11 Temmuz 2011
YEMİN krizinin hiç değilse CHP ayağının çözüm yoluna girmesi pek de öyle kolay olmadığı için umalım bugün aksi bir gelişme yaşanmasın. Bu süreçte, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in bu önemli makama oturmanın keyfini tam olarak çıkaramadığını rahatlıkla söyleyebiliriz; hatta ‘Süreçte en büyük sıkıntıyı Çiçek çekti’ dense yeridir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de sorunun çözümünü en çok isteyen isim olmasına karşın, zaman zaman ‘elinin kolunun bağlandığını’ veya ‘yoluna bariyerler dikildiği’ tezlerini ileri sürebiliriz.
Başbakan Tayyip Erdoğan ise iç kamuoyuna yönelik beklentilerini yüksek tuttu ve sonuç aldığına inandığı için de topu, bütün ağırlığını üstüne basarak ayağının altında bloke etmekten mutluluk duyan bir görüntü verdi.
Erdoğan, “Benim istediğim an gelişme olur” dedi ve bunu da yaptı.
DIŞ KAMUOYU ZORLUĞU
Süreçte sıkıntılı günler geçiren diğer ismin şüphesiz Kemal Kılıçdaroğlu idi; ancak onun sıkıntılarını yazmadan önce bir noktaya dikkat.
Sorunun bir an önce çözülmesini isteyen AB’nin Genişleme Komiseri Stephan Füle’nin Ankara’ya geleceği gün adım atılıyor olması son derece önemli.
Çözüm çabası hem Türkiye’nin AB fotoğrafı açısından olumlu görüntü verecek, hem de iktidara, dış kamuoyu önünde rahatlık getirecek, ‘elimden geleni yaptım’ deme şansı sunacak.
Çünkü, kriz içeride ne kadar ‘anlatılabilir’ görülse de; ‘küreselleşmiş dünyada artık ben de önemli bir aktörüm’ iddiasındaki Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve uluslararası sözleşmeler gereği kendisini dış kamuoyunda anlatması hiç de kolay olmayacaktı.
Yine de sorunun BDP ayağındaki çözümsüzlüğün, Türkiye’nin dış görüntüsünü olumsuz etkilemeye devam edeceğini akıldan uzak tutmamalı.
O noktada ilk adım, BDP milletvekillerinin TBMM’ye kayıt yaptırması olabilir.
Başbakan’ın tavrında da o an bazı değişmeler beklenebilir; ancak Erdoğan’ın, ki haksız da denemez, şu anlayışını hep göz önünde tutmalı:
“Sürekli tehditler ve ikili yapı görüntüsü yaratılarak devlet yönetilemez. Bu görüntünün, ne pahasına olursa olsun, artık sona ermesi gerek.”
Ne ilginç ironi ki BDP’nin, Başbakan’ın bu yaklaşımını, “Savaş ilanı” diye okuması karşısında çıkış Öcalan’ın sözlerinde aranır hale gelindi.
KILIÇDAROĞLU’NUN ‘İLELEBET’ MESAJI
Kılıçdaroğlu’nun sıkıntılarına gelince; yaşanan süreçte kendisini hatasız gören kaç kişi çıkar bilinmez; ancak, eli çok da rahat olamadı.
Çözüm için tam CHP, AKP ile masaya oturmak üzereyken, daha önce “Bu koşullarda yemini içime sindiremem” demiş bir Deniz Baykal’ın “Artık yemin edelim” çıkışı yapmasını kendisini tanıyanlar hiç yadırgamadı.
Baykal, o sözlerle CHP’nin elini güçlendirdiğini düşünmüş olabilir; ama Kılıçdaroğlu’nun, “Özel görüşmemizin basına yansıtılması etik değil” demesini; bu sözlerini önceki akşam Parti Meclisi toplantısında da yineleyip şu ifadeleri kullanmasını ‘Baykal’a açık mesaj’ diye okumalı:
“Ben, ilelebet bu makamda oturmayacağım. Yarın başka bir arkadaşımız geldiğinde de onun yanında, bütün gücüyle çalışan bir nefer olacağım.”
