23 Nisan 2009
AKP grubu, seçimin öncesinden beri 2.5 ay, ardından ise tam 22 gün sonra ilk kez bir araya geldi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ilk kez karşıladı. Toplantı, Erdoğan’ın seçim değerlendirmesi, halkın verdiği mesajı nasıl okuduğunu derli toplu anlamak, grubun havasını görmek için önemliydi.
Erdoğan konuşmasına, bahara atıfla değişimin, insanın ve doğanın vazgeçilmez kuralı olduğunu belirterek, "Baharla birlikte bizler de yeni, taze başlangıçlara adım atıyoruz" diyerek başladı.
Bu sözlere baktığımızda değişimi okuyoruz; ama bir çekincem var.
Ben, böylesi iddialı konularda, elbette hiç görmezden gelmesek de Başbakan’ın camdan okuduklarını değil, cama bakmadan söylediklerini esas alırım.
Çünkü, Erdoğan gerçek düşüncesini, iç dünyasını o anlarda ortaya koyuyor.
ALKIŞLARIN İTİRAFI
Başbakan, konuşmasında seçimin AKP için zafer olduğunu söyledi; ama sanırım buna kendisi de gönülden inanmış değildi.
Kendisi inanmış olsa dahi grup, kesinlikle aynı fikirde değil, demeliyim.
Çünkü, zafere inanmışlık olsaydı, Erdoğan salona adımını atar atmaz veya kürsüye çıkar çıkmaz grup, eksiksiz ayağa fırlar, alkış dakikalarca sürer, "Türkiye seninle gurur duyuyor" sloganı ortalığı çınlatırdı.
Hiç böyle olmadı; sıradan bir grup toplantısı, sıradan alkış gördük.
Aslında Başbakan zafere inanmış olsaydı, grup toplantısını bu kadar geciktirmez, salı şart değil ki, başka bir gün de toplantıyı yaptırıp zafer havasını sonuna dek solur, herkese de gururla soluturdu.
Bunu geçtim; "Erdoğan, söylemi ile AKP grubunu da tam tatmin edemedi, aksine beklentileri dahi karşılamadı" demek için çok gerekçe var.
İşsizliğin can alıcılığının farkında olduğunu, 2009 büyüme rakamını -3.6 olarak revize ettiklerini söyledikten sonra, "Kriz teğet geçti" demesi bunlardan biriydi; çünkü fark etmiş olabilir, bu sözleri duyduktan sonra yanındakinin kulağına eğilip bir şeyler söyleyen çok milletvekili oldu.
"Eyvah; yine teğet geçti, dedi" diye dertlendiler; haksız da sayılmazlar sonuçta, işsizlik rakamının yüzde 15’i aştığı bir ülkede yaşıyorlar.
KUCAKLAMADI DA TOKALAŞMADI DA
Erdoğan, cama bakıp, 71.5 milyonun hepsini kucakladığını söylerken de azımsanmayacak sayıda AKP milletvekilinde ’bir şey eksik’ duygusu bıraktı.
Bu vekiller, Ergenekon’un son dalgasının yarattığı mağduriyeti uygun bir üslupla, hiç değilse bir cümleyle dile getiren bir Erdoğan umuyorlardı.
Düşünün, hükümet yanlısı medyanın Türkan Saylan’la ilgili yayınlarını Başbakan’ın bir türlü hoşlanamadığı gazeteler yapsaydı, o kürsüden nasıl esip gürleyen, "Okumayın işte o gazeteleri" diyen bir Erdoğan görürdük?
Oysa Erdoğan, "Antalya yerine Antakya’da tatile gitti" diye yapılan masum haber ve yorumlar için en hafif hakaretini yine yaptı, "Çirkin" dedi.
Ama, Saylan’la ilgili yayınlar için bu hafif eleştirisini dahi esirgedi.
Erdoğan, sözlerini, "Millet, ’durmak yok, yola devam’ mesajını gür bir sesle tekrarladı" diye bitirse de kendi sesi yeterince gür çıkamadı.
Tatilden yeni dönmüş biri gibi değildi, hálá yorgun görünüyordu.
Canı da sıkkındı sanki, belki de bu nedenle yanılmıyorsam ilk kez salona girişinde kimse ile tokalaşmadan yerine oturdu.
