Başkan Obama’nın İslam İşbirliği Teşkilatı için özel temsilci atadığı Reşat Hüseyin üzerinden Beyaz Saray’la sürekli güçlü bir iletişimi vardı. Obama’nın Amerika’ya gelince ağırladığı... Mısır olayından Suriye’deki krize hemen hiçbir önemli dış politika meselesinde de farklılık yaşamadığı biriydi. Ancak bunlar, Washington’a her gelişinde bana da zaman ayırma nezaketi gösteren, hep makul ve entellektüel biri olarak tanıdığım Ekmekleddin İhsanoğlu’nun isminin buralardan üflendiği anlamına gelmez.
*
BİRİNCİSİ... Bu fikrin Washington’da hiç de heyecanla karşılanmadığını bilin. Türkiye’deki siyasete denge gelmesini isteyenler, tıpkı bazı CHP’liler gibi kerhen bu işi olumlu karşılamaya çalışıyor ama... Hepsi o.
İkincisi... İşin Washington’dan çıktığının başka bir kanıtı olarak sunulan, bu çatı aday fikrini Kemal Kılıçdaroğlu ile Mayıs’taki görüşmesinde Kemal Derviş’in söylediği iddiası ise doğru değil. Derviş, tam tersine o görüşmede Kılıçdaroğlu’na “Mümkün olduğunca çok adayla çıkın” dedi. “Tek bir çatı aday bulun” demedi.
Ki Derviş’in Washington’ın temsilcisiymiş gibi sunulması, bana kalırsa ayrı bir haksızlıktır. Çünkü olsa olsa, kurduğu ilişkilerdeki titizliğini yakından bildiğim Derviş Washington’ı etkiler. Washington Derviş’i değil.
*
ÜÇÜNCÜSÜ ve belki en önemlisi de... Washington’da hiç de Tayyip Erdoğan’ın önünü kesmek isteyecek bir Yönetim yok. Hatta aksine... Kıbrıs’taki müzakereler, Suriye’deki yabancı savaşçılara karşı başlattığı Batı’yla işbirliği ve hem PKK’yla yürüyen süreç hem de “bağımsız Kürdistan” konusundaki pozisyonu nedeniyle Erdoğan’a bakışta 180 derecelik bir değişim yaşanıyor Washington’da. Ve Gezi sonrası oluşan gerilemenin ardından Erdoğan’ın savunulması zor politikalarına bile bir açıklama bulma çabası yürütülüyor. Hem de, Tayyip Erdoğan’ın tartışma yaratan bazı söz ve davranışlarını, Bülent Ecevit’in de bir “antisemit” olduğunu öne sürerek meşrulaştırmaya çalışacak kadar insafsız bir şekilde.
*
Türkiye’nin Musul kriziyle boğuştuğu bir sırada, bu hafta Washington’da gerçekleştirilecek çok önemli iki toplantıdan bahsedeceğim izin verirseniz.
Erdoğan’ın 17 Aralık sürecinde en yakınında yer alan İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, bölge yangın yeriyken Ankara’dan ayrılıp Amerika’ya gelmesinin perde arkasını aktaracağım.
*
Aslında Ala’nın bu hafta Washington’da olacağı, neredeyse bir aydır biliniyordu.
Kentin en önemli düşünce kuruluşlarından Ortadoğu Enstitüsü’nün yıllık Türkiye Konferansı’nın onur konuğu olacağı uzun süre önce açıklanmıştı.
Ancak ziyareti ilginç kılan ilk ayrıntı, Türkiye’den her zaman dış politika alanındaki uzmanları konuk etmesiyle bilinen MEI’ye Türk Hükümeti’nin bu kez İçişleri Bakanı’nı temsilci göndermesi oldu.
İkincisi de, Türk Hükümeti içeride Gülen Hareketi’ne yakın üst düzey bürokratların yerlerini değiştirmeyi sürdürürken…
Ve
Sonunda kentin en önemli Irak uzmanlarından Judith Yaphe’nin Ankara’ya yönelttiği sorularla bunun nasıl bulanık bir iş olduğunu göstermeye çalışacağım. Zannedildiği gibi bu bir “terörist” IŞİD Musul’u aldı, herkes karalar bağladı hikâyesi değil.
*
ÇARŞAMBA IŞİD diplomatları rehin aldı. O sırada Washington’da bulunan Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu da, bir araya geldiği muhataplarıyla sadece bunu konuştu. Verdiği mesaj da şu oldu: “Rehineleri kurtarmadan askeri bir operasyona girişmeyin.” Sonra Türkiye Bağdat’la irtibat kurdu. Ve aynı mesajı onlara da iletti.
Sinirlioğlu’nun ardından iş sonra en tepeye kadar çıktı. Ve Ahmet Davutoğlu’nun Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry ile yaptığı telefon konuşması dışında Başbakan Erdoğan da Başkan Yardımcısı Joe Biden ile şimdiye kadar sırf bu konu için iki ayrı telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
Vurup vurmayacağını yine bilmiyoruz.
Tıpkı geçen sene 21 Ağustos kimyasal silah saldırısından sonra yaşanan durum gibi.
O zaman saldırıyı gerçekleştirdiği düşünülen Esad Rejimi, Obama'nın daha önce belirlediği kimyasal silah kırmızı çizgisini aşmıştı.
