13 Haziran 2011
FAZLA söze gerek yok, AKP’nin üç seçimde de oylarını artırarak iktidarını bir dört yıl daha, hem de yüzde 50 oyla sürdürmesi büyük bir başarıdır. Her ne kadar Meclis’te anayasa değişikliği konusunda çok kritik bir sonuç ortaya çıksa da Başbakan Tayyip Erdoğan, seçmenden aldığı bu yüksek moralle kafasındaki Türkiye modelini mutlaka hayata geçirmeye çalışacaktır.
Bunun karşısında muhalefetin ne kadar dayanacağı ise belirsiz.
CHP’nin oy artışı da kritik bir noktada kaldı.
Kılıçdaroğlu’na açılan kredi üst düzeyde olmadı; CHP’de bazı sıkıntılar yaşanabilir; hareketlenenler, Deniz Baykal döneminde yüzde 28’lere çıkıldığını savunanlar olabilir; ama bu çok da kabul görecek bir tez değil.
Daha ayrıntılı değerlendirmeleri ileride yaparız; ancak Kılıçdaroğlu, kendisi ayrılmadığı sürece koltuğunu korur gibi ve aksi bir iradeyi pek beklememeli.
ANAYASA SÜRECİ
Başbakan Erdoğan, üçüncü balkon konuşmasında da tüm Türkiye’ye sıcak mesajlar verdi; ancak bu da son derece doğal ve beklenen bir şeydi.
Buradaki sorun, süreç içinde Türkiye’nin her üç balkon konuşmasındaki mesajlara uygun sertlikten tamamen uzaklaşmayı başaramamasıdır.
Belki üçüncü zaferin ardından Erdoğan’la muhalefet arasında, gücü ‘özümsemek’ ve ‘kabullenmekten’ kaynaklanacak daha uyumlu bir süreç de başlayabilir.
Buradaki ilk kritik eşik de Başbakan’ın anayasa değişikliği konusunda göstereceği tavırdır; yani bu girişim muhalefetle birlikte mi, ayrı mı olacak?
Başka bir ifadeyle, anayasa bir “uzlaşma komisyonu” sürecinden mi geçecek; iktidarın istediği bir metnin oylanması ile mi sonuçlanacak veya Erdoğan BDP ile birlikte referanduma gidilecek bir yolu dener mi, denemez mi?
Bu sonuçlardan cumhurbaşkanlığı süreci de etkilenebilir.
Eğer 2012’ye kadar devlet başkanlığı sistemi ile ilgili bir anayasa değişikliği gerçekleştirilmezse, ki zor olduğunu belirtmeli, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2014’e kadar görevde kalmasını beklemeli.
Tersi durumda ise Erdoğan Devlet Başkanı adayı olur, Gül tam destek verir.
Anlayacağınız, bu sonuçtan sonra kimse Gül ile Erdoğan arasında cumhurbaşkanlığı veya devlet başkanlığı konusunda en küçük sürtüşme, çekişme olacağını beklememeli; Erdoğan ne derse o olur.
YETMEZ AMA İLERLEME
Yeni Meclis açısından, “Yetmez ama...” diye başlayabileceğimiz bir küçük de olsa sevindirici sonuç var.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez TBMM’de yüz kadar kadın milletvekili olacak.
Tabii ki olması gereken sayı bu değil; ama özellikle muhalefetin bu konudaki atılımı önemliydi, iktidar partisinde de bir miktar artış sağlandı.
Kemal Kılıçdaroğlu, “Kadını öne çıkaracağız” anlayışını sürdürürse Başbakan Erdoğan da bunu hiç karşılıksız bırakmaz.
Zaten Erdoğan’ın ilk sürprizini de TBMM başkan adayı konusunda görebiliriz.
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, TBMM’nin ilk kadın başkanı olabilir.
Nitelikleri gösteriyor ki, kadın vekiller, bu dönemde önceki dönemlere oranla partilerinde daha önemli, sözcülük noktalarında, görev yapacaklar.
Bütün bunlar işin siyasal değerlendirmeleri; ancak Türkiye’nin sorunlarına inildiğinde yeni TBMM çok ağır, yaşamsal önemde bir görevle karşı karşıya.
BDP’nin aldığı sonuç da başarıdır ve şimdi bakmalı; bu başarıyı BDP nasıl kullanacak ve TBMM, Kürt sorununa nasıl bir çözüm üretecek.
