27 Kasım 2006
DÜN yapılan CHP Esnaf Kurultayı, bu partinin önceki seçimlerde daha zayıf ilişki kurduğu esnaftan önemli bir destek ve taban bulduğunu gösterdi. Sanıyorum bunda hükümetin, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu’nun (TESK) son kongresine karşı tutumuna CHP’nin tepkisi etkili oldu. Ancak, salonda başka partilere üye olduğunu bildiğim esnaf temsilcilerini görünce, CHP’nin çabasını vurgulamak gerektiğini de düşündüm.
O nedenle bazılarının, "Katılanlar CHP’liydi" iddiası çok haklı görülemez.
Olsa olsa, CHP Lideri Deniz Baykal’ın esnaftan büyük alkış alması; TESK Başkanı Derviş Günday’ın hükümete sert muhalefet içeren, Baykal’a minnettarlık belirten, CHP’yi esnaf dostu ilan eden konuşmasına neden olan süreci AKP’nin değerlendirmesi gerektiğini ortaya koyar.
BORCUN BİR KISMI ÖDENDİ
Esnaf, Baykal’ın, en çok şu sözlerini alkışlayarak da mesajını verdi:
"Hükümet hipermarket tasarısını yasalaştırmıyor. İçerde size ’Yapacağız’ derken; dışarıda, ’Gelin istediğiniz yere hipermarket açın’ diyor."
"Esnaftan 40 harç alan bir devlet olur mu?"
"Lobilerin değil, alın teri döken KOBİ’lerin, esnafın iktidarı olmak, sizinle birlikte yürümek istiyoruz. Bu size çağrımızdır."
"Esnaf ve KOBİ bakanlığı ilk işimiz olacak."
Baykal, toplumun tüm kesimleri ile el ele olmak amacıyla düzenlediklerini söylediği kurultayda, "53 bin üyemiz esnaf. Bu, yüzde 10 demek; ama yetmez, sizi daha çok istiyoruz" çağrısı yaparken de önemli alkış aldı.
Derviş Günday, AKP için "Bize karşı ayıp ediyorlar" derken, "Bize yardım eden hiçbir siyasetçiye vefa borcumuzu unutmayız. Kurultaya katılmamız da borcumuzun bir kısmını ödemektir" sözleriyle gelecek seçimde CHP’ye açıkça göz kırpmayı yeğledi.
Ne kadar taraflı görülse de bir sivil toplum liderinin böylesine risk alması bana ilginç geldi.
CHP’NİN GÜNEYDOĞU RAPORU
CHP’nin yeni diyalog arayışı dünkü esnaf kurultayı ile sınırlı değil. Geçen hafta, Güneydoğu’da inceleme yapan Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen başkanlığında CHP heyeti sorunla ilgili yeni bir rapor hazırladı.
Rapora "Güneydoğu illerimizle ilgili değerlendirme" başlığı kondu. Başlık, CHP’nin Güneydoğu ile terörü ayrı gördüğünü ortaya koyuyor. Zaten rapor da ağırlıklı olarak ’insanın’ sorunlarına dikkat çekiyor. Başlangıç bölümünde Türkiye’deki bölgesel dengesizliğe atıfla bunun ciddi sosyal sorunlar yarattığı, güvenliği olumsuz etkilediği vurgulanıyor.
Hemen ardından, "Bursa’da 75 olan ortalama yaşam beklentisi Şırnak’ta 59’a düşüyor. En ciddi insan hakkı ihlali budur. Çünkü en önemli insan hakkı yaşam hakkıdır" denerek insani bir bakış açısı getiriliyor. Raporda bölge ile ilgili diğer tespitlerin bilinenlerin tekrarı olduğunu söylemeye gerek yok; ama sıralanan bazı öneriler dikkat çekici.
"Eğitimde pozitif ayrımcılık" önerilmesi bunlardan sadece biri.
Bir yandan bu rapor, diğer yandan esnaf kurultayı ve Baykal’ın TÜSİAD’a yönelik sıcak mesajları CHP’nin daha önce yeterince diyalog kuramadığı kesimlere yönelişinin işaretlerini vermesi bakımından önemli görülse gerek.
Ancak sonucu görmek için ilk seçimi beklemek dışında seçenek yok.
