Paylaş
Obama’nın geçen hafta West Point Askeri Akademisi’nde yaptığı “Obama Hangi Meydanları Kastetti” başlıklı yazınızı okudum.
Müsaade edersiniz, sizin 1987-1993 arasında hepimize örnek olacak biçimde yaptığınız Washington’daki işi 20 yıl sonra devralmış genç bir meslektaşınız olarak yazınızdaki bazı noktalara katılmadığımı belirtmek istiyorum.
Birincisi, doğrudur.
Başkan Obama ve Başbakan Erdoğan arasında 19 Şubat’ta yapılan telefon konuşmasının yansıma şekli yüzünden derin bir güven bunalımı oluştu.
Ve Beyaz Saray, hiç umulmadık biçimde Erdoğan’ın o konuşmada Obama’ya atfettiği Fethullah Gülen’le ilgili sözleri yalanladı.
Dolayısılyla en azından Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar kimse Obama ve Erdoğan arasında bir temas beklememeli.
Soma’da nasıl Cumhurbaşkanı Gül’ü aradıysa, Obama bundan sonra da önemli bir olay olursa yine aynı yolu izleyecektir.
Ama bunun ötesinde…
Hepimiz biliyoruz ki, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra durum böyle devam etmeyecek.
İletişim tekrar sağlanacak.
Onun ötesinde…
Tüm saygımla, sizin gündeme getirdiğiniz olasılığın aksine, çok önemli bir durum yaşanmadığı sürece Beyaz Saray ya da yönetimin herhangi bir biriminden de Türkiye’ye yönelik hiçbir olumsuz çıkış olmayacak.
Nitekim, o West Point konuşmasında da bir ima yok Sedat Bey.
Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, eğer Obama bastırılan gösterilerin olduğu ülkeleri kastederken Türkiye’yi de işaret etmek isteseydi “partner” (ortak) değil, “ally” (müttefik) derdi.
NATO müttefikliğinden dolayı.
Ve “ally” dediğinde de, NATO üyesi başka hiçbir ülkede Türkiye’deki düzeyde bir polis-sivil ihtilafı yaşanmadığından “Türkiye” demeden Türkiye’yi söylemiş olurdu.
*
Pazar günkü yazıda anlatmaya çalıştım.
Yönetim, Türkiye konusunda olumsuz bir mesaj vermemek için bütün kanallarını kapatmış durumda.
Türkiye’den terörle mücadelede büyük bir beklenti olduğundan Suriye konusunda Ankara’nın radikal örgütlere yaklaşımı konusunda çıt çıkmıyor.
Kıbrıs’ta çözüm için bir umut olduğuna inandıkları için başka hiçbir konuda Türkiye’yi mutsuz edecek hiçbir açıklama yapılmıyor.
Yazıda verdiğim örneklerin dışında fazlası da var.
*
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Demokrasi ve İnsan Haklarından sorumlu Müsteşarı Sarah Sewall Nisan’da dört günlüğüne Türkiye’ye gitti.
Çok önemli bir ziyaretti.
Sözleştik, buluşacağız, detaylarını alacağım.
Son anda iptal ettiler.
Avrupa Masası istemiyormuş.
*
Başkan Yardımcısı Joe Biden Kıbrıs’a gitti.
Ofisiyle konuşuyoruz.
Tek bir satır yazılsın istemiyorlar.
*
Biliyorsunuz, Beyaz Saray yeni Ankara büyükelçisi olacak John Bass’in atamasını halen duyurmadı.
Ne olduğunu öğrenmem lazım.
Çünkü “Irak’taki seçimler olsun, yeni Irak ve Mısır büyükelçileriyle birlikte açıklayacağız” demişlerdi.
Seçimler oldu.
İki ülkenin büyükelçilerini geçen ay duyurdular.
Türkiye halen yok.
“Ne oldu” dedim.
“Türkiye’den agreman bekliyoruz” dediler.
Sonra Türk tarafıyla konuştum.
Geçen Pazartesi agremanı vermişler.
Duyuru halen ortada yok.
Ama ne oluyor belli değil ve hiçbir açıklama da yapmıyorlar.
*
Suriye cephesinde neler olduğunu biliyorsunuz.
CIA dışında bu konuda şimdiye kadar en büyük yük Dışişleri’ndeydi.
Çünkü Pentagon karışmak istemiyordu.
Ama Obama’nın sizin sözünü ettiğiniz konuşmasında açıkladığı yeni konseptle şimdi bu değişecek.
Pentagon sahaya inecek.