Yeni Meclis’in yapısı çözüme daha uygun gibi; ama karar Erdoğan’ın.
Yazının Devamını Oku 9 Haziran 2011
DAHA önceleri de dile getirdim, pazar günkü seçime giren partiler arasında kadrosu, programı, projeleriyle en öne çıkan, konuşulan CHP oldu. Yeni kadrosu da projeleri de her yönüyle olumlu/olumsuz didik didik edildi.
Bazı eleştiriler haklı görülse dahi unutulmaması gereken gerçek, CHP’nin bu köklü değişimi bir yıla sığdırmak zorunda kalmış olmasıdır.
CHP geçmiş söylemlerini çok geride bıraktı, geniş kesimlerin ilgisini çekecek ‘özgürlük’, ‘demokrasi’, ‘yoksul’, ‘sol’, ‘örgütlenme’, ‘yeni anayasa’, ‘genç’, ‘kadın’, ‘eğitim’, ‘çocuk’ gibi başlıklarda toplanacak konuları öne çekti.
Daha önce genel başkanı, ‘en az gezen lider’ sıfatı ile anılan CHP’de, Kemal Kılıçdaroğlu, 81 il ve 300’den fazla ilçeye seçim gezisi yaparak, belki de cumhuriyet tarihinin bir rekoruna imza atmak üzere.
Bu alanda Başbakan Tayyip Erdoğan’ı geçen ilk lider Kılıçdaroğlu oldu.
TÜRKİYE PARTİSİ HEDEFİ
Önceki gün Kocaeli mitingine giderken sohbet ettiğim Kılıçdaroğlu bu çerçevede değerlendirmeler yaparak, seçime yönelik umutlarını dile getirdi.
Özellikle CHP’nin milletvekili çıkaramadığı, isim isim saydığı, bazı illerde gördüğü ilgiden çok memnun kaldığını, “Bugüne kadar sizi ihmal ettik, kabahat bizimdi, özür dileriz” söylemine çok olumlu karşılık aldığını söyledi.
“Kâhta’nın Kılıçdaroğlu için önemi” başlıklı yazımı anımsayanlar olabilir.
Adıyaman gezisini de izlediğim Kılıçdaroğlu, Kâhta’da CHP’nin 975 oy almasını içine sindirememiş, danışmanı Ali Kılıç’a o gün, “Kâhta’ya mutlaka gidelim” demişti.
Kocaeli yolunda, iki gün önceki Kâhta gezisini anlatırken çok mutluydu, hiç beklenmedik bir kalabalığa hatip etmişti ama bunun da ötesinde tek kişi de dinlemeye gelmiş olsaydı gittiği için pişmanlık duymayacaktı.
Kocaeli’nde de CHP’nin sadece 1400 oy aldığı Dilovası’na uğradı, şehrin meydanında birkaç yüz kişilik topluluğa hitap etti, onlardan da özür diledi.
Yetinmedi, iki dönemdir CHP Dilovası Kadın Kolları Başkanı olan türbanlı Ayten Özsubaşı ile otobüste uzun sayılacak, “Vatandaş size neyi soruyor, ne istiyor, bizden ne bekliyor” temelli sohbette bulundu.
Anlayacağınız, Kılıçdaroğlu, CHP’nin az oy aldığı tüm kentlere özel ilgi gösterdi, oralara, “Yeni bir CHP var haberiniz olsun” mesajı vermek istedi.
Bu çerçevede Kılıçdaroğlu’nun Güneydoğu’ya ilgisini anmaya dahi gerek yok.
Kılıçdaroğlu, her sohbetimizde buradaki amacını, “Türkiye’nin her yerinde olan bir CHP. Bu CHP’nin de Türkiye’nin de kazancı olacaktır” diye özetledi.
TEMEL SORUNLARA ÇÖZÜM
Kılıçdaroğlu, bu seçim kampanyasını neredeyse danışmanı Ali Kılıç ve anonsları yapan Barış Bozkurt ile tamamladı desek yeridir.
Yani, örneğin, Başbakan’la kıyaslandığında destek veren kadrosu yok gibiydi.
Medyada, lider dışında yer bulma bakımından CHP ile AKP arasındaki bir kıyas da çok derin bir uçuruma işaret ediyordu.
Evet, bu seçimde AKP, MHP ve bağımsızların oy oranları merak konusu, ancak CHP’nin alacağı oy sanırım en çok konuşulan sonuç olacaktır.