Yazının Devamını Oku 23 Kasım 2006
AKP, terörün bitirildiği bir dönemde üçte iki çoğunlukla iktidar oldu.<br><br>Parti yönetiminde ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yakın kadrosunda Kürt kökenli önemli siyasi isimler yer aldı. Erdoğan, Başbakanlığa da Siirt’ten aldığı büyük destekle geldi.
Bir yıl sonraki yerel seçimlerde Güneydoğu’da etnik kökenli partilere oy üstünlüğü sağlayan ilk parti de AKP oldu.
Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Fırat’ın dün de haklı olarak dile getirdiği bu üstünlük, adı ister Kürt, ister Güneydoğu sorunu konsun, ülkenin en önemli sıkıntısını çözmede AKP’ye büyük avantaj sağlıyordu.
Oysa geçen dört yıla bakınca daha çok kaçan bir fırsatı görüyoruz.
Daha önce de dile getirdiğim bu kanım, UNDP’nin desteği ile TESEV’in yaptığı, "Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Sosyal Ekonomik Öncelikler" raporu açıklanırken bir kez daha haklılık buldu görüşündeyim.
HÜKÜMET İSTEDİ AMA GELMEDİ
TESEV Başkanı Can Paker’in, "İçişleri Bakanı istedi" dediği raporun sunumunda hiçbir hükümet temsilcisi bulunmazken, CHP sürpriz yaptı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, "Geniş bir araştırma yaptığımız bölgeden yeni geldik" derken, Genel Sekreter Yardımcısı Algan Hacaloğlu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın bazı çalışmalarını eleştirdiği TESEV’in hazırladığı bir rapora parti olarak sahip çıkacaklarını açıkladı.
Bilinen tabloyu yeniden görüntüleyen rapor, bölgede ekonomi, gelişmişlik ve sosyal alanlarda önceki yıllara göre ilerleme olmadığını söylüyor.
Rapor koordinatörü Dr. Orhan Kurmuş, işsizlik, yoksulluk ve bazı illerdeki yeşil kartlıların yüzde 60’a ulaştığı bölgede büyük bir yangın olduğunu belirterek, önceliği yangını kontrole vermek gerektiğini anlattı.
Öncelikleri kamu yatırımları, sosyal politikalar, eğitim ve sağlığa ağırlık verilmesi diye sıralayan Kurmuş, "İlk etapta 4 milyar dolar yeter" dedi.
ENGEL VAR HAVASI
Raporu parti temsilcileri de tartıştı ve ilk söz AKP’li Fırat’ın oldu.
Fırat, devletin bölgeyi 80 yıldır güvenlik sorunu olarak algıladığını söyleyip, "İnsanı çivi görmeye başlarsanız siz de çekiç olursunuz" dedi.
İktidarları dönemini ima ederek, devleti kutsallaştıran anlayıştan insanı kutsayan, onu tebalıktan çıkaran anlayışa geçildiğini söyledi.
Bana sorarsanız Fırat’ın konuşmasındaki hava, yazımın başında sıraladığım AKP avantajları ile ’sorunu çözmekteyiz’ anlayışını göstermek yerine, "Biz istiyoruz; ama bazı güçler engelliyor" tarzındaydı.
AKP’nin, Türkiye’ye de kaçırttığı şans da tam bu anlayışta yatıyor işte.
Çünkü, AKP kadroları, o büyük avantajları kullanarak devlet ile sorunun karşı tarafını barıştırmak yerine devleti şikayet eder görüntüsü verdiler.
Fırat, hükümetleri döneminde yapılan sosyal yardımları; yoksulluk, eğitim, sağlık desteklerini de anlattı; ancak buna rağmen Hacaloğlu’nun, "Yeterli kaynak aktarılmadığı için bölgede, terörsüz dönemde bir ilerleme yaşanmadı; iane anlayışına geçildi" eleştirisinin dikkat toplamasını önleyemedi.
Her şeye karşın, DYP ve ANAP Genel Başkan Yardımcıları Binhan Oğuz ile Mehmet Keçeciler’in sözleri de ortaya koydu ki partiler, sorunun kangren haline geldiğini görüp yeni çareler peşinde olduklarını gösterdiler.