Ama Türkiye bu işin neresinde olacak, hiçbir resmi duyuru yok.
Şeffaflıkla ilgisi olmayan Türkiye’den bir şey beklemiyorum elbette ama Amerikan Yönetimi eğer örtülü bir işe karışmayacaksa bu konularda açık olmak zorunda.
Çünkü bu iş için zaten Kongre’ye gidip bir taslak sunacaklar ve Pentagon örtülü operasyon istemediği için orada işin detaylarını vermek zorunda kalacaklar.
Ama iş Türkiye olunca kimsenin ağzını bıçak açmıyor.
Sonra biri söyledi gerçi.
Bugün yarın, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün, ABD’nin Suriye krizinden kötü etkilenen beş müttefik ve ortağı olarak eşzamanlı bir açıklama yapacakmış.
Yönetim de bu açıklamayı alıp Kongre’ye öyle gidecekmiş.
“Gördünüz mü zor durumladar” diye.
“Detayları sonra vereceğiz” diyorlar.
Ama şimdiye kadarki sessizlik, inanın alışıldık bir şey değil.
*
Değerli Sedat Bey,
Artık ben şunun adının konulması gerektiğini düşünüyorum.
ABD’nin arada bir Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları ihlalleri ile ilgili yaptığı açıklamalar, aslında kapalı kapılar arkasında dönen görüşmelerin yanında Amerikan dış politikasında asla belirleyici değil.
Ve biz gazetecilerin yaşananlar ile görünenler arasındaki bu çelişkiyi vurgulama, durumun “ikiyüzlülük” olarak adını koyma sorumluluğumuz var.
*
Sizin zamanınızda bu işin detayları nasıldı, bilmiyorum.
Üç hafta içinde orada olacağım, her seferinde olduğu yine kıymetli sohbetinizden yararlanma şansım olursa dinlemek isterim.
Ama benden 2010’dan beri bir karşılaştırma isterseniz, böyle değildi.
Bunu Yönetimin Türkiye politikasını yakından takip eden saygın Amerikalılar da doğruluyor.
Müthiş bir oportünizm yaşanıyor.
Türkiye’deki iktidar liderinin kişisel hırslarının doğurduğu müthiş bir fırsat yakalamış durumdalar.
“Müttefik” demeden, Türkiye’deki ciddi demokrasi ihlallerine aldırmadan, “Ne koparırsak kârdır” diye bakıyorlar.
*
Gelin adını koyalım Sedat Bey.
Amerikalıların zaman zaman çok iyi yaptıkları bu içi boş demokrasi göndermelerine haddinden fazla önem atfetmeyelim.
Eğer gerçekten eleştirmek istiyorlarsa, çıkıp Bakan düzeyinde, Beyaz Saray düzeyinde açık açık söylesinler.
Ben de haber vereyim.
Ama bunun dışında, biz görmek istediğimiz şeyleri gerçekmiş gibi düşünüp Amerikalılara hak etmedikleri bir kredi vermeyelim.
*
19 Şubat’taki Obama-Erdoğan görüşmesinden sonra Beyaz Saray'a yakın bir düşünce kuruluşu yetkilisiyle konuşuyoruz.
Bana Obama’nın konuşmada Erdoğan’a ne kadar sert konuştuğunu anlatıyor.
Konuşmadan sonra yaptıkları açıklama önümde duruyor.
Bırak bir sert çıkış olmasını, yumuşatmak için her türlü çaba var.
Bir süre sonra sözünü kesmek zorunda kaldım.
“Kusura bakma, ben resmi açıklamaya bakarım. Ve açıklamada böyle bir durum yok” dedim.
Siz düşünebiliyor musunuz.
New York Times’ın Türkiye muhabiri Ankara’nın politikalarıyla ilgili bir yazı yazacak.
Ve hiçbir resmi görevi olmayan bir Türk düşünce kuruluşu yetkilisi, muhabiri arayıp “Aslında öyle değil de böyle deyip” resmi açıklamanın dışında bir yorum yapılmasını sağlayacak.
*
Amerikalılar bu işi çok seviyorlar.
Yani ikili görüşmelerde müttefikleri memnun edip, sonra gazetecilere gidip hiçbir sorumluluğu olmayan adamlar üzerinden dışarıya başka bir görüntü verme işini.
Adını koyalım Sedat Bey.
Ve bugün ABD’nin Türkiye‘ye karşı ikiyüzlü bir fırsatçılık içinde olduğunu söyleyelim.
Paylaş