Kılıçdaroğlu’nu özendirecek bir sonucun ortaya çıkması, ‘yeni CHP’ kavramının yerleşmesi, içinin daha fazla doldurulmasına yardım edecektir.
Bunun, başta en yakını ve en yakıcısı olan Kürt sorunu olmak üzere, ülkenin en temel sorunlarına çözüme büyük katkı sağlayacağına kuşku duymamalı.
O nedenlerle, halkın CHP’yi nereye oturtacağı sorusu haklı bir ilgi çekiyor.
Yazının Devamını Oku 6 Haziran 2011
ÖNCEKİ yazımda, “Hakkâri ve Van izlenimlerimin devamı seçimden sonra” demiştim; ancak gelen yankılar üzerine kalan notları da bugüne çektim. Bazı sorular üzerine şunu baştan söylemeli, beni tanıyanlar dahil Hürriyet’ten olduğumu öğrendiklerinde tepki gösteren tek kişi olmadı, sadece aktif BDP’li bir kadın, kendinden çok emin, “Nasılsa yazdıklarınız Genelkurmay’ın denetiminden geçiyor” deyince, gülerek “Güldürmeyin” karşılığını verdim.
Her etkinlik PKK ile BDP’nin tabanının aynı olduğunu açıkça gösteriyor.
BDP adayları kürsüye çoklukla PKK marşları eşliğinde çıkıyor; zaman zaman bir marş ise zafer işaretleri ve saygı duruşuna geçilerek okunuyor.
Sorduğumda, “Ulusal marşımız” yanıtı aldığımı belirtmeliyim.
ERDOĞAN’A ÖFKENİN NEDENİ
Açık televizyonlarda çoğunlukla MMC kanalını görmek mümkün.
Kanal, aralıklarla Başbakan Erdoğan’ın, “Güvenlik güçleri gerektiğinde operasyon yapar” sözlerini sesinden veriyor; ardından operasyon görüntüleri ve öldürülen PKK’lıların kitlesel katılımlı cenaze törenleri geliyor.
Böylece operasyonların sorumluluğu Başbakan’a yükleniyor; ama bu sadece TV kanalında olan bir söylem değil, sokakta da egemen olan bir yaklaşım.
Sloganlar da böyle ve kafiyeli bir Kürtçe slogan ağır hakaret içerikliydi.
“Neden Başbakan’a bu öfke” dediğimde, “2007’de sorunu çözeceğine inanarak oy verdik; ama sözünü tutmadı, tam tersini yaptı” yanıtı verdiler.
Erdoğan’ın, belediyeyi kastederek, “Onlara 13 trilyon gönderdik ne yaptılar” demesi de kızgınlık toplamış, BDP için şöyle bir söylem olmuş:
“Onlar dediği kim? İşte bizi böyle görüyor. Biz de onun gönderdiğini değil, kendimizin topladığı parayı, halkımızın istediği gibi harcamak istiyoruz.”
Önceki yazımdaki ‘tesettürlü kadınlar’ ibaresini de açmam gerekiyor.
Kadınların büyük çoğunluğunun başı açık, başörtülüler de az değil; ama ‘tesettür’ ile kastım muhafazakâr yaşam, yani türban takanlar, diyelim.
İşte hiç azımsanmayacak sayıdaki bu türbanlı kadınlar da Selahattin Demirtaş’a rahatlıkla sarılıp poz verdiler, yanaklarından öptüler.
Onlardan birinin “Neden buradasın” soruma verdiği, “Neden olmayayım; abim boşuna mı dağda?” yanıtı, PKK-etnisite-din konusunda ipucu olabilir.
ADAY İÇİN YASAKLI BÖLGE
Nereye varacağını merak etmemiz gereken bir özgüven patlaması yaşadığı görülen BDP’nin, bölgede nasıl çalıştığını da özetlemeye çalışayım.
Selahattin Demirtaş ile ev ziyareti yaptık; ilk sözü, “Herkes sandığını ve nasıl oy kullanacağını biliyor mu, fotokopi oy pusulası geldi mi” oldu.
Hepsine ‘evet’ dendi, üstelik oy pusulaları komşular için de çoğaltılmıştı.
