırlı gibi hem devletin hem de halkın ilgisizliğinden yakınıyordu.
O da çok üzgündü.
“Artık gerçek Türk müziği dinleyecek yer çok azaldı. Kala kala Zeki Çetin’in mekânı kaldı” diye dert yanmıştı.
Üstadı zaman zaman Taylan Kendirli’nin büyük emekler vererek ayakta tuttuğu Büyük Kulüp Klasik Türk Müziği Korosu’nun konserlerinde görüyorum.
Büyük bir mutluluk içinde izliyor konserleri.
Ama biliyorum ki, onun da İnci Çayırlı gibi gönlü kırık.
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2010
TÜRKİYE’DE yaşananlar yer yer akıl ve mantığın durduğunu gösteriyor.
Onun yerini de kin ve intikam duygularının aldığını...
Senaryolara dayalı operasyonlar, gözaltılar ve tutuklamalar...
Meslekleri gereği belge ve bilgi toplayan, gerçekleri yazan gazetecileri, yazarları darbeci diye içeri tıkmalar...
Ömrü terörle mücadele ederek geçmiş olan general ve subayları terör örgütü üyesi ve yöneticisi olarak demir parmaklıklar arkasına kapatmalar.
Yazının Devamını Oku