Ayrıca; bir demokrasi mücadelesi verdiğine inanan Kılıçdaroğlu’nun, merkez sağdan gelen milletvekilleri “Sonuna kadar arkanızdayım” derken, önseçimden çıkmış veya cezaevi deneyimi yaşamış soldan gelen bazı arkadaşlarının eleştirel tavrını anlamakta zorlandığını söylemek de olası.
Yazının Devamını Oku 7 Temmuz 2011
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın, “Ustalık dönemi kabinesi” olarak nitelenen yeni Bakanlar Kurulu çok büyük sürprizleri barındırmıyor.
Seçim bölgelerinde başarılı sonuç alan bakanları kabinede korumayı sürdüren Erdoğan, tahmin edildiği gibi yeni isimleri sınırlı sayıda tuttu.
Bu bölümde belki Tarım Bakanı Mehdi Eker tercihini farklı okumalı.
Erdoğan, Diyarbakır’da alınan sonucu, seçim şartlarının zorluğu nedeniyle yetersiz bulsa da başarısız görmüyor, hatta bununla da yetinmiyor.
Diyarbakır’ın kabinede bakanlık düzeyinde temsilini sürdürerek BDP’ye, ‘Orayı size bırakmayacağız; aksine yeni ve daha güçlü bir başlangıç yapma arzusundayız’ mesajını vermek istediğini söyleyebiliriz.
ATALAY TERCİHİ ÖNEMLİ
Yazının Devamını Oku 4 Temmuz 2011
PERŞEMBE günü, yemin krizine iktidar cephesinden bakışı yazmıştım; bugünse CHP’nin penceresinden bakışı, yine madde madde şöyle özetleyeceğim: - AKP, Tayyip Erdoğan ve rahmetli Necmettin Erbakan için kişiye özel yasalar çıkarmış bir parti olarak bugün, çok daha makul bir beklentiyi karşılamıyorsa bunun tek anlamı, ‘Özgürlük ve hak sadece bizim için’ anlayışıdır.
- CHP, Erdoğan’ın yasağı kaldırılırken pazarlıksız, “Milli iradenin yüzde 34’ünü temsil eden bir partinin lideri yasaklı olamaz” dedi. Şimdi CHP’nin, ‘Yüzde 34 ile yüzde 26 arasındaki fark ne” diye sorma hakkı var.
- ‘Ana muhalefet olmadan da işi götürürüm’ deniyorsa bu cümle dahi başlı başına sorunlu; çünkü bu bakış, demokrasi anlayışınızı, muhalefet kavramının demokratik özünü ve anlamını sindiremediğinizi gösterir.
- CHP, her türlü kamuoyu tepkisini göz önünde tutarak bu yola girdi, bu karar çocuk oyuncağı değil; ama içinde uzlaşmayı, iyi niyet çağrısını bekleyen anlayışı da barındırıyor, en azından bunun garantisi aranıyor.
- CHP’den kopma beklentisi, beklenti sahiplerini yanıltacak. Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Yarın bizi terk edecekler, kapı açık hemen çıkabilir’ dedi, CHP grubu da arkasında durdu: Ayrıca yol arkadaşlığı zor günde belli olur.
- Başbakan’ın çözüme yanaşmaması, CHP’yi test etmeye yönelik. CHP, bu testi geçecek güçte olduğunu kanıtlayacak; çünkü haklı bir dayanağı var. Muhalefetin haklı dayanağı göz önüne alınmıyorsa, direniş dışında yol kalmamış demektir.
- AİHM de uluslararası hukuk da CHP’yi haklı buluyor; eğer yargı yüzde 100 aksi bir tavır takınıyorsa bu sadece muhalefetin değil iktidarın da sorunu.
- Hükümet içeride kamuoyu oluşturma gücüne sahip; ama uluslararası camia her şeyi görüyor, Sosyalist Enternasyonal kararı daha ilk, devamı gelecek.