Hiçbir aday diğer adayın bölgesine yemek, uyumak veya destek için dahi uğramıyor; ofis açmıyor, pankart-afiş astırmıyor, propaganda araçlarını dolaştırmıyor; yani kendisini diğer bölgede tamamen unutturuyor.
Şunu da vurgulamam gerekir ki, konuştuğum her kişinin ülkenin batısında onlarca akrabası vardı ve hiçbiri de “ayrı devlet” istediğini söylemedi.
Ancak, başta da Demirtaş, herkes, “Çözümsüzlük sürerse, Kürtler bunu da gündemlerine alır” diyerek tehdit algılanabilecek söyleme sahip.
Kürtler ve Türkler için, “Kardeş halklar” ifadesi kullanılıyor.
Özellikle BDP döneminde yaşanan kitleselleşmenin tabanda, “Artık silahlı mücadele yerini siyasal mücadeleye bırakabilir” tartışmasını yarattığını, belediyelerde görev almalarda ‘örgütlülük kriterinin’ yerini ‘meslek kriterine’ bırakmasını konuşanların olduğunu da söylemeliyim.
Yazının Devamını Oku 2 Haziran 2011
PKK’NIN Eruh baskını sonrası 15 gün kaldığım Hakkâri’ye 26 yıl sonra yeniden ayak bastığımda eski BDP Genel Başkanı, Hakkâri bağımsız milletvekili adayı Selahattin Demirtaş’ı esnaf ziyaretinde yakaladım. İki gün bütün etkinliklerini Mercedes aracının yan koltuğundan izledim.
Camı açmasına dahi gerek yoktu, aracı gören herkes zafer işareti yapıp, “Ser çawe başkan” (Başım gözüm üstüne), “Se, se” (Üç, üç) diyordu.
Araçtan inince sarılıp öpmeyen, cep telefonu ile fotoğraf çektirmeyen yok.
Arada birkaç el sallamayan görünce “Bakın onlar da var” diyorum, “Onlar ya polis ya da askerdir” yanıtı veriyor Demirtaş.
KADIN DEVRİMİ
Kadınlar buluşması için belediye salonuna geçiyoruz, yeşil, sarı, mavi ağırlıklı rengârenk giyinmiş türbanlısı, başı açığı yüzlerce kadın, çığlık atıyor, zılgıt çekiyor, ıslık çalıyor, alkış tufanlı sloganlarla Demirtaş’ı karşılıyor.
Salon tıka basa dolu, Demirtaş tezahürattan konuşmaya vakit bulamadan ter içinde kalıyor, kalabalık nedeniyle dışarı çıkma kararı veriliyor.
Demirtaş, söze Kürtçe selamla başlayıp Türkçe konuşuyor, bitiş de Kürtçe.
Çok sayıdaki tesettürlüsü dahil tümünün Demirtaş’a sarılıp öpmesi, fotoğraf çektirme yarışına girmesi çok dikkatimi çekiyor, “Bunlar hepsi korktukları için bunu yapıyor” diye takılıyor Demirtaş.
Hemen görünüyor, kadın eski konumunu terk etmiş, sosyalleşme devrimi yapmış, siyasette temel taş olmuş, Demirtaş da onları bu sözlerle övüyor.
“Oy namustur, satılmaz” sloganları eşliğinde sözlerini bitiren Demirtaş’ın kadınlardan ayrılması zaman alıyor, istikamet ‘demokrasi çadırı’.
Çadırın önü Demirtaş’la beraber hareketleniyor, sivil toplum ve aşiret önderleri, AKP milletvekilinin ağabeyi, işadamları destek ziyaretleri yapıyor.
“Gezmenize gerek yok, burada oturun bütün Hakkâri gelir gibi” bir espri yapıyorum, “Gerçekten öyle olur, ama ev ev geziyoruz” diyor Demirtaş.
PKK AĞIRLIĞI HER YERDE
Sokak, esnaf, ev ziyareti derken her yerde tablo aynı, akşam yemeğinde ise şehrin yaşayan tüm eski belediye başkanları destek amaçlı masada.
“Hadi şenlik zamanı” deyince kendimizi bir futbol sahasında bulduk.