Yazının Devamını Oku 20 Kasım 2006
DEVLET Bahçeli, MHP kongresinde partisi için merkez tanımını kullandı. Bu anlayış ve ’tek başına iktidar’ sloganıyla yapılan kongre, geçen haftaki AKP kongresi ile kıyaslandığında daha heyecanlı, daha katılımcıydı. İçi kadar dışı da dolu olan Atatürk Spor Salonu’na girene dek üç polis araması, üç de MHP görevlisi denetiminden geçildi. Tamamı takım elbiseli MHP’li görevliler, işlerini çok ciddi yaptılar; bulvar tipi gördükleri bazı gazetelerin bile içeri girişini engellediler.
Delegelerin tamamı ve izleyicinin büyük bölümü kongreye koyu renkli takım elbise ile gelince salonda ağır bir siyah egemenliği oluştu.
Bunu bozan yine, delegeler arasında hemen hemen hiç görünmeseler de tribünlerde erkek partililer ile yan yana oturan kadınlar oldu.
BAHÇELİ’NİN TEMEL DEĞER VURGUSU
MHP’nin yeni Meclis’in en önemli aktörü olacağına inanmış bir kitle karşısına çıkan Bahçeli de ’en azından iktidar ortağıyız’ tablosu çizdi.
Siyasi misyonu, sola karşı duruş olan bir partinin liderinin, sola ve sol partilere yönelik tek bir eleştiri yapmaması, belki ileriye dönük bir hesabı veya Türkiye’nin geldiği noktayı gösterebilir; ama yine de ilginçti.
Buna karşın aynı Bahçeli, Cumhuriyetin temel değerleri, özellikle üniter-laik yapı konusuna birkaç defa değinip AKP’yi, bu değerleri sinsice yok etmeye çalışmakla suçlarken çok sertti.
Bahçeli, 1923’te çizilen bu mükemmel vizyonu, çok bedbahtların yıkmak istediğini; ama onların her seferinde gereken karşılığı aldıklarını anlattıktan sonra, "Bugün durum daha vahim. Uluslararası destekle temel değerleri tehdit ediyorlar" dedi.
Temel değerlerin sinsi planlarla hedef haline getirildiğini, başrolü de iktidarın aldığını söyleyen Bahçeli’nin Cumhuriyetin temel değerleri noktasında AKP’ye yönelik ilk kez bu sertlikte eleştiri yaptığını söylemeli.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın da dillendirdiği, "Devlet kuşatıldı" ibaresini de birkaç kez kullanan Bahçeli’nin hedefi yine AKP’ydi. Bahçeli, bir diğer sağ parti DYP’yi de isim vermeden, Mehmet Ağar’ın, "Dağda silah yerine ovada siyaset" açılımı üzerinden vurdu.
Başbakan Erdoğan’ı, "İmralı’daki cani ile aynı frekansta" diye eleştiren Bahçeli, Ağar’a, "PKK’ya ait bazı siyasi senaryolara muhalefet partilerin de katılması bühtandır. Onları Kandil’den Ankara ovasına getirmeye çalışanlara millet cevabını verecek" sözleriyle seslendi.
KUCAKLAYAN SİYASET
Bahçeli, konuşmasında geniş yer ayırdığı AB konusunda da, önemli reformlara imza atan bir önceki koalisyon ortaklığını unutturacak keskinlikteydi.
Türkiye’yi bölmeyi, parçalamayı hedeflediği inancıyla AB ile yolları ayırmak gerektiğini ilk kez bu netlikte dillendirdi.
Bu konudaki gerekçelerinin bazıları çoğu kişi tarafından kabul edilebilir bulunsa da Bahçeli’nin keskin AB karşıtlığı merkezde umduğu yankıyı bulur mu tahmin edilemez. Öyle ya da böyle, salonda yanında oturan yönetici arkadaşları arasında merkez sağ kadrolarda uzun yıllar bulunmuş isimlerin ağırlığına baktığımızda da, her yurtseveri MHP’ye davet ettiğini söylerken de Bahçeli merkeze göz diktiğini ortaya koydu.
Ancak, buna rağmen kongrenin "Sayın Genel Başkanım 8’inci Olağan Kongre gündeminin başlatılmasını emir ve görüşlerinize arz ederim" şeklindeki sivil olmayan bir anonsla açılması Bahçeli’nin hedefini zorlar nitelikteydi.