Bilemiyorum buna neden seçim sonuçları mı, kabine revizyonu mu, tatilde okuduğu raporlar mı, ’yüzde 39 bir daha hayal’ düşüncesi mi?
Yazının Devamını Oku 20 Nisan 2009
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Denizli ve Aydın’a yaptığı seçim gezilerini izlemiş, ardından "Aydın’da CHP adayı Özlem Çerçioğlu iyi bir rüzgár yakalamış, seçimi sürüklüyor" diye yazmıştım. O gezi dönüşü Baykal, hem siyasette kadın konusundaki özenimi hem de Çerçioğlu ile arkadaşlığımızı bildiğinden, "Özlem; seçimi kazan, geleceğim ilk yerlerden biri Aydın olacak" demiş, gülerek, "Tabii, Şükrü’yü de getirmemiz şart" ilavesini yapmıştı.
Perşembe günü Özel Kalem Müdürü Nilgün Şahin arayıp, "Deniz Bey yarın Aydın’a gidiyor, sizi de davet ediyor" deyince severek kabul ettim.
Çok da iyi oldu; CHP’de olası gelişmeler üzerine yeni gözlemlerde bulundum; çünkü Baykal, sürpriz yapıp ekibe Kemal Kılıçdaroğlu’nu da eklemişti.
RÜZGÁRI PARTİYE GÖSTERDİ
Baykal’ın bu tutumunu çok iyi okumak gerek.
Bence Baykal, ertesi günkü milletvekilleri ile il ve belediye başkanlarının katılacağı toplantı öncesi partisine önemli bir mesaj verdi.
Baykal, Kılıçdaroğlu’nu sadece ekibe katmakla yetinmedi; geri planda tutmadı, "assolist gibi" en son takdim edip mikrofonu kendisine uzattı.
Takdimlere diğer arkadaşlarından başlayınca, birkaç yerde kalabalıktan, "Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu" sesleri yükseldiğinde, "Sabredin, sabredin azıcık" demesini de anlamlı bir rastlantı olarak görebiliriz.
Kılıçdaroğlu’nu her takdimde alkışın tonu yükseldi, sloganlar atıldı.
Dikkat ettim; Baykal’ın takdimlerinde partili çemberin dışındaki kalabalıklar tarafından alkışlanan tek isim Kılıçdaroğlu oldu.
Aydın, Kılıçdaroğlu rüzgarının Türkiye çapında olduğunu ortaya koydu.
Benim için bu sürpriz değildi ve tahminim Baykal da bunu öngörmüş, bekliyordu; ancak bu manzarayı bütün CHP’nin de açıkça görmesini istiyordu.
Bunu Baykal’ın, parti içinde, Kılıçdaroğlu konusunda ayak direyenlere mesajı; parti dışında ise bazı çevrelere "Benim bu konuda bir çekincem yok. Kavga da yok, birlikte çalışacağız" seslenişi olarak okumak da çok olası.
KADIN BAŞARISI
Koçarlı’da Baykal’ı, CHP İzmir İl Başkanı Rıfat Nalbantoğlu ile birlikte, kalabalığın gerisinde, midye dolma satan bir gencin yanından izledik.
Bu genç, Baykal’ın konuşması ve takdimler boyunca hiç ağzını açmadı.
Ama Baykal Kılıçdaroğlu’nu takdim edince, kendi kendine konuşur gibi, "Bu adamı görmek isterdim" deyince, "Neden?" diye sordum, "Sevdik" dedi.
Bunun üzerine Nalbantoğlu’na, "Ne dersiniz, CHP bu gencin mesajını alacak mı?" diye sordum; yanıt, "Mesajı sadece biz değil, tüm Türkiye aldı" oldu.
Aydın’da CHP açısından kadın gerçeği de bütün netliğiyle göründü.
Çerçioğlu, sadece Aydın merkezinde değil, gidilen ilçelerde de herkesten yoğun sevgi, saygı gördü; kadın ve gençlerin özel ilgisini topladı.
22 Temmuz öncesi önseçimden de açık ara önde çıkabilen bir siyasetçi olarak Çerçioğlu, erkek egemen siyasette kadın başarısının simgesi oluyor.
Çerçioğlu, ertesi gün genel merkezdeki toplantıda başkanlık divanında oturunca, CHP Kılıçdaroğlu gibi kadın gerçeğini de gördü, diye düşündüm.
Sanki bu kez CHP için, "Yes, it can" (Yapabilir) diyebiliriz.