Dopdolu, önlerde binlerce genç ve alan yine inliyor, PKK marşları, sloganlar, binlerce elin zafer işaretiyle kürsüye çıkan Demirtaş, oldukça sert konuşuyor, alandan da aynı tondaki sloganlarla yanıt veriyor, hedef Başbakan Erdoğan. “Çok serttiniz” diyorum; “Başbakan bize terörist diyor, böyle konuşmazsam bu taban kaldıramaz. Başbakan bizi anlamıyor” diyor ve şu örneği veriyor:
“Üniversitede Kürdoloji konferansı vardı. Kimse gitmedi. Sanatçı getirmişler, vatandaş konsere de gitmedi. Çünkü başbakan, ‘Bakın bunu da yaptık’ dedi burada. Lütuf sanki. Hakkârili konferansı da konseri de protesto etti. O sanatçılar da bizim konsere geldi.”
Biz alandan ayrılırken o sanatçılar Kürtçe şarkılarla alanı çınlatıyordu.
Sabah ilk hedef, 300 korucu bulunan, geçen yıl minübüs bombalaması sonucu 9 sivilin katledildiği Geçitli Köyü, olay yerinde duruluyor, saygı duruşu yapılıyor, korucu noktasındakiler zafer işareti ile destek veriyor.
Korucularla sohbeti sonrası köyde kurulan çadırda 400-500 kişinin karşıladığı Demirtaş, “Daha önce oy alamıyorduk, göreceksiniz ful çekeceğiz” diyor.
Hiç şaşırmam, gördüklerim, yaşadıklarım çok fazla, yerimse bu kadar, uzun dahi tuttum (seçim sonrası devam ederim); ama demek istediğim şu:
Hakkâri’de 3-0 hiç sürpriz değil, müthiş bir seçim organizasyonu var, orada ayrı bir dünya kurulmuş bile, ister kabul edelim ister etmeyelim PKK topluma ve siyasete damgasını vurmuş.
Van’da da birkaç saat bağımsız aday Aysel Tuğluk ile dolaştım, Hakkâri kadar hareketli değildi, ama ilginçtir daha radikal gruplarla karılaştım; Başbakan’a yönelik ağır sloganlar işittim, neredeyse PKK’sız şarkı ve slogan duymadım.
Yazının Devamını Oku 30 Mayıs 2011
BİR sonraki pazar günü sandık başında olacağız, partiler son virajda bütün silahlarını ateşlemeye, her kozu kullanmaya hazır bekliyor. Seçim kararı alındıktan sonra kaleme aldığım yazılarda, siyaset ile asker arasında doğabilecek tartışmaların sürece etki edebileceğini belirttim.
Bu çerçevede son 2-3 ayda, zaman zaman siyasilerin askerlere yönelik bazı söylemlerinin tansiyonu yükseltici sonu yaratabileceği beklentisi doğdu.
Bazı medyada organlarında askeri rahatsız edecek haberler de çıkmadı değil.
Asker, bu haber ve sözlere, doğrusunu yapıp, eski tarz bildirilerle karşılık vermeyip suskun kalınca seçim süreci böylesi gerginliklerden arınma yoluna girdi.
Tam bu sırada, seçime 15 gün kala çok sayıda general savcılığa çağrıldı.
Asker buna da tatbikat kamuflajlı sessiz bir karşılık vermekle yetindi; hukukun gereği yerine getirildi, böylece seçime doğru çıkabilecek son tatsız tartışmanın, tansiyon yükselmesinin zemini de ortadan kaldırıldı.
BİR YARGI KARARI ÇIKAR Kİ
Başbakan Tayyip Erdoğan da önceki gün, “Asker artık eski asker değil. Sivil de asker de konumunu biliyor” sözleriyle ‘tansiyon’ yollarını kapattı.
Daha 13 gün var; ama görünen o ki TSK’nın yeni yönetimi, hele hele seçim öncesi ortamı gerecek herhangi bir açıklama falan yapmayacak.
Doğrusu Ergenekon, Balyoz davalarının da eski primi yapmadığı anlaşılıyor.
Bütün bunlara karşın, iktidarın elinde hâlâ kullanacağı çok koz olabileceğini; şapkadan çıkaracak yeni şeyler bulabileceğini düşünmek son derece doğal.
Örneğin; CHP’nin iki numarası Gürsel Tekin’in, Kadıköy Belediye Başkan Yardımcısı olarak bir binaya geçersiz ruhsat verdiği iddiasıyla, yerel mahkemenin hükmettiği 2.5 yıllık mahkumiyet kararı Yargıtay gündeminde.
İktidarı destekleyen medyanın bu kararın 12 Haziran’a kadar verilmesi için yoğun bir etkileme çabası içinde olduğu görülüyor.