Yazının Devamını Oku 16 Kasım 2006
AKP İskenderun üyesi Harun Öztürk’ün kamudan aldığı ihalelerle ilgili açıklamaları Ali Dibo tartışmalarına yeni boyut kattı. Konuya yerinde bakmak için iki gündür Hatay’da dolaşıyorum.
Gelişmelerin AKP seçmeninde bir erozyon yarattığı, bu durumu fark eden AKP Genel Merkezi’nin de iddialara, önceki yaklaşımın aksine ciddi şekilde eğildiği izlenimi edindim.
Bu işin AKP ile ilgili bölümü; ancak böylesi yolsuzlukların üstesinden gelmede asıl rolün siyasetçiye düştüğü kesin.
Siyasetçi, seçmenin her şahsi isteğini kabul etmek yerine, "Hayır" demeyi başaramadıkça iddiaların önü kesilemez.
Bakın nasıl bir ilginç olayla durumu anlatmaya çalışacağım.
NAMERDE MUHTAÇ ETMEME SİYASETİ
Ali Dibo olayları, AKP Grup Başkanvekili ve Hatay Milletvekili Sadullah Ergin’in, Antakya Devlet Hastanesi Müdürü Yaşar Artar’a ihale listesi vermesi üzerine gündeme geldi.
Pek çok yazımda da Ergin’e, "Bir bürokratla neden ihale işi konuştunuz?" diye sordum.
Bugün de Ergin’in şahsında tüm siyasetçilerin duyarlılığını çekmesi gerektiğine inandığım bir başka olayı aktaracağım.
Ali Dibo tartışmalarının zirvede olduğu günlerde Ergin’in odasına, Hatay’ın AKP ilçe başkanlarından biri geliyor.
İlçe başkanı ekonomik sıkıntısından söz edince Ergin bölgedeki belediye başkanlarını aradığını, kendisine maddi destek vereceklerini (1500 YTL) belirtiyor.
Ergin, "Seni namerde muhtaç etmeyecek iş de buluruz" diyor.
Şimdi, acaba siyaset, partiye hizmet verenleri namerde muhtaç etmemek anlayışı mı, diye sormak gerekiyor. Bunun da ötesinde belediye başkanlarının görevi bu mu olmalı?
KAPI NEDEN GÖSTERİLMEZ
Görüşmenin birinci kısmı bu; ama daha vahimi arkadan geliyor.
İlçe başkanı, bir Suriyelinin Hatay’daki arazisiyle ilgili gelişmeleri, "hafife alınacak iş değil" vurgusuyla soruyor.
Ergin, bu noktada ilçe başkanından sessiz olmasını istiyor, dinlendiği kuşkusunu gösteriyor.
İlçe başkanı da şaşkınlıkla, "Şu anda mı" diye sorduktan sonra, "Desene bombanın üzerinde göbek atıyoruz" diyor.
Buna rağmen ilçe başkanı sohbeti sürdürünce, Ergin, konuya baktığını, devletlerarası ilişkiler ve yasal düzenlemelerle ilgili bir durumun söz konusu olduğunu anlatıyor.
Üzerinde asıl durduğum gelişme de bundan sonra yaşanıyor.
İlçe başkanı, işin 23 trilyonluk bir iş olduğunu, adamın 4 trilyonu gözden çıkardığını söylüyor.
Ergin, önce sessiz kalıyor; ısrar üzerine bakacağını söylüyor.
Oysa Ergin, 4 trilyondan söz edince bu ilçe başkanını kolundan tutup kapıdan atsaydı, doğrusunu yapmış olmaz mıydı?
Bunları kendisine sordum, o görüşmenin kaydedildiğinden o zaman da kuşkulandığını; ama mizaç olarak kimseyi kırmak istemeyen biri olduğundan farklı davranmadığını söyledi.
Ama, hiçbir çıkarı söz konusu olmasa da bunu yapmadığı için kırılan kendisi, partisi ve siyaset oluyor.
Siyasetçi de böylesi işleri takip edenler gibi anlaşılıyor.