Yine de "bekleyelim" diyenimiz çok; ama CHP’nin beklememesi gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2009
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’la ilk uzun boylu görüşmem ve temasım Kara Kuvvetleri Komutanı olduğu dönemdeydi. Entelektüel bilgisi ve konuşmasını dünyanın önemli bilim adamlarının görüşleri ile desteklemesi, sakin tarzı çok belirgindi.
Ancak Aktütün Karakolu’na terörist saldırı sonrası Genelkurmay Başkanı olarak, hırçın sayılacak bir konuşma yapmasına şaşırmıştım doğrusu.
Harp Akademileri’nde kendisini dinlerken yeniden entelektüel, çok iyi çalışmış; askerin rolü söz konusuysa, "Batı, AB" diyenlere, "İşte karşınıza oralardan bilim adamlarının görüşleriyle çıkıyorum; inanmıyorsanız siz de okuyun" diyen bir Başbuğ gördüm.
Başbuğ’un konuşmasının içeriği dün köşelerde enine boyuna değerlendirildiği için ben, bir nokta dışında, tarza yönelik saptamalar yapacağım.
ÇİZGİSİ KALICI
Bir nokta derken, "Türkiye halkı" açılımını kastettim.
Başbuğ, Genelkurmay İkinci Başkanı olarak da 3 Kasım 2004 günkü basın toplantısında aynı ifadeyi kullandı; ama o gün üzerinde pek durulmadı.
Genelkurmay Başkanı olarak sözlerin tekrarının büyük yankı yaratması çok doğal ve önemli; ancak Başbuğ’un düşünce yapısındaki tutarlılık ve kararlılık bakımından da çok dikkat çekici bulunmalı.
Genel olarak baktığımızda Başbuğ, sloganvari konuşmadı; önemli, doğru ve desteklenmeyi hak eden tespitler yaptı; bilgilendirmeye çalıştı.
Ancak bir cumhurbaşkanından duyulması gereken sözleri söylediği için zaman zaman devletin ideolojisinin sınırlarını çizen, bu alandaki kavram kargaşasını ortadan kaldırmaya çalışan bir izlenim doğurmadı; "Dikte mi ettiriyor, düşündürmeye mi çalışıyor" sorusunu akla getirmedi de değil.
Bazı cümlelerdeki sesinin yüksekliği (Örnek: Üniter yapı, ordunun şerefiyle oynanması, ordu-din ilişkisi bölümleri); bazı sözcüklere yaptığı özel vurgular (Örnek: Açık olarak söylüyorum ulus-devlet içinde mümkün değildir); haklı olsa da üzüntü yerine kızgınlık görüntüsü veren ifadeleri (Örnek: Şehitlere sahip çıkılmaması, ’imanla ilgili karar verenler’ bölümleri); "Bu da bu kadar basit" sözü; "Nasıl izah edilebilir" yerine, "Nasıl izah edebilirsiniz" diye dinleyene hitap etmesi; masaya yumruk vurması (bir kez) bu izlenimleri verdi.
SİYASET YAPMAYAN KOMUTAN
Kararlılık vurgusu yaparken avuç içleriyle masaya dokunması, "Terörist de insandır" derken üzüntülü hali ve duygusallığı, bazı sitemlerindeki sıcaklığı (Örnek: Azınlıkların mecliste olamaması), "ortak değerler" derken parmaklarını iç içe geçirmesi ise oldukça başarılıydı.
Şimdi gelecek haftaki basın toplantısını bekleyeceğiz.
Başbuğ, Harp Akademileri’nde bazılarının siyasi beklentilerini karşılamadı, haftaya da aynı tavrı sergileyeceğini düşünüyor ve umuyorum.
Çünkü dikkat; "MGK’da sorumluluğumuzu serbestçe yerine getiriyoruz" dedikten sonra metin dışına çıkarak, "MGK’da her üye eşit" vurgusunu yaptı.
Eminim o zeminde konuşan askeri halk hiç yadırgamaz; aksine destekler de.
ERGENEKON NOTU: Dalgaları artık çığırından çıkıyor, yürekleri sızlatıyor. Sonuncusunun adını doğru koyalım: "ÇAĞDAŞ KADINI SUSTURMA DALGASI." Hadi o zaman dayanışmaya, konuşamıyorsak ÇYDD’ye bağış da mı yapamayız?