- Yargı; savcısı, YSK’sı ile bütün aşamalarda bu isimlere ‘Seçilebilirsin’ dedi, vatandaş da oyunu verdi, mazbatalar alındı; ama şimdi aynı yargı ‘Yok, olmaz’ diyorsa burada hedef milletvekili değil; doğrudan seçmen iradesidir. Seçmen iradesine karşı bir tutuma sessiz kalma hakkı ise kimsede yok.
- Bu karar 12 Eylül zihniyetinin devamı olan özel yetkili mahkemelerin kararı, eğer AKP 12 Eylül hukukuna gerçekten karşıysa gereğini yapmalı.
SARI ÖKÜZ’E KANIT VAR
- Savunulan hak sadece 2 CHP milletvekili ile sınırlı değil, 8 milletvekili aynı durumda ve bu tablo dünyada eşi benzeri olmayan bir durum.
- Yaşanan sorun, referandum ile yargının bağımsızlaşmadığını, aksine taraflı hale getirildiğini kanıtlama fırsatını da yarattı.
- Tamam, CHP bu Meclis’i kuran parti, ama 91 yıldır 8 milletvekilinin yemin etmediği bir tablo hiç yaşanmadı, bu da AKP döneminde yaşanan bir ilk oldu.
- AKP’li bir yönetici, yemin töreninden önce TBMM’de berberde, yanında oturanın İstanbul Milletvekili İhsan Özkes olduğunu bilmeden, yüksek sesle, isim vererek 3 CHP’li milletvekilinin daha içeri alınacağını söyledi. Bu Kılıçdaroğlu’nun atıf yaptığı ‘Sarı Öküz’ hikâyesinin gerçekliğini gösteriyor. İktidarın bu tavrı karşısında direniş daha anlamlı bir hal aldı.
BENİM NOTUM: Özkes’le konuştum, duyduklarını aynen aktardığını söyledi. AKP’li yönetici de ‘Doğru değil; kim içeri alınır, nereden bilirim, müneccim miyim, mahkeme mi’ dedi. Ancak bu ‘berber kazası’nı, o gün CHP kulisinde anında yayıldığı, başta Özkes, ‘Yemin etmeliyiz’ diye düşünen bazı vekillerin karar değiştirmesine etki eden algıyı yarattığı için yazma gereği duydum.
Yazının Devamını Oku 30 Haziran 2011
YEMİN krizinde, sorunu yaratan olmasa da, çözüm gücüne sahip tek parti AKP.
İşte o güç, konuya ve muhataplarına nasıl bakıyor, tavrını nasıl açıklıyor? Bugün, tamamen iktidar cephesinden bakışı, madde madde özetleyeceğim.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, CHP’nin yemin etmemesini hiçbir şekilde ‘kabul edilir’ ve ‘anlaşılır’ bulmadığı gerçeğinden başlayarak devam edeyim.
Sorunun kaynağı CHP, MHP ve BDP önceden defalarca uyarıldıkları halde aynı adaylarda ısrar ettiler ve olası çözümleri de birbirini hiç tutmuyor.
BDP’nin çözümü MHP’ye, MHP’nin önerisi CHP’ye uymuyor.
MHP, Engin Alan’ı feda edebilecek kadar bazı önerilere karşı dururken, CHP bırakın iki adayını kurtarmayı, “Tüm Ergenekon sanıkları” demeye başladı (kanıt, Mersin Milletvekili İsa Gök’ün sözleri).
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2011
ÜLKENİN ana sorunlarını çözecek ‘umut Meclis’i olacak’ diye bakılan yeni TBMM, anlaşılması güç yargı kararları ile gözlerini krize açtı. Beklenti, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘TBMM’de uzlaşın’ çağrısı ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın küçük imalarının çözüm getirmesi.
Gül’ün, krizi fırsata dönüştürme talebinin gerçekleşmesi de ayrı bir umut.
Ancak keşke Erdoğan, “Görüşmeye hazırım” mesajı veren Kemal Kılıçdaroğlu’na, cumartesi günkü TİM buluşmasında bir karşılık verebilseydi.