Yazının Devamını Oku 13 Kasım 2006
SON yazımın konusu, AKP Genel Başkan Yardımcısı Şükrü Ayalan’ın milletvekillerini Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) kongre sürecini konuşmak için gruplar halinde toplantıya çağırması olmuştu. Yazımda, ilk iki grubun buluşmasının ardından, milletvekillerinin itirazı üzerine TZOB sürecine müdahil olunmaktan vazgeçildiğini aktarmıştım.
Bu yazım üzerine Ayalan, zehir zemberek(!) şu açıklamayı gönderdi:
"Yazıda yer alan iddialar tamamen asılsızdır. Toplantılar Ak Parti kongresi kapsamında icra edilmiştir. Tarafıma sorulmadan, gerçek bilgiye ulaşma yönünde hiçbir çaba verilmeden kaleme alınan yazının basın ahlak ilkeleriyle ters düştüğü de açıktır. Tamamen parti içine dönük toplantıların bu şekilde çarpıtılarak ele alınması basına yönelik güven hissini de sarsıcı mahiyettedir. Maksatlı, yönlendirme ve karalama amaçlı bu yorum ile ilgili yasal haklarımız saklı kalmak kaydıyla..."
ORASI TSK MI, KAMU KURULUŞU MU
Ayalan alınmasın, ama ben 25 yıllık gazeteciyim, kendisi taze siyasetçi.
Ayalan’ın neyi saklamaya çalıştığını anlamış değilim.
Açıklamasında, "İcra edilmiştir" tabiri kullandığı için AKP’yi Silahlı Kuvvetler mi sanıyor, yoksa bir kamu kurumunun merkez binası mı?
Çünkü, eğer böyle değil de orası bir büyük siyasi partinin merkezi ise almam gereken açıklama, "Parti olarak çiftçi için böylesine önemli olan bir kurumla, çiftçinin sorunları ile ilgilenmemizden daha doğal ne var?" biçiminde olmalıydı.
Ama, AKP’nin sivil toplum örgütleri ile ilişkisinden sorumlu Ayalan, böylece çiftçi sorunları ve çiftçi örgütleri ile hiç ilgilenmediğini ortaya koydu.
Zaten çiftçinin hali ve AKP’ye bakışı da başka bir şey göstermiyor ya... Oysa, Ayalan, tam da çiftçi sorunları ile ilgilendiklerini gösterme fırsatı doğmuşken, bana AKP’ye suçüstü yapmışım muamelesine kalkışıyor.
Bu görüşlerimi öncelikle Ayalan’a aktarmak isterdim. Ayalan’ın açıklamasını aldığım perşembe günü de hemen kendisini aradım. Ancak, AKP kongresi nedeniyle çok meşgul olmalı ki düne dek bana dönmedi.
YARDIMCINIZA SORDUNUZ MU
Ayalan, açıklamasında bana gazetecilik etiği ve dersi de veriyor.
Haksızlık ediyor.
Birincisi, yazımı kaleme almadan önce en az 10 milletvekili ile görüştüm.
Hepsi de yazdıklarımı doğruladı; ama isimlerini vermek istemedim.
İsim vermemek gazetecilik gereği.
Ayalan, "Bana sormadı" derken ise haklı; ancak kendisiyle değil o toplantılarda hemen yanı başında oturan yardımcısı Agah Kafkas ile konuştum.
Kafkas, toplantıları ve içeriğini doğrularken şunları da söyledi:
"Bir siyasi partinin böylesi bir kuruluşun kongresi ile ilgilenmesi hakkıdır. Bizim de hakkımızdı. Ancak milletvekili arkadaşlarımız bunu uygun görmeyince biz de toplantıları yapmaktan vazgeçtik."
Benim yanlışım, bu kadar açık olan bir toplantının yazılmasının Ayalan’ı çok kızdıracağını düşünememek oldu.
AKP yönetimi buradan böyle görünüyor, ötesi Başbakan’ın bileceği bir iş.
Gerçi benim söylemem ters etki yaratabilir; ama kongrede delegenin, genel merkezin tepesindeki iki isme, ancak sondan ikinci ve üçüncü olacak kadar oy vermesi yeterli işaret değil mi?
Yazının Devamını Oku 9 Kasım 2006
HALKLA İlişkiler’den sorumlu AKP Genel Başkan Yardımcısı Şükrü Ayalan, 30 Ekim’den başlamak üzere milletvekillerini gruplar halinde toplantıya çağırdı. Kongre öncesi olduğundan çoğu milletvekili, "Herhalde onunla ilgili" diye düşündü; ama daha ilk toplantı başladığında bir şaşkınlık yaşandı.