Ve başta Türkiye, Sünni Arap ülkeler ve Fransa, Obama'nın Esad'a saldırmasını bekliyordu.
Sonra olanları biliyorsunuz.
Amerikalılar ve Ruslar, Esad'ın elindeki kimyasal silahları teslim etmesi konusunda anlaşınca saldırı ertelendi.
Esad da bu anlaşmayla fiili olarak tekrar meşruiyet kazandı, oyuna döndü.
*
ÖNCE Amerikalıların Musul’da yaşananlara ilk nasıl tepki verdiğini aktarayım...
Sonra yoruma geleceğiz
IŞID’in (Irak Şam İslam Devleti) Musul’u ele geçirdiği duyulduğunda, Dışişleri Bakanlığı acil bir açıklama yayınladı.
Ve “ABD, Musul’da IŞİD unsurlarının şehrin büyük bölümünü ele geçirdiği, son 48 saat içinde yaşanan olaylardan derin kaydı duymaktadır” diye başladığı açıklamasında, ABD yetkililerinin Bağdat ve Washington arasında sürekli iletişim halinde olduklarını söyledi.
Ardından, Washington olayın vehametini kavradığında Obama Yönetimi’ne Irak’tan erken çekildiği için saldırmaya başlayacağından ilk savunmasını verdi.
Açıklamanın sonunda, “ABD, Irak halkının ve şimdi acil bir tehditle karşı karşıya olan Ninewa ve Anbar’daki halkının yanında durmaktadır” vurgusu yapıp, “Yardımlarımız Irak’a IŞİD’e karşı savaşma yeteneği sağlamaktadır” denildi.
*
AÇIKLAMADA
Erdoğan neden “out”, Ruhani neden “in”?
*
1) Erdoğan 12 yıldır iktidarda, bagajı dolu eski bir siyasetçi, Ruhani ise seçildiği düzende var olmaya çalışan yepyeni bir yüz. Örneğin bugün Türkiye’de Erdoğan’ı savunmak için her gün birçok tartışmalı hikâye basan basın kuruluşları bir tür “devlet medyası” haline geldi. Ruhani ise kendi ülkesinde rejimin kontrolündeki medyanın ağır saldırısı altında. Öyle ki, İstihbarat Bakanı Mahmud Alevi, geçenlerde dini lidere bağlı Kayhan Gazetesi’ne gitti. Ve Batı ile nükleer görüşmelerde Ruhani’nin tavizler verdiğini yazan editörlere açık açık “Lütfen yalan yazmayın” dedi. Fars Haber Ajansı’ndan Tasnim Haber Ajansı’na, Javan Gazetesi’nden Vatan-e Emrooz’a İran medyasının Ruhani ve Dışişleri Bakanı Zarif’e saldırmasından şikâyet etti. Halbuki Erdoğan, tam tersine medyayı bir uluslararası ilişkiler silahı gibi kullanan bambaşka bir lider.
*
İki hafta önce Kuzey Irak’tan çıkan Kürt petrolünün Türkiye üzerinden dünyaya açılma işini anlatmıştım.
İşin nasıl hukuki sorunlar içerdiğini Dörtyol ve Ceyhan’dan yapılan son sevkiyatlar üzerinden açıklamaya çalışmıştım.
Şimdi izin verirseniz o yazıda bahsettiğim 1 milyon varil petrolle 22 Mayıs’ta Türkiye’den ayrılan United Leadership gemisinin son iki haftada başına gelenleri ve operasyonun detaylarını aktaracağım.
Baştan sona şüphe uyandıran, gizlice halledilmeye çalışılan ve hiç de hükümetin iddia ettiği gibi Türkiye’nin menfaatine olmayan bir iş bu.
Birilerinin menfaati var elbette ama…
Okuyunca göreceksiniz…
Türkiye’yi uluslararası alanda sokacağı hukuki sıkıntıları düşündüğünüzde, emin olun Türk halkının menfaatine olacak işler değil bunlar.
Dokunan yanar.
Obama’nın geçen hafta West Point Askeri Akademisi’nde yaptığı “Obama Hangi Meydanları Kastetti” başlıklı yazınızı okudum.
Müsaade edersiniz, sizin 1987-1993 arasında hepimize örnek olacak biçimde yaptığınız Washington’daki işi 20 yıl sonra devralmış genç bir meslektaşınız olarak yazınızdaki bazı noktalara katılmadığımı belirtmek istiyorum.
Birincisi, doğrudur.
Başkan Obama ve Başbakan Erdoğan arasında 19 Şubat’ta yapılan telefon konuşmasının yansıma şekli yüzünden derin bir güven bunalımı oluştu.
Ve Beyaz Saray, hiç umulmadık biçimde Erdoğan’ın o konuşmada Obama’ya atfettiği Fethullah Gülen’le ilgili sözleri yalanladı.
Dolayısılyla en azından Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar kimse Obama ve Erdoğan arasında bir temas beklememeli.
Soma’da nasıl Cumhurbaşkanı Gül’ü aradıysa, Obama bundan sonra da önemli bir olay olursa yine aynı yolu izleyecektir.
Ama bunun ötesinde…