Erdoğan’ın, ülke üzerine çöken bu krizin etkisini bir anda kırabilecek o adımı atmaması, “Bildiği ve beklediği bazı şeyler var” beklentisine neden oldu.
Umarız böyledir ve dün görüştüğüm BDP eski Başkanı Selahattin Demirtaş’ın sözleri de sanki böylesi umutları içeriyor gibiydi.
DİCLE KARARININ PERDE ARKASI
Demirtaş, yaşanan krizde eksik bildiğimiz bazı gerçekleri aydınlattı.
Örneğin, TV kanallarında benim de dile getirdiğim, “Hatip Dicle ve BDP bile bile bu işe neden ‘lades’ dedi” sorusunu şu açıklıkla yanıtladı:
“Diyarbakır’dan 3 yedek başvuru yaptık, isimleri belli. YSK’nın veto krizi sonrası listeler kesinleşince o yedekleri çektik. İl Seçim Kurulu’nda her şey; isim isim, saat saat var. Bilsek, böylesi gelişmeler için hazır tuttuğumuz o adayları niye çekelim? Dicle’nin mahkumiyeti 22 Mart’ta kesinleşmiş. Bundan ne Dicle’nin, ne avukatlarının, ne de bizim haberimiz var. Kanıtı da avukatlara tebligatın ne zaman yapıldığı açıklanırsa görülür.”
Demirtaş sonraki gelişmeleri de bakın nasıl özetledi:
“Listeler kesinleştikten 3 gün sonra, avukatlar beni aradı. ‘Acil’ diye yüz yüze görüşme istediler. Diyarbakır’a gittim. Yargıtay internet sitesinden kararı görmüşler. ‘Karar düzeltme isteyelim, bu arada ne yapılabiliriz diye de bakalım’ dedik. Milletvekilliğini düşürme kararı TBMM’de. Bunun dışında bir çare yoktu. Bu umutla hareket ettik; çünkü adaysız kalamazdık.”
REFERANDUM’DA ‘EVET’ DİYECEKTİK AMA
Bu olasılığı önceden gördüklerini sözlerine ekleyen Demirtaş, anayasa paketi görüşmeleri sürecine dönerek çoğumuzun unuttuğu şu bilgiyi anımsattı:
“AKP yönetimine gittik; Anayasa’nın 14’üncü maddesi ile Terörle Mücadele (TMK) ve Ceza Usul (CMK) yasalarında değişiklikler önerdik. Dosyamızı verdik. Dedik ki: ‘Bizde bu maddelerden yargılanmayan bulamazsınız. Bunlar siyaset yapmamız önünde engel. Suç işleyen varsa tamam; ama bakın bu yargılamaların hepsi söylenmiş sözlerle ilgili. Bu değişiklikleri yapın, biz de boykottan vazgeçip, referandumda ‘evet’ diyelim’. AKP, bizi umursamadı.”
KCK sanığı 5 milletvekilinin tahliye edilmemesini de ‘komik, kabul edilmez’ bulan Demirtaş, Başbakan’dan çözüm için ipucu vermesini bekliyor.
Tutuklu sanıklarla ilgili gelişmeleri kısa sürede sonuçlandırılabilir gören Demirtaş, TMK ve CMK’da yapılacak değişiklikleri yeterli buluyor.
Resmi Gazete’de yayını dahil bu düzenlemenin 4 günde bitebileceğini savunan Demirtaş, bu alanda bir gelişme yaşanmadan TBMM kampusuna ayak basmayacaklarını; BDP’nin TBMM grup seçimlerini de muhtemelen hafta içinde ve dışarıda yapıp TBMM Başkanlığı’na bildireceklerini açıkladı.
Demirtaş’ın, “Bu işler çözülecek, Türkiye bu tür şeylerden kurtulacak; kesinlikle şüphem yok. Ama herkes yöntemince mücadele etmeli. Bu da bizim mücadele tarzımız” şeklindeki son sözleri ise dikkat çekiciydi.
Bakalım bu sözler, bu yaklaşım umut verici, çözüm getirici olacak mı?