Yazının Devamını Oku 13 Nisan 2009
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, Obama’nın ziyareti ve Medeniyetler İttifakı zirvesi nedeniyle iki haftadır toplanamayan AKP grubuna seçim sonrası ilk seslenişini eğer iptal edilmezse yarın yapacak, sonuçları değerlendirecek. AKP milletvekilleri Erdoğan’ın söyleyeceklerini merakla bekliyor.
Ancak milletvekilleri iki haftayı boş geçirmedi, görüşlerini özel sohbetlerde arkadaşları, parti yöneticileri ve gazetecilerle paylaştılar.
Grubun, sonuçları hiç de olumsuz okumadığını, halkın mesajının doğru alınması halinde iktidarın süreceğine inandığını hemen başından belirtmeli.
Milletvekili özelinde baktığımda ise sonucu ’hayırlı’ görenlerin çokluğu dikkat çekici; çünkü görüş ve uyarılarının dikkate alınmadığını; yönetimin kendilerine değer vermediğini, bunun teşkilatlara da yansıdığını; sonuçta ortaya, "Ceketi koysak seçilir" algısının çıktığını düşünüyorlar.
VİCDANLARI SIZLATMADAN
Bülent Arınç’ın seçim değerlendirmelerine grubunu neredeyse tamamı katılıyor; muhalefetin yolsuzluk söyleminin, Başbakan’ın hırçın üslubunun, medya ile kavganın, CHP ile MHP’yi aynı potada eleştirmenin yanlışlıkları...
Ancak, Arınç’ın seçim sürecinde askere yönelik eleştirisinin 28 Nisan bildirisinin aksine AKP aleyhine bir hava yarattığı da önemli bir tespit.
Arınç’ın genel söyleminin kıyı oyları, yani yaşam tarzı ile ilgili tereddüt sahipleri üzerinde AKP aleyhine sonuç verdiği de bir tespit.
Çarpıcı bulduğum birkaç diğer tespit ise şöyle:
Erdoğan’ın, İnönü dönemini meydanlara taşımasından, "Yönetim tarzında mutabık olmasak da, İnönü devleti kuran ikinci kahraman. 60 yıl önceki uygulamayı bugüne taşımanın ne anlamı var" gerekçesiyle rahatsız olanlar var.
Kabinenin yorgunluğunu söylemeye gerek yok; milletvekilleri yanlarında öyle birkaç değil, çok sayıda "eski bakan" görmek istiyor.
Yardımlar çığırından çıktığı için AKP’nin aleyhine döndüğünden Batı’da vekilleri çok rahatsız eden (yumuşatarak aktarıyorum) şu söylem geliştirilmiş:
"Doğu’dakine buzdolabı, bize kömür."
Bu işe bir çekidüzen verilmesi, vergi sahibi yan komşunun vicdanını sızlatmadan yardımın gerçek ihtiyaç sahibine ulaştırılması ve de bunların gizlik içinde yapılması elzem bir durum haline gelmiş.
KAÇAN OY MERKEZDEN
Başbakan’ın seçim sonrası bakanlar için "Kapının önüne koyarım" nitelemesi yapması AKP grubunda, "Üslup aynı kalacak" havası estirmemiş değil; ama artık Başbakan’dan eskisi kadar korkulmayacak gibi, o nedenle 29 Mart sonrası bazı yeni görüntüler ortaya çıkabilir, diyorum.
SP’deki tırmanış o kadar da önemsenmiyor, "Numan Kurtulmuş’tan daha iyi isim yok, buna rağmen 5,6. Bu başarı değil" değerlendirmesi yapılıyor; merkezden kaçan oy miktarının daha yüksek olduğu gerekçesiyle, Başbakan’ın milli görüşe mi merkeze mi yöneleceği merakla bekleniyor.
"Erdoğan’ın medyaya tutumu kabul görmüyor" demek ise en rahat iş.
DYH’e kesilen cezayı da geçerek şu güncel örneği vermek istiyorum:
"Bağımsız gazetecilik" diye yola çıkan, her gün Doğan Grubu medyasına ders vermeye kalkışanlar, bırakın yazı işleri müdürlerini, muhabirleri bile işinden ederken "Başbakan istedi" izlenimi yarattılar.
Erdoğan’ın dahli varsa da yoksa da AKP grubu bu görüntüyü hiç sevmedi.