Çünkü, yazımın başlığı da yanıltmasın, toplantının AKP kongresiyle bir alakası yoktu; AKP Genel Merkezi’nin aklı bir başka kongredeydi.
Ama bu kongre de milletvekillerinin hiç ilgisini çekmiyordu.
Bakın, vekillerden beklenmedik tepki alan kongre hangi kuruluşundu?
UNUTULMUŞ KONGRELER ANIMSATILINCA
İlk toplantıyı açan Ayalan, Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) kongre sürecine girdiğini, parti olarak sürece katılmak istediklerini söyledi.
Ayalan’nın sözleri milletvekillerinin yüzlerinin asılmasına neden oldu.
Asılan yüzleri fark etmeyen Ayalan, "Bize yakın arkadaşların kazanması için ilçe kongrelerinden başlayarak çalışma yapalım" diye devam etti.
Ayalan, açılış sözlerinden sonra milletvekillerine söz verildi.
Ama, ilginçtir, vekilleri arasında konuya sıcak bakan neredeyse yoktu.
Söz alan milletvekilleri, Fiskobirlik, Türkiye Esnaf Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK), Futbol Federasyonu kongrelerinde yaşananları anımsattılar.
O kongrelerdeki sonuçların AKP yenilgisi gibi algılandığını, bu imajın hálá sıcaklığını koruduğunu ifade etmeyi de unutmadılar.
Bu anımsatmalar salonun havasını iyice değiştirmeye başladı.
Bir iktidar partisinin böylesi sivil toplum örgütlerine (STÖ) uzlaşmacı ve hoşgörülü yaklaşması gerektiğini anlatan milletvekilleri de çıktı.
Bazıları, Futbol Federasyonu, TSEK ve Fiskobirlik gibi TZOB’da da diğer partilerin geleneksel ve önemli bir tabanı bulunduğunu hatırlatarak, bu gerekçeyle de siyasi tansiyonu artırmamak için uzlaşmayı savundular. Birkaç milletvekilinin siyasi partilerin, STÖ’lere bu şekilde müdahalesinin yanlışlığını dile getirdiğini de söyleyelim. Sonuçta, ilk toplantı AKP Genel Merkezi’nin istediği yörüngeden çıktı.
Aynı günkü ikinci toplantıda da hava birincisi gibi olunca AKP Genel Merkezi, sonraki tüm toplantıları iptal etme yoluna gitti. Böylece vekillerin tavrı AKP’yi yeni bir STÖ kavgasından korumuş oldu.
GÜL’ÜN LIPPONEN AÇIKLAMASI
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, AKP Grup toplantısı için Meclis’e gelirken, pazartesi günkü yazımı anımsattı.
Yazımda, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın "1999’da AB Dönem Başkanı Finlandiya Başbakanı Lipponen’in Türkiye’ye verdiği Kıbrıs’ın ön şart olmadığını gösteren mektup var. Hükümet bunu açıklasın" sözleri vardı.
Gül, Lipponen’in Türkiye dostu, iyi niyetli bir siyasetçi olduğunu, kendisiyle daha geçen gün görüştüğünü vurguladıktan sonra şöyle konuştu: "Ancak, 1999’da verdiği mektup kendisinin iyi niyetini gösteren şahsi bir mektuptur. Dönem Başkanı ve Finlandiya Başbakanı olarak kaleme almış. Mektupta sadece kendisinin imzası var. Diğer AB liderlerinin yok. Bu anlamda şahsi bir mektuptur, bağlayıcı ve geçerliliği yoktur."
Gül, daha sonra Baykal’a şöyle bir mesaj yollama gereği de duydu:
"Oysa bize 3 Ekim 2005’te verilen Kıbrıs da dahil bütün konularla ilgili belge bir konsey karar belgesidir ve sadece dönem başkanı ülkenin başbakanın değil, diğer liderlerin de imzası var. Yani ikisi oldukça farklı."
Yazının Devamını Oku 6 Kasım 2006
SON dönemde, "AB’ye karşı" iddiasıyla CHP, pek çok eleştiri alıyor. Eleştiriler temelinde, Sosyalist Enternasyonal için Şili’ye hareketinden önce CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile konuşma fırsat buldum.