İlgili dairede bugün başkan değişikliği olacak ve dairenin dosyayı görüşmesinin önünde hiçbir engel yok.
Mahkumiyetin onaylanması halinde Tekin’in milletvekili olma şansı ortadan kalkacağı gibi CHP, yerine yeni isim de öneremeyecek.
SAVCI TEBLİĞNAMESİNİ YAZDI
Düşünün; seçime iki gün kala, yolsuzluk vurgusu ile seçim sürecini geçiren CHP’nin iki numarası görevi kötüye kullanmaktan mahkûm oluyor!
Tabii burada şöylesine küçük(!) bir sorun da yok değil.
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı, dosya ile ilgili tebliğnamesini verdi.
Savcıya göre, eksik soruşturma gereği Tekin lehine bozma kararı gerekiyor.
Savcının bu kararı mahkeme için kesinlik anlamına gelmiyor; ancak yüzde 90 oranında savcılık tebliğnamelerine uyulduğunu söylemeliyim.
Yine de ne olur ne olmaz; bekleyelim bakalım hangi gün, ne karar çıkacak?
Yüzde 50 oy oranlarının dile getirildiği bir süreçte, iktidar partisinin bu tür kozlara ihtiyacı yok denebilir, yargının bağımsız olduğu da söylenebilir.
Ancak Ankara kulislerinde bu konu sık sık dile getiriliyorsa düşünmek gerek.
Çünkü, iktidar garanti görüldüğü halde, devletin valisi, kaymakamı, emniyet müdürü AKP adayları ile birlikte ortalıkta dolaşır; basın toplantılarına katılır, okul açılışlarında poz verir, hediye dağıtımına tanıklık etmeye kalkışırsa, ‘neden’ diye sorulması, akıllara şüphe düşmesi engellenemez.
Son nokta; TUSİAD’la çatışma prim yaptığı düşüncesiyle bu seçimde de bir tekrar yaşanmak istenir gibi oldu; ancak tartışmanın boyutu, kullanılan sözcükler öyle rahatsızlık yarattı ki, sanki orada da sessizliğe geçilecek.
Yazının Devamını Oku 26 Mayıs 2011
İSTANBUL’UN iki ünlü adayı Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ile eski DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’nin seçim çalışmalarından kısa birer kesit izledim.
Taksim Meydanı’nda, ‘Genç Kafa’ adı verilen AKP seçim standında buluştuğum Çubukçu’nun sağ elinde bileklik vardı, “Geçmiş olsun” dedim.
Gülerek; “Ben değil, sıkanlar yaptı. Az daha sol elim de gidiyordu; ama ‘Onu bari bırakın’ dedim kurtardım. Sinir zedelenmesi. Artık seçimden sonra bakacağız” karşılığını verirken, şikayetçi değil, memnun bir siyasetçiydi.
Memnuniyeti günde 12-14 saat süren seçim çalışmasında halktan aldığı karşılıktan kaynaklanıyordu, “Önceki seçimlere göre daha rahatız” dedi.
Bu rahatlığın nedenini açıklarken şöyle bir değerlendirme yaptı:
“Seçim maç havasında geçmiyor. Doğrusu da bu. Demokrasisi ilerlememiş ülkelerde maç havasında seçim yapılır. Türkiye o eşiği geçti; hoşgörü var, demokrasi var. Anlayacağın saha çok iyi; saygı var, düşman yok.”
PROFESYONEL BİR ÇALIŞMA
Bir başka rahatlığı ise önceki seçimlere oranla daha az iş talebi, daha çok ‘yeni dönemde şunu yapın, bunu yapın’ önerileri almalarından kaynaklanıyor.
Yazının Devamını Oku 23 Mayıs 2011
MHP Lideri Devlet Bahçeli partisini çok zor bir siyasi süreçten geçiriyor, üzerindeki ağır psikolojik baskıyı meydanlara yansıtmamaya çalışıyor. Bu seçim dönemi kendisini sadece pazartesi günü Amasya’da izledim.
O mitingdeki bazı tespitlerimi Bahçeli’nin pek çok mitingini izlemiş muhabir arkadaşım Umut Erdem’le paylaşınca çok sayıda ortak noktada buluştuk.
Bu nedenle Umut’un genel izlenimlerinden de yararlanarak Bahçeli’nin performansına baktığımda öncelikle şaşırdığım bir iki noktayı aktaracağım.