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2009
KEMAL Kılıçdaroğlu ile Ankara’ya döndükten iki gün sonra, pazar günü saat 17.30’da Çukurambar’daki Liva Pastanesi’nde buluştuk. Bütün masalar doluydu ve girişten itibaren hemen fark ettim, bakışların yöneldiği tek merkez vardı artık; karşılıklı gülümsemeler, selamlaşmalar, el sallamalar, tokalaşmalar, "Bak, bak" diye yandakini dürtmeler...
Masamıza oturduktan sonra bir anda kendimi gözlemci pozisyonunda buldum.
Sohbetimiz sürekli kesiliyor, birileri gelip birileri gidiyor.
Her gelenle birlikte Kılıçdaroğlu ayağa kalkıyor, kısa sohbetler yapıyor.
Öyle ilginç bir manzara oluştu ki, sohbetimizin anlamı kalmamıştı, sadece gözlem dahi her şeyi anlatacak yeterli güçteydi.
Ben de bunu yapacağım.
MASAYA KONAN DONDURMA
İlk konuğumuz bir çift oldu, kucakta bebekleri vardı.
"Sizinle övünüyoruz" dediklerinde yüzü kızarır gibi olan Kılıçdaroğlu, bebeğin elini öpüp teşekkür etti, "Biz sizinle övünüyoruz" yanıtını verdi.
Bir kadın geldi, 60-65 yaşlarında beyaz saçlı, eşi ve çocukları hemen arkasında, "Sizi öpmeliyim Kemal Bey" dedi, sarıldı, gözleri doldu, "Size teşekkür ediyorum, ben bir Cumhuriyet kadınıyım, sizin yanınızdayım" dedi.
Sırada 35 yaşlarında bir çift vardı.
Kadın hayranlık belirtip elindeki dondurma dolu kupayı Kılıçdaroğlu’nun önüne bıraktı, "Bu benimdi, size ikram ediyorum, lütfen kabul edin" dedi; koca da elindeki sodayı bıraktı masaya, "Bu da benim ikramım" dedi.
Kılıçdaroğlu, duygulandı, "Büyük mutlulukla" deyip kabul etti.
Dondurmayı birlikte kaşıklarken bir baba, 12-13 yaşında kızıyla dikildi masanın yanına: "Ben SHP’liyim, size nasıl teşekkür etsem bilemiyorum."
Kızı ise, "Kemal Amca sizi çok seviyorum" deyip sarıldı, öptü ’amcayı’.
Bir kadın geldi sonra, "Keşke Ankara’dan aday gösterilseydiniz, seçerdik sizi; ama siz bizim için artık her zaman başkansınız" dedi.
Sonraki konuğumuz hanım ise daha ileri bir aşamayı dillendirdi:
"Kemal Bey, sizi daha yukarıda başkan görmek istiyoruz."
UMUT KİM
Üniversite öğrencisi iki genç de uğradı masamıza.
Genç kız, "Kemal Bey, siz artık bizim umudumuzsunuz" sözlerine, "Umut olan sizsiniz, siz bizim umudumuzsunuz" yanıtı aldı.
Erkek ise "Size güveniyoruz" dedi, fotoğraf da çektirip gittiler; ama beğenmemişler biz kalkarken daha güzeli için yeniden geldiler.
Bir akademisyen konuğumuz da oldu, desteğe hazırdı; diğer bir akademisyen ise rahatsız etmemek için kartını gönderdi, üzerinde destek yazısıyla.
Orta yaşlı bir adam ise oy veremediği için üzgündü; ama Şişli’deki tüm akrabalarını "İlla Kemal Bey" diye yönlendirmişti.
Pastaneden ayrılırken de bütün gözler üzerindeydi; Clio otomobilinin direksiyonuna geçip pastanenin önünden geçerken o gözlerin takibi altındaydı.
Bu küçük manzaranın Türkiye’nin her ilinde aynı olacağını düşünüyorum.
Salı günkü grup toplantısında Deniz Baykal’ın, övgülerinin ardından Kılıçdaroğlu adını anar anmaz kopan alkışı görüp, Baykal’ın "değişim, yenileşme" söylemini dinleyince CHP’de de tablonun görüldüğünü, bir şeylerin değişeceğini sezdiğimi belirtmekle yetineceğim.