Baykal, bu eleştirilere yanıt vermeyi bile CHP’ye haksızlık sayıyor, "CHP’nin tereddüdü var" denmesini ihanet gibi değerlendiriyor.
Daha da ileri gidiyor Baykal, hükümetin elini güçlendirecek girişimler, görüşmeler yaptığını; olumlu işaretler almaya başladığını anlatıyor.
CHP’nin, AB için zorunlu ve muhalefet etmesi halinde yasalaşması olanaksız yüzlerce maddelik tasarılara desteğini ise anımsatmıyor bile.
HÜKÜMETİ BASKI ALTINA ALMAYIN
Baykal, uzun zamandır başta sosyalistler olmak üzere buluştuğu Avrupalı her lidere, "Yanlışlarınız AB’ye desteği azalttı" diyor.
Nihayet, "Evet, galiba haklısınız" tepkisi almaya da başlamış.
Bu gelişmeyi çok önemli gören Baykal, onlara şu mesajları veriyor:
"Türkiye’den bir sürü şey istiyorsunuz. Hükümet de size karşı zayıf. Ne isterseniz veriyor; ama onlar verdikçe sanmayın ki Türkiye AB doğrultusunda ilerliyor. İlerleme yok, aksine tepki artıyor. Buna muhalefet mantığı ile baksam, kazançlı çıkacağımız bir durum. Ama bunu hiç istemiyorum; çünkü AB davası zarar görüyor. Hükümeti, kaba biçimde baskı altına almayın. AB’yi çıkmaza sokan bir ölçüde de sizin bu ölçüsüz talep ve baskılarınızdır."
Perde gerisinde bunları söyleyen Baykal’ın eleştirisi yok mu?
Var; hedefindeki de, "Bunları tartışmasız kabul ederseniz AB işi sıkıntıya girer" uyarılarına rağmen 17 Aralık 2004’te attığı imzayla ilişkiyi, 1999’daki Helsinki zirve kararının gerisine düşürdüğüne inandığı hükümet.
Baykal, o gün iki temel hata yapıldığını düşünüyor.
İlkini, "Hükümet, tam üyelik dışında bir ilişkiye razı oldu" diye açıklayan Baykal, "Kopmadıkça tam üye olmasak da olur" anlayışına isyan ediyor.
CHP Lideri, diğer aday ülkeler için yol haritasının hedefinin tam üyelik olduğunu anımsatarak, "Daha büyük yanlışlık yapamazdık; ama hükümet yaptı bunu. Bir olmazı oldurdu. O gün kıyameti kopardım; ama nafile" diyor.
GÜVEN VERİN YETER
Baykal, ikinci hatayı ise Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın 17 Aralık 2004’te, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de aynı yılın temmuzunda attığı imzalar sonucu ’Kıbrıs’ın üyelik ön şartı yapılması’ olarak açıklıyor.
CHP’nin o zaman da, "AB’yi batırıyorsunuz" diye haykırdığını söyleyen Baykal, "O gün bizi dinlemeyen hükümetin, bugün AB’den yakınmaya, ’Oydu, buydu’ demeye hakkı yok; çünkü bunların hukuki geçerliliği bulunmuyor" diyor.
Baykal, böylesi yakınmalar yerine hükümete açık bir öneri yapıyor:
"1999’da dönem Başkanı Finlandiya Başbakanı Lipponen, Başbakan Ecevit’e, Kıbrıs ön şart değil mektubu verdi. Çıkarıp yayınlasanız ya bu mektubu."
Baykal, iki tarafın da ciddi liderlik zafiyeti içinde olduğunu düşünüyor.
Bu nedenle de AB liderlerine şu vurguyu da hep yaptığını söylüyor:
"Bize güven verin; bu iş olsun bitsin. Bizi AB’ye almak iç politikanızda riskse bile, bunu göze alın. Bugün Türkiye’de AB’ye güven yok, destek yüzde 30’a indi. Oysa halk bilse, şu gün üyelik olur, hiç sorun kalmaz."
Baykal’ın bu sözlerine rağmen bakalım, "CHP AB’ye karşı" diyenler tezlerinde ısrarı sürdürecekler mi?