Yazının Devamını Oku 23 Haziran 2011
YEREL seçimlerin ardından ‘üstüme vazife çıkarıp’ Başbakan Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal’a hitaben “Sonuç Raporum” başlıklı iki yazı kaleme almıştım.
Bu kez her iki oydan birini alan Başbakan’a tek kelime söze gerek yok.
Sonuçları değerlendirmeye devam eden CHP için ise dikkate alınır alınmaz bilemem; ama şöylesi yeni ve kısa bir ‘sonuç raporum’ var:
“Kemal Bey, seçim sürecinde üstün performans gösterdiniz, takdir topladınız, artık gerçekleştirmeyi kafanıza koyduğunuz tatile bir an önce çıkmayı hak ettiniz. Sakin düşünmek ve en küçük yeni bir hataya neden olmamak gerekli.
Alın işte ‘Stockholm sendorumu’ tartışması. Daha ilk duyduğum an bu söylemi eleştirmiş bir gazeteciyim. MYK toplantısında, sonuçlara böyle bakan akademisyen veya arkadaşınız her kimse, bırakın ona katılmayı, susturulmamış olması dahi çok ciddi bir sorundur. Çünkü Alevilerin CHP’ye oy vermesini bu sendroma bağlayanlar nasıl ki Alevileri anlayamıyorlarsa, siz de aynı nedenle AKP’ye oy verenleri anlamamış oluyorsunuz.
Seçmeni bu tür değerlendirmelere tabi tutmak son derece yanlış. Aynen referandumda ‘Hayır’ diyenlere deli imasında bulunmak gibi; hatta ‘AKP’ye oy vermem; çünkü hâlâ aklım var’ pankartını kürsüden okumak gibi.
Mutsuz büyük bir kitlenin varlığına en çok siz inanıyorsunuz; ancak o insanların AKP’ye oy vermesi eğer psikolojik terimlere bağlanırsa yarın ilk hedefinizde olması gereken o vatandaşları nasıl kazanabilirsiniz?
ACİLEN BAŞKANIN ADAMLARI ARANIYOR
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2011
YENİDEN ‘kurultay’ sesleri duyulan CHP’de, yüzde 26 tartışması yapılırken, bırakın geçmiş 20 yılını, AKP’li son 10 yıla bir bakmakta yarar var. Hem de sadece dört ana konuda CHP’nin tavrını alt alta yazmakla yetinelim.
2002’de, TBMM iki partili oluşunca Başbakan Tayyip Erdoğan, “Gel şu 12 Eylül Anayasası’nı değiştirelim, yeni anayasa yapalım” önerisi getirdi.
Deniz Baykal, dirseğini göstermek yerine “Peki gel arkadaş masaya; bizim zaten bir hazırlığımız var” deseydi o anayasaya damgayı CHP vururdu.
Aynı Meclis cumhurbaşkanı seçecekti; onun da yaptırılmadığını kenara yazıp arabanın devrilmesinden sonraya; yani 27 Nisan e-muhtırasının getirdiği genel seçime gidilip AKP’nin yüzde 47 ile muhteşem geri dönüşüne geçelim.
Köksal Toptan’ın TBMM başkan adaylığını ve bakın hangi sözleri göreceğiz?
HALEFE BOMBA, RAKİBE ALTIN TEPSİDE YÜZDE 50
Toptan, destek için gittiği CHP’de Deniz Baykal’dan, “İşte böyle bir cumhurbaşkanı adayı önersinler seçelim” iltifatıyla destek aldı.
Şimdi yeniden cumhurbaşkanlığı seçimine dönün ve bu kez de Erdoğan’ın o günlerde olası cumhurbaşkanı adayları için anket yaptırdığını anımsayın.
Anketteki 4 isimden biri de Toptan’dı; ama Baykal’ın aklına, “Madem Toptan da olur; gel seçelim” demek gelmedi; gelseydi tarih kimi, nasıl yazardı?
“Bunu da geçin” diyemeyiz; ama varsayalım ki geçtik, geldik mi 27 Nisan’a.