Bahçeli, hemen her ilde yaptığı gibi Amasya’ya girişte de makam aracından inmedi, parti otobüsüne geçip halkı selamlayarak meydanına ulaşmadı.
Halkı selamlamayı, zaman zaman makam aracının camından bozkurt işareti yaptığı elini dışarı çıkarıp sallamakla sınırlı tutan Bahçeli, bu yanıyla hem heyecansız hem de halkla sıcak temastan çekinen bir lider görüntüsü veriyor.
AYAĞINIZA GELİYORUM
Miting sonrası da sokak turu yapmayan Bahçeli’nin konuşmasının dinleyicileri üzerinde heyecan dalgası yarattığını da söyleyemeyiz.
Alana en arkadan girdim, ilk fark ettiğim ses düzeninin yetersizliğiydi.
Yavuz Selim Meydanı’nda dağınık duran, sakin dinleyici izlenimi bırakan kalabalığın arasında, kürsüye en yakın nokta da dahil, rahatlıkla gezindim.
Bahçeli’nin de heyecan dalgasından çok, ‘ayağınıza geldim’ mesajını öne çıkardığını, bu amaçla çok dolaştığını; sabah erken yola çıkıp, akşam geç vakte kadar 7-10 arası belde, ilçe, il merkezine uğradığını, kalabalığın azlık veya çokluğuna bakmaksızın en az yarım saat konuştuğunu belirtmeli.
Çoğu zaman gün boyu, bol çayla üç zeytin ve kibrit kutusu büyüklüğündeki peynirden oluşan kahvaltı mönüsüyle yetinerek dikkat çekici bir fiziki performans sergileyen Bahçeli’nin şaşırtıcı bazı miting kuralları da var.
Örneğin, tekbir çekmeye kalkışanlar anında susturulurken, arkadakilerin görüşü engellenmesin diye pankart açılmasına da kesin izin verilmiyor.
Malum diğer liderler pankartlardan çok yararlanıyor; hem seçmenle böylesi bir iletişime giriyor hem de rakiplerine o pankartlar üzerinden yükleniyor.
Konuşma kurgusunu çok az değiştiren, değindiği konulardaki sırlaması dahi hemen hemen aynı kalan Bahçeli’nin en çok alkışı sonlarda ettiği, “Al paketi, vur tokadı gitsin” sözleri üzerine alması da başka bir tespit.
KASET OLAYI VE PÜSKEVİT SEMPATİSİ
MHP’nin en sıkıcı sorunu olan kaset konusunda, konuştuğum partililerin hemen hemen tamamı istifaları doğru buluyor; ancak “Amaç MHP’yi baraj altına indirmek” diyor, parti içi muhalefetin böyle organizasyonu gerçekleştirecek güçte olmadığına inanıyor, adresi ‘AKP’ diye gösteriyorlar.
Sonucu seçimde göreceğiz; ama olayın MHP’yi arındırdığını, daha çok sevilen adayların listelerde öne çekilmesini sağladığını söyleyen de “MHP muhafazakâr seçmene sahip, o seçmen bunu kaldırmaz” diyen de az değil.
Bu arada çoğu MHP’lide, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın meydanlarda kaset konusunu aşırı kullanarak partide kenetlenme yarattığı kanısı güçlü.
MHP, Bahçeli’nin bisküvi yerine “püskevit” demesi üzerine çıkan tartışmayı ise kendilerine sempatik bir propaganda aracı yapmayı iyi başarmış.
Pek ortalıkta görünmeyen MHP örgütü, mitinglerde ‘püskevit’ üretip dağıtmakta çok başarılı, Bahçeli de bu tartışmadan çok memnun.
O konuşmasını MHP web sayfasına koyduran Bahçeli, “Devlet Amca püskevit versene” diyen çocukları mutlaka kucaklayıp fotoğraf çektiriyor.
Yazının Devamını Oku 19 Mayıs 2011
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın Kütahya mitingi gözlemlerimi aktarmıştım. Üç gün sonra aynı alanda Kemal Kılıçdaroğlu’nu da izledim, ama Samsun gezim nedeniyle izlenimlerimi aktarmayı biraz gecikmeli, bugüne bıraktım.
Kılıçdaroğlu ile yolculuğa Kırşehir mitingi sonrası başladım.