Yazının Devamını Oku 2 Kasım 2006
GELECEK hafta sonu yapılacak olan AKP kongresi öncesinde, yaşanan süreci parti içi demokrasinin işleyişi bakımından anımsatmak istiyorum. Bu anımsatmayı yaparken programının siyasi ilkeler bölümünde "Yarışmacı bir partiyiz", "Parti içi demokrasi, bireyin ve azınlık (muhalif) görüş sahiplerinin hukuku ve demokratik yarışma hakları sağlanarak geliştirilecektir", "Hiçbir bireysel ve kurumsal baskı kabul edilemez", "Seçilme hakkına saygı" diye yazan bir partiden söz ettiğimi de belirtmeliyim.
Yarışmacı parti olmanın temel şartı, birden fazla adaylı seçimlerdir.
Peki, AKP il ve ilçe kongreleri bu ilke ışığında mı yapıldı?
SONUNA KADAR MÜDAHALE
Soruya ne yazık ki "Hayır" yanıtı vermek durumundayız.
Çünkü, daha ilçe kongreleri başladığında, AKP’de nasıl bir kongre süreci yaşanacağı ortaya çıkmaya başladı.
Parti yönetimi, doğrudan Genel Başkan Tayyip Erdoğan’dan yetki alarak, hemen hemen tüm il ve ilçe kongrelerine müdahale etti; kongrelerde yarışma değil, tek adaylı seçim olması için büyük çaba gösterdi, ağır baskı yaptı.
Adaylar Ankara’ya çağrılarak istenmeyenlere, "Çekilin" denildi.
Yönetim bu tutumu, "Kongrelerde kargaşa olmasın" diye açıkladı.
Parti yönetimi sonuçlardan ne kadar memnun kaldı bilemiyorum; ama vereceğim örnekler gösteriyor ki AKP’nin demokrat yanı ağır darbe aldı.
Isparta, Bingöl ve Kırıkkale il kongreleri ertelendi; bu kongreler için milletvekillerinin de karıştığı kavgalar yaşandı.
Ağrı’da, Genel Merkez’in adayına 53 fark atarak seçilen Kemal Yıldırım, yönetim kurulu ile birlikte görevden alındı; yerine ikinci aday atandı.
Eskişehir’de oylar defalarca sayıldı; ama yine de Genel Merkez’in istemediği Osman Yüksel iki oy farkla sandıktan galip çıkınca, kısa süre sonra görevinden alınmaktan kurtulamadı.
Mardin’de çekil baskısına direnen Ferhan Ademhan, Başbakan Erdoğan’ın önünde, kürsüde protesto yapmasına rağmen 156 oy aldı.
Mardin il kongresinde delegenin neredeyse yarısı da oy kullanmadı.
Çorum’da çekilmesi istenen adayın otomobiline saldırı yapılırken, Kastamonu’da genel merkezin adayına karşı çıkan milletvekilleri delege listesine bile yazılmadıklarından oy kullanmadı.
Yine de sonuçta seçim; ancak 259’a karşı 301’le kazanılabildi.
SEÇİLSELER ALINACAKLARDI
Genel Merkez özellikle üç büyük il için de ağırlık koydu; ancak yine de İzmir ve Ankara’da tekli aday başarısı sağlayamadı.
Baskı İstanbul’da, 695 delegeden 161’inin seçimlere katılmaması, geçerli oyların 470’te kalması, bir pusulaya tapu senedi konması suretiyle protesto edildi.
Ankara’da genel merkezin adayı; sadece 20 farkla (321-301) seçimi alırken, İzmir’de 364’e karşı 248 muhalif oy çıktı.
Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, kendi ili Sivas’ta genel merkez adayının karşısında durdu; ama adayı 349’a karşı 277 ile seçimi kaybetti.
Anlayacağınız; Başbakan, yardımcısına bile şans tanımak istemedi.
Zaten, "Genel Merkez’in istemediği adaylar başarı sağlasaydı, akıbetlerinin görevden alınmayla sonuçlanacağı kesindi" demek de kehanet olmazdı.
Çünkü, aksi örneği hiç yok.
Peki, bütün bunlar CHP’de olsaydı, Başbakan ve AKP’liler ne derdi acaba?
Yazının Devamını Oku