Destek anlamına gelen sözlerin ayıbı bir kenara; muhtıra yayınlanınca hiç değilse, “Biz Anayasa Mahkemesi’ne giderek üstümüze düşeni yaptık. Halk da milyonluk mitinglerle tepki vermeye başladı. Ey Genelkurmay, sana ne oluyor; otur oturduğun yerde” denebilseydi alkışı kim alırdı?
Gelelim en yakın konuya, AKP’nin yerel seçimde yüzde 39’da kaldığı günlere.
Bu sonuç üzerine Erdoğan, en çılgın ve en akılcı projesini devreye soktu.
“Anayasayı değiştireceğim, sana geliyorum” dediği Baykal’dan, “Ancak çay içersin; ben yokum” yanıtı alınca tarihi fırsatı yakaladı, referanduma gitti.
İşte o referandum, halefi Kemal Kılıçdaroğlu’nun kucağında patlayan bir bombaya, Erdoğan’a ise altın tepside sunulan yüzde 50’lik bir güce dönüştü.
Şimdi, “Eğer CHP bu konularda sosyal demokrat bir tavır sergileseydi bugün CHP nerede, AKP nerede olurdu” diye sorulursa Baykal’a haksızlık mı olur?
HANİ BIKILMIŞTI
Asıl haksızlık, SHP katılımı ve DSP oylarını es geçip, “CHP’yi yüzde 4’ten yüzde 20’ye çıkardım” diye övünülen günleri ve şu sözleri unutmak değil mi:
“Bıktım kurultay tartışmalarından. Aile içi tartışmalar aile içinde olmalı.”
Peki, bir an Baykal’a hak verip, ‘bıktırdı’ dediği, 19 yıllık döneminde 15 kez yapılan kurultaylara bir yenisi eklense CHP kazançlı çıkar mı, diye soralım.
Bu 15 iç savaşta, sadece savaşçı kaybeden, yeni savaşçı kazanmamak için de bütün kapıları kapatan; hiçbirinde Türkiye sorunlarını masaya yatırmamış olan bir CHP, ilk kez ‘yeni’yi yakalamaya çalışırken, başarısızlıkları tescilli kadrolarla ilerlemesi çok zor, delege de buna yol vermeyecek gibi görünüyor.
Önceden de yazdım; Kılıçdaroğlu’nun avantajı da burada; çünkü başarı değişimle geldiği için ortaya yeni yüzler çıksaydı çok şey farklı olabilirdi.
Baykal’ın ‘eksen kaydı’ tezi de bu noktada sonuç yaratıcı değil.
En azından, demografik ve siyasi yapıları birbirine benzeyen, belediyelerin CHP’de olduğu Antalya ve Aydın sonuçlarına bakıldığında bu görülebilir.
Nasıl oldu da Aydın’da CHP oyları keskin bir yükseliş gösterirken Baykal’ın, listeyi de kendisinin yaptığı Antalya’sında gerileme yaşandı?
Yeni CHP yönetimi de ancak; demokrasi, yeni anayasa, özgürlük, AB, insan hakları söylemlerini hayata geçirdiği sürece ayakta kalabilir.
Aksi kaybetmek olur; ancak anladığım ‘Bu yolda dönüş yok’ denecek.
Yazının Devamını Oku 16 Haziran 2011
CHP’nin yüzde 25.9’da kalması başarı diye görülemez, bu bir gerçek. Kemal Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının bunun farkında olduğu da net.
Ancak seçmen, öyle bir kritik oy oranında durdu ki, alışık olduğumuz klasik CHP tartışmalarının bir yenisinin başlamasına neden oldu.
Yüzde 25’in altında kalınsaydı Kılıçdaroğlu’nun kendisi yerinde durmazdı.
Yüzde 28’de ise kimse Kılıçdaroğlu’na laf edemezdi.
İşte bu iki arada bir derede noktası, CHP’de tarihi tekerrür ettirirken, bizi de ‘bitmeyen çekişmenin’ bir yenisini izlemek zorunda bırakıyor.
Daha çok yazacağız da baştan söylemeli, yeni bir kurultay zor, neden ise çok.
