Paylaş
Erdoğan neden “out”, Ruhani neden “in”?
*
1) Erdoğan 12 yıldır iktidarda, bagajı dolu eski bir siyasetçi, Ruhani ise seçildiği düzende var olmaya çalışan yepyeni bir yüz. Örneğin bugün Türkiye’de Erdoğan’ı savunmak için her gün birçok tartışmalı hikâye basan basın kuruluşları bir tür “devlet medyası” haline geldi. Ruhani ise kendi ülkesinde rejimin kontrolündeki medyanın ağır saldırısı altında. Öyle ki, İstihbarat Bakanı Mahmud Alevi, geçenlerde dini lidere bağlı Kayhan Gazetesi’ne gitti. Ve Batı ile nükleer görüşmelerde Ruhani’nin tavizler verdiğini yazan editörlere açık açık “Lütfen yalan yazmayın” dedi. Fars Haber Ajansı’ndan Tasnim Haber Ajansı’na, Javan Gazetesi’nden Vatan-e Emrooz’a İran medyasının Ruhani ve Dışişleri Bakanı Zarif’e saldırmasından şikâyet etti. Halbuki Erdoğan, tam tersine medyayı bir uluslararası ilişkiler silahı gibi kullanan bambaşka bir lider.
*
2) Erdoğan halkıyla inatlaşan, gerilim yaratan biri, Ruhani ise halkını iknaya çalışan, gerilim azaltan. Gezi’den sonra yaşananları tekrarlamama gerek yok. Ama Ruhani değişim isteyenlerin oyuyla seçilmiş, ılımlı siyasetle İranlıların görüşlerini değiştirmeye başlayan biri. Yeni bir anket yapılmış. Ve İranlıların yüzde 40’ının, Ahmedinejad dönemi bu konuda topluma pompalanan onca hamasete rağmen, nükleer program işinde Batı ile uzlaşmaya gidilmesini istediği ortaya çıkmış.
*
3) Erdoğan yolsuzluk meselesinde şüphe uyandıran, Ruhani ise umut vaat eden biri. 17 Aralık’ın halen komplo olduğunu iddia ediyor Erdoğan. Ve Rıza Sarraf’a “hayırsever” diyor. Halbuki İranlılar Sarraf’ın “reisi” Babek Zencani’nin ilişkilerini didik didik ediyorlar. Ve benim kaynaklarım, Ruhani’nin yarınki görüşmede Sarraf’ın İran’a iade edilmesini isteyebileceğinde ısrar ediyorlar. Bir yere ulaşmaz tabii. Ama Türkiye de nasıl bir yere ulaşmayacağını bildiği, Green Card’ı olan Fethullah Gülen’ı sırf diğer konuların müzakerelerinde ABD’lileri sıkıştırmak için gündeme getirmeye devam ediyorsa… Ruhani de Türkiye vatandaşı olduğu için bir yere ulaşmayacak Sarraf’ın iadesini aynı sebeple gündeme getirebilir.
*
4) Erdoğan Suriye’deki yeni tehdit radikal gruplarla ilişki geliştiren ülkenin başında, Ruhani ise o gruplarla savaşan ülkenin. Evet köklü bir değişim var bu konuda. 6 Nisan’da yazdığım “Suriye’de cihatçılara büyük cendere” yazısında haber verdiğim, ABD ve Türkiye arasında yabancı savaşçılara yöneklik başlatılan yeni işbirliği hesapları değiştirdi. Hatta geçenlerde konuştuğum Hollanda’nın Terörle Mücadele Direktörü Dick Schoof, bana Türkiye’nin Avrupa ayağında da yabancı savaşçılar konusunda çok geniş bir istihbarat paylaşımı başlattığını açıkladı. Ama o paylaşımın Türkiye’den geçmiş Suriyeli bir cihatçının 24 Mayıs’ta Brüksel’deki Yahudi Müzesi’nde dört kişiyi öldürürken ne işe yaradığını gördük. Halbuki El Kaide’nin düşman saydığı İran, bu konuda Batı’nın doğal müttefiği.
*
5) Ve son olarak Erdoğan zor bir lider, Ruhani ise etkisi sınırlı, daha kolay ilişki kurulacak biri. Hafta içi olanları gördünüz. İki ülke arasındaki ticareti artırmak için kurulan Amerikan-Türk Konseyi’nin başkanı, Ankara’nın baskılarıyla istifa etti. Bir Amerikan kuruluşu ATC. Ve Amerikan Dışişleri’nde sözcüsünden bakan yardımcısına herkes bu olaydan aşırı rahatsız olmasına rağmen, Suriye, Kıbrıs gibi konularda süren işbirliği nedeniyle konuşamıyorlar. Halbuki İranlıların Washington’da sorun yaratacak böyle bir politik gücü yok. Çünkü zaten ticaret de yok. Ve bu durum da İran’ı Washington için başlı başına bir fırsata dönüştürüyor. Daha da ilginci, en son Türkiye’nin Bağdat’ı bypass edip uluslararası piyasada satmaya çalıştığı Kürt petrol işinde görüdük. 1 milyon varil yüklü iki gemi açık sularda alıcı bulamamış, boş boş dolaşırken, ABD ve İran, Türkiye’ye karşı beraber hareket ediyor.
*
SONUÇTA Washington Yönetimi’nin önünde bugün birbirinden çok farklı iki model duruyor Ortadoğu’da. Ve biri artık bir yük diğeri ise bir fırsat olarak görülüyor. Geçen haftaki yazımı okuyan ve ABD’yi Türkiye’ye karşı “ikiyüzlü” olmakla eleştirip iki ülke ilişkilerinin artık tamamen “al-ver” (transactional) ilkesine dayandığını söylediğim için beni “insafsız” (merciless) olmakla suçlayan Obama Yönetimi’nin üst düzey yetkilisi kabul etmese de, dediğim doğru. ABD Türkiye’ye karşı ikiyüzlü. Ve ilişkiler de artık transactional. Halbuki aynı yönetim Ruhani’ye karşı dürüst. Ve İran-ABD ilişkileri de “al-ver”e değil, bir NATO müttefikliğiyle elbette karşılaştıramayacak olsanız da, ilkesel boyutta “win-win”e dayalı. Ve şunu da biliyorum ki, Obama’nın 2016’da görev süresi doluncaya kadar gitmeye can attığı ülke, 2009’da başkanlığının ilk yurtdışı gezini yaptığı Türkiye değil. Asıl istediği, Nixon’ın 1972’deki tarihi Çin ziyareti gibi olacak bir İran seferi. İstikâmet de işte o ziyaret.
Paylaş