Kütahya gibi CHP’nin milletvekili çıkaramadığı bu ilden ayrılırken memnundu, referanduma göre en az iki katı kalabalığa hitap ettiğine inanıyordu.
O gün itibariyle 26 (Dün 37 oldu) il ve 79 ilçede halka seslenerek 2001 sonrası Erdoğan’ı geçen ilk lider olmayı başaran Kılıçdaroğlu, iki merkezden, Muş ve buluşmamızdan iki saat önce ayrıldığı Kayseri Yahyalı’dan çok etkilenmiş.
“Buralarda neredeyse yoktuk, bu kez binlere seslendim. Arkadaşlara, ‘Bize oy verirler mi’ diye sordum, ama gelip dinlemeleri son derece önemli” dedi.
KONUŞMALARA HAZIRLIK EKİBİ
Uçakta Erdoğan’ın Kütahya konuşmasına vâkıf olduğunu gördüğüm Kılıçdaroğlu, Kırşehir’de de öncekilerine göre daha akıcı konuştu diyebilirim.
Anladım ki birkaç gün önce Ankara’da oluşturulan yeni özel bir ekip güncel konu ve tartışmalarla ilgili kendisini bilgilendirmeye başlamış.
Kütahya 2007’de AKP’nin yüzde 62, CHP’nin yüzde 8 oy aldığı bir il.
Mitingleri baz almıyorum, ama bu Kütahya’da, AKP alanı tamamen doldururken, CHP de en kötümser bakışla aynı kalabalığın yarısına ulaştı.
Sonrasında Kılıçdaroğlu da, “Referandumda kalabalık ancak ortadaki havuza ulaştı. Bu kez havuz ortada kaldı” diye memnuniyet ifade ederken CHP’liler de 20 yıldır ilk kez böyle bir miting yaptıklarını söylediler.
Kılıçdaroğlu, hitabette eskiye göre ilerleme kat etmiş olsa da hâlâ kesik cümlelere rastlamak mümkün ve konuşma metni, hem Başbakan’ınki kadar güçlü bir kurguya sahip değil hem de vurgular yeterli güçte yapılamıyor.
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı eleştirdiğinde alanı etkiliyor ama şu ilginçti:
Örneğin kısa süreli ve bedelli askerliği anlatırken sıradan alkış alan Kılıçdaroğlu, “Oğlun 28 gün askerlik yaparken ülkeyi kim savunacak aklına gelmiyordu ama” dediğinde alanda çığlık patlamasına neden oluyor.
O KADINLARIN DÜNYASI DEĞİŞİYOR
Notlarına bakarak konuşsa da bazen atlama yaptığını da fark ettim.
Çünkü, Kütahya’dan ayrılırken uçakta, Erdoğan’ın, “Sen çıraksın, amatör kümede oynuyorsun, muhatabım değilsin” sözlerine atıfla, “Tüh ya, ‘Böbürlenme padişahım senden büyük Allah var’ diyecektim; unuttum” dedi.
Erdoğan’ın Demirel’e yönelik eleştirilerine ilk kez Kütahya’da yanıt vermesini, “Burası bir dönem silme Demirel’e oy verdi” diye açıklayan Kılıçdaroğlu, merkez sağdan CHP’ye yönelen, üye olan binlerce kişi olduğunu örnekleriyle aktarıp Erdoğan’ın bu eleştirilerinin ters tepeceğini savundu.
CHP liderini dinlerken, hani televizyon reklamlarını mitinglerden daha çok önemsediği sonucunu çıkarmak dahi olası.
Sürekli olumlu dönüşler aldıklarını belirtirken kanallara ve programlara uygun reklam verdiklerini, izleyici profilini dikkate aldıklarını anlattı.
Bir cümleye “Hele Samanyolu TV ile Kanal 7” diye başlayınca arkasını merakla beklemeye başladım. Kılıçdaroğlu şöyle devam etti:
“Reklamlarımızla bu kanalları izleyen, özellikle kadın seçmenin dünyasını değiştiriyoruz. Sabah namazı sonrası televizyonu açan bu vatandaşımız karşısında kendisiyle ilgili projelerimizi buluyor. Reklam kampanyamızla hiç giremediğimiz evlere ilk kez giriyoruz. Reklamlar çok tuttu, ikinci versiyonları geliyor, onlar da çok iyi olacak.”
Yazının Devamını Oku