Yazının Devamını Oku 6 Nisan 2009
SAYIN Deniz Baykal, meydanlara geç çıkmanıza rağmen, kabul etmeli ki Başbakan Tayyip Erdoğan’ın verdiği her kozu da gayet iyi kullanarak başarılı bir performans sergilediniz, CHP önceki seçimlere oranla bir sıçrama yaptı; ancak halkın CHP’ye henüz, ’işte iktidar adayım’ demediği de bir gerçek. Bunun için daha çok yol alınması gerektiğini siz de görüyorsunuz.
Seçimin ardından "değişim" demeniz, Fazıl Say’ın mektubuna saygılı bir yanıt vermeniz, belli bölgelerdeki oy tablosunu kabul edilmez bulup, buralara yönelik özel çalışma yapacağınızı söylemeniz bunların kanıtı.
CHP gibi köklü bir partinin, sahillerden Türkiye’nin her yanına yayılmasının ülkeyi çok rahatlatacak sonuçlara neden olacağı herkesin kabulü.
İstanbul, İzmir, Antalya bu yolda partiniz için umutlu sonuçlar verdi.
Buralar, "CHP her kesimden oy alabilir" tezini güçlendirdi.
RÜZGAR HER ZAMAN YAKALANMAZ
Kabul, başarı sadece Kemal Kılıçdaroğlu ile Gürsel Tekin ikilisinin eseri değil, sizin de, başarılı diğer adayların da katkısı var; ancak, Kılıçdaroğlu-Tekin ikilisinin bir rüzgar estirdiğini; halkın onlara farklı baktığını ve onlara yönelik beklentinin bitmediğini gördüğünüzü sanıyorum.
Bu ikilinin partide bir çatışma yaratma, liderlik yarışını başlatma niyeti olmadığı görülüyor; ama omuzlarında kendilerine destek vermiş milyonların yükünü taşıyorlar, bu yük onları zorlayacak gibi.
Beklenti, bu ikilinin partide sorumluluk makamına getirilmesidir.
Siz daha iyi bilirsiniz, siyasette işin tılsımı rüzgár yakalamaktır.
O rüzgárlar çok nadir eser, desteklenmezse esintiye döner gider.
Yeni ve başarılı isimleri yönetime katma isteğiniz var, bunun Kurultay toplama dışında bir seçeneği ise yok.
Kurultayı en kısa zamanda toplayıp, yönetime yeni ve başarılı isimleri taşımanız halinde esen rüzgar CHP’yi ilk genel seçime kadar taşıyabilir.
Partide bu yenilenme ve değişimi hayata geçirecek tek kişi sizsiniz.
DAHA CESUR SÖYLEM
CHP’nin kurultay odaklı örgüt yapısının en kısa zamanda, halkın sesi olan, halka daha çok ulaşan bir yapıya dönüştürülmesi zorunlu.
Bunun mevcut yönetimle olmasının zorluğu ortada ve şu iddiaya varım:
CHP Genel Sekreteri, Çankaya belediye başkan adayı dahi olsa seçilemez.
Diğer bazı yöneticiler için de iddiaya varım ve "Baykal iyi, etrafı kötü" demek niyeti ile de hareket etmiyorum; ama gerçeği görüp gereğini yapma konusunda sayısız fırsatlar kaçırdıkları için "Bu isimler artık yüke dönüştü" genel algısı yok farz edilemez.
Bu arada, CHP’nin söylemi daha açık ve cesur olamaz mı?
Somut ve güncel örnekle gidelim; sizin, TSK’nın DTP oylarını değerlendirmeye tabi tutma eğiliminden rahatsız olduğunuzu, Genelkurmay Başkanı’nın yapacağı basınla sohbet toplantısında siyasi değerlendirmelerden kaçınmasını dilediğinizi düşünüyorum; ama "TSK zaten haksız saldırılara muhatap, bir de ben eleştirmeyeyim" mantığı ile davranıyor gibisiniz.
Son olarak; zafer, AKP başarısızlığı üzerinden değil, CHP’nin başarıları üzerinden gelmeli; bunun için de başarısızlığın hesabı iyi yapılmalı.
İşe de Ankara’dan başlanabilir; çok rahat kazanabileceğiniz bu ilde, "Birinci derece sorumluluk aday Murat Karayalçın’ın", dense dahi bir baktırın, il örgütü veya genel merkezin bu sonuçta bir katkısı var mı yok mu?
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2009
SAYIN Başbakan seçim sonuçlarının sizi üzdüğü belli; bunun nedenleri konusunda bir araştırma yaptıracağınız anlaşılıyor. Biliyorsunuz Kasımpaşalı sayılırım, karşılıksız bir katkı yapmak isterim.
Bu seçim sürecinde padişahlığa benzetilen tek adamlığınızın zirve yaptığını, üslubunuzun yanlışlığı, propagandadaki aşırılık, yanlış aday tespiti yandaşlarınızca da dile getirilen konular olduğundan ben önünüze gelecek raporlara yazılmayacak birkaç noktaya işaret etmek arzusundayım.
Öncelikle ciddi bir özeleştiri yapın, sonra arkadaşlarınıza yönelin.
Arkadaşlarınızı rahatlatın, sizinle korkarak, ürkerek konuşmasınlar.
BİR ÖZÜRLE BAŞLAYIN
İşe, öyküsünü dinlediğim güzel bir çocuktan özür dileyerek başlayın.
Aydın’da size hakaret etti diye darp edilerek önünüze getirilen, hani pantolonu içinden giren bir korumanın eliyle havaya kaldırılıp seviyenize yükseltilen, o an dahi Kasımpaşalı edasıyla söylediğini inkár etmediği için aslında takdir etmeniz gereken M.S.Ö.’den söz ediyorum.
Hadi kabul edelim siz şiddet uygulamadınız; ama en azından korumalar adına özür dileyin M.S.Ö.’den; çünkü evlat hassasiyetinizi çok iyi biliyoruz.
M.S.Ö’nün işsiz babası da en az sizin kadar hassas; ancak onun boynu, çocuklarına destek verecek bir işadamı dahi tanımadığı için zaten bükük.
Velev ki M.S.Ö., CHP’li bir ailenin evladı olarak size tuzak kurdu; yine de sarsaydınız bu yavruyu; çünkü emin olun, Özlem Çerçioğlu Aydın’da zaten seçimi alacak güçteydi, sizin bu desteğinize ihtiyacı yoktu.
Çocuklar demişken güvendiğiniz birini bazı illerde dolaştırın, derim.
Belki kulağıma gelen doğrudur; kadronuzdaki önemli birileri seçimle evlatların ticari işlerini karıştırmış; hatta evlatlar, "tam zamanı diyerek" o seçim çevrelerinde yoğun ticari faaliyet göstermiş olabilirler.
Bunlar da fısıltı gazeteleri eliyle hızla yayılmış olabilir hani.
BİR DAHA YÜZDE 39 OLMAZ
Artık mağduru oynayamazsınız, muhalefet liderlerine her şeyi söyleyip, sıradan yanıtları üzerine soluğu mahkemede alarak bunu sağlayamazsınız.
Aksine, o davaları geri çekerek hoş bir siyasi yumuşamaya neden olun.
Antalya’yı iyi okuyun; bu kez siz mağdur yarattınız, yanıtını da aldınız.
Kılıçdaroğlu’nda da bir mağduriyet doğdu, bu da siz ve medya eliyle oldu.
Sizin adınıza konuşan o medyanın kraldan çok kralcılığı avantaj değil, yani.
Durum eskisi gibi değil; yolsuzluk iddiaları AKP’ye yapışmaya başladı, önüne geçmenin tek yolu da iddialar üzerine Ergenekon kadar gitmenizdir.
Doğan Grubu’nda çalıştığım için söylemiyorum; ama emin olun kesilen cezayı halk size mal etti, bunu medya özgürlüğüne büyük saldırı saydı, ürktü.
Mitinglerde kalabalıklar nasıl toplandı baktırın, belki yanıltıldınız.
Ülkenin saygın kurucularını seçim malzemesi yapmanız da büyük hataydı.
Şimdi, "Bir daha yüzde 39’u yakalayamam" gerçeğini kabul ederek yürüyün.
Demokrasi adına sevindirici bir sonuç da çıktı, buzdolabı dağıtımı çok işe yaramadı; Tunceli’de oylarınız yardıma paralel artmadı.
Bu yöntemin tadı da kaçtı zaten; halk iş istiyor, balık değil.
Son karar sizin; bedeli de ileriki kuşaklarca "ülkesini Pakistan yapan" ya da "ülkesini AB’ye sokan" lider olarak anılmak; hepsi bu kadar, yerim de.
Yazının Devamını Oku 30 Mart 2009
BU seçimde ilk kez mesleğimle ilgili farklı duygular içinde oldum.<br><br>12 Eylül sonrası koşullarda başladığım, çok sevdiğim gazetecilik yaşamımın neredeyse tamamında siyaseti izledim; Tayyip Erdoğan’dan önceki tüm başbakanlarla görüşmeler yaptım, soramadığım tek bir soru da olmadı. Çok siyasetçinin hoşuna gitmeyen haberlere imza attım.
Kimi atılmam için bastırdı; kimi şikayet, kimi tehdit etti.
Tehdidini, "Aşiretim çok geniş, ellerini tutmak için çok çabalıyorum" diye savuran, "Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök’le iyi tanışıyorum" diye dillendiren de çıktı; silah çeken, küfür eden, rüşvet öneren de.
Çetecilerin, bazı kamu görevlilerinin tehditleri ise cabası.
BUNLAR GEÇER, DEDİK
İlginçtir bunların çoğunu da 10 yıldır çalıştığım Hürriyet’te yaşadım.
Bana yansıtılmadığı için, biri hariç, tüm şikáyetleri Aydın Bey veya Ertuğrul Bey’den aylar, yıllar sonra duydum.
Ertuğrul Bey’in birkaç kez, "Kaynağı sağlam mı, elinde belge var mı?" diye neden sorduğunu ancak o zamanlar anladım.
İtiraf edeyim ki kaynağımı sorma gereğini ise hiç duymayan Ertuğrul Bey de, Aydın Bey de sonuna kadar beni destekleyip sahip çıktılar.
Bütün bu yaşadıklarımı hep kişisel buldum, demokrasi kültürüne inandım, "Her gazetecinin başına gelebilecek şeyler, geçer" dedim; öyle de oldu.
Bugün ise kişisel değil, topyekûn mesleğe yönelik, demokrasi için ciddi risk taşıyan önemli tehditler, tehlikeler söz konusu.
Başbakan Erdoğan çalıştığım grubu seçim meydanlarının malzemelerinden biri yaptı, gruba karşı önemli yaptırımlara onay verdi.
Doğan Grubu gazetelerinin okurlarını dahi ayrı vatandaş gördü; parti reklamlarında bu okur kitlesini yok farz etti.
SAVCI DA GAZETECİLİĞE KARŞI
Erdoğan’ın bu söylemi sadece partilileri üzerinde değil, bürokrasi ve vatandaş üzerinde de önemli ve ilginç sonuçlar yarattı.
Geçen hafta salı günü Deniz Baykal’ı izlemek için gittiğim Denizli’de miting meydanına bakan bir dükkána girdim, gazeteci olduğumu söyledim.
Dükkán sahibi önce çayımı söyledi, sonra "Hangi gazete?" diye sordu; yanıtım üzerine, "Doğan Grubu, seçim sonrası işsizsin yani" dedi.
Demek istediği açıktı; ama yine de, "Neden?" diye sordum.
"Burada belediye başkanını bile dinleyince bu sonuç çıkıyor" dedi.
Bu algının nedenini sorgulamaya gerek var mı bilmiyorum; ancak ekleyeyim, artık muhabir arkadaşlarımız da haber kaynaklarına ulaşmakta büyük sıkıntı çekiyor; Erdoğan’ın söyleminden vazife çıkaran bazı basın müşavirleri, bürokratlar işi gücü bırakmış arkadaşlarımızı takip ediyor, onları ve görüştüğü bürokratı tehdit etme cesareti gösteriyor.
Başta cemaate sonradan girdikleri için fanatiğin álásı kesilenler, bazı meslektaşlar da her gün "Farklı değil, bizden olsunlar" için tehditler savurup, ekranlarda işaretparmaklarını sallayıp ali kıran baş kesen oldular.
Bunlar yetmezmiş gibi, baktım Ergenekon iddianamesine de girmişiz.
Tamamen bir gazetecilik faaliyeti o iddianamede ne arar anlayamadım; ama demek ki bazı savcılarımız da artık gazetecilik yapılsın istemiyor.
Artık topyekûn bir görüntü veren bu tehdit, dilerim dünkü seçimle biter; çünkü halk dün Başbakan’a "Kontrolsüz güç, güç değildir, makul ol, sakin ol" dedi.
Yazının Devamını Oku