KILIÇDAROĞLU’NUN AVANTAJI
Kılıçdaroğlu, koltuğa yapışmış biri değil; olağanüstü bir süreçte, beklemediği bir anda üstlendiği hiç hesapta olmayan bu görevin hakkını vermeye çalıştı.
Kısa zamana sığan iki kurultaya ve kucağında bulduğu referanduma rağmen; “Seçmen tabanı, ideolojisi ve taze yüzlerle yeni bir CHP” diye yola çıktı.
Bu amaca yönelik projelerle halkın karşısına çıktı, il il, ilçe ilçe dolaştı.
Dün Altan Öymen de yazdı; benzer dönüşümü CHP, 1969’da Ecevit’le de başlattı; ancak amacına 1977’de, üçüncü seçimde ulaşabildi.
Pek çok haklı başka gerekçeler üretilebilse de hiçbiri başarısızlığın üstünü örtemez, Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimini haklı kılamaz.
Buna rağmen mevcut CHP yönetiminin çok önemli bir avantajı var.
CHP seçmeni Kılıçdaroğlu’nun çalışkanlığını ve üstüne düşeni yaptığına inanıyor, tamam; ama bundan daha öte ortada şöyle bir gerçek duruyor:
“Kılıçdaroğlu, istifa” diyenlerin kimliği, yani alternatifsizlik.
Sesi yükselenler, CHP’yi yüzde 20-21 bandına sıkıştırmış eski kadrolar değil de geleceğe dair umut verecek isimler, yeni yüzler olsa başka bir tablo görürdük.
O FIR FIR DOLAŞANLAR
Oysa, düne kadar en sert eleştirileri aldıkları gazete ve TV kanallarını fır fır dolaşanların tamamını, ne söylerlerse söylesinler, haklı bulan CHP’li yok.
Neden mi; kimi, “İlla önseçim” dedi; önseçimden yenilgiyle çıktığı gün, aynen bugünkü gibi, “Kürt ve Alevi partisi olduk” demecini patlattı.
Eğer bu sözleri doğruydu ise aklına, “Üye yapımız yıllardır böyleydi, bunu düzeltmeyerek hata yaptım” özeleştirisi hiç gelmedi; çünkü önseçim mönseçim derdi yoktu, nasılsa ‘lider’ onu yine listenin önüne yazacaktı.
Kimi “Kılıçdaroğlu, İnan Kıraç projesidir”, kimi “Yok ABD projesi” başlıklı haberlerin kaynağı oldu, çalışmak yerine CHP’ye zarar verme yolunu seçti.
İlginçtir, tam bağlı oldukları liderleri bu isimlere “gık” demeyerek, ‘partiye zarar veriyorsunuz’ uyarısı yapmayarak desteklemiş oldu.
2007’de iki gün gizlendikten sonra DSP destekli bir puanlık artışı, başarının başarısı gibi lanse etmeye çalışan, istifa aklına gelmeyen o lider, şimdi ilk günden konuşmaya başladı; ama açık değil, ‘Dostlarına dedi ki’ kamuflajıyla.
AKP’de listeye konmayanların tekinin dahi aykırı ses çıkarmadığı bir süreçte CHP’de bu tür konuşan daha pek çok örnek versek de, alınan sonuçta en büyük sorumluluk önce liderin sonra da yakın çalışma arkadaşlarının.
Bu alternatifsizlik durumu da sonsuz olamaz; o nedenle CHP yönetimi, önce kendi hatalarını doğru okuyup, güçlü liderlik dönemini başlatmalı; MYK üyeleri liderden yük almayı bilmeli, çok daha öne çıkmalı, sonra dışa dönmeli.
Dışarıda da işe belediyelerden başlanabilir, şu soru mutlaka irdelenebilir:
“Özlem Çerçioğlu’lu Aydın’da oy patlaması yaşanırken, Aziz Kocaoğlu’lu İzmir’de, Mustafa Akaydın’lı Antalya’da neden aynı sonuç alınamadı?”
Yazının